Ankara Barosunun 11. 3. 2016 tarihinde gerçekleşen "Kıbrıs Uyuşmazlığının Hukuki Boyutu" panelinde Taner Erginel in konuşması
Kıbrıs Uyuşmazlığının Hukuki Boyutu
Önce kendimle ilgili kısa bir bilgi vereyim. 1965 yılında İstanbul hukuk fakültesinden mezun oldum. Kıbrısta bir süre avukatlık yaptıktan sonra 1973 yılında yargıç oldum. Kendimi İngiliz ve Türk hukuk sistemlerinin, daha doğrusu Anglosakson ve Kıta Avrupası hukuk sistemlerinin hem çatıştığı hem de birlikte uygulandığı bir ortam içinde buldum. İki hukuk sistemini kıyaslayan yazılar ve kitaplar yazdım. Bu eserleri web sayfamda bulup okuyabilirsiniz. Özellikle sanıkların tutuklu yargılanması konusunda yazdıklarımı ilginç bulacağınızı düşünüyorum.
Kıbrıs sorununu bir yargıcın tarafsızlığı ve objektifliği içinde incelemeye çalıştım. Sizi şaşırtan sonuçlara varmışsam kusura bakmayın.
Bildiğiniz gibi hukukta önce olguları doğru saptamak gerekir. Daha sonra bu olgulara uygulanacak hukuk ilkelerini saptayıp sağlıklı bir değerlendirme yapabiliriz.
Kıbrıstaki olgulara yani geçmiş olaylara bir göz atalım
Bildiğiniz gibi Kıbrıs 1878 de, Osmanlı Rus harbinde İngilterenin yapacağı askeri yardımlara karşılık İngiltereye kiralanmıştı.
Kıbrıs Türkleri açısından sorunun bu kiralama olayı üzerine başladığını söyleyebiliriz. O tarihten sonra yabancı bir yönetim altında yaşamak istemeyen Kıbrıs Türklerinin bir bölümü Türkiyeye dönmeyi tercih ettiler. Geriye kalanlar ise Rum saldırganlığına karşı direnmek zorunda kaldılar. Özgür ve insanca bir yaşam için mücadele ettiler.
Kıbrısta yaşanan olayların nedeni ne idi?
İngiliz Yönetiminin başladığı daha ilk günlerde Kıbrıs Rumları coşku içinde Osmanlı devletinden kurtulmayı kutladılar. İngiltere Hükümetinden Kıbrısı anavatanları olan Yunanistana vermesini istediler. Bu Kıbrıs Türklerinin kabul edemeyeceği bir istekti.
İki halkın siyasal tutumlarını bir olay çok güzel anlatmaktadır. 2.ci dünya harbinde İngilterenin Başbakanı olmuş Winston Churchill birinci dünya harbinden önce genç bir diplomat olarak Kıbrısı ziyaret etmişti. O tarihte İngiliz valiye yasa yapımında tavsiyede bulunmak için kurulmuş olan ve Kavanin Meclisi denilen bir danışma meclisi vardı. Churchill 1907 yılında Kavanin Meclisini ziyaret etti. Salona girer girmez Rum temsilci ayağa kalktı ve İngilterenin Kıbrısı terk etmesini ve Kıbrısın Yunanistana verilmesini talep etti. Türk temsilci bu talebe karşı çıktı ve eğer İngiltere Kıbrısı terk edecekse Kıbrısın geri Osmanlı devletine verilmesi gerektiğini söyledi.
Churchill in yanıtı ne oldu?
Churchill Kıbrıs Rumlarının Anavatanları ile birleşmek istemelerinin doğal ve soylu bir istek olduğunu, ancak aynı hakkın Türklerde de bulunduğunu ve bu nedenle kabul edilemeyeceğini söyledi.
Bu tartışma Kıbrıs sorunun özüdür ve bu güne kadar devam eden olayların nedenini açıklamaktadır.
BM ana sözleşmesine göre her halkın kendi geleceğini belirleme ( self determinasyon ) hakkı vardır. Rumlar Kıbrısta bir tek halk olduğu görüşündedirler. Bu doğru ise Türkler azınlıktır. Tek halkın kendi geleceğini belirlemesi demek, yapılacak referandumda çoğunluğun isteğinin gerçekleşmesi yani Kıbrısın Yunanistana ilhakı demektir.
Bu iddiaya karşı Kıbrıs Türklerinin görüşü Kıbrısta iki eşit halk olduğu ve iki halkın ayrı ayrı self determinasyon hakları olduğu şeklindedir. Bu ilkenin doğal sonucu adanın Hindistan veya diğer birçok yer gibi iki halk arasında taksim edilmesidir. Bu nedenle Kıbrıs Türkleri "Taksim" tezini savunmaya başladılar.
Şu halde uluslararası hukuk açısından Kıbrısta tek halk mı iki halk mı olduğu önemlidir. Eğer tek halk varsa Kıbrısı Yunanistana bağlamak isteyen Rum talebi haklıdır. Eğer iki halk varsa Türklerin ayrı bir bölgede yaşayarak kendi kendilerini yönetme ve kendi geleceklerini belirleme hakları vardır.
İki siyasal istek nasıl bir gelişme gösterdi?
Objektif bir araştırma ve analiz yaptığımız zaman görürüz ki Kıbrıs Rum halkı Ortodoks kilisenin etkisi altında, aşırı milliyetçi bir halktır. Milli idealleri doğrultusunda bitmez tükenmez bir mücadele içindedir. Giritte gerçekleşenlerin aynını Kıbrıs'ta da gerçekleştirmek istemektedirler. Zaman içinde sadece mücadele yöntemleri değişmekte fakat idealleri değişmemektedir.
İdealleri değişmez derken bir ayrıntıyı kaçırmayalım. Değişmeyen karakterleri ve Kıbrısa egemen olmak istekleridir. Eskiden bu ideal Kıbrısın Yunanistanla birleşmesi olarak ifade ediliyordu. Daha sonra ikinci bir Yunan devleti olarak kalmanın ve uluslararası alanda Yunanistanla koordineli faaliyet göstermenin de milli ideallerine uygun olduğunu düşünmeye ve benimsemeye başladılar.
Rumların Kıbrısta milli ideallerine ulaşmak için İngiltere yönetiminden ve Kıbrıs Türklerinden kurtulmaları gerekiyordu. Bu nedenle İngiliz Yönetimi süresince siyasal ve silahlı eylemlerde bulunmaya başladılar.
Rum yöneticiler Kıbrıs Türk halkından kurtulmak için iki kez etnik temizlik planı hazırladılar. Bu planların ilki 1960lı yıllarda hazırlanan Akritas planıdır. Bu plan terörist eylemelerle yani kısmen öldürerek kısmen korkutup kaçırarak Kıbrıs Türklerinden kurtulmayı, böylece Kıbrısı bir Yunan adası haline getirmeyi amaçlıyordu. İkinci plan ise 1970 li yıllarda hazırlanmış İfestos planı olup Türkiye Kıbrısa müdahale ettiğinde kurtaracak Türk bulamamalı planı idi. Bu plan Kıbrıs Türklerini toptan yok etmeyi amaçlıyordu. Rum yöneticiler bu planların hazırlandığını inkar etmemekte, hatta kendi biyografilerinde planlara katkılarından kıvançla söz etmektedirler. Bu planlar düşünce düzeyinde kalmamış, uygulamaya konmuş planlardır. Dolayısıyla Kıbrıs Türklerinin adanın bir bölümünde toplanarak bağımsız devlet ilan etmeleri meşru savunma kapsamı içindedir.
Rumların Kıbrısı Yunan adası yapma girişimi başarılı oldu mu?
Tarihsel olayları gözden geçirdiğimiz zaman görürüz ki Rum Yönetiminin Kıbrısı Yunan adası haline getirmek için yaptığı her girişim Kıbrıs Türklerinin tepkisi ile karşılaştı ve Anavatan Türkiyenin desteği ile Rumlar amaçlarına ulaşamadılar. Kıbrıs tarihi Rumların kendi idealleri doğrultusunda girişimde bulunması ve Türklerin buna tepki göstererek engel olması tarihi olarak özetlenebilir.
Rumlar Girit benzeri bir sonuca ulaşmayı ümit ediyorlardı. Ancak sonuç öyle olmadı. Olaylar daha çok Kıbrıs Türklerinin isteği doğrultusunda gelişti. Deyim yerinde ise Rumlar aşırı milliyetçi girişimleri ile kendi kuyularını kazdılar.
Yasal açıdan önemli olaylar arasında 1956 da İngiltere Parlamentosunun kabul ettiği karara değinebiliriz. İngiltere parlamentosu Kıbrısta tek halk değil iki halkın yaşadığını ve iki halkın ayrı self determinasyon hakları olduğunu kabul eden bir karar verdi. 1959 da aynı doğrultuda önemli bir adım daha atıldı. Türkiye, Yunanistan ve İngiltere arasında Zürih ve Londra antlaşmaları yapıldı. Bu anlaşmalar Kıbrısta iki eşit halk olduğunu kabul etmekte ve iki halkın ortak yöneteceği bir devlet kurulmasını öngörmekte idi.
1960 Kıbrıs Cumhuriyetinin kurulması
1960 da kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti iki eşit halkın anlaşarak kurdukları bir devlettir. Uluslararası hukuk açısından bu durumu şöyle yorumlayabiliriz. Kıbrısta yaşayan iki eşit halk olduğuna göre iki halkın ayrı ayrı kendi geleceklerini belirleme hakları olmalıdır. Ancak iki halk karışık yaşadığından bunu gerçekleştirme olanağı yoktu. Bu nedenle Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası Rumların ideali olan Yunanistana ilhakı yani Enosisi ve Türklerin ideali olan Taksimi yasaklamış ve iki halkın ortak yönetecekleri bir devlet kurmuştur. Bu devlet şeklini bazı akademisyenler "fonksiyonel federasyon" olarak tanımlamaktadırlar.
1960 dan sonra gerçekleşen olayları hepimiz biliyoruz. Kıbrıs Rumları milli ideallerinden vazgeçmediler ve silahlı eylemlerle hedeflerine ulaşma gayretlerine devam ettiler. En önemli girişimleri 21 Aralık 1963 de ve 15 Temmuz 1974 de oldu. Kıbrıs Türklerini yalnız bırakmayan Türkiye tepki gösterdi ve mutlu Barış Harekatı gerçekleşti. Toplu göçler yaşandı ve Kıbrısta fiilen iki ayrı devlet oluştu.
Buraya kadar anlattıklarım hepimizin bildiği her tarih kitabında okunabilecek olaylardır. Bir hukukçu olarak bizi şaşırtan konular bundan sonra başlıyor.
Kıbrıs sorunu niçin çözülemedi ?
Barış Harekatı ile iki halk kendi bölgelerinde yan yana yaşama olanağına kavuşmuştur. Fiilen iki ayrı devlet oluşmuştur. İki halkın amacı ve uluslararası hukuk ilkeleri dikkate alındığında Kıbrıs sorunu çözülmüş olmalıydı. 1974 Barış Harekatının Kıbrısa barış getirdiği, iki halkın kendi bölgelerinde özgürce yaşamaya başladığı açık bir gerçektir. Bu gelişme ışığında Kıbrıs sorunu çözülmüş olmalıydı.
Yapılması gereken fiilen gerçekleşen iki devlete eşit yasal statü kazandırmak ve daha sonra iki halkın ayrı ayrı kendi geleceklerini belirlemelerine fırsat vermek olmalıydı. Maalesef 1974 sonrası gelişen olaylar böyle olmadı.
Kıbrıs Rumları 1974 de ortaya çıkan sonuca karşı yeni bir mücadele başlattılar. Siyasal ve yasal alanlarda yürüttükleri mücadelelerde büyük başarı sağladılar. Kıbrıs Türkleri ile Türkiye ise bu mücadeleye karşı haklarını savunmada çok pasif ve yetersiz kaldılar.
Rum Yönetimi uluslararası alanda yasal statü kazanırken Türk devleti yerinde saydı. Böylece 1974 de Kıbrısa gelen barış kalıcı hale gelemedi. Bu nedenle bugün hala Kıbrıs sorunu diye bir sorunu konuşuyoruz. Halbuki iki eşit devletin yasal açıdan eşit hale gelmesiyle yani KKTC ni tanınması ile Kıbrıs iki halkın sonsuza dek yan yana barış ve huzur içinde yaşadığı bir ada olacaktı.
1974 den sonra Türkler "Hedefimize vardık, artık yapacak bir şey yok" şeklinde bir yaklaşım içine girdiler. Fiili eşitliği yasal hale getirmek için gayret göstermediler. Diğer taraftan Rumların Kıbrıstan vazgeçme gibi bir niyetleri yoktu. 1974 den sonra tamamen farklı, yeni bir mücadele başlattılar. Soğuk savaş diyebileceğimiz bu mücadele yöntemi ile 1974 de kaybettiklerini geri almaya ve tekrar Kıbrısa egemen olmaya çalışıyorlar. Bu savaş bugün devam etmektedir.
Rum soğuk savaşı
1974 den sonra Kıbrısta gerçekleşenleri anlamak için Rum soğuk savaşını tanımak gerekir. Rumlar bu soğuk savaşla1974 de kaybettiklerini yeniden kazanmaya ve Kıbrısı 1974 öncesine geri götürmeye çalışmaktadırlar. Buna Barış Harekatının rövanşı diyebiliriz. Yapılanları 1974 de çözülmüş Kıbrıs sorununu yeniden yaratma olarak tanımlamak da mümkündür. Rumların soğuk savaşta çok başarılı olduğunu ve tüm dünya ile Kıbrıs Türklerinin bir bölümünü etkilemeyi başardıklarını görüyoruz.
Uluslar arası hukuk açısından eşit hak sahibi iki halkın ayrı bölgelerde yaşaması ile kendi geleceklerini ayrı ayrı belirleme olanağına kavuştuklarını ve dolayısıyla uluslararası hukuk açısından hiçbir sorun kalmadığını düşünürüz. Bu durumda iki halkın kurduğu iki devlet ayrı bağımsız devletler olarak kalabileceği gibi her biri arzu ederlerse kendi Anavatanları ile birleşme olanağını da elde etmişlerdir.
Rum kesimi anavatanları Yunanistana ne kadar yakın olmak isterse Türk kesiminin de o ölçüde Türkiyeye yakın olmasından daha doğal bir şey olamaz. Böylece Kıbrıs sorunu tarihe karışabilirdi. Ancak Rumların başlattığı ve çok başarılı olduğu soğuk savaş nedeniyle bu sonuç ortaya çıkmadı. Aksine Kıbrıs sorunu iki halkı tekrar birleştirme ve tekrar çatışma ortamı yaratma şeklinde özetlenebilecek bir yöne gitmektedir.
Nasıl bu noktaya gelindi? Kendimize sormamız gereken soru budur? Objektif bir değerlendirme şöyle olabilir. Rumlar önce silahlı eylemlerle Kıbrısa sahip olmaya çalıştılar. Fakat Türk ordusu karşısında hiç şansları yoktu. 1974 de tam bir hezimete uğradılar. Kıbrıs Türkleri özgürce yaşayacakları bir bölge sahibi oldular. Ecevitin barışçı dünya görüşü adanın 1/3 ini Kıbrıs Türkleri için yeterli gördü ve adanın geriye kalan 2/3 ü Rumlara kaldı.
Rumlar kendi bölgelerinde özgürce yaşamayı düşüneceklerine kendilerine bu olanağı veren Türkiye ile Ecevit Hükümetine teşekkür edeceklerine soğuk savaşla Kuzeyi geri alma mücadelesi başlattılar.
Sıcak savaşta Türk ordusu karşısında tam bir hezimete uğrayan Rumların soğuk savaşta büyük başarı sağladığını ve Kıbrısı tekrar birleştirerek Kıbrıs Türklerini azınlık haline getirme yolunda büyük mesafe kat ettiklerini söyleyebiliriz.
Rum soğuk savaşı nasıl oldu?
İncelediğimiz zaman Rum soğuk savaşının iki alanda gerçekleştiğini ve bu iki alanda Rumların büyük başarı sağladıklarını görürüz. Bu alanların biri tanıtım ve propaganda diğeri ise hukuk alanıdır.
1974 den sonra Rum gazetelerindeki köşe yazıları Rumların niyetlerini açıkça ortaya koyuyordu. "Türkiyeyi sıcak savaşla mağlup edemeyiz. Fakat propaganda ve tanıtım savaşı ile mağlup edeceğiz. Bunun için yeni bir tanıtım ve propaganda ordusu kurmalıyız . Varsın ordumuzun 3 tankı eksik kalsın. Bu kaynağı tanıtım ve propaganda birimleri oluşturmaya harcayalım" diye yazmaya başladılar. Rum kesiminde gerçekleşen de aynen bu oldu.
1974 ü izleyen yıllarda akıl almaz bir olay yaşamaya başladık. Rum kesiminde büyük para harcayarak, kadrolar oluşturarak titizlik içinde bir tanıtma ve propaganda savaşına başlandı. Türk tarafında ise soğuk savaşın varlığını dahi kabul etmeyen, yapılanları çığırtkanlık kabul edip Rum iddialarına cevap verme gereği duymayan bir tutum sergilendi.
Rumlar başlattıkları soğuk savaşla Türkiye'yi suçlu sandalyesine oturtmayı, Türkiye'ye uluslararası alanda baskı yapılmasını sağlamayı ve Kıbrısı terk edecek adımlar atmak zorunda bırakmayı düşünüyorlardı. Bu alanda başarılı olup olmadıklarının takdirini sizlere bırakıyorum. Bence çok başarılı oldular. Kıbrısta son derece doğru hareket etmiş, katliamları önlemiş ve Kıbrısa barış getirmiş Türkiye, uluslararası alanda ödüllendirilmesi gerektiği halde suçlu imiş gibi Kıbrısta taviz vermeye zorlanmaktadır.
Rum propagandasının en etkin iddialarından biri Türkiyenin anlaşma istemediği iddiası idi. Bu propaganda da o kadar başarılı oldu ki Türkiye Hükümetleri sürekli olarak iki halkı birleştiren bir anlaşmaya razı olduklarını söylemekte ve anlaşmayı bozan taraf olmaktan kaçınmaktadırlar.
Kıbrısta Medyanın durumu
Rum propagandası uluslararası alanda olduğu gibi Kuzey Kıbrısta da etkili olmuştur.
Bugün KKTC deki sivil toplum örgütleri ile medya kuruluşlarının büyük bölümü Rum görüşlerini doğrudan veya dolaylı olarak desteklemektedir. İki halkın ögürlük ve bağımsızlığını değil birleşmesini arzu eden bir tanıtım yapılmaktadır. İki halkın tekrar içi içe yaşamasının kaçınılmaz ve iyi olacağı söylenmektedir.
Halbuki gerçek bunun tam tersidir. Kıbrısta iki ayrı devlet olduğu için barış vardır. Barış için iki halkın eşit olması gerekir. Siyasi eşitlik büyük veya küçük devletler arasında olabilir. KKTC den vazgeçildiği anda eşitlik de barış da sona erecektir.
Kıbrıs medyasında KKTC nin iç sorunları abartılmaktadır. Böylece birleşmenin çok iyi olacağı anlatılmak istenmektedir. Halbuki KKTC nin sorunları her ülkede görülebilecek sorunlardır. Diğer halklar gibi Kıbrıs Türk halkının da kendi sorunlarını çözmeye gayret etmesi gerekir. Ne var ki olaylar bu yönde gelişmiyor. Kıbrıs Türk halkının kendi devletinden vazgeçerek Rum yönetimi ile birleşmesi öneriliyor. İki halkın tekrar karışık yaşaması ve Kıbrıs Türklerinin tekrar azınlık haline gelmesi için inanılmaz dayatmalar yapılmaktadır.
Müzakerelerin iyi sonuç verme olasılığı var mı?
İki Cumhurbaşkanı arasında gerçekleşen müzakereleri gözden geçirdiğimiz zaman Rumların bizim eşit bir devlet olmadığımızı ısrarla vurguladıklarını görürüz. Israrla Kuzeydeki oluşumun yasal bir devlet olmadığını, sahte bir devlet olduğunu ve Kıbrıs Türklerinin bir azınlık olduğunu söylemektedirler. Türkiyenin Kuzey Kıbrısı işgal ettiğini ve Kıbrıstan çıkarılması gerektiğini tekrarlıyorlar. Buna karşı Türk tarafı neler söylüyor ? Bir hukukçu gözüyle söylenenlere baktığımız zaman Türk tarafının Rum iddialarını dolaylı olarak kabul eden sadece ayrıntıda yapılacak anlaşmanın fazla sıkıntı yaratmaması için şartlar öne süren bir tutum içinde olduğunu görürüz.
Kıbrısta iki bölgeli ve iki toplumlu bir federasyon kurulmak istendiği söyleniyor. Bundan başka çare olmadığı ifade ediliyor. Dünyada farklı etnik toplumlardan oluşmuş devletler bölünürken ve bölünemeyenler iç savaş içinde perişan olurken etnik toplumları ayrılmış barış içinde yaşayan Kıbrısta iki etnik toplumu birleştirerek, çatışma ortamı yaratmak ve Kıbrıs Türklerini azınlık haline getirmek istiyorlar.
Tarafsız gözlemcilerin görüşlerine göre şu anda devam eden müzakere zemininde bir anlaşmaya varıldığı takdirde Kıbrıs Türklerinin Rumlara hizmet veren fakir bir azınlık haline gelmesi kaçınılmazdır. Kıbrısta barışı ve siyasi eşitliği sağlayan iki ayrı devlet formülüdür. Bunun dışında hangi şatlarla birleşme olursa olsun Kıbrıs 1974 öncesine geri dönecektir.
Annan Planının bugünkü olaylara ışık tutma olasılığı
Bu gün devam eden müzakereleri daha iyi değerlendirebilmek için geçmişte hazırlanmış Annan Planını ve Annan Planı referandumunu gözden geçirmekte yarar vardır. Medyada bu Planın çok iyi bir Plan olduğu ve Rumların hayır demesi sonucu gerçekleşmemesinin büyük kayıp olduğu yönünde tanıtım yapılmaktadır. Bu nedenle bugün müzakerelerde daha fazla gayret göstermek ve daha fazla taviz vererek mutlaka olumlu bir sonuca ulaşmak gerektiği öne sürülmektedir. Bu tanıtımın doğal sonucu olarak Annan planı kabul edilseydi Kıbrısa barış geleceği, Plana karşı olmanın barışa karşı olmak olduğu, dolayısıyla bugün müzakereleri eleştirmenin de barış karşıtlığı anlamına geldiği söylenmektedir. Halbuki bu konuda çok farklı ve tamamen zıt iddialar da yapılmaktadır. Sizlerin objektif bir kanı oluşturmanıza fırsat vermek için konuşmamda zıt görüşlerin ikisine de yer vermem gerektiğini düşünüyorum.
Annan Planı sürecinde Kıbrısa gelen gözlemcilerin görüşleri
2002-2006 yılları arasında KKTC de Yüksek Mahkeme Başkanı idim. Kıbrısta Yüksek Mahkeme Başkanı aynı zamanda Anayasa Mahkemesi Başkanı, Yargıtay Başkanı, Danıştay Başkanı ve Yüksek Seçim Kurulu Başkanı dır. 2003 genel seçimleri ile 2004 Annan Planı Referandumunda dünyanın her tarafından gözlemciler ve akademisyenler Kıbrısa akın ettiler. Genellikle Kıbrısta Rumların haklı Türklerin haksız olduğunu, KKTC nin ortadan kaldırılarak Rum etkinliğinde bir devlet oluşması gerektiğini düşünüyorlardı. Seçimlerde Rum isteklerine ters düşecek bir sonuç çıkmaması için önlem almaya çalışıyorlardı. Ancak gelenler arasında az sayıda da olsa farklı düşünen tamamen tarafsız uzman veya akademisyenler de bulunuyordu. Yüksek Seçim Kurulu Başkanı olarak ayırım yapmadan tümüyle konuşarak görüşlerini öğrenmeye çalıştım. Anlattıkları bazı ilginç görüşleri sizinle paylaşmak istiyorum.
Annan planını destekleyenlerin görüşleri yerli yabancı basında o kadar çok tekrarlandı ki bu görüşleri bilmeyen yoktur. Özetle 1974 de Türkiyenin Kıbrısın kuzeyini işgal ettiğini, bu nedenle büyük bir trajedi yaşandığını, iki bölgeli iki toplumlu bir federasyon kurulup iki halkın tekrar bir arada yaşaması ile Kıbrısa barış geleceğini, böylece Kıbrıs Türklerinin uluslararası hukuka dahil olacağını, iki halkın refah içinde yaşamaya başlayacağını söylüyorlar ve Annan planına destek sağlamaya çalışıyorlardı. Aynı görüşler bugün de tekrarlanmaktadır.
Bizi uyaran görüşler
Az sayıda farklı düşünen gözlemciler ise çok değişik görüşler anlattılar. Onlara göre Annan planı bir savaş planı idi. Rumlar Kıbrıs Türklerinin eşit olduğunu kabul etmiyorlar ve algı operasyonları ile aldatarak devletlerinden vazgeçirmek istiyorlardı. İki ayrı devletin bir birini tanıması dışında nasıl bir anlaşma olursa olsun Kıbrıs Türklerinin azınlık haline gelmesi kaçınılmaz olacaktı.
Gözlemcilerden birinin görüşü daha da korkunçtu. Büyük Orta Doğu Projesi diye bir plan hazırlandığını, Orta Doğudaki birçok devlette iç karışıklıklar çıkarılacağını ve Orta Doğu haritasının yeniden çizileceğini söylüyordu. Bu ülkelerde uygulanacak yöntem etnik farklılıkları su yüzüne çıkarıp çatışma ortamı yaratmak olacaktı.
Halbuki Kıbrısta 1974 de gelen barış çok kesin bir ayrılık oluşturmuştu. İki halkın çatışma olasılığı kalmamıştı. Annan planı iki halkı tekrar karıştırıp iç içe yaşatmak istiyordu. O zaman Kıbrısın diğer Orta Doğu ülkelerinden bir farkı kalmayacaktı. Türkiye Hükümetleri mevcut durumda Rumların yarattığı sıkıntıdan şikayetçi idi. Halbuki Annan planının kabulü halinde ortaya çıkacak sorunlardan çok daha fazla rahatsız olacaktı.
Rum Yönetiminin Annan Planına karşı çıkması
Rum Yönetimi Annan Planının hazırlanması için büyük çaba harcamıştı. Buna rağmen Türkiyenin garanti hakkının devam etmesi nedeniyle kaygıya kapılmıştı. Rum Yönetimi Annan Planının uygulanması üzerine çatışma çıkacağından emindi. Türkiyenin bu çatışmadan yararlanarak Kıbrısa tekrar müdahale edeceği kaygısı içine girdi. Türkiyenin garanti hakkının devam edeceğini öğrenince plana hayır demeyi tercih etti.
O tarihlerde bu olumsuz gözlemleri not etmekle yetindim. Ancak içimde bir endişe kaldı. Daha sonra Büyük Orta Doğu Projesine dahil ülkelerde bir bir iç savaş çıktığını işittikçe anlatılanların tamamen boş görüşler olmadığını anladım. Değerlendirebilmeniz için anlatılanları aynen size aktarıyorum. Takdir sizlerindir.
Ünlü yazar Andrew Mango nun görüşü
Annan Planının tehlikeli bir plan olduğu konusunda bizi uyaranlar sadece bazı gözlemciler değildi. Ünlü yazarlar arasında da bizi uyarmaya çalışanlar olmuştur. Bunların arasında ünlü İngiliz yazarı Andrew Mango vardı. Türk dostu olan ve Atatürkle ilgili en önemli kitaplardan birini yazmış olan Andrew Mango, Annan planı öncesi konferans vermek için Kıbrısa geldi. Konferanstan sonra kendisi ile görüşmek istedim. O tarihte Mahkeme Başkanı olduğum için görüşmemize önem verdi ve aramızda samimi bir konuşma oldu. Özetle Kıbrıstaki ortamı çok tehlikeli bulduğunu, çünkü Kıbrıs Türklerinin bir bölümünün yanılgı içinde olduğunu, Kıbrısa barış getiren Türk ordusuna ve KKTC ye dört elle sarılacaklarına bunlardan vazgeçerek barış bulacaklarını zannettiklerini, Annan planının iki halkı tekrar çatışma olacak koşullarda bir araya getireceğini söyledi.
Yabancı akademisyenin görüşü
Annan planı günlerinde yargının başında olduğum için beni uyarmaya çalışan bir yabancı akademisyene emaille son müzakerelerle ilgili görüşünü sordum. İsmi saklı kalma koşuluyla bana bugün kabul edilen koşullarda anlaşma olması halinde Annan planından çok daha kötü sonuç doğacağını söyledi. Kıbrıs Türklerinin fiilen kurulmuş bağımsız bir devletin olanaklarından yararlandığını, devletlerinden vazgeçtikleri zaman da aynı olanakların devam edeceğini zannettiklerini, bunu düşünmeleri için çok saf olmaları gerektiğini, müzakere heyetinin kabul ettiği koşullarda Rumlarla anlaşmak isteyen bir Kıbrıslı Türkün ya rüşvet almış olması ya da deli olması gerektiğini ifade etti.
Türkiyenin eski dış işleri Bakanının konuşması
Türkiyenin eski Dış İşleri Bakanlarından biri birkaç ay önce Kıbrısta bir konferans verdi. (İznini almak için kendisine ulaşamadığım için ismini veremiyorum). Konuşmasını "Durum kötü, fakat ben Rumlara güveniyorum" sözleri ile bitirdi. Bu sözlerle "Bu gün masada devam eden zeminde Rumlarla anlaşmak bir felaket olacak. Maalesef Türk tarafında bu gerçeği gören yok veya önemsenmiyor. Tek ümit Rumların verilen tavizleri yeterli bulmaması ve anlaşmayı reddetmesidir" demek istedi.
Niçin Annan planı bir savaş planı idi ve bugün yapılmak istenen anlaşma Annan planından daha kötüdür?
Genelde Kıbrısta iki halkın anlaşmasının ve ortak bir devlet kurmasının çok iyi olacağı söylenmektedir. Bu konuda o kadar çok yayın yapılıyor ki benim onların görüşünü açıklamama gerek kalmıyor. Buna karşı Rumlarla anlaşmanın sakıncalı olduğunu söyleyen ve bizi uyarmaya çalışanlar da var. Sizlere onların görüşlerini anlatmamın daha doğru olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu uyarıcı görüşleri halkımız bilmiyor. Sonuçta hangi görüşün daha doğru olduğuna siz karar vereceksiniz.
Genelde tüm anlaşmalarda geçerli olan bir kural vardır. İyi bir anlaşma potansiyel ihtilafları ortadan kaldırmalıdır. Diyelim ki Annan Planı veya bugün yapılmak istenen anlaşma Kıbrıstaki mülkiyet sorununu çözdü. İnsanların önüne yeni beyaz bir sayfa açtı. Böyle bir anlaşmanın başarı şansı olabilir. Maalesef bugün yapılmak istenen anlaşma böyle değildir. Annan planı gibi Kıbrıstaki mülkiyet sorununu insanların davalaşarak ve birbiri ile kavga ederek çözmesini öngörmektedir. Toplu göçten sonra mülkiyet sorununun böyle çözüldüğü dünyanın hiçbir yerinde görülmemiştir.
1974 den beri Türk kesimlerinde ayrı bir hukuk düzeni oluşmuştur. Bu hukuk düzeninde yeni mülk sahipleri vardır. Bugün Türk tarafına dayatılan anlaşmaya göre KKTC tapuları geçersiz olacak, eski mal sahibi Rum kurulacak Mülkiyet Komisyonuna ilk başvuruyu yapacak KKTC koçan sahibi Türk ise kullanıcı sıfatıyla aynı Komisyona başvuracaktır. Komisyon kabul edilen kriterler ışığında malın kime ait olacağını kararlaştıracaktır. Müzakere heyetlerinin daha ilk adımda kabul ettiği bu ilkeler KKTC tapularının geçersiz olması demektir. Bu iç savaşa neden olacak kadar ciddi bir çatışma ortamının yaratılması demektir.
Annan Planı ve bugünkü müzakerelerin farkı
Annan Planı Kıbrısta mülkiyet sorununun toplu değil bireysel olarak yani iki halka ait bireylerin davalaşması yöntemi ile çözülmesini öngörmekte idi. Bu hiçbir toplu göçte uygulanmamış ve iç çatışma çıkaracak bir yöntemdi. Rum Yönetiminin Türkiyenin garanti ve müdahale hakkının devam etmesi nedeniyle iç çatışma ortamını bir tehdit olarak algıladığını ve plana karşı çıkığını gördük. Bu gün müzakerelerde kabul edilen ilkeler Annan planından çok daha kötüdür. Çünkü Annan planında Mülkiyet Komisyonuna başvuracak tarafların sıfatları belirlenmemişti. Yapılan anlaşma AB nin birincil hukuku olacaktı. Bir çatışma ortamında Türkiyenin müdahale hakkını kullanması fiilen daha kolaydı.
Bugün kabul edilen ilkelere göre her üç koşulda olumsuz bir değişim olmuştur. Yani Rum Yönetimi dayatarak koşulları lehine değiştirmeyi başarmıştır. Taraflar daha işin başında Rumların mal sahibi olduklarını Türklerin sadece kullanıcı olduklarını kabul etmiştir. Bu kabul, KKTC nin yasal bir devlet olmadığını ifade eder. Barış Hareketinin haksız bir harekat olduğu ve eskiye dönülmesi gerektiği anlamına gelir. Anlaşma koşulları ne olursa olsun Rumlara uluslar arası mahkemelere başvurma ve mallarını alma, dolayısıyla Kuzeye egemen olma olanağını verir. AB ye katılmış bir Kıbrıs Cumhuriyetine karşı Türkiyenin garanti haklarını kullanması ve Kıbrıs Türklerini koruması eskisi kadar kolay olmayacaktır
Uluslar arası hukuk toplu göçlerde nasıl bir çözüm önerir
Uluslar arası hukuk, benzer koşullarda dünya ülkelerinin izlediği ve teamül haline getirdiği kurallar demektir. Mülkiyet konusunda uluslararası hukuk kurallarını anlamak için toplu göç olan diğer yerlerde mülkiyet sorununun nasıl çözüldüğüne bakmak gerekir. Hiç birinde mülkiyet sorunu bugün Kıbrısta Türk tarafında dayatıldığı gibi yani iki topluma mensup bireylerin birbiri ile davalaşması yöntemi ile çözülmemiştir. Bu yöntemin uygulanması halinde o ülkede yeniden çatışma çıkması ve tekrar göç yaşanması kaçınılmazdır. Toplu göçe bir savaş neden olmuşsa mülkiyet sorununun bireysel olarak çözülmesi yeni bir savaş demektir.
Toplu göç olan yerlerde mülkiyet sorununun toplu (global) mal takası yöntemiyle çözülmesi gerekir. Global mal takasında iki devlet arasında savaşı kimin çıkardığı, hangi tarafın kusurlu olduğu dikkate alınır, tarafların gördüğü zararlar toplu olarak hesaplanır ve devletler arasında bir anlaşma ile sorun çözülür. Her devlet, kendi bölgesine göç edenlerin sorumluluğunu üstlenir. Göç edene katıldığı devlet başka mal verir veya onu diğer bir şekilde tazmin eder. Göç edenin eski malı ile hiçbir bağı kalmaz.
Bu kuralın gerekçesini şöyle açıklayabiliriz.
İki kişi arasında mülkiyet sorununun bireysel bir nedenle ortaya çıkması ile toplumsal bir nedenle ortaya çıkması arasında fark vardır. Bir mala bir kişi şahsen tecavüz etmişse onu şahsen dava etmek ve mağduriyeti iade ( tahliye ), takas veya tazminatla gidermek gerekir. Çünkü bu olayın meydana gelmesinde kusurlu olan o kişidir ve sorun iki kişi arasında çözülmelidir. Halbuki toplu göçlerde kusur bir kişide değildir. Bir devlettedir. Daha doğrusu o devletin yöneticilerindedir. Bu nedenle göç eden kişi ile onun mülküne yerleşen kişinin karşı karşıya gelip sorunu çözmesi söz konusu olamaz. Kim toplu göçe neden olmuşsa kusur ondadır ve haksızlığı giderecek olan da odur. Bu nedenle savaşlardan sonra devletler arası bir anlaşma yapılır, kusurlu devlet savaş tazminatı öder ve bu arada göç eden insanların mülkiyet sorununu da çözmesi gerekir.
Kıbrıs Rum Yönetimi başarılı soğuk savaşında bir şaşırtmaca ile ve sanki Kıbrısta bir savaş olmamış ve sanki toplu göç yaşanmamış, bazı bireyler durup dururken kendi iradeleri ile kalkıp başka bir kişinin malını işgal etmişler gibi bir hukuk kuralı uygulamaya çalışmaktadır. Rum yandaşı yöneticilerle medya da bilinçsizce Rum görüşünü desteklemektedir.
Uluslararası teamüle göre Türk ve Rum Yönetimleri ve taraf haline gelmiş Türkiye ile Yunanistanın bir araya gelerek bir anlaşma yapmaları ve göç eden insanların mülkiyet sorununu çözmeleri gerekiyordu. Bu anlaşmada Rum tarafının Akritas ve İfestof etnik temizlik planları hazırladığı, 15 Temmuz 1974 darbesini yaptığı, savaşı kaybettiği , 1975 de BM gözetiminde iki taraf arasında nüfus mübadele anlaşması yapıldığı dikkate alınmalı ve Yunanistanla Rum Yönetiminin savaş tazminatı ödeyerek malını terk edip Güneye geçen Rumların mal taleplerini karşılaması kabul edilmeliydi. Rum Yönetimi mallarını terk eden Rumlara, Kuzeye göç edip mallarından feragat eden Türklerin mallarını verebileceği gibi diğer yöntemlerle de onları tazmin edebilirdi. Maalesef Rum Yönetimi ateş kesten sonra anlaşma yapmayı reddetti ve sıcak savaşı soğuk savaşla devam ettirerek savaşı kazanmış gibi şartlar öne sürmeye başladı. Böylece yenik düştüğü 1974 Barış Harekatını zaferle sonuçlandırmaya çalışmaktadır.
Yapılan son açıklamalar Rum Yönetiminin tanıtım ve propagandada ne kadar başarılı olduğunu kanıtlamaktadır. Yapılan propagandanın etkisiyle Kıbrıs Türklerinin bir bölümü bireysel çözüme tepki göstermemekte ve iki halkın çatışma ortamına sürükleyecek bir formülü olağan kabul etmektedir. Bunun nedeni Kıbrıslı Türklerin bir bölümünün soğuk savaşta Rum görüşlerinin etkisi altında kalmasıdır.
KKTC tapularının haksız dağıtıldığı yönünde büyük propaganda yapılmış ve halk biri birinden kıskanan ve nefret eden bir konuma düşürülmüştür. Şikayetçi olanların diğer uygar ülke aydınları gibi "Yasama meclisimiz var, hatalı bir dağıtım olmuşsa yaptığı yasalarla bunu düzeltebilir." demesi ve hataları düzeltmek için formül önermesi gerekirdi. Maalesef bunun yerine "Biz yasa yapamayız, sorunları çözemeyiz, Rum kesimi ile birleşip ortak bir yönetim kurarak bu sorunları çözebiliriz" anlamına gelen görüşler öne sürülmektedir. Her ülkede görülebilecek sorunları ve adaletsizliği ortadan kaldırmak için Kıbrıs Türk Halkının azınlık olmasından başka çare yokmuş gibi Rum propagandası yapılmaktadır.
Bu nedenle büyük devletler ve uluslararası kuruluşlar uluslararası hukuka aykırı olsa bile Rum Yönetimine zafer kazandıracak bireysel çözüm formülünü desteklemektedirler. 1974 de Kıbrısa gelen Barış bozulmak ve Rum Yönetimi Kuzeye yeniden egemen olmak üzeredir.
Rum Yönetiminin amacı 1974 de sıcak savaşta yaşadığı yenilgiyi dolaylı ve hileli bir anlaşma ile zafere dönüştürmektir. Bir bölüm Kıbrıs Türklerinin mülkiyet konusunda Rum görüşlerini benimsemesi Rum Yönetiminin en büyük başarısıdır.
Dünyada diğer toplu göçlerde uygulama nasıl oldu?
Uluslararası hukuka göre savaş ve toplu göç olan ülkelerde mülkiyet sorununun bireysel değil global olarak çözülmesi gerektiğini gördük. Bu konuda örnek bulmak için fazla uzağa gitmeye gerek yoktur. Kurtuluş Savaşından sonra Türkiye ile Yunanistan arasında bu yöntem uygulanmış ve iki ülkenin halkları arasında yeni kavgalar ve acılar yaşanması önlenmiştir.
İkinci dünya savaşında birçok ülkede toplu göç yaşanmıştır. Daha sonra Balkanlarda, Kafkaslarda ve dünyanın birçok yerinde savaşlar ve toplu göçler olmaktadır. Bu ülkelerin hiçbirinde mülkiyet sorunu Rum Yönetiminin ve Akıncı ile müzakere heyetinin benimsediği gibi bireysel olarak ve eski mal sahibi ile yeni mal sahibinin davalaşması yöntemi ile çözülmemiştir.
Özetle Akıncı ve ekibi toplu göç olmayan yerlerde, yani bireysel işgallerde uygulanan bir kuralı aldatmacayla toplu göç olan bir yerde hem de karşılıklı göç olan bir yerde, yeni bir hukuk düzeni oluştuktan sonra uygulamaya çalışan Rum Yönetimine evet diyerek müzakereye başlamıştır. Trajedi buradadır. Bu sıra dışı yöntemin çatışmalar ve yeni göçler çıkaracağını, bu çatışma sonunda azınlıkta olan Kıbrıs Türk Halkının ezileceğini bilinçli olan herkes görebilir.