Ankara Barosunun 11. 3. 2016 tarihinde gerçekleşen "Kıbrıs Uyuşmazlığının Hukuki Boyutu" panelinde Taner Erginel in konuşması


Kıbrıs Uyuşmazlığının Hukuki Boyutu
Önce kendimle  ilgili kısa bir bilgi vereyim. 1965 yılında İstanbul hukuk fakültesinden mezun oldum. Kıbrısta bir süre avukatlık yaptıktan sonra 1973 yılında yargıç oldum. Kendimi  İngiliz ve Türk hukuk sistemlerinin, daha doğrusu Anglosakson ve Kıta Avrupası hukuk sistemlerinin hem  çatıştığı hem de  birlikte uygulandığı bir ortam içinde buldum. İki hukuk sistemini  kıyaslayan yazılar ve kitaplar yazdım. Bu eserleri web sayfamda bulup okuyabilirsiniz. Özellikle sanıkların tutuklu yargılanması  konusunda yazdıklarımı ilginç bulacağınızı düşünüyorum.

Kıbrıs sorununu bir yargıcın tarafsızlığı ve objektifliği içinde incelemeye çalıştım. Sizi şaşırtan sonuçlara varmışsam kusura bakmayın.

Bildiğiniz gibi hukukta önce olguları doğru saptamak gerekir. Daha sonra bu olgulara  uygulanacak hukuk ilkelerini saptayıp sağlıklı bir değerlendirme yapabiliriz.

Kıbrıstaki olgulara yani geçmiş olaylara bir göz atalım
Bildiğiniz gibi Kıbrıs 1878 de, Osmanlı Rus harbinde  İngilterenin yapacağı askeri yardımlara karşılık İngiltereye kiralanmıştı.

Kıbrıs Türkleri açısından sorunun bu kiralama olayı üzerine başladığını söyleyebiliriz. O tarihten sonra yabancı bir yönetim altında yaşamak istemeyen Kıbrıs Türklerinin bir bölümü Türkiyeye dönmeyi tercih ettiler. Geriye kalanlar ise Rum saldırganlığına karşı direnmek zorunda kaldılar. Özgür ve insanca bir yaşam için mücadele ettiler.

Kıbrısta yaşanan olayların nedeni ne idi?
İngiliz  Yönetiminin başladığı daha ilk günlerde  Kıbrıs Rumları coşku içinde Osmanlı devletinden kurtulmayı  kutladılar. İngiltere Hükümetinden Kıbrısı anavatanları olan Yunanistana vermesini istediler. Bu Kıbrıs Türklerinin kabul edemeyeceği bir istekti.
İki halkın siyasal tutumlarını bir olay çok güzel anlatmaktadır.  2.ci dünya harbinde İngilterenin Başbakanı olmuş Winston Churchill birinci dünya harbinden önce genç bir diplomat olarak Kıbrısı  ziyaret etmişti. O tarihte İngiliz valiye yasa yapımında tavsiyede bulunmak için kurulmuş olan ve Kavanin Meclisi denilen bir  danışma meclisi vardı. Churchill  1907 yılında Kavanin Meclisini ziyaret etti. Salona girer girmez Rum temsilci ayağa kalktı ve İngilterenin  Kıbrısı terk etmesini ve Kıbrısın Yunanistana verilmesini talep etti. Türk temsilci bu talebe karşı çıktı ve eğer İngiltere Kıbrısı terk edecekse Kıbrısın geri Osmanlı devletine verilmesi gerektiğini söyledi.

Churchill in yanıtı ne oldu?
Churchill  Kıbrıs Rumlarının Anavatanları ile birleşmek istemelerinin doğal ve soylu bir istek olduğunu, ancak aynı hakkın Türklerde de bulunduğunu ve bu nedenle kabul edilemeyeceğini söyledi.
Bu tartışma Kıbrıs sorunun özüdür ve bu güne kadar devam eden olayların nedenini açıklamaktadır.

BM ana sözleşmesine göre her halkın kendi geleceğini belirleme ( self determinasyon ) hakkı vardır. Rumlar  Kıbrısta bir tek halk olduğu görüşündedirler. Bu doğru ise Türkler azınlıktır.  Tek halkın kendi geleceğini belirlemesi demek, yapılacak  referandumda çoğunluğun isteğinin  gerçekleşmesi yani  Kıbrısın Yunanistana   ilhakı demektir.
Bu iddiaya karşı Kıbrıs  Türklerinin görüşü  Kıbrısta iki eşit halk olduğu ve iki halkın ayrı ayrı self determinasyon hakları olduğu şeklindedir. Bu ilkenin doğal sonucu adanın Hindistan veya  diğer birçok yer gibi iki halk arasında taksim edilmesidir. Bu nedenle Kıbrıs Türkleri "Taksim" tezini savunmaya başladılar.

Şu halde uluslararası hukuk açısından Kıbrısta tek halk mı iki  halk mı olduğu önemlidir.  Eğer tek halk varsa Kıbrısı Yunanistana bağlamak isteyen Rum talebi haklıdır. Eğer iki halk varsa Türklerin  ayrı bir bölgede yaşayarak kendi kendilerini yönetme ve kendi geleceklerini belirleme hakları vardır.

İki siyasal istek nasıl bir gelişme gösterdi?
Objektif bir araştırma ve analiz yaptığımız  zaman görürüz ki Kıbrıs Rum halkı  Ortodoks kilisenin   etkisi altında, aşırı milliyetçi bir halktır. Milli idealleri doğrultusunda bitmez tükenmez bir mücadele içindedir. Giritte gerçekleşenlerin aynını Kıbrıs'ta da gerçekleştirmek istemektedirler. Zaman içinde sadece mücadele yöntemleri değişmekte fakat idealleri değişmemektedir.

İdealleri değişmez derken bir ayrıntıyı kaçırmayalım. Değişmeyen karakterleri ve Kıbrısa egemen olmak istekleridir. Eskiden bu ideal Kıbrısın Yunanistanla birleşmesi olarak  ifade ediliyordu. Daha sonra ikinci bir Yunan devleti olarak kalmanın ve uluslararası alanda Yunanistanla koordineli faaliyet göstermenin de milli ideallerine uygun olduğunu düşünmeye ve benimsemeye başladılar.

Rumların Kıbrısta milli  ideallerine  ulaşmak için  İngiltere yönetiminden ve Kıbrıs Türklerinden kurtulmaları gerekiyordu. Bu nedenle İngiliz Yönetimi süresince siyasal ve silahlı eylemlerde  bulunmaya başladılar.

Rum yöneticiler Kıbrıs Türk halkından kurtulmak için iki kez  etnik temizlik planı hazırladılar. Bu planların ilki 1960lı yıllarda hazırlanan Akritas planıdır. Bu plan terörist eylemelerle yani kısmen öldürerek kısmen korkutup kaçırarak Kıbrıs  Türklerinden kurtulmayı, böylece Kıbrısı  bir Yunan adası haline getirmeyi amaçlıyordu. İkinci plan ise 1970 li yıllarda hazırlanmış İfestos planı olup Türkiye Kıbrısa müdahale ettiğinde  kurtaracak Türk bulamamalı planı idi. Bu plan Kıbrıs Türklerini toptan yok etmeyi amaçlıyordu. Rum yöneticiler bu planların hazırlandığını inkar etmemekte, hatta  kendi biyografilerinde  planlara katkılarından kıvançla söz etmektedirler. Bu planlar  düşünce düzeyinde kalmamış, uygulamaya konmuş planlardır. Dolayısıyla Kıbrıs Türklerinin adanın bir bölümünde toplanarak bağımsız devlet  ilan etmeleri meşru savunma kapsamı içindedir.

Rumların Kıbrısı Yunan adası yapma  girişimi başarılı oldu mu?
Tarihsel olayları gözden geçirdiğimiz zaman görürüz ki Rum Yönetiminin Kıbrısı Yunan adası haline getirmek için yaptığı her girişim Kıbrıs Türklerinin tepkisi ile karşılaştı ve Anavatan Türkiyenin desteği ile Rumlar amaçlarına ulaşamadılar. Kıbrıs tarihi Rumların kendi idealleri doğrultusunda girişimde bulunması ve Türklerin buna tepki göstererek engel olması  tarihi olarak özetlenebilir.

Rumlar Girit benzeri bir sonuca ulaşmayı ümit ediyorlardı. Ancak sonuç öyle olmadı. Olaylar daha çok Kıbrıs Türklerinin  isteği doğrultusunda gelişti.  Deyim  yerinde ise Rumlar aşırı milliyetçi girişimleri ile kendi kuyularını kazdılar.
Yasal açıdan önemli olaylar arasında 1956 da İngiltere Parlamentosunun kabul ettiği karara değinebiliriz. İngiltere parlamentosu  Kıbrısta tek halk değil iki halkın yaşadığını ve iki halkın ayrı self determinasyon hakları olduğunu kabul eden bir karar verdi. 1959 da aynı doğrultuda önemli bir adım daha atıldı. Türkiye, Yunanistan ve İngiltere arasında Zürih ve Londra antlaşmaları yapıldı. Bu anlaşmalar  Kıbrısta iki eşit halk olduğunu kabul etmekte ve  iki halkın ortak yöneteceği bir devlet kurulmasını öngörmekte idi.

1960 Kıbrıs Cumhuriyetinin kurulması
1960 da kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti iki eşit halkın anlaşarak kurdukları bir devlettir. Uluslararası hukuk açısından bu durumu şöyle yorumlayabiliriz.  Kıbrısta yaşayan iki eşit halk olduğuna göre iki halkın ayrı ayrı kendi geleceklerini belirleme hakları olmalıdır. Ancak iki halk karışık yaşadığından bunu gerçekleştirme olanağı yoktu. Bu nedenle Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası  Rumların ideali olan Yunanistana ilhakı yani Enosisi ve Türklerin ideali olan Taksimi yasaklamış ve iki halkın ortak yönetecekleri bir devlet kurmuştur. Bu devlet şeklini bazı akademisyenler "fonksiyonel federasyon" olarak tanımlamaktadırlar.

1960 dan sonra gerçekleşen olayları hepimiz biliyoruz. Kıbrıs Rumları milli ideallerinden vazgeçmediler ve silahlı eylemlerle hedeflerine ulaşma gayretlerine  devam ettiler. En önemli girişimleri 21 Aralık 1963 de ve  15 Temmuz 1974 de oldu. Kıbrıs Türklerini yalnız bırakmayan Türkiye tepki gösterdi ve mutlu Barış Harekatı gerçekleşti. Toplu göçler yaşandı  ve Kıbrısta  fiilen iki ayrı devlet oluştu.

Buraya kadar anlattıklarım hepimizin bildiği her tarih kitabında okunabilecek  olaylardır. Bir hukukçu olarak bizi şaşırtan konular bundan sonra başlıyor.

Kıbrıs sorunu niçin çözülemedi ?
Barış Harekatı ile iki halk kendi bölgelerinde yan yana  yaşama olanağına kavuşmuştur. Fiilen iki ayrı devlet oluşmuştur. İki halkın amacı ve uluslararası hukuk ilkeleri dikkate alındığında Kıbrıs sorunu çözülmüş olmalıydı. 1974 Barış Harekatının Kıbrısa barış getirdiği, iki halkın kendi bölgelerinde özgürce yaşamaya başladığı  açık bir gerçektir. Bu gelişme ışığında  Kıbrıs sorunu çözülmüş olmalıydı.

Yapılması gereken fiilen gerçekleşen iki devlete eşit  yasal statü kazandırmak ve daha sonra iki halkın ayrı ayrı kendi geleceklerini belirlemelerine fırsat vermek  olmalıydı. Maalesef 1974 sonrası gelişen olaylar böyle olmadı.
Kıbrıs Rumları 1974 de ortaya çıkan sonuca karşı yeni bir mücadele başlattılar.  Siyasal ve yasal alanlarda yürüttükleri  mücadelelerde büyük başarı sağladılar. Kıbrıs Türkleri ile Türkiye ise bu mücadeleye karşı haklarını savunmada  çok pasif ve yetersiz kaldılar.
Rum Yönetimi uluslararası alanda yasal statü kazanırken Türk devleti yerinde saydı. Böylece 1974 de Kıbrısa gelen barış kalıcı hale gelemedi. Bu nedenle bugün hala Kıbrıs sorunu diye bir sorunu konuşuyoruz.  Halbuki iki eşit devletin yasal açıdan eşit hale gelmesiyle yani KKTC ni tanınması ile Kıbrıs iki halkın sonsuza dek yan yana barış ve huzur içinde yaşadığı bir ada olacaktı.

1974 den sonra Türkler "Hedefimize vardık, artık yapacak bir şey yok" şeklinde bir yaklaşım içine girdiler. Fiili eşitliği yasal hale getirmek için gayret göstermediler.  Diğer taraftan Rumların Kıbrıstan vazgeçme gibi bir niyetleri yoktu. 1974 den sonra tamamen farklı, yeni bir mücadele başlattılar. Soğuk savaş diyebileceğimiz bu  mücadele yöntemi ile 1974 de kaybettiklerini geri almaya ve tekrar Kıbrısa egemen olmaya çalışıyorlar. Bu savaş bugün devam etmektedir.

Rum soğuk savaşı
1974 den sonra Kıbrısta gerçekleşenleri anlamak için Rum soğuk savaşını tanımak gerekir. Rumlar bu soğuk savaşla1974 de kaybettiklerini yeniden kazanmaya ve  Kıbrısı 1974 öncesine geri götürmeye çalışmaktadırlar. Buna Barış Harekatının rövanşı diyebiliriz. Yapılanları 1974 de çözülmüş Kıbrıs sorununu yeniden yaratma olarak tanımlamak da mümkündür. Rumların soğuk savaşta çok başarılı olduğunu ve  tüm dünya ile Kıbrıs Türklerinin bir bölümünü etkilemeyi başardıklarını görüyoruz.

Uluslar arası hukuk açısından eşit hak sahibi iki halkın ayrı bölgelerde yaşaması ile kendi geleceklerini ayrı ayrı belirleme olanağına kavuştuklarını ve dolayısıyla uluslararası hukuk açısından hiçbir sorun kalmadığını düşünürüz. Bu durumda iki halkın kurduğu iki devlet ayrı bağımsız devletler olarak kalabileceği  gibi her biri arzu ederlerse  kendi  Anavatanları ile birleşme olanağını da elde etmişlerdir.

Rum kesimi  anavatanları Yunanistana ne kadar yakın olmak isterse  Türk kesiminin de o ölçüde Türkiyeye yakın olmasından daha doğal bir şey olamaz.  Böylece Kıbrıs sorunu tarihe karışabilirdi. Ancak Rumların başlattığı ve çok başarılı olduğu soğuk savaş nedeniyle bu sonuç ortaya çıkmadı. Aksine Kıbrıs sorunu iki halkı tekrar birleştirme ve tekrar çatışma ortamı  yaratma şeklinde özetlenebilecek bir yöne gitmektedir.

Nasıl bu noktaya gelindi? Kendimize sormamız gereken soru budur? Objektif bir değerlendirme şöyle olabilir. Rumlar önce silahlı eylemlerle Kıbrısa sahip olmaya çalıştılar. Fakat Türk ordusu karşısında hiç şansları yoktu. 1974 de tam bir hezimete uğradılar. Kıbrıs Türkleri özgürce yaşayacakları bir bölge sahibi oldular. Ecevitin barışçı dünya görüşü adanın 1/3 ini Kıbrıs Türkleri için yeterli gördü ve adanın geriye kalan 2/3 ü Rumlara kaldı.

Rumlar kendi bölgelerinde özgürce  yaşamayı düşüneceklerine  kendilerine bu olanağı veren Türkiye ile Ecevit Hükümetine teşekkür edeceklerine  soğuk savaşla Kuzeyi geri alma mücadelesi başlattılar.
Sıcak savaşta Türk ordusu karşısında tam bir hezimete uğrayan Rumların soğuk savaşta büyük başarı sağladığını ve Kıbrısı tekrar birleştirerek Kıbrıs Türklerini azınlık haline getirme yolunda büyük mesafe kat ettiklerini söyleyebiliriz.

Rum soğuk savaşı nasıl oldu?
İncelediğimiz zaman  Rum soğuk savaşının iki alanda gerçekleştiğini ve bu iki alanda Rumların büyük başarı sağladıklarını  görürüz. Bu alanların biri  tanıtım ve propaganda diğeri ise hukuk alanıdır.

1974 den sonra Rum gazetelerindeki köşe yazıları  Rumların  niyetlerini açıkça ortaya koyuyordu. "Türkiyeyi sıcak savaşla mağlup edemeyiz. Fakat propaganda ve tanıtım savaşı ile mağlup edeceğiz. Bunun için yeni bir tanıtım ve propaganda ordusu kurmalıyız . Varsın ordumuzun 3 tankı eksik kalsın. Bu kaynağı  tanıtım ve propaganda birimleri oluşturmaya harcayalım"  diye yazmaya başladılar. Rum kesiminde gerçekleşen de  aynen bu oldu.
1974 ü izleyen yıllarda akıl almaz bir olay yaşamaya başladık. Rum kesiminde büyük para harcayarak, kadrolar oluşturarak titizlik içinde bir tanıtma ve propaganda savaşına başlandı. Türk tarafında  ise soğuk savaşın varlığını dahi kabul etmeyen, yapılanları çığırtkanlık kabul edip Rum iddialarına cevap verme gereği duymayan  bir tutum sergilendi.

Rumlar başlattıkları soğuk savaşla  Türkiye'yi suçlu sandalyesine oturtmayı, Türkiye'ye uluslararası alanda  baskı yapılmasını sağlamayı ve Kıbrısı terk edecek adımlar atmak zorunda bırakmayı düşünüyorlardı. Bu alanda başarılı olup olmadıklarının takdirini sizlere bırakıyorum. Bence çok başarılı oldular. Kıbrısta son derece doğru hareket etmiş, katliamları önlemiş  ve Kıbrısa barış getirmiş Türkiye, uluslararası alanda ödüllendirilmesi gerektiği halde suçlu imiş gibi Kıbrısta  taviz vermeye zorlanmaktadır.

Rum propagandasının en etkin iddialarından biri Türkiyenin anlaşma istemediği iddiası idi. Bu propaganda da o kadar başarılı oldu ki Türkiye Hükümetleri sürekli olarak iki halkı birleştiren bir anlaşmaya razı olduklarını  söylemekte ve anlaşmayı bozan taraf olmaktan  kaçınmaktadırlar.

Kıbrısta Medyanın durumu
Rum propagandası uluslararası alanda olduğu gibi Kuzey Kıbrısta da etkili olmuştur.
Bugün KKTC deki sivil toplum  örgütleri ile medya kuruluşlarının büyük  bölümü  Rum görüşlerini doğrudan veya dolaylı olarak desteklemektedir. İki halkın  ögürlük ve bağımsızlığını değil birleşmesini arzu eden bir tanıtım yapılmaktadır. İki halkın tekrar içi içe yaşamasının kaçınılmaz ve iyi olacağı söylenmektedir.

Halbuki gerçek bunun tam tersidir. Kıbrısta iki ayrı devlet olduğu için barış vardır. Barış için iki halkın eşit olması gerekir. Siyasi eşitlik büyük veya küçük devletler arasında olabilir. KKTC den vazgeçildiği anda eşitlik de barış da sona erecektir.

Kıbrıs medyasında   KKTC nin iç sorunları  abartılmaktadır.  Böylece birleşmenin çok iyi olacağı anlatılmak istenmektedir. Halbuki KKTC nin  sorunları  her ülkede görülebilecek sorunlardır. Diğer  halklar gibi Kıbrıs Türk  halkının da  kendi sorunlarını çözmeye gayret etmesi gerekir. Ne var ki olaylar bu yönde gelişmiyor. Kıbrıs Türk halkının kendi devletinden vazgeçerek  Rum yönetimi ile birleşmesi öneriliyor.  İki halkın tekrar karışık yaşaması ve Kıbrıs Türklerinin tekrar azınlık haline gelmesi için inanılmaz dayatmalar yapılmaktadır.

Müzakerelerin iyi sonuç verme olasılığı var mı?
İki Cumhurbaşkanı arasında gerçekleşen müzakereleri gözden geçirdiğimiz zaman Rumların bizim eşit bir devlet olmadığımızı ısrarla vurguladıklarını görürüz. Israrla Kuzeydeki oluşumun yasal bir devlet olmadığını, sahte bir devlet olduğunu ve Kıbrıs Türklerinin bir azınlık olduğunu söylemektedirler. Türkiyenin Kuzey Kıbrısı işgal ettiğini ve Kıbrıstan çıkarılması gerektiğini tekrarlıyorlar. Buna karşı Türk tarafı neler söylüyor ? Bir hukukçu gözüyle söylenenlere  baktığımız zaman Türk tarafının Rum iddialarını dolaylı olarak kabul eden sadece ayrıntıda yapılacak anlaşmanın fazla sıkıntı yaratmaması için  şartlar öne süren bir tutum içinde olduğunu görürüz.

Kıbrısta iki bölgeli ve iki toplumlu bir federasyon kurulmak istendiği söyleniyor. Bundan başka çare olmadığı ifade ediliyor. Dünyada farklı etnik toplumlardan oluşmuş devletler bölünürken ve bölünemeyenler iç savaş içinde perişan olurken etnik toplumları ayrılmış barış içinde yaşayan Kıbrısta iki etnik toplumu birleştirerek, çatışma ortamı yaratmak ve  Kıbrıs Türklerini azınlık haline getirmek istiyorlar.

Tarafsız gözlemcilerin görüşlerine göre şu anda devam eden  müzakere zemininde bir anlaşmaya varıldığı takdirde Kıbrıs Türklerinin Rumlara hizmet veren fakir bir azınlık haline gelmesi kaçınılmazdır. Kıbrısta barışı ve siyasi eşitliği sağlayan iki ayrı devlet formülüdür. Bunun dışında hangi şatlarla birleşme olursa olsun Kıbrıs 1974 öncesine geri dönecektir.

Annan Planının bugünkü olaylara ışık tutma olasılığı
Bu gün devam eden müzakereleri daha iyi değerlendirebilmek için geçmişte hazırlanmış Annan Planını ve  Annan Planı referandumunu gözden geçirmekte yarar vardır. Medyada bu Planın çok iyi bir Plan olduğu  ve Rumların hayır demesi sonucu gerçekleşmemesinin büyük  kayıp olduğu yönünde  tanıtım yapılmaktadır. Bu nedenle bugün müzakerelerde daha fazla gayret göstermek ve daha fazla taviz vererek mutlaka olumlu bir sonuca ulaşmak gerektiği öne sürülmektedir. Bu tanıtımın doğal sonucu olarak Annan planı kabul edilseydi Kıbrısa barış geleceği, Plana karşı olmanın barışa karşı olmak olduğu, dolayısıyla bugün müzakereleri eleştirmenin de  barış karşıtlığı anlamına geldiği söylenmektedir. Halbuki bu konuda çok farklı ve tamamen zıt iddialar da yapılmaktadır. Sizlerin objektif bir kanı oluşturmanıza fırsat vermek için konuşmamda zıt görüşlerin ikisine de yer vermem gerektiğini düşünüyorum.

Annan Planı sürecinde Kıbrısa gelen gözlemcilerin görüşleri
2002-2006 yılları arasında KKTC de Yüksek Mahkeme Başkanı idim. Kıbrısta Yüksek Mahkeme Başkanı  aynı zamanda Anayasa Mahkemesi Başkanı, Yargıtay Başkanı, Danıştay Başkanı ve Yüksek Seçim Kurulu Başkanı dır. 2003 genel seçimleri ile 2004 Annan Planı Referandumunda  dünyanın her tarafından gözlemciler ve akademisyenler Kıbrısa akın ettiler. Genellikle Kıbrısta Rumların haklı Türklerin haksız olduğunu, KKTC nin  ortadan kaldırılarak Rum etkinliğinde bir devlet oluşması gerektiğini düşünüyorlardı. Seçimlerde Rum isteklerine ters düşecek bir sonuç çıkmaması için önlem almaya çalışıyorlardı. Ancak gelenler arasında az sayıda da olsa farklı düşünen tamamen tarafsız uzman veya akademisyenler de bulunuyordu. Yüksek Seçim Kurulu Başkanı olarak  ayırım yapmadan tümüyle konuşarak görüşlerini öğrenmeye çalıştım. Anlattıkları  bazı ilginç görüşleri sizinle paylaşmak istiyorum.

Annan planını destekleyenlerin  görüşleri yerli yabancı basında o kadar çok tekrarlandı ki  bu görüşleri bilmeyen yoktur. Özetle 1974 de Türkiyenin Kıbrısın kuzeyini  işgal ettiğini, bu nedenle büyük bir trajedi yaşandığını, iki bölgeli iki toplumlu bir federasyon kurulup iki halkın tekrar  bir arada yaşaması ile Kıbrısa barış geleceğini, böylece Kıbrıs Türklerinin uluslararası hukuka dahil olacağını, iki halkın refah içinde yaşamaya başlayacağını söylüyorlar ve Annan planına destek sağlamaya çalışıyorlardı. Aynı görüşler bugün de tekrarlanmaktadır.

Bizi uyaran görüşler
Az sayıda farklı düşünen gözlemciler  ise çok değişik görüşler anlattılar. Onlara göre Annan planı bir savaş planı idi.  Rumlar  Kıbrıs Türklerinin eşit olduğunu kabul etmiyorlar ve algı operasyonları ile  aldatarak devletlerinden vazgeçirmek istiyorlardı. İki ayrı devletin bir birini tanıması dışında nasıl bir anlaşma olursa olsun Kıbrıs Türklerinin azınlık haline gelmesi  kaçınılmaz olacaktı.

Gözlemcilerden birinin görüşü daha da korkunçtu. Büyük Orta Doğu Projesi diye bir plan hazırlandığını, Orta Doğudaki birçok devlette iç karışıklıklar çıkarılacağını ve Orta Doğu haritasının yeniden çizileceğini söylüyordu. Bu ülkelerde uygulanacak yöntem etnik farklılıkları su yüzüne çıkarıp çatışma ortamı yaratmak olacaktı.

Halbuki Kıbrısta 1974 de gelen barış çok kesin bir ayrılık oluşturmuştu. İki halkın çatışma olasılığı kalmamıştı.  Annan planı  iki halkı tekrar karıştırıp iç içe yaşatmak istiyordu. O zaman  Kıbrısın diğer Orta Doğu ülkelerinden bir farkı kalmayacaktı. Türkiye Hükümetleri mevcut durumda Rumların yarattığı sıkıntıdan şikayetçi idi. Halbuki Annan planının kabulü halinde ortaya çıkacak sorunlardan çok daha fazla rahatsız olacaktı.

Rum Yönetiminin Annan Planına karşı çıkması
Rum Yönetimi Annan Planının  hazırlanması için büyük çaba harcamıştı. Buna rağmen  Türkiyenin garanti hakkının devam etmesi nedeniyle kaygıya kapılmıştı. Rum Yönetimi Annan Planının uygulanması üzerine çatışma çıkacağından emindi. Türkiyenin  bu çatışmadan yararlanarak Kıbrısa tekrar müdahale edeceği  kaygısı içine girdi.  Türkiyenin garanti hakkının devam edeceğini öğrenince plana hayır demeyi tercih etti.

O tarihlerde  bu olumsuz gözlemleri not etmekle yetindim. Ancak içimde bir endişe kaldı. Daha sonra Büyük Orta Doğu Projesine dahil  ülkelerde bir bir  iç savaş çıktığını işittikçe anlatılanların  tamamen boş görüşler  olmadığını anladım. Değerlendirebilmeniz için anlatılanları aynen size aktarıyorum. Takdir sizlerindir.

Ünlü yazar Andrew Mango nun görüşü
Annan Planının tehlikeli bir plan olduğu konusunda bizi uyaranlar sadece bazı gözlemciler değildi. Ünlü yazarlar arasında da bizi uyarmaya çalışanlar olmuştur. Bunların arasında ünlü İngiliz yazarı  Andrew Mango vardı.  Türk dostu olan ve Atatürkle ilgili en önemli  kitaplardan birini yazmış olan Andrew Mango, Annan planı öncesi  konferans vermek için Kıbrısa geldi. Konferanstan sonra kendisi ile görüşmek istedim.  O tarihte Mahkeme Başkanı olduğum için görüşmemize önem verdi ve aramızda samimi bir konuşma oldu. Özetle Kıbrıstaki  ortamı çok tehlikeli bulduğunu, çünkü Kıbrıs Türklerinin bir bölümünün yanılgı içinde olduğunu, Kıbrısa barış getiren Türk ordusuna ve KKTC ye dört elle sarılacaklarına bunlardan vazgeçerek  barış bulacaklarını zannettiklerini, Annan planının iki halkı  tekrar çatışma olacak koşullarda bir araya getireceğini  söyledi.

Yabancı akademisyenin görüşü
Annan planı günlerinde  yargının başında olduğum için beni uyarmaya çalışan bir yabancı akademisyene emaille son müzakerelerle ilgili görüşünü sordum. İsmi saklı kalma koşuluyla bana bugün kabul edilen koşullarda anlaşma olması halinde  Annan planından çok daha kötü sonuç doğacağını söyledi. Kıbrıs Türklerinin fiilen kurulmuş bağımsız bir devletin olanaklarından yararlandığını, devletlerinden  vazgeçtikleri zaman da aynı olanakların devam edeceğini zannettiklerini, bunu düşünmeleri için çok saf olmaları gerektiğini, müzakere heyetinin kabul ettiği  koşullarda Rumlarla anlaşmak isteyen bir  Kıbrıslı Türkün ya rüşvet almış olması ya da deli olması gerektiğini ifade etti.

Türkiyenin eski dış işleri Bakanının konuşması
Türkiyenin eski Dış İşleri Bakanlarından biri birkaç ay önce Kıbrısta bir konferans verdi. (İznini almak için kendisine ulaşamadığım için ismini veremiyorum). Konuşmasını "Durum kötü, fakat ben Rumlara güveniyorum" sözleri ile bitirdi. Bu sözlerle "Bu gün masada devam eden  zeminde Rumlarla anlaşmak bir felaket olacak. Maalesef Türk tarafında bu gerçeği gören yok veya önemsenmiyor. Tek ümit Rumların verilen tavizleri yeterli bulmaması ve anlaşmayı reddetmesidir"  demek istedi.

Niçin Annan planı bir savaş planı idi ve bugün yapılmak istenen anlaşma Annan planından daha kötüdür?
Genelde Kıbrısta iki halkın anlaşmasının ve ortak bir devlet kurmasının çok iyi olacağı söylenmektedir. Bu konuda o kadar çok yayın yapılıyor ki benim onların görüşünü açıklamama gerek kalmıyor. Buna karşı Rumlarla anlaşmanın sakıncalı olduğunu söyleyen ve bizi uyarmaya çalışanlar da var. Sizlere onların görüşlerini anlatmamın daha doğru olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu uyarıcı görüşleri halkımız bilmiyor. Sonuçta hangi görüşün daha doğru olduğuna siz karar vereceksiniz.

Genelde tüm anlaşmalarda geçerli olan bir kural vardır.  İyi bir anlaşma potansiyel ihtilafları ortadan kaldırmalıdır. Diyelim ki Annan Planı veya bugün yapılmak istenen anlaşma Kıbrıstaki mülkiyet sorununu çözdü. İnsanların önüne yeni beyaz bir sayfa açtı. Böyle bir anlaşmanın  başarı şansı olabilir. Maalesef bugün yapılmak istenen anlaşma böyle değildir. Annan planı gibi Kıbrıstaki mülkiyet sorununu insanların davalaşarak ve birbiri ile kavga ederek çözmesini öngörmektedir. Toplu göçten sonra mülkiyet sorununun böyle çözüldüğü dünyanın hiçbir yerinde görülmemiştir. 

1974 den beri Türk kesimlerinde ayrı bir hukuk düzeni oluşmuştur. Bu hukuk düzeninde yeni mülk sahipleri vardır. Bugün Türk tarafına dayatılan anlaşmaya göre KKTC tapuları geçersiz olacak, eski mal sahibi Rum kurulacak Mülkiyet Komisyonuna ilk başvuruyu yapacak KKTC koçan sahibi Türk ise kullanıcı sıfatıyla aynı  Komisyona başvuracaktır. Komisyon kabul edilen kriterler ışığında malın kime ait olacağını kararlaştıracaktır. Müzakere heyetlerinin daha ilk adımda kabul ettiği bu ilkeler KKTC tapularının  geçersiz olması demektir. Bu iç savaşa neden olacak kadar ciddi bir çatışma ortamının yaratılması demektir.

Annan Planı ve bugünkü müzakerelerin farkı
Annan Planı Kıbrısta mülkiyet sorununun toplu değil bireysel olarak yani iki halka ait bireylerin davalaşması  yöntemi ile çözülmesini öngörmekte idi. Bu hiçbir toplu göçte uygulanmamış ve  iç çatışma çıkaracak bir yöntemdi.  Rum Yönetiminin Türkiyenin garanti ve müdahale hakkının devam etmesi nedeniyle iç çatışma ortamını bir tehdit olarak algıladığını ve plana karşı çıkığını gördük. Bu gün müzakerelerde kabul edilen ilkeler Annan planından çok daha kötüdür. Çünkü Annan planında Mülkiyet Komisyonuna başvuracak tarafların sıfatları belirlenmemişti. Yapılan anlaşma AB nin birincil hukuku olacaktı. Bir çatışma ortamında Türkiyenin müdahale hakkını kullanması fiilen daha kolaydı.

Bugün kabul edilen ilkelere göre her üç koşulda olumsuz bir değişim olmuştur. Yani Rum Yönetimi dayatarak koşulları lehine değiştirmeyi başarmıştır.  Taraflar daha işin başında Rumların mal sahibi olduklarını Türklerin sadece kullanıcı olduklarını kabul etmiştir. Bu kabul, KKTC nin yasal bir devlet olmadığını ifade eder. Barış Hareketinin haksız bir harekat olduğu ve eskiye dönülmesi gerektiği anlamına gelir. Anlaşma koşulları ne olursa olsun Rumlara uluslar arası mahkemelere başvurma ve mallarını alma, dolayısıyla Kuzeye egemen olma olanağını verir. AB ye katılmış bir Kıbrıs Cumhuriyetine karşı Türkiyenin garanti haklarını kullanması ve Kıbrıs Türklerini koruması eskisi kadar kolay olmayacaktır

Uluslar arası hukuk toplu göçlerde nasıl bir çözüm önerir
Uluslar arası hukuk, benzer koşullarda dünya ülkelerinin  izlediği ve teamül haline getirdiği kurallar demektir. Mülkiyet konusunda uluslararası hukuk kurallarını  anlamak için toplu göç olan diğer yerlerde mülkiyet sorununun nasıl çözüldüğüne bakmak gerekir. Hiç birinde mülkiyet sorunu bugün Kıbrısta  Türk tarafında dayatıldığı gibi yani iki topluma mensup bireylerin birbiri ile davalaşması yöntemi ile  çözülmemiştir. Bu yöntemin uygulanması  halinde o ülkede yeniden çatışma çıkması ve tekrar göç yaşanması kaçınılmazdır. Toplu göçe bir savaş neden olmuşsa mülkiyet sorununun bireysel olarak çözülmesi yeni bir savaş demektir.

Toplu göç olan yerlerde mülkiyet sorununun toplu (global) mal takası yöntemiyle çözülmesi gerekir. Global mal takasında iki devlet arasında savaşı kimin çıkardığı, hangi tarafın kusurlu olduğu dikkate alınır, tarafların gördüğü zararlar toplu olarak hesaplanır ve devletler arasında bir anlaşma ile sorun çözülür. Her devlet, kendi bölgesine göç edenlerin sorumluluğunu  üstlenir. Göç  edene katıldığı devlet başka mal verir veya onu diğer bir şekilde tazmin eder. Göç edenin eski malı ile hiçbir bağı kalmaz.

Bu kuralın gerekçesini  şöyle açıklayabiliriz.
İki kişi arasında mülkiyet sorununun bireysel bir nedenle ortaya çıkması ile toplumsal bir nedenle ortaya çıkması arasında fark vardır. Bir mala bir kişi şahsen tecavüz etmişse  onu şahsen dava etmek ve mağduriyeti  iade ( tahliye ), takas veya tazminatla  gidermek gerekir.  Çünkü bu olayın meydana gelmesinde kusurlu olan o kişidir ve sorun iki kişi arasında çözülmelidir. Halbuki toplu göçlerde kusur bir kişide değildir. Bir devlettedir. Daha doğrusu o devletin yöneticilerindedir. Bu nedenle göç eden kişi ile onun mülküne yerleşen kişinin karşı karşıya gelip sorunu çözmesi söz konusu olamaz. Kim toplu göçe neden olmuşsa kusur ondadır ve haksızlığı giderecek olan da odur. Bu nedenle savaşlardan sonra devletler arası bir anlaşma yapılır,  kusurlu devlet savaş tazminatı öder ve bu arada göç eden insanların  mülkiyet sorununu da çözmesi gerekir.

Kıbrıs Rum Yönetimi  başarılı soğuk savaşında bir şaşırtmaca ile ve sanki Kıbrısta bir savaş olmamış ve sanki toplu göç yaşanmamış, bazı bireyler durup dururken kendi iradeleri ile kalkıp başka bir kişinin malını işgal etmişler gibi bir hukuk kuralı uygulamaya çalışmaktadır. Rum yandaşı yöneticilerle medya da bilinçsizce Rum görüşünü desteklemektedir.
Uluslararası teamüle göre Türk ve Rum Yönetimleri ve taraf haline gelmiş Türkiye ile Yunanistanın bir araya  gelerek bir anlaşma yapmaları ve göç eden insanların mülkiyet sorununu çözmeleri  gerekiyordu. Bu anlaşmada  Rum tarafının Akritas ve İfestof etnik temizlik planları hazırladığı, 15 Temmuz 1974 darbesini yaptığı, savaşı kaybettiği , 1975 de BM gözetiminde  iki taraf arasında nüfus mübadele anlaşması yapıldığı  dikkate alınmalı ve Yunanistanla Rum Yönetiminin savaş tazminatı ödeyerek malını terk edip Güneye geçen Rumların mal taleplerini karşılaması kabul edilmeliydi.  Rum Yönetimi mallarını terk eden Rumlara, Kuzeye göç edip mallarından feragat eden Türklerin mallarını verebileceği gibi diğer yöntemlerle de onları tazmin edebilirdi. Maalesef Rum Yönetimi ateş kesten sonra anlaşma yapmayı reddetti ve sıcak savaşı soğuk savaşla devam ettirerek savaşı kazanmış gibi şartlar öne sürmeye başladı. Böylece yenik düştüğü 1974 Barış Harekatını zaferle sonuçlandırmaya çalışmaktadır.

Yapılan son açıklamalar Rum Yönetiminin tanıtım ve propagandada ne kadar başarılı olduğunu kanıtlamaktadır. Yapılan propagandanın etkisiyle  Kıbrıs Türklerinin bir bölümü bireysel çözüme tepki göstermemekte ve iki halkın çatışma ortamına sürükleyecek bir formülü  olağan kabul etmektedir. Bunun nedeni Kıbrıslı Türklerin bir bölümünün   soğuk savaşta Rum görüşlerinin etkisi altında kalmasıdır.

KKTC tapularının haksız dağıtıldığı yönünde büyük propaganda yapılmış ve halk biri birinden kıskanan ve nefret eden bir konuma düşürülmüştür. Şikayetçi olanların diğer uygar  ülke aydınları gibi "Yasama meclisimiz var, hatalı bir dağıtım olmuşsa yaptığı yasalarla  bunu düzeltebilir." demesi ve hataları düzeltmek için formül önermesi gerekirdi. Maalesef bunun yerine  "Biz yasa yapamayız, sorunları çözemeyiz, Rum kesimi ile birleşip ortak bir yönetim kurarak bu sorunları çözebiliriz"   anlamına gelen  görüşler öne sürülmektedir. Her ülkede görülebilecek sorunları ve adaletsizliği ortadan kaldırmak için Kıbrıs Türk Halkının azınlık olmasından  başka çare yokmuş gibi Rum propagandası yapılmaktadır.

Bu nedenle büyük devletler ve uluslararası kuruluşlar uluslararası hukuka aykırı olsa bile Rum Yönetimine zafer kazandıracak bireysel çözüm formülünü desteklemektedirler.  1974 de Kıbrısa gelen Barış bozulmak ve Rum Yönetimi Kuzeye yeniden egemen olmak üzeredir.
Rum Yönetiminin amacı  1974 de sıcak savaşta yaşadığı yenilgiyi dolaylı ve hileli bir anlaşma ile  zafere dönüştürmektir. Bir bölüm Kıbrıs Türklerinin mülkiyet konusunda  Rum görüşlerini benimsemesi Rum Yönetiminin en büyük başarısıdır.

Dünyada diğer toplu göçlerde uygulama nasıl oldu?
Uluslararası hukuka göre savaş ve toplu göç olan ülkelerde  mülkiyet sorununun bireysel değil global olarak çözülmesi gerektiğini gördük. Bu konuda örnek bulmak için fazla uzağa gitmeye gerek yoktur. Kurtuluş Savaşından sonra Türkiye ile Yunanistan arasında bu yöntem uygulanmış ve iki ülkenin halkları arasında yeni kavgalar ve acılar yaşanması önlenmiştir.
İkinci dünya savaşında birçok ülkede toplu göç yaşanmıştır. Daha sonra Balkanlarda, Kafkaslarda ve dünyanın birçok yerinde savaşlar ve toplu göçler olmaktadır. Bu ülkelerin hiçbirinde mülkiyet sorunu Rum Yönetiminin ve Akıncı ile müzakere heyetinin benimsediği gibi bireysel olarak ve eski mal sahibi ile yeni mal sahibinin davalaşması yöntemi ile çözülmemiştir.

Özetle Akıncı ve ekibi toplu göç olmayan yerlerde, yani bireysel işgallerde uygulanan bir kuralı aldatmacayla toplu göç olan bir yerde hem de karşılıklı göç olan bir yerde, yeni bir hukuk düzeni oluştuktan sonra uygulamaya çalışan Rum Yönetimine evet diyerek müzakereye başlamıştır. Trajedi buradadır.  Bu sıra dışı yöntemin  çatışmalar ve yeni göçler  çıkaracağını, bu çatışma sonunda azınlıkta olan Kıbrıs Türk Halkının ezileceğini bilinçli olan herkes görebilir.
Bireysel çözümün ortaya çıkaracağı sorunlar neler olabilir?
Bireysel yöntemle yani eski ve yeni mal sahiplerinin bir komisyona başvurup bir birleri ile mücadele ederek mülkiyet sorununu çözmeleri yeni çatışmalara neden olacak bir yöntemdir. Annan planında mevcut olan ve tarafsız gözlemcilerin bizi uyarma gereği duydukları bu yöntemin  benzerini fakat daha kötüsünü Akıncı ve ekibi  kabul etmiş durumdadır.

Müzakere heyetinin kabul ettiği ilkeler  Annan planından çok daha kötüdür. Çünkü Rumların Komisyona  mal sahibi sıfatıyla başvurması kabul edilmiştir. Türkler ise  kullanıcı olarak başvurabileceklerdir. Bu zeminin kabul edilmesi KKTC tapularının geçerli olmadığı ve KKTC nin yasal bir devlet olmadığı anlamına gelmektedir. Üzerinde anlaşılacak detaylı  kriterler ışığında Komisyonun kolaylıkla  karar vereceği söylenmektedir. Halbuki ne kadar çok kriter belirlenirse tartışma o kadar uzayacak ve Komisyonun karar vermesi zorlaşacaktır.

Komisyon karar verinceye kadar o mala çivi bile çakılamayacaktır. Gökten bir emirle dondurulmuş gibi Kuzeydeki malların en az % 80 inde faaliyetler duracaktır. Bu malların ileride kime ait olacağı belli olmayacağı için kimse inşaat veya tadilat yapma isteği duymayacaktır.  Bu nedenle Türk bölgesi fakir bir getto haline gelecektir.

Eğer Komisyon tartışmalı malı Türk kullanıcının almasına karar verirse bu Türk, malın değerini Annan planında olduğu gibi Rum'a ödemek zorunda kalacaktır. Yani KKTC hukukuna  göre malın sahibi olan kişinin  malı bir daha satın alması gerekecektir. Acaba hangi Türk, sahibi olduğu malı ikinci  kez satın almaya razı olacaktır? Razı olsa bile  malı tekrar  satın alacak parayı nerede bulacaktır?

Komisyonun karar verme sürecinde tartışmalı mal satılamayacak veya kimse böyle bir malı almak istemeyecektir.  Bu nedenle Kıbrıslı Türkler geçmişte sahibi oldukları ve satabildikleri  mallarını yıllarca satamayacaklar, sadece kullanabileceklerdir. Dünyada Kıbrıs Türklerinden başka hangi halk hem de zafer kazandıktan sonra böyle bir anlaşmaya razı olmuştur? Dünyada hangi halka böyle bir ceza verilmiştir?  Bunun bir teslim anlaşmasından başka anlamı olabilir mi?

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararları
Rum Yönetiminin propagandada çok başarılı olduğunu  ve tanıtımla 1974 de kaybettiklerini geri alacak bir zemin oluşturduğunu  gördük. Rumların büyük başarı sağladıkları diğer alan  hukuk alandır.  Özellikle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde (AİHM ) bir çok dava açtılar ve büyük  mücadele verdiler. Sonuçta  en kazanılmayacak davaları dahi kazandılar. Kaybettikleri davaları tekrarladılar ve Mahkemeyi kararını değiştirmeye zorladılar.
Bu davaları kazanmak onlar için yeterli olmadı.  AİHM in kararlarını kendilerine göre  yorumlayarak ve bu kararların anlamını ve kapsamını  saptırarak müzakereleri etkilemeye çalışıyorlar. Bunun en ilginç örneği toplu göçlerde uygulanmamış ve uygulanması düşünülemeyen mülkiyet sorununu bireysel yöntemle çözmenin bir uluslararası hukuk kuralı olduğunu Kıbrıs Türklerine yutturmaları ve hiç ilgisi  olmayan toplu göç olmayan yerlerdeki örnekleri emsal olarak göstermeleridir.

Diğer ilginç örnek ise  Demopoulos kararıdır. Bu davada Taşınmaz Mal Komisyonunun faaliyetlerinin insan haklarına uygun olup olmadığı tartışılmaktaydı. Rumlar Kuzeydeki tüm eski  mallarını geri alma hakları olduğunu iddia ediyorlardı. Mahkeme bu  talebin doğru olmadığını ifade etmek için bir cümle kullandı. "İnsan haklarının  herkesin malını geri alma hakkını tanıdığı doğru değildir. Çünkü malları uzun süre kullananların da insan hakları vardır" dedi. Rum hukukçular  "Tamam işte sizin mülkiyet hakkınız yok sadece kullanıcı hakkınız olabilir"  iddiasını öne sürmeye başladılar. Kararda farklı bir iddiaya yanıt vermek  için  kullanılan  cümleye çok farklı bir anlam vermeye çalışıyorlar. Mahkemenin KKTC yi tasfiye edecek ve KKTC tapularının yok sayılmasına neden olacak bir karar verdiğini iddia ediyorlar.

KKTC müzakere heyeti de bu görüşü kabul ederek müzakerelere başlamış Kuzeydeki eski mallarında Rumların mülkiyet hakkı olduğu, Kıbrıslı Türklerin sadece kullanıcı hakkı olduğunu kabul etmiştir.

KKTC siyasilerinden bazıları  "Kararın böyle bir anlamı olmayabilir? Tanınmış hukukçulardan örneğin Ankara Barosundan görüş alalım" diyeceğine  "Demopoulos kararı bize kullanıcı hakkı tanıdı. Daha önce hiç hakkımız yoktu. Demopoulos kararı bize yeter ve artar" diye görüş ifade etmektedir.

Halbuki  uluslararası güvenilir  hukukçulardan görüş alınsa AİHM kararlarının Kıbrıs sorununu etkileyecek bir içeriği olmadığı ve  KKTC tapularının en  az Rum tapuları kadar yasal olduğu anlaşılacaktır.

Demopoulos kararı Rum tapularının  geçerli olduğunu Türklerin ise sadece kullanıcı hakkı olduğunu ifade eden bir karar değildir. Aksine kararın doğru yorumu AİHM in KKTC tapularının yasal olduğunu kabul ettiğini göstermektedir. Gerçekte bu karar KKTC tapularının yasallığının tartışıldığı bir karar değildir. Rum müzakere heyeti  AİHM  kararlarını saptırarak Türklere yutturma çabası içindedir.

Yargının temel ilkelerinden birine göre bir Mahkeme kararı davaya taraf olan kişileri  bağlar. Buna  Res judicata ilkesi denir. Bunun nedenini  anlamak kolaydır. Bir davada taraflara iddialarını öne sürme ve savunma yapma fırsatı verilir. Mahkemenin iki tarafın iddialarını dinledikten sonra adil bir karar vermesi söz konusu olur. Bu ilkeye  göre bir Mahkemenin kararı önünde davalaşan tarafların dışındaki  kişileri etkileyemez. Maalesef Rum Yönetimi, hukukun bu en temel ilkesini de yozlaştırmak  üzeredir.

Kıbrısta fiilen iki ayrı devlet olduğu inkar edilemeyecek bir gerçektir. KKTC bir referandum sonucu kurulmuş Anayasası olan ve kendi yasalarını kendi Yasama Meclisinde yapan bir devlettir. KKTC tapuları bu devletin yaptığı yasalar sonucu hak sahiplerine dağıtılmıştır.
AİHM in KKTC tapuları ile ilgili bir karar verebilmesi için KKTC nin  davaya taraf yapılması  ve savunma olanağı verilmesi gerekir. Halbuki AİHM Rum yönetiminin  yaptığı itirazları dikkate alarak  KKTC  taraf yapmamış ve söz hakkı vermemiştir. 

AİHM in Kıbrısla ilgili verdiği kararlar, Rum Yönetiminin veya bir Rum vatandaşının  Türkiye aleyhinde açtığı davalarda verilmiştir. Bu davalarda Mahkeme, Türkiyenin Barış Harekatını yapmakla haksız fiilde bulunduğu ve Rum mal sahiplerini tazmin etmesi gerektiği görüşünden hareket etmiştir. Türkiyenin barış sağladığı  ve ödüllendirilmesi gereken bir olayda böyle kararlar  verilmesi adil olamaz.  Bu haksız kararlara karşı mücadele etmek gerekir. Bu davalarda Rum Yönetimine karşı Rum  Yönetiminin yaptığı hukuk mücadelesine denk bir  hukuk mücadelesi verilse AİHM in veya diğer herhangi bir  Mahkemenin böyle kararlar veremeyeceği açıktır.

Rum yönetiminin AİHM de hukuk ilklerine aykırı haksız kararlar temin etmesi ve bu kararları saptırarak kararlara kapsam dışı anlamlar vermeye çalışması Kıbrıs Türklerinin karşı karşıya olduğu hukuk sorunudur. Kıbrıs Türklerinin çok saf olduğu ve ciddi bir  yasal araştırma yapamayacağı  düşünülerek bu girişimler yapılmaktadır.

Kıbrıs Türk Halkı  uluslararası anlaşmalara taraf olmuştur (Zürih ve Londra anlaşmaları ). 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasında eşit hak sahibi olduğu kabul edilmiştir. 1983 de halk oyuna başvurarak KKTC diye bir devlet kurmuştur. Böyle bir halkı ve devletini yok sayarak verilen kararların  da bu devlet tarafından yok sayılması gerekir. 

Rum Yönetiminin tazminat ödemesi gereği
Rum görüşü KKTC nin yasal bir devlet olmadığı varsayımına  dayanmaktadır . Maalesef Annan planında olduğu gibi bugünkü müzakere heyeti de bu görüşü kabul ederek görüşmelere başlamıştır. Halbuki uluslararası hukuka göre KKTC yasaldır. Çünkü 1960 Anayasasına göre eşit olan  iki halktan birinin  özgür ve eşit kalmak için kurduğu bir devlettir. Yasal olmayan Kıbrıs Rum devletidir. Çünkü ırkçı ve  terörist eylemler sonucu etnik temizlik planları hazırlayarak (Akritas ve İfestos planları) kurulmuş bir devlettir. Rum devleti  Yöneticilerinin Uluslarası Ceza Mahkemesinde yargılanarak cezalandırılması   gerekir. Böyle  bir Mahkemede savunma yapmaları da kolay olmayacaktır. Çünkü Bosnada Sırp katilleri mahkum edecek yazılı delil yoktu. Bu nedenle yargılama uzun sürmüş ve karar vermek zor olmuştu. Halbuki Kıbrısta Akritas ve İfestos planları Rum yöneticilerin insanlık suçu işlemek niyetinde olduklarını kanıtlayan yazılı delillerdir. Bu planları  inkar etmek mümkün değildir. Sorun Kıbrıs Türk aydınının bu belgeleri dünya kamu oyuna anlatmaması ve adil bir mahkemede anlatma fırsatını elde etmemesidir.  

Gerçi Kıbrısta Rum Yönetiminin tüm etnik temizlik girişimleri Türkiyenin müdahalesi ile durdurulmuştu. Ancak önemli olan niyettir. Teşebbüs yapılmıştır. Toplu mezarlar kazılmıştır. Kazılmalarının nedeni  Rum Yöneticilerinin hazırladığı  etnik temizlik planlarıdır. Kıbrıs Rum Devleti  faşist ve ırkçı görüşler içinde etnik temizlik planları hazırlayarak kurulmuş bir devlettir.  Bu devlet tanınsa bile uluslararası hukuk ilkeleri açısından yasal kabul edilmemelidir.

Türk aydınları  bu gerçeğin altını çizse ve  her açıklamada gündeme getirse Rum devletinin yasallığına gölge düşecek ve BM ile AB  nin KKTC yi tanıması kaçınılmaz olacaktır. Çünkü BM ve AB nın  1960 da eşit olan iki halka karşı eşitsiz davranması büyük bir haksızlıktır ve  insan haklarını ihlal etmektedir. Kıbrıs Türklerinin seslerini  yeterince yükseltmesi  halinde bu kadar ciddi bir haksızlığı uzun süre  devam ettiremezler.

KKTC tanındıktan sonra kimse KKTC tapularını tartışamayacaktır. Uluslararası hukuka uygun yapılacak anlaşmada Rum Yönetiminin Kuzeyi işgal etmesi değil Kıbrıs Türk halkına tazminat ödemesi  gündeme  gelecektir.

İki halk ve iki devlet arasında eşitsizliğin ortadan kalkması , iki ayrı devletin BM ile AB ye üye olması ve iki halkın ayrı bölgelerde yan yana yaşaması üzerine Kıbrısa sonsuza dek barış gelecektir. Avrupada bir zamanlar savaşmış  Alman ve Fransız halklarının şimdi barış içinde yaşamasına benzer bir durum olacaktır.  İki halkı bir birine karıştırıp kavga ettirmekle veya bir halkı diğerinin  egemenliği altına koymakla barış olmayacağını tüm dünya bilmektedir. Bu bilinç Kıbrısta da uygulansa   Kıbrıs örnek bir barış adası olabilir. Maalesef Rum Yönetiminin, tüm Kıbrıs'a egemen olma çabası, Kıbrısa 1974 de gelen  barışın kalıcı olmasını engellemektedir.

Konuşmanın özeti
Kıbrıs tarihi ve uluslararası hukuk ilkeleri Kıbrıs Türk Halkının ayrı devlet kurmaya hakkı olduğunu göstermektedir. Buna rağmen maalesef  iki eşit devlet zemininde değil de, iki halkın karışık yaşayacağı tek  devlet  zemininde müzakereler devam etmektedir. Taraflarca  kabul edilen ilkeler KKTC de yıllarca uygulanmış hukuk düzeninin alt üst olacağını göstermektedir.

Kıbrıs  Türk Halkı Kıbrısta yaşayan iki eşit halktan biri olma statüsünü ve kendi geleceğini  belirleme hakkını uzun bir mücadele sonunda elde etmiştir. Zürih ve Londra antlaşmaları ile 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasında bu statüsünü Rum tarafına da  kabul ettirmiştir. 1960 Anayasası iki halkın eşitliği ilkesini kabul etmekle birlikte, halkların ayrı bölgelerde değil karışık yaşaması nedeniyle  kendi geleceklerini belirleme haklarına sınırlama getirmiş, Enosis ve Taksim tezlerini engellemişti.

21 Aralık 1963  ve daha sonra meydana gelen olaylarda  Rum Yöneticilerin haksız girişimleri sonucu  iki halk ayrı bölgelerde yaşamaya başlamıştır. 1974  Barış Harekatı sayesinde  Kıbrısa  BARIŞ gelmiştir. Böylece iki halkın kendi  geleceklerini  ayrı ayrı belirlemelerinin önündeki engel kalkmıştır.

Bu gerçek ışığında Rum Yönetimi Kıbrıs Türklerinin eşit bir devlet kurduğunu kabul edeceğine ve kendi geleceklerini belirlemesine saygı göstereceğine  soğuk savaşla Kuzeye egemen  olmaya çalışmaktadır.

Kıbrıs Türkleri ile Türkiyenin  soğuk savaşta  pasif veya yetersiz kalması nedeniyle Rum Yönetimi  avantajlı konuma yükselmiştir. Halklar arası müzakerelerde mülkiyet sorununun toplu olarak (global) çözülmesi ve iki devletin bir birini tanıması tartışılacağına, benzeri dünyanın hiçbir yerinde görülmemiş ve başarılı olmamış  federasyon veya son derece  karmaşık  birleşik devlet kurma formülleri üzerinde durulmaktadır. Halen  iki Cumhurbaşkanının üzerinde anlaştığı ilkeler 1974 de Kıbrısa gelen barışı kalıcı hale getirecek ilkeler olmayıp,   Kıbrıs Türk Halkını azınlık konumuna düşürecek ve iç çatışma çıkaracak ilkelerdir.

Kıbrıs Türk Halkı,  azınlık olarak yaşayacağı  bir çatışma ortamına sürüklenme tehlikesi ile karşı karşıyadır.
Kıbrısın diğer Orta Doğu ülkeleri gibi iç savaşa ve felaketlere sürüklenme olasılığı büyüktür.