Kosova Kararı ve KKTC nin tanınması

Yazan Taner Erginel Emekli KKTC Yüksek Mahkeme Başkanı

Uluslararası Adalet Divanı(UAD)'ın 22 Temmuz 2010 tarihli kararı
Kosova Cumhuriyeti, 17 Şubat 2008 tarihinde bağımsız bir devlet olduğunu ilan etti. Bunun üzerine Sırbistan, Uluslararası Adalet Divanına (UAD)'a başvurarak bu kararın uluslararası hukuka aykırı olduğunu belirten bir karar vermesini talep etti. Uluslararası Adalet Divanı (UAD) 22 Temmuz 2010 tarihinde Kosova'nın bağımsızlık ilanının uluslararası hukuka aykırı olmadığına karar verdi. Bu tarihten önce Kosovayı tanımış olan 69 devlete bu karar moral destek sağlamıştır. Böylece Kosova'nın statüsünde olabilecek tereddütler ve tartışmalar sona ermiştir. Kararın tavsiye niteliğinde olmakla birlikte yeni devletlerin oluşumunu etkiyecek önemli bir karar olduğu anlaşılmaktadır.
UAD kararı, dünya devletleri tarafından büyük ilgi ile izlenmiştir. Bunun nedeni bağımsızlık konusunun sadece Kosova'yı değil birçok dünya devletini ilgilendirmesidir. Dünyada bağımsızlık talep eden ve bunun için çaba harcayan başka ülkeler de vardır. Acaba Kosova kararı bu ülkeleri nasıl etkileyecektir? Herkesin kendi kendine sorduğu ve yanıtlamaya çalıştığı soru budur.

Bağımsızlık ilan eden ve tanınması söz konusu olan diğer devletlerin başında KKTC gelmektedir. Kosova davasında gerek mahkeme kararında ve gerekse devletlerin mahkemeye sundukları görüşlerde KKTC'ye değinilmektedir. Ancak bunlar "obiter decidendi" olmayıp "obiter dictum" denilen başka konuları anlatılırken değinilen yasal ağırlığı olmayan görüşlerdir. Bir mahkeme kararında önemli olan dava konusu olmayan konularda mahkemenin beyan ettiği görüşler değil tarafların tartıştığı esas konuda belirtilen görüşlerdir. Tartışılan esas konuda Mahkeme kararının gerekçesidir. Bu gerekçeyi incelediğimiz zaman KKTC nin tanınması önünde hiç bir yasal engel olmadığını görürüz. Daha açık ifadeyle bu karar KKTC nin tanınmasının yolunu açmıştır. Kosovanın bağımsızlık ilanı yasal ise KKTC nin bağımsızlık ilanı ondan çok daha yasal olacaktır.

Kosova kararının açıklanması, Kıbrıs Rum kesiminde KKTC nin tanınmasına yol açacağı yönünde kaygılara neden olmuştu. Bu kaygılar ciddi boyutlarda olmalı ki o tarihlerde Güney Kıbrısı ziyaret etmekte olan Alman Dışişleri Bakanı Westerwelle Rumlara kaygı duymamalarını kararın Kosova'ya özgü bir karar olduğunu ve Kıbrıs'ı etkilemeyeceğini söyleme gereği duymuştur. Westerwelle' nin açıklamasının Kıbrıs Rum Yönetimini ne ölçüde rahatlattığını bilmiyoruz. Ancak şunları söyleyebiliriz. Westerwelle'nin görüşü hem doğru, hem de hatalı idi. Doğru idi çünkü KKTC ile Türkiyenin pasif davranacağını ve bu karardan yararlanamayacağını tahmin etmişti. Hatalı idi çünkü kararın içeriği KKTC nin tanınmasına yol açacak görüşlerle doluydu.

Kararı tarafsız bir gözle incelediğimiz zaman Rum Yönetiminin karardan kaygılanmakta haklı olduğunu anlarız. Çünkü Kosova kararı KKTC yi etkileyecek bir karadır.mesi ve tanınma yolunu açması gerekiyordu. Etkilememesi sadece karardan sonra Türklerin pasif kalması ile mümkün olabilirdi. Nitekim sonuç böyle olmuştur.

Arzu ederseniz Kosova kararını birlikte analiz edip inceleyelim.

Kararın tavsiye niteliğinde olması

Kosova kararının ilk dikkati çeken özelliği normal bir mahkeme kararı olmayıp tavsiye niteliğinde bir görüş olmasıdır. Kosova davasında izlenen bu yargılama yöntemi, diğer yargı organlarında pek görülmeyen ve mahkemelerin genellikle uygulamaktan kaçındıkları bir yöntemdir. Acaba bir mahkemenin tavsiye niteliğinde görüş vermesi ne anlama geliyor? Öncelikle bu konu üzerinde duralım.
Normal davalarda davacı ve davalı olmak üzere iki taraf bulunur. Mahkeme tarafları dinledikten sonra iki taraf arasında sorunu çözen bir karar verir. Verilen kararı icra etme olanağı vardır. Davayı kaybeden hükme uymayı reddederse kazanan taraf devlet gücünü kullanarak bu hükmü icra ettirebilecektir. Halbuki tavsiye niteliğindeki kararlarda bu özellikler yoktur. Bunlara tespit kararı da denir. Bunlar yasal bir durumu tespit eden kararlardır.

Buna rağmen verilen kararın birçok kişiyi etkilemesi söz konusudur. Yasal durum ortaya çıkmış olduğundan benzer koşullarda olanlar nasıl hareket etmeleri gerektiğini anlayacaklardır. Mahkemenin görüşüne uyanlar hukuka uygun hareket etmenin rahatlığına kavuşurken diğerleri ters düşmenin rahatsızlığını yaşayacaklardır.
Mahkeme kararlarının emsal olması

Mahkeme kararlarının en önemli özelliği emsal olma özelliğidir. Bir mahkeme dinlediği davada sonuca ulaşmak için bazı gerekçeler göstermek zorundadır . Bu gerekçeler daha sonra aynı mahkemeyi bağlamaktadır. Çünkü bir mahkemenin benzer davalarda aynı gerekçe ile farklı sonuçlara varması kabul edilemez.

Eğer kararı veren yüksek bir mahkeme ise gösterdiği gerekçeler daha altta bulunan diğer mahkemeleri de bağlayacaktır. Dolayısıyla yargıda benzer davalarda benzer sonuçlar ortaya çıkma, yani verilen bir kararın benzer davalara emsal olma özelliği vardır.
Mahkeme kararlarının bu özelliği nedeniyle yasal bir sorunu olanlar kendi olaylarını geçmiş mahkeme kararlarındaki olaylarla kıyaslarlar ve " O davada şöyle karar verildiğine göre bu davada da benim lehime karar verilmesi gerekir" diye argüman yaparlar. Kosova kararını incelediğimiz zaman bağımsızlık hareketlerini etkileyecek görüşler içerdiğini görürüz.
UAD ın Kosova davasını dinleme yetkisi

UAD, Birleşmiş Milletlere bağlı olan ve devletleri yargılayan bir mahkemedir. Bir davayı dinleyebilmesi için iki devletin anlaşarak birlikte UAD a başvurmaları gerekir. Devletlerin mahkemeye başvurma konusunda anlaşamamaları durumlarda sorun nasıl çözülecektir. Birleşmiş Milletler bir yöntem düşünmüş ve Uluslararası Adalet Divanı Sözleşmesinin 65.ci maddesinde yetkili bir kuruluşun müracaat etmesi üzerine UAD ın yasal konularda, tavsiye niteliğinde karar verebileceğini kabul etmiştir.

İlk aşamada Sırbistanın açtığı davayı UAD ın dinlemesi mümkün değildi. Çünkü diğer devlet, yani Kosova, davanın dinlenmesini kabul etmemişti. Daha doğrusu Kosovanın bağımsız devlet statüsü henüz kesinlik kazanmamıştı. Kosovanın bağımsız bir devlet olup olmadığı tartışmalı olduğu için kabul beyanı geçerli değildi. Bu nedenle BM devreye girdi ve BM genel kurulu Sırbistan'ın açtığı davada 65.ci maddeye dayanarak UAD ın tavsiye niteliğinde görüş vermesini talep etti.

Kosova kararı KKTC için emsal olacak mı?

İlk bakışta tavsiye niteliğinde bir görüşün yargının bağlayıcılık ve emsal oluşturma özelliklerini taşımayacağını düşünebiliriz. Buna ek olarak Kosova davasında mahkemenin de genel bir kural koymaktan kaçınarak Kosova ya özgü bir karar verme çabası içine girdiğini söyleyebiliriz. Buna rağmen Kosova kararının emsal olma özelliği olacaktır. Çünkü emsal olma yargının doğasında vardır. Mahkeme ne kadar önündeki meseleye özgü bir görüş verme çabası içine girerse girsin, sonuçta diğer ülkelerin bu olayı kendi durumları ile kıyaslamaları ve buna göre talepte bulunmaları kaçınılmazdır. Maalesef KKTCve Türkiye bu konuda inanılmaz bir pasiflik göstermiş ve karardan yararlanma yönünde bir adım atmamıştır.

Acaba Kosova kararı KKTC yi ve Kıbrıs Türk Halkını nasıl etkileyebilirdi? Arzu ederseniz bu konuyu çeşitli boyutları ile birlikte inceleyelim ve soruyu birlikte yanıtlamaya çalışalım.

Kosova davasının ilginç diğer bir özelliği birçok devletin davaya katılarak bağımsızlık konusundaki görüşlerini açıklamış olmalarıdır. Bu görüşlerin mahkeme kararı kadar ve belki de daha fazla bağımsızlık hareketlerini etkilemesi söz konusudur. Çünkü bir devletin ileride benzer bir bağımsızlık talebi ile karşılaştığında Kosova davasında öne sürdüğü görüşlerden farklı ve çelişkili görüşler öne sürmesi doğru değildir.

Örnek olarak İngiltere Hükümetinin mahkemeye sunduğu görüşlere bakalım.
İngiltere'nin Mahkemeye sunduğu görüş

İngiltere Hükümeti Kosova'nın bağımsızlık ilanını desteklemiş ve özetle şöyle demiştir: "Sırbistan, Kosova'nın bağımsızlık ilanını geri almasını ve iki taraf arasındaki müzakerelerin devam etmesini talep etmektedir. Halbuki müzakerelerin bir sonuç vermeyeceği anlaşılmıştır. Sırbistan, Kosova'nın bağımsızlık ilan etmesine neden olan olayları görmezlikten gelmektedir ve saati geri almaya çalışmaktadır. Ayrılan eşlerin tekrar birlikte yaşamaları için bir mahkemenin emir verme yetkisi yoktur. Bunun gibi ayrı egemenliği olan halkların bir araya gelmeleri için de emir verilemez. Bu konuda karar vermek onların iradelerine kalmıştır."
İngiltere'nin Kosova davasında belirttiği bu görüşler KKTC'nin bağımsızlığını destekleyen görüşler değil mi? Bu durumda sormamız gerekiyor. KKTC tanınma talep etmiş olsa ve bu yönde mücadele etse İngiltere nin farklı bir tutum içine girmesi mümkün olabilir mi? Eğer farklı bir tutum içine girerse bu çelişkili bir tutum olmaz mı?

KKTC tanınma için mücadele etse İngiltere tanımamak için hangi gerekçeyi öne sürerse sürsün Kosova davasında öne sürdüğü gerekçelere ters düşecekti. Bunu yapması halinde iki halk ve iki ülke arasında çifte standart uygulamış ve diskriminasyon yapmış olacaktı.

Özetlersek Kosova davası ve kararı KKTC'nin bağımsızlığı lehinde kullanılabilecek görüşlerle doludur. Bu görüşlerin yerinde kullanılması halinde Kıbrıs Türk Halkının büyük yarar sağlaması söz konusu olabilirdi. Pasif kalındığı için büyük fırsatlar yitirilmiş ve halkımız bundan büyük zarar görmüştür.

Devletlerin Kosova davasına aşırı ilgisi
Kosova davasının insanı şaşırtan bir özelliği inanılmayacak sayıda devletin davaya burnunu sokmasıdır. Sırbistan ve Kosova'dan başka 35 devlet görüşlerini yazılı olarak Mahkemeye sunmuşlardır. Bu da yeterli olmamış ve 27 devlet zahmetlerini esirgemeyerek duruşma sürecine katılmışlar ve avukat tutup Mahkemeye hitap etme yönüne gitmişlerdir. Mahkeme kararından en fazla etkilenecek devletlerden biri KKTC olduğu halde KKTC ye söz hakkı verilmemiştir. KKTC görüş beyan etmek için bir girişimde bulunmamıştır. Türkiye ise görüş beyan etmemeyi tercih etmiştir.

KKTC ye söz hakkı verilmemesi adaletten uzaklaşma değil mi?
Bir kararın adil olabilmesi için karardan etkilenecek kişilere söz hakkı verilmesi gerekir. Bir mahkemenin karardan etkilenecek kişilerin görüşünü kabul etme zorunluluğu yoktur. Ancak bu kişilere söz hakkı vermek, iddialarını dinlemek ve eğer bu iddialar reddedilecekse, bunun gerekçesini açıklamak zorunluluğu vardır.

Bir karardan etkilenecek kişi veya kişilere söz hakkı verme gereği binlerce yıl içinde yargının oluşturduğu, adaletin en temel ilkelerinden biridir. Bir kişi veya kuruluşa söz hakkı vermek için o kişinin veya kuruluşun tanınmış olmasına veya statü sahibi olmasına gerek yoktur. Adil mahkemeler çeşitli isimler ve prosedürler altında etkilenecek kişilere konuşma olanağı tanırlar. Kosova olayında daha ileri gidilmiş ve yasallığı tartışma konusu olan Kosova'ya taraf statüsü verilmiştir.

Buna rağmen hiçbir uluslar arası mahkemede KKTC ye bu olanak tanınmamıştır. Bu da herhalde Rum Yönetiminin KKTC yi yok sayma çabalarının sonucudur. Bu yaklaşım daha tartışma başlamadan Rum görüşlerinin kabul edilmesi ve Kıbrıs Türk Halkının haklarının dikkate alınmaması demektir. Böyle bir başlangıçtan sonra KKTC ile ilgili verilecek kararın adil olması veya barışa katkıda bulunması söz konusu olamaz.

Uluslar arası alanda KKTC yi görmezlikten gelme ve yok sayma o kadar çok tekrarlandı ki Kıbrıs Türk Halkı bu haksızlığa alışmış gibidir. Haksızlığa karşı gelmeyerek katkı sağlamaktadır.

Adaletin temel ilkeleri kaç kez ihlal edilirse edilsin değişmez ve haksızlık kural haline gelmez. Bu nedenle her yeni olayda hiç değilse yapılan haksızlığa değinmemiz ve haksızlığı kabul etmediğimizi belirtmemiz gerekirdi.

UAD ın KKTC ye yaptığı bu temel haksızlığa değindikten sonra diğer konulara geçebiliriz.

Görüş sunan devletlerin tutumu

Kosova davasında mahkemeye görüş sunan devletler genellikle "Kosova'nın durumu tamam. Ancak dikkatli olalım, emsal oluşturacak genel bir kural koymayalım ve bağımsızlık talep eden diğer ülkeleri cesaretlendirmeyelim" şeklinde bir tutum içine girdiler. Mahkemenin de aynı yaklaşım içinde olduğunu söyleyebiliriz. Buna rağmen mahkeme kararlarının emsal olması kaçınılmazdır. Buna ek olarak Kosova davasına katılan devletlerin sunumları İngiltere'nin görüşünde gördüğümüz gibi bağımsızlık ilan etmek isteyen ülkelerin yararlanabileceği görüşlerdir.

Uluslararası Adalet Divanı (UAD) Kosova'ya ilişkin nasıl bir karar verdi?
Arzu ederseniz şimdi de UAD ın verdiği kararı büyüteç altına alalım ve nasıl bir karar olduğunu anlamaya çalışalım.
Uluslararası Adalet Divanına başvuran Sırbistan iki gerekçe ile Kosovanın bağımsızlık ilanının yasal olmadığını iddia etmişti.
1) Kosova'nın bağımsızlık ilanı uluslar arası hukuka aykırıdır.

2) Kosova'nın bağımsızlık ilanı BM Güvenlik Konseyinin, 1999 yılında verdiği 1244 sayılı karara aykırıdır.
UAD, her iki iddiayı da reddetti . Önce devletlerin tek taraflı bağımsızlık talep etmelerini yasaklayan bir uluslararası hukuk kuralı bulunmadığını açıkladı. Daha sonra bağımsızlık ilanının Güvenlik Konseyinin 1244 sayılı kararına aykırı olmadığına karar verdi. UADın kararını daha iyi anlayabilmek için bu iki iddiayı ayrı ayrı ele alarak incelemeye çalışalım.

Kosova'nın bağımsızlık ilanı uluslar arası hukuka aykırı mı?

Bir olayın bir hukuk kuralına aykırı olabilmesi için öncelikle o konuda bir hukuk kuralının bulunması gerekir. Bu durumda sormamız gerekiyor. Devletlerin bağımsızlık ilanlarına ilişkin bir uluslararası hukuk kuralı var mı?

Böyle bir hukuk kuralının varlığından söz edebilmek için ya uluslararası bir antlaşmada yer alması veya devletler arasında bu konuda bir teamül oluşmuş olması gerekir. En önemli uluslararası antlaşma olan BM Ana Sözleşmesini ve diğer uluslar arası antlaşmaları incelediğimiz zaman devletlerin bağımsızlık ilanını ele alıp düzenleyen bir bölüm olmadığını görürüz. Uluslar arası teamül oluşup oluşmadığını araştırdığımız zaman ise devletlerin böyle bir teamül oluşturmaktan oldukça uzak olduklarını anlarız. Gerçekte birçok devlet önce fiilen egemenliğini oluşturmuş ve bir süre koruduktan veya koruyacağı anlaşıldıktan sonra bağımsızlığına kavuşmuştur. UAD özetle bu özellikleri olan bir ülkeyi bağımsız devlet olarak tanımanın önünde yasal bir engel olmadığına karar vermiştir.
Uluslar arası hukuk konusunda mahkemenin bulgusu

UAD, devletlerin bağımsızlık ilanlarının ters düşebileceği bir uluslararası hukuk kuralı bulunup bulunmadığını araştırmış ve böyle bir kuralın izine dahi rastlayamamıştır. Daha ilginci, bazı devletlerin bağımsızlık ilanını engelleyecek uluslararası hukuk kuralı olduğu iddiasının geçmişte hiç yapılmadığını, bu iddianın ilk kez Sırbistan tarafından öne sürdüğünü belirtmiştir.

UAD, daha ileri giderek BM Güvenlik Konseyinin bağımsızlık konusunda verdiği çok sayıda siyasi kararı incelemiş ve hiç birinde tek taraflı bağımsızlığın uluslar arası hukuka aykırı olduğunu ifade eden bir görüş bulunmadığını ortaya çıkarmıştır. Bu iddia sadece diplomatik ilişkilerde Sırbistan, Güney Kıbrıs ve dostları olan devletler tarafından öne sürülmüştür.

Dolayısıyla UAD zorlanmadan Kosova'nın bağımsızlık ilanının ters düşeceği bir uluslar arası hukuk kuralı olmadığına ve bağımsızlık ilanının uluslararası hukuka uygun olduğuna karar vermiştir. Mahkemenin böyle düşünmesinden daha doğal bir şey olamazdı.
Kosova'nın bağımsızlık ilanı Güvenlik Konseyinin 1244 sayılı kararına aykırı mı?

Kosovanın bağımsızlık ilanının Güvenlik Konseyinin 1244 sayılı kararına aykırı olup olmadığı davanın en can alıcı ve en fazla tartışılan konusu olmuştur.
Güvenlik Konseyi 1999 yılında Kosova'ya ilişkin 1244 sayılı kararı vermişti. Birleşmiş Milletler Ana Sözleşmesinin 7ci Bölümü altında alınan bu kararın o tarihteki Yugoslavya, bugünkü Sırbistan'ın ülke bütünlüğünü koruma ilkesine dayandığı açıktı. Gerçi kararda Sırbistan ile Kosova arasındaki görüşmelerin devam etmesine ve Kosova'daki özerk yönetimin güçlenmesine destek olacak ifadeler de yer alıyordu; ancak karar Sırbistan'ın ülke bütünlüğünü koruma ilkesine dayanmaktaydı ve Kosova'nın bağımsızlığının bu ilkeye uygun olma olasılığı yoktu.
Geçici durum için verilmiş olsa bile ülke bütünlüğü ilkesine aykırı olduğu için Sırbistanın bölünmesinin doğru olmayacağını ifade eden bir karar verilmişti. Buna rağmen Kosova her türlü tepkiyi göze alarak 17 Şubat 2008 tarihinde bağımsızlığını ilan etmiştir. Güvenlik Konseyinin bazı devletleri de kendi kararlarına aykırı olarak Kosovayı tanımışlardı. Bu devletler arasında, Güvenlik Konseyi üyesi ABD vardı. Böylece Güvenlik Konseyi kararlarının siyasi olduğu ve zaman içinde değişebileceği ortaya çıkmıştır.
UAD ın bu koşullarda Kosovanın bağımsızlık ilanının 1244 sayılı karara aykırı olduğuna karar vermesinin bir anlamı kalmamıştı.
Mahkemenin karşılaştığı diğer bir sorun ise şuydu: Mahkemeye sunum yapan devletlerin bir bölümü Kosova'nın bağımsızlık ilanını onaylamanın bir kural oluşturabileceği, bağımsızlık talep etmek isteyen diğer ülkeleri cesaretlendirebileceği ve bunun da tüm dünyada istikrarı bozabileceği kaygısı içinde idiler. Mahkemenin bu kaygıları da dikkate alması ve bir taraftan Kosova'nın bağımsızlığını onaylarken diğer taraftan bu kaygıları artırmaması gerekiyordu.

Bir çıkış yolu arayan UAD ın kararını şöyle özetleyebiliriz: " Devletlerin bağımsızlığı konusunda genel bir kural koymak mümkün değildir. Her bağımsızlık talebi, kendine özgü somut koşullar dikkate alınarak değerlendirilmelidir. 1244 sayılı karar verilirken o tarihte Kosova'da mevcut koşullar dikkate alınmıştı. Kararın amacı Kosova'nın nihai devlet yapısını belirlemek değil geçici bir ara rejim oluşturmaktı. Kosova'nın bağımsızlık ilanı ise Kosova'nın nihai statüsü ile ilgilidir, dolayısıyla ara rejimle ilgili 1244 sayılı karara aykırı değildir."
UAD ın gerekçelerinin tatmin edici olmaması

UAD ın Kosova'nın bağımsızlık ilanının 1244 sayılı karara aykırı olmadığını söylerken belirttiği gerekçelerin sizi ne ölçüde tatmin ettiğini bilmiyorum. Bence tatmin etmemeli. Çünkü 1244 sayılı kararı okuyan tarafsız herhangi bir hukukçu bu kararın Sırbistan'ın ülke bütünlüğünü koruma ilkesine dayandığını ve bunun Kosova'nın bağımsızlığı ile bağdaşmadığını görmektedir. Bir ülkenin geçici olarak bağımsız olamayacağı ancak sürekli olarak bağımsız olabileceği tutarlı bir görüş değildir. Nitekim bir çok devlet mahkemeye sundukları görüşlerde bu noktaya değinmişlerdir. UAD, bazı gerekçeler göstererek çelişki olmadığını kanıtlamaya çalışmıştır. Fakat hangi gerekçeyi gösterirse göstersin çelişkiyi ortadan kaldırması mümkün değildi.

UAD kararında Güvenlik Konseyinin bağımsızlığa ilişkin karar verirken kararın verildiği tarihteki koşulları dikkate aldığını, koşullar zaman içinde değiştikçe kararların da değişebileceğini, değişen koşullar nedeniyle kararların anlamlarını yitirebileceklerini veya dikkate alınmayabileceklerini ifade eden bir açıklama yapmıştır.

Dolayısıyla Kosova lehinde karar verebilmek için Güvenlik Konseyi kararlarını sulandırmak zorunda kalmıştır. Bu kararların siyasi kararlar olduğu ve yasal bağlayıcılık taşımadıkları anlamına gelebilecek bir karar vermiştir. Böylece belki istemeden Güvenlik Konseyinin KKTC nin tanınmaması yönünde verdiği kararların etkisini ortadan kaldırmıştır.
Uluslar arası hukuk propagandası

Tek taraflı bağımsızlık ilan etmenin uluslar arası hukuka aykırı olduğunu geçmişte kimse iddia etmiyordu. Bu iddia ilk kez Sırbistan tarafından Kosova davasında öne sürülmüştür. Ancak yargılama sürecinde bu iddiayı Sırbistan kadar hatta daha ateşli bir şekilde savunan bir devlet ortaya çıktı. Bu devlet Kıbrıs Cumhuriyeti adı altında davaya katılan Kıbrıs Rum Yönetiminden başkası değildi.
Sırbistan, Kıbrıs Rum Yönetimi ikilisinin Kosova davasında öne sürdüğü iddialar geçmişte Kıbrıs'ta öne sürülen bazı iddiaları anımsatmaktadır. Bilindiği gibi Kıbrıs Rum Yönetimi toplu göçlerde mülkiyet sorununun bireysel olarak, ve herkesin eski malına geri dönmesi yöntemi ile çözülmesi gerektiğini, bunun bir uluslararası hukuk kuralı olduğunu öne sürmüştü. Bu kuralın bir "jus cogens" yani aksine anlaşma yapılamayacak kadar kesin bir kural olduğunu, mülkiyet konusunda yapılacak farklı anlaşmaların geçersiz olacağını söyleyecek kadar ileri gitmişti.

Rum Yönetimi uluslararası hukuk propagandasında o kadar başarılı olmuştu ki kimse " Böyle bir uluslar arası hukuk kuralı varsa hangi antlaşmada yer alıyor? Bir teamül oluşmuşsa nerede, hangi toplu göçte uygulanmış?" diye sormaya cesaret edememişti. Uluslar arası kuruluşlar da Kıbrıs Türk Halkının bu iddiayı kabul ettiği varsayımı içinde konuyu değerlendirmeye başlamışlardı.
Öyle anlaşılıyor ki Sırbistan, Rum Yönetiminin uluslararası hukuk propagandasındaki başarısından etkilenmiş ve aynı iddiayı Kosova davasında öne sürmeye çalışmıştır. Karşısında Kıbrıs Türk Halkı gibi özverili ve pasif bir halk veya Türkiye gibi hukuk mücadelesinde isteksiz bir devlet değil de mücadeleci Kosova halkını ve Nato'yu bulduğu için de başarılı olamamıştır.

UAD ın, 1244 sayılı Güvenlik Konseyi kararını yorumlarken Kıbrısa gönderme yapması
UAD, Kosova'nın bağımsızlık ilanının Güvenlik Konseyinin 1244 sayılı kararına aykırı olmadığına karar vermiştir. Kararın 81.ve 114. üncü paragraflarında ise Kıbrısa değinmiştir. Bu paragrafların KKTC nin tanınmasını engelleyecek bir anlam taşıdığı iddia edilmektedir. Gerçekten böyle bir anlamı var mı bu paragrafların?

UAD'ın , Kosova'nın bağımsızlık ilanının uluslar arası hukuka aykırı olmadığı kararını vermesi zor değildi. Çünkü ne uluslar arası antlaşmalarda ne de uluslararası teamüllerde tek taraflı bağımsızlık ilanını engelleyecek bir kural yoktur. Güvenlik Konseyinin 1244 sayılı kararına aykırı olmadığına karar vermesi ise pek kolay olmamıştır. Çünkü 1244 sayılı karar Sırbistan'ın ülke bütünlüğü ilkesine dayanıyordu ve ilk bakışta Kosova'nın bağımsızlığı bu ilkeye ters düşüyordu. Buna rağmen Kosova'nın bağımsızlığının 1244 sayılı karara aykırı olmadığını kanıtlamaya çalışan UAD, büyük zorluklarla karşılaştı ve diğer gerekçelerin yanı sıra Kıbrıs'a ilişkin 1251 sayılı karardan da yararlanmaya çalıştı. Bu konu kararın 114.cü paragrafında ele alınmıştır.

114.cü paragrafın anlamı
UAD, Kosova kararının 114 üncü paragrafında özetle şöyle demiştir. " Güvenlik Konseyinin 1244 sayılı kararı 10 Haziran 1999 tarihinde Kosova'da bir ara rejim oluşturmayla ilgili olarak verilmişti. Bu karardan 19 gün sonra 29 Haziran 1999 tarihinde Güvenlik Konseyi Kıbrıs'la ilgili verdiği 1251 sayılı kararda ise Kıbrısın nihai devlet yapısından söz etmiştir. Güvenlik Konseyinin amacı Kosova'nın nihai statüsünü belirlemek olsaydı 1251 sayılı kararda kullandığı ifadeyi kullanacaktı."
Güvenlik Konseyi,Kıbrısla ilgili 1251 sayılı kararı 29 Haziran 1999 tarihinde Kıbrıs'taki BM Barış Gücünün süresini uzatmak için vermişti. Kararda süre uzatmanın yanı sıra başka hususlara da değinilmiş, örneğin taraflara gerginliği artırmamaları çağrısı yapılmıştı. Bu arada Kıbrıs'taki çözümün "tek egemenlik, tek uluslararası kimlik, tek vatandaşlık , devletlerin bağımsızlığı ve ülke bütünlüğü ilkelerine" uygun olması gerektiği belirtilmişti.
114 cü paragrafın yanlış yorumu

Birçok kişi 114 .cü paragrafı "Kosova'nın bağımsızlık ilan etmesi yasaldır çünkü ara rejimle ilgili 1244 sayılı karara ters değildir; KKTC tanınması ise yasal olmaz, çünkü Kıbrısın nihai statüsü ile ilgili 1251 sayılı karara ters düşecektir" şeklinde anlamaktadır. Halbuki 114 .cü paragrafın böyle bir anlamı yoktur.

Bilindiği gibi mahkemeler önlerinde tartışılan konularda karar verirler. UAD ın önünde KKTC nin bağımsızlığı tartışma konusu değildi. Bu konu, ileride tartışılırsa Mahkemenin nasıl bir karar verme ihtimali olduğu da tartışılmış değildir. UAD 114.cü paragrafta KKTC nin geleceği ile ilgili bir görüş ortaya koymayıp sadece Güvenlik Konseyinin kullandığı ifadenin hangi anlama geldiğini anlatmak için bu göndermeyi yapmıştır. Güvenlik Konseyinin bir ülkedeki nihai rejimle ilgili kararını nasıl kaleme aldığı konusunda bir örnek göstermek istemiştir.
Güvenlik Konseyinin Kıbrısla ilgili kararlarının tavsiye niteliğinde olması
Her şeyden önce vurgulamak gerekir ki 114. paragrafın KKTC nin bağımsızlığına ilişkin ve tanınmasını engelleyecek bir anlam taşıması yasal açıdan mümkün değildir. Çünkü Güvenlik Konseyinin Kıbrıs'la ilgili kararları BM Ana Sözleşmesinin 6.cı Bölümü altında alınmış tavsiye kararlarıdır. Halbuki Güvenlik Konseyinin Kosova ile ilgili 1244 sayılı kararı 7.ci Bölüm altında alınan bir karardı. 7.inci Bölüm altında alınan kararlar yasal bağlayıcılığı olan kararlardır. Kosova'nın 1244 sayılı karara uyma zorunluluğu vardı ve bu nedenle konu bir mahkeme olan UAD da tartışılmıştır.

UAD ın zorunlu olan 1244 sayılı karara aykırı hareket etmenin mümkün olacağını söylerken tavsiye niteliğindeki 1251 sayılı karara uymak gerektiğini söylemesi büyük çelişki olacaktı. Nitekim UADın bu anlama gelecek bir şey kastetmediği anlaşılmaktadır.
114 .cü paragrafın çelişkileri

114 cü paragrafı dikkatle incelediğimiz zaman KKTC nin bağımsızlığına ilişkin olumsuz bir anlam taşımadığını görürüz. Burada sadece KKTC nin tanınmaması gerektiğini söyleyen Güvenlik Konseyi kararına gönderme yapılmıştır. Ancak daha sonra aynı şeyi söyleyen ve ayrıca yasal bağlayıcılığı olan Güvenlik Konseyinin Kosova kararına aykırı hareket edilebileceği sonucuna varmıştır.
KKTC ye yapılan böyle bir göndermeden en fazla çıkarılabilecek anlam mahkemenin KKTC nin tanınmaması gerektiği yönünde bir imada bulunduğu olabilir . Ancak böyle bir ima varsa o da hatalı olmuştur çünkü o zaman da paragrafın kabul edilemez çelişkiler ve hatalar içerdiği ortaya çıkmaktadır. Bu hataları şöyle özetleyebiliriz.

A)Tavsiye niteliğinde bir metinle yasal bir metni kıyaslamanın hatalı olması
Bir kişi tavsiye yaparken çok rahat hareket edebilir. Yasal bir metin hazırlarken ise tekrar tekrar düşünmek zorundadır. UAD,gördüğümüz gibi bağımsızlıkla ilgili Güvenlik Konseyi kararlarının verildikleri tarihlerdeki koşullar dikkate alınarak verildiğini; zaman içinde koşullar değiştikçe kararların da değişebileceğini veya anlamlarını yitirebileceklerini ve bu kararlara aykırı hareket etmenin aykırılık sayılmayabileceğini ifade etmiştir. Aynı yaklaşımdan tavsiye niteliğindeki kararların da yararlanabilmesi gerekir.
Tavsiye niteliğindeki kararı yasal bağlayıcılığı olan kararla kıyaslamak ve yasal bağlayıcılığı olan karardan daha katı ve olumsuz bir anlam vermek doğru olabilir mi?
B) "Ara rejim" "nihai rejim" ayırımı tutarsızlığı
UAD, 1251 sayılı karara ara rejim , nihai rejim ayırımını açıklamak için gönderme yapmıştı. Bu durumda insanın aklına doğal olarak şu soru geliyor. "1244 sayılı karar Sırbistan'ın ülke bütünlüğünü korumak için verilmişti. Ülke bütünlüğünü koruma açısından ara rejimle nihai rejim arasında fark var mı? Kosova'nın ara rejim oluşturması Sırbistan'ın ülke bütünlüğüne aykırı ise tamamen ayrılması da aykırı değil mi? Hatta daha fazla aykırı değil mi? Bu durumda 1251 sayılı karara gönderme yapmanın bir anlamı kalır mı? "
C) Kararın mahkeme önündeki tartışmalarla çelişmesi
Mahkemeler önlerinde yapılan tartışmalar çerçevesinde karar verirler. KKTC, davaya taraf yapılmadığı veya görüşlerini bildirmeye davet edilmediği için KKTC nin görüşlerini dikkate almış olamaz. Ancak bu olayda daha ileriye giderek Mahkemeye sunum yapan Rum Yönetiminin görüşlerini de dikkate almamıştır.

Kıbrıs Rum Yönetiminin Kosova davasına katıldığını ve en aşırı iddiaları öne sürdüğünü görmüştük. Rum Yönetimi davada KKTC yi yok saymak veya yok etmek için öne sürdüğü iddialarla yetinmemiş; daha ileri giderek Sırbistan'ın avukatlığını yapmaya soyunmuştur. Şöyle ki Kosova ile KKTC'nin durumunu kıyaslamış ve ikisi arasında fark olmadığını, ikisinin de tanınmaması gerektiğini, tanınmalarının uluslar arası hukuka aykırı olduğunu, bunun bir prensip konusu olduğunu iddia etmiştir.

Mahkemenin "Kosova ile KKTC'nin durumu farksız" diyen Rum Yönetiminin görüşlerini dinledikten sonra "İki ülkenin durumu birbirinden çok farklı, Kosova'nın tanınması yasal, KKTC tanınırsa yasal olmaz" anlamına gelebilecek bir görüş üretmesi ve bununla Rum Yönetiminin kaygılarını gidermeye çalışması doğru olabilir mi?

Bu nedenlerle 114 üncü paragrafın KKTC nin tanınmaması gerektiği yönünde bir anlamı olamaz. Burada nihai statüye değinen bir metnin nasıl yazıldığını anlatmak için bir örnek gösterilmiş ve bazı kişilerin yanlış anlamasına fırsat verilmiştir. Adil bir yargılamanın gerektirdiği gibi KKTC davaya katılsa ve görüşlerini öne sürse bu tür yanlış anlamalar ve zaman kaybı olmayacaktı .
Kosova kararının 81. inci paragrafı ne anlama geliyor?

Kosova kararının 81.ci paragrafını şöyle tercüme etmek mümkündür. "Bazı devletler Kosovanın bağımsızlık ilanının yasal olduğuna karar verilmesi halinde bunun Güney Rodezya, Kuzey Kıbrıs ve Srpska Cumhuriyeti gibi ülkelerin de tanınmasına yol açacağı kaygısı içindedirler. Böyle bir kaygı duymalarına gerek yoktur. Gerçi devletlerin bağımsızlık ilanlarının ters düşebileceği bir hukuk kuralı yoktur ve Güvenlik Konseyi de her zaman bu görüşü teyit etmiştir. Ancak hukuka aykırılığa neden olan bağımsızlık ilanı değil bağımsızlık ilanından önce o ülkede mevcut fiili durumdur. Bağımsızlık ilanına yol açan olaylardır."

81.ci paragrafın en ilginç özelliği şudur. KKTC nin yasal bir devlet olduğunu ve tanınması gerektiğini savunan biz KKTC hukukçuları ve bize katılan tarafsız hukukçular, yıllardan beri Mahkemenin 81. ci paragrafta belirttiği görüşü savunuyorduk . Yani, yeni kurulan devletlerin ve özellikle KKTC nin bağımsızlık ilanının ters düşeceği bir uluslar arası hukuk kuralı olmadığını öne sürüyorduk. KKTC nin yasallığı konusunda yaptığımız değerlendirmede ise bağımsızlık ilanından önce Kıbrısta mevcut fiili durumu ve bağımsızlık ilanına yol açan olayları dikkate alıyorduk . 1960 Kıbrıs Cumhuriyetinin Rum Yönetimi tarafından yıkıldığını göz önünde bulundurarak KKTC nin, Rum Yönetiminden daha yasal olduğu sonucuna varıyorduk.

81.ci paragraf yasallıkla ilgili bu görüşümüzü teyit etmiş ve KKTC yi savunan bizlere konuşma olanağı tanımıştır.
81.ci paragraf KKTC ile ilgili Güvenlik Konseyi kararlarına yasal bir ağırlık kazandırdı mı? Dikkatli bir inceleme bize böyle bir olasılığın bulunmadığını gösterir. Çünkü mahkemeler önlerinde tartışılan konularda karar verirler. Mahkeme önünde tartışma konusu olmayan bir konuda mahkemenin belirttiği görüş yasal olan ve tarafları bağlayan bir görüş değildir. Buna hukukta "obiter dictum" yani Mahkemenin bağlayıcı olmayan görüşü denir.

81.ci paragraf çok iyi bilinen bir ilkeyi ön plana çıkarmış ve bağımsızlık konusunda karar verebilmek için , bağımsızlıktan önceki fiili durumun ve olayların dikkate alınması gerektiğini belirtmiştir. UAD ın KKTC nin oluşumu ile ilgili olayları tartışmadan KKTC nin yasallığı konusunda bir görüş açıklaması kendi koyduğu ilkeye ters düşecekti. KKTC ile ilgili olaylar UAD da tartışılmadığına göre UAD ın KKTC ile ilgili yasal bir karar vermesi veya verilen kararlara yasal bir nitelik kazandırması söz konusu değildir. Burada sadece Güvenlik Konseyinin tavsiye kararına bir gönderme yapılmıştır. Kaldı ki bu tavsiye de UAD kararına aykırıdır. Çünkü Güvenlik Konseyinin bir tavsiye kararı verirken bağımsızlığa yol açan olayları incelemesi gerekir. Acaba bu olaylar incelendiği zaman KKTC nin tanınması gerekmiyor mu?
Güvenlik Konseyi KKTC nin tanınmamasını tavsiye ederken hangi olayları dikkate almaktadır?

Güvenlik Konseyi KKTC nin tanınmamasını tavsiye ederken Rum Yönetiminin etkisinde kalarak Kıbrıs sorununun 20 Temmuz 1974 de başladığını kabul etmiş olmalıdır. Kararlarında belirtmese bile büyük bir olasılıkla Türkiyenin Kuzey Kıbrısı işgal ettiği varsayımı içinde hareket etmektedir. Biz ise 15 Temmuz1974 ün 20 Temmuz 974 ü zorunlu hale getirdiğini düşünüyoruz. Hatta daha da gerilere gidiyoruz ve Rum Yönetiminin Akritas ve İfestos etnik temizlik planlarını yaptığını; etnik temizlik girişimlerinde bulunduğunu ve 1974 den önce Kıbrıs'ın % 97 sini işgal etmiş olduğunu dikkate alıyoruz. Rum Yönetiminin vurguladığı olaylardan hareket edince KKTC nin tanınmamasını tavsiye etmek doğaldır. Bizim öne sürdüğümüz olaylardan hareket edince ise KKTC nin Rum Yönetiminden daha yasal olduğu ortaya çıkmaktadır. Şu halde Rum Yönetimi ve Güvenlik Konseyi ile aramızdaki temel fark hangi olayların dikkate alınacağı konusundadır.
81. ci paragraf bağımsızlığa yol açan olayların dikkate alınmasını öngördüğüne göre acaba hangi tarihe kadar olan olaylar dikkate alınmalıdır? Güvenlik Konseyi bize söz hakkı verse ve öne sürdüğümüz gerçekleri dikkate alsa acaba KKTC nin bağımsızlığı konusunda nasıl bir karar verecekti? Yazı dizimizin sonunda bu konuya tekrar döneceğiz.
Bir anlaşmazlıkta dikkate alınması gereken olaylar
Bir anlaşmazlıkta doğru karar verebilmek için hangi olayların dikkate alınması gerektiği yargıda hemen her davada yargıçların karşısına çıkan bir sorundur. Bu konuda oldukça kesinleşmiş hukuk ilkeleri vardır. Hukuk sistemimizde bir kişi ifade vermeden önce yemin etmek zorundadır. Çeşitli yemin türleri vardır. Yemin türlerinden birine göre yemin eden kişinin "gerçeği söyleyeceğim" demesi yeterli değildir. "Gerçeği, sadece gerçeği ve tüm gerçeği" söyleyeceğim demesi gerekir . Bu sözler diğer yemin türlerinde aynen tekrarlanmasa bile tümünde geçerli olan bir ilkeyi ifade etmektedir.

Duruşmalara başlarken böyle bir yemin yapılması da gösteriyor ki bir anlaşmazlıkta doğru bir sonuca varmak için "tüm gerçeği" dikkate almak gerekir. Adil yargılamanın vazgeçilmez ön koşuludur bu. Gerçeğin sadece bir bölümünü dinleyen bir mahkemenin doğru karar vermesi mümkün değildir. Binlerce yıldan beri ve binlerce tecrübeden sonra varılan bu ilkeyi UAD ın, Güvenlik Konseyinin veya diğer herhangi bir kuruluşun değiştirmesi söz konusu olamaz.

Bir örnekle konuyu daha iyi anlamaya çalışalım. Bir soyguncunun evinize girdiğini ve silahla sizi tehdit ettiğini düşünelim. Bu durumda sizin kendinizi koruma hakkınız vardır. Soyguncunun eline vurarak silahı elinden aldığınızı varsayalım. Eğer karşısına çıkarıldığınız mahkeme sadece soyguncunun eline vurmanız olayı ile ilgilenirse ve daha önce gerçekleşen olayları dinlemek istemezse haklı olduğunuz bu olayda sizi mahkum edecek ve cezalandıracaktır. Bu nedenle bir anlaşmazlıkta doğru karar verebilmek için tüm gerçekleri dikkate almak vazgeçilmez ön koşuldur.

UAD, Kosova kararında bağımsızlığa ilişkin Güvenlik Konseyi kararlarının verildikleri tarihlerdeki koşullar dikkate alınarak verildiğini , koşullar değiştikçe kararların da değişebileceğini ifade etmiştir. Güvenlik Konseyinin, BM Ana sözleşmesi 7.ci Bölümü altında aldığı yasal bağlayıcılığı olan kararlarında bile geçerli olan bu görüş tavsiye niteliğindeki kararlarda daha fazla geçerli olmalıdır. 81.ci paragraf ise bağımsızlık konusunda değerlendirme yapılırken bağımsızlığa yol açan fiili durumun ve olayların dikkate alınması gerektiğini belirtmiştir. Hukukun temel ilkeleri ise bir olayda gerçeklerin bir kısmını dikkate alıp diğerlerini almamanın son derece sakıncalı olduğunu göstermektedir.

Bu durumda KKTC nin, Güvenlik Konseyine "KKTC nin bağımsızlık ilanından sonra aradan uzun zaman geçti ve koşullar değişti. KKTC ile ilgili verdiğin tavsiye kararlarını yeniden gözden geçir. Ayrıca bu kez daha önce verdiğin kararlardan farklı olarak olayların sadece bir kısmını değil tümünü dikkate al" diyebilmesi gerekir.
Bunun gibi KKTC yi tanımak isteyecek devletlere tanımanın önünde yasal bir engel bulunmadığını söyleme olanağımız doğmuştur.
KKTC nin tanınması gereği

Yaptığımız gözlemler bize dünyada devletlerin diğer varlıklar gibi doğduğunu, bir süre yaşadığını ve daha sonra öldüğünü göstermektedir. Bu doğal durumu değiştirme ve yeni devletlerin oluşmasını önleme olanağı yoktur. Egemen olabilmiş, bir süre bu egemenliği koruyabilmiş ülkelerin bağımsız devlet olmasını engelleyecek yasal bir ilke yoktur. Diğer devletlerin tanıması ile bu ülkenin devlet olma süreci tamamlanacaktır. Diğer devletlerin tanıması ise siyasi bir kararla olur. Bu siyasi kararı vermelerine tanıtım ve propaganda yadımcı olacaktır.

KKTC nin tanınmasını sağlayacak tanıtımı yapmak için elde çok fazla malzeme vardır. Her şeyden önce kavga ederek boşanan eşleri baskı altına alarak veya aldatarak tekrar evlenme zorunda bırakmanın doğru olmadığını düşünmeliyiz. Böyle bir girişimin geçmişten daha büyük kavgalara ve felaketlere neden olabileceği açıktır.

Kosova geçmişte Sırbistan'ın bir vilayeti idi. Böyle bir yer BM Ana Sözleşmesinde yer alan devletlerin ülke bütünlüğü ilkesine rağmen bağımsız devlet olarak tanınmıştır. Buna karşı 1960 yılında ayrı ve eşit bir halk olarak devlet kurmuş olan Kıbrıs Türk Halkının kurduğu devlet maalesef tanınmamaktadır. Ortak devleti yıkan kurucu ortaklardan biri tanınırken diğerinin tanınmaması bir ayırımcılıktır. Bunun yanı sıra geçmişte eşit hak sahibi olmayan Kosova gibi bir ülke tanınırken KKTC nin tanınmaması da büyük bir haksızlık ve ayırımcılıktır.
Kıbrısta iki ayrı egemenliğin oluşmasından itibaren iki halk barış içinde yaşamaktadır. Bu barış her iki halka da yarar sağlamıştır. Soğuk kanlı ve barışsever bir değerlendirmede KKTC yi tanımanın Rum halkının da yararına olacağı anlaşılmaktadır.

Tüm bu gerçekler KKTC nin tanınması ve Rum yönetimine benzer bir devlet haline gelmek için mücadele edilmesi gerektiğini göstermektedir.