Yasaların Yorumunda Yapılan Hata

Dünyanın en adil hukuk sistemlerinden birini  oluşturma idealini benimseyip bu perspektiften ülkemizdeki yasal sorunları irdelediğimiz zaman  çarpıcı gerçeklerle karşılaşırız.

"Case Management" in gelmesiyle hukuk sistemimize Kontinental ilkelerin girdiğini ve sorun yaratabileceklerini gördük. Buna benzer bir sorun da yasaların yorumunda meydana gelmiş ve şekilci yorum denilen bir yöntem adaletsiz sonuçlara  neden olmaya başlamıştır. Bu yorum yönteminin  yargıyı etkileyeceğini ve bozulmaya neden olabileceğini görünce bir grup hukukçu arkadaşla birlikte karşı mücadele vermeye başladık. Bir süre sonra benzer sorunun İngiltere'de de  yaşandığını ve orada da karşı mücadele eden yargıçlar olduğunu öğrendik.

Yasaların yorumu Yasa Koyucunun iradesini ortaya çıkarmak için yapılır. Bir yasa yorumlanırken Yasama Meclisinin  iradesini ortaya çıkarmaya çalışmak gerekir. Bu iradeden uzaklaşılırsa  yorum hatalı olacaktır.
Yasalar sadece hukukçuların değil  herkesin okuyup anlaması için yapılmalıdır. Bu nedenle yorum yapılırken  yasada yer alan sözlerin teknik anlamlarına değil  günlük hayatta kullanılan normal anlamlarına  bakmak gerekir. Sözlerin anlamı konusunda bir tereddüt olduğu zaman ise sözlüğe bakılır.
Bu kurala uygun hareket edildiği zaman yasaların yorumunda fazla sorun çıkmayacağını  düşünürüz. Ancak uygulamada durum hiç de öyle değildir. Yasaların yorumunda büyük sorunlar çıkmaktadır.

Yasalar iki farklı yöntemle yorumlanırlar. Bunlar "Söze önem veren"  ve "Öze önem veren" yöntemlerdir. Eskiden bu yöntemlere  "Yasaların lafzına ve ruhuna" göre yorumlanması denirdi.

Söze önem veren yorum yöntemine  "literal" veya  "kelimesi kelimesine" yorum da denir. Bu yöntemde  yorum yapılırken  sözlerin anlamına bakılır ve yorum sözlerin anlamı  ile sınırlı kalır. Yasanın amacı üzerinde durulmaz. Bu  yöntemde  bazen yasanın amacına  ters bir anlam ortaya çıkabilir.  Yasalar kaleme alınırken gerekli titizliğin gösterilmemesi veya yanlış sözcüklerin kullanılması bu hataya neden olabilir. Ancak bazen doğru sözcüklerin kullanıldığı zamanlarda bile yasa koyucunun iradesinden uzaklaşan bir anlama varmak olasıdır.
Öze önem veren yorumda  ise yasanın sözlerinden hareket edilmekle birlikte  yasanın amacına büyük önem verilir.

Yasalar bir konuda kurallar belirleyerek  düzen sağlamak için  yapılırlar. Şu halde her yasanın ele aldığı konuda iyi düzenleme yapma gibi bir amacı olmalıdır. Bunun dışında tüm yasaların genel amacı ülkede adaleti sağlamaktır. Söze  önem veren yorum yönteminde  bu amaçlar göz önünde bulundurulmadığı için bazen adil olmayan sonuçlara varılır. Bu nedenle adil bir hukuk düzeni kurmak isteyen hukukçular genellikle öze önem veren yorum yöntemini tercih ederler.

Şekilci Yorum
Kontinental sistemde hukukçuların yerine göre iki yorum yönteminden birini tercih ettiklerini görüyoruz. Yasalar buna uygun olarak yapıldığı için fazla bir sorun çıktığını işitmiyoruz. Anglosakson sistemde ise yasalarda yargıcın takdirine kalan alanlar vardır. Yasanın amacının dikkate alınmaması yani sözsel yorumun tercih edilmesi halinde Mahkemenin takdirine kalan alanın ortadan kalkması  veya yasaya  amacına ters bir anlam  verilmesi söz konusu olabilir. Buna şekilci hukuk sorunu diyoruz. Bu yorum yöntemi özellikle usul hukukunda büyük adaletsizliklere neden olmaktadır. 

Sözsel  yorum yapmak hukukçuların bir bölümüne  daha kolay gelmektedir. Bazen  daha sert ve etkili bir hukukçu görüntüsü kazanmak için bu yolu tercih etmektedirler. Bu yorum şeklini tercih edenler "Biz yasaların moral yönüyle ilgilenmeyiz. Yasada veya tüzükte  ne yazarsa ona bakarız"  diye görüşlerini ifade ederler.

Anglosakson sistemde usul kuraları iki tarafın eşit koşullarda mücadele etmesine  olanak sağlamak ve taraflardan birinin diğerine haksızlık yapmasını önlemek için düşünülmüş kurallardır. Dolayısıyla  tarafların iddialarını doğru ve eksiksiz bir şekilde öne sürebilmelerine olanak verecek şekilde yorumlanmaları gerekir. Diğer bir ifade ile usul kuralları adil yargılama olması amacına uygun olarak yorumlanmalıdır. Halbuki şekilci  hukuk anlayışını seçen hukukçular tüzük kurallarının amacını dikkate almadıkları için bu kurallara tamamen ters bir anlam verebilmektedirler. Kurallar adil yargılamayı engelleme amacıyla konmuş gibi yorumlanabilmektedir.  Bu durumda davanın kaderi bir usul tartışmasına bağlanmakta ve adil yargılamadan uzaklaşılmaktadır.

Şekilci yorumu tercih eden hukukçular bir  yasayı yorumlarken bazen yasaya,  yasa koyucunun öngörmediği hatta kimsenin aklına gelmeyen dar bir anlam verebilmektedirler. Sonuçta davayı kaybeden tarafa şöyle bir açıklama yapabilirler : "Bu davada moral açıdan haklı olabilirsin ancak  yasanın veya tüzüğün sözleri  davayı kazanmana izin vermiyor. Yasayı yapanların  amacı neydi bu bizi ilgilendirmez. Biz yasanın ve tüzüğün sözlerine bakarız. Adaletsiz  bir anlam çıkıyorsa bu bizim sorunumuz değil. Şikayetini  yasayı veya tüzüğü kaleme alanlara yap".
Şekilci yorum şekli yasa veya tüzüklerin amaçlarına ters yorumlanıp uygulanmasına neden olabileceği için Anglosakson hukuk  sisteminde ciddi bir sorundur. Mahkemeye gelenler haksız oldukları için değil kimin tarafından niçin yapıldığını anlamadıkları bir kural nedeniyle davayı kaybettiklerinden adalete olan güvenleri sarsılmaktadır.

Anglosakson sistemde yargıçların geniş takdir yetkisi olduğunu ancak bu yetkiyi kullanırken  adil ve uygun kararlar vermeleri  gerektiğini gördük. Şekilci hukuk yorum şeklini tercih eden hukukçular  sanki böyle bir takdir yetkisi yokmuş ve sanki boşluğu adil kararlar vererek doldurmak gerekmiyormuş gibi bir yaklaşım içindedirler. Bu nedenle sözlerden dar ve sert bir anlam çıkarmakta ve davaların moral yönünü dikkate almadan sonuca ulaşmaktadırlar.

İngilterede şekilci hukuk anlayışına karşı en etkili  mücadeleyi Lord Denning vermişti. Lord. Denning usul kurallarının yorumunda şekilci yorumu tercih edip adaletsiz sonuçlara varan meslektaşlarını şiddetle eleştirmiştir. Özetle şöyle demiştir. "Bir zamanlar İngilterede  hukuk sistemimizin temel ilkelerine sadık kalınıyordu. Haklı olduğu halde usul hukukunun dar ve şekilci bir yorumu nedeniyle hakkını yitiren kimse yoktu. Çünkü yasalar adaleti gerçekleştirme  amacına uygun yorumlanıyordu.  Son zamanlarda bazı yargıçların şekilci yorumu tercih etmesi adaletten uzaklaşılmasına neden olmaktadır. Bu son derece üzücüdür"
Hukukta çok tekrarlanan bir görüş vardır. " En kötü yasalar bile iyi uygulayıcıların elinde iyi  sonuç veririler. En iyi yasalar ise kötü uygulayıcıların elinde adaletsiz sonuçlara neden olurlar."  Kötü uygulayıcı olmak istemeyen hukukçular genellikle  şekilci yorum şeklinden uzak dururlar.

Şekilci yorum yönteminin  ülkemizde hukukun standardını düşüreceğini  görünce bir grup arkadaşla birlikte  karşı çıktık ve  öze önem veren yorum yöntemini savunmaya başladık. Yasaların amacının adil bir düzenleme yapmak olduğunu, yasalar yorumlanırken bu amacın ön plana çıkarılması gerektiğini,  usul kurallarının ise adil yargılama amaçlarına  uygun olarak yorumlanması gerektiğini, yargıcın takdirine bırakılan alanın da adil takdir yetkisi ile  doldurulması gerektiğini savunduk . Böylece  Yasa Koyucunun iradesine ve sistemin temel ilkelerine  ters yorum yapılmasını önlemeye çalıştık.  Hukuk sistemimizin gerektirdiği gibi  Yargının daha adil olması için gayret  gösterdik. Bundan böyle de bu mücadeleye devam edileceğini ümit ediyorum.

Düşünce ve Basın Özgürlüğü

Hukuk sistemimizde yasaların yargıçlara geniş takdir yetkisi tanıdığını, yargıçların bu alanı adil kararlar vererek doldurmaları gerektiğini,  bunu Yargıtay içtihatları ışığında yaptıklarını ve verdikleri kararlarla yeni ilkeler oluşturarak hukukun gelişmesine katkıda bulunduklarını gördük.

Yazı dizisinin önceki bölümlerinde incelediğimiz gibi ülkemizde bir sanığın hazır olmadığı bir duruşma sonunda sanığa hapis  cezası verilmesi mümkün değildir. Bu ilke sanıkları korumak amacıyla adil çözüm arayışı içinde Mahkemelerin oluşturduğu bir içtihattı. Bu içtihat zamanla hukukun temel ilkesi haline gelmişti. Türkiyede  böyle bir içtihat olmadığını, dar ve katı yasaların bu soruna çare bulamadığını,  sanıklara gıyaplarında hapislik cezası verilebildiğini ve bu durumun ülkelerimiz arasındaki Adli Yardımlaşma Anlaşmasında sorunlar yaşanmasına neden olduğunu  görmüş bulunuyoruz.

Anglosakson sisteme uygun adil içtihat oluşturarak yasal boşlukları doldurma girişimleri KKTC de de olmaktadır. Bu girişimlerden biri de  düşünce ve basın özgürlüğü alanında gerçekleşmiştir.

Düşünce ve basın özgürlüğü bir ülkede bulunması gereken en temel özgürlüklerden biridir.  Bu özgürlükler Anayasamızın  24 ve 26 ıncı maddelerinde güvence altına alınmıştır. Buna göre herkes özgürce düşünme ve bu düşüncesini yayın yoluyla anlatma hakkına sahiptir. Ancak kimsenin diğer insanlara hakaret etme hakkı yoktur.

Basında çıkan sert eleştiriler içeren bir yazıyı ele alalım. Bu yazıyı düşünce ve basın özgürlüğü kapsamı içinde mi,  yoksa hakaret olarak mı değerlendireceğiz?  Çoğu kez bu konuda karar vermek kolay değildir. Bu nedenle bir gazete önüne gelen yazıyı yayınlayıp yayınlamamakta tereddüt edebilir. Acaba bu sorun nasıl çözülebilir?

Ülkemizde uygulanmakta olan geçmişten kalan İngiliz yasaları Anglosakson sisteme uygun olduğu için bu konuda fazla bir sorun çıkmıyordu. Yasalar katı kurallar içermeyip adil ayarlama yapma olanağını yargıca verdiğinden ve bu ayarlama Yargıtay tarafından denetlendiğinden  davalar genellikle  sorunsuz çözülebiliyordu.  İki tarafın da hakları korunarak, tarafları mağdur etmeden bir çözüme ulaşmak mümkün oluyordu. Hiç değilse iki tarafın haklarının diğer birçok ülkeden daha iyi korunduğunu söyleyebiliriz.

KKTC de dünyanın en adil hukuk sistemini oluşturmak isteyen bir yargıç bu konuyu nasıl ele almalıdır? Bir taraftan basını son derece özgür kılmak diğer taraftan hakarete uğrayanların  mağdur olmasını önlemek nasıl mümkün olabilir?

Önümüze gelen davalarda bu sorunu çözme çabası içine girdik. Bunun için bir grup hukukçu arkadaşla tekzip ve özür dileme kurumuna işlerlik kazandırarak sorunu çözmeyi düşündük. Açılan hakaret davalarında karşı tarafın mağdur olduğunu gördüğümüz zaman gazeteye:  "Karşı tarafı mağdur etmiş durumdasın. İki tarafın anlaştığı bir tekzip metnini  gazetende yayınlarsan bu sorun kapanır" dedik. Yazılan haberin gerçek dışı içeriği varsa " Bu bilgiyi başka bir kaynaktan aldık. Şimdi gerçek olmadığını saptamış bulunuyoruz" şeklinde bir yazının gazetede yayınlanmasını önerdik. Mahkemenin bu önerisi karşısında taraflar genellikle makul bir metin üzerinde  anlaştılar. Şahsen dinlediğim davaların tümünde anlaşma sağlandı. Böylece iki taraf da tatmin olduğundan davalar karar aşamasına gelmeden  kapandı.

Gazeteye verilecek ağır ceza ve tazminatın basın özgürlüğüne zarar vereceğini, bunun yanı sıra hakarete uğrayanı da yeterince korumayacağını düşünüyorduk. Özellikle " Yayınlanan haberin gerçek olmadığını saptadık" şeklinde bir açıklamanın hakarete uğrayanı etkili bir şekilde koruyacağına, buna karşılık gazeteyi de ceza ve tazminattan kurtaracağına, dolayısıyla adil bir  çözüm olacağına inanıyorduk.

Burada sistemimizin bize tanıdığı bir olanaktan yararlanma ve adil bir içtihatla yasanın boşluğunu doldurma girişimi vardır. Yüksek Mahkeme Başkanı olunca Mahkeme kararlarını izleyen gazetecilere aynı ilkeyi anlatmaya çalıştım.  Gazetelerin haksız bir yayın yaptıkları takdirde tekziple karşılaşacaklarını ve "olaylar öyle değil böyledir" diye yazmak zorunda kalacaklarını anladıkları için sınırı aşan yayın yapmaktan vaz geçtiklerini sanıyorum. Böylece gazeteleri oto kontrol yapmaya yönlendirmiş olduk.

Bu çözümü, yani ceza yerine tekzip prosedürüne işlerlik kazandırarak hem gazeteleri hem de haber mağdurlarını korumayı Türkiyedeki meslektaşlarımızla da tartıştık. Kontinental düşünce yapısı içinde oldukları için görüşlerimizi anlamadıklarını veya bizim anlatmakta  zorlandığımızı  sanıyorum.

Türkiyede basına ağır cezalar veren, bunu yaparken hakaretin yarattığı mağduriyeti de ortadan kaldırmayan, yani her iki tarafı da mağdur eden bir hukuk düzeni devam etmektedir. KKTC nin  aynı duruma düşmemesi için özen göstermemiz yerinde olacaktır.

KKTCde koloni devrinden kalan eski yasaların kötü  olduğu öne sürülmekte ve yeni basın yasası yapmak için çalışmalar yapılmaktadır. Önemli olan yeni yasanın neyi getirip neyi götüreceğidir. Acaba yapılacak yeni yasa eskisinden daha adil  bir sonuç doğuracak mı?  Bu konuda ümitli değilim. Çünkü  herhangi bir yasa yapılırken mevcut yasadan ne gibi şikayetler olduğuna  bakmak ve  bu şikayetleri ortadan kaldırmaya odaklanmak gerekir. Bu yapılmayıp mevcut yasanın iyi taraflarını yani Anglosakson özelliğini  ortadan kaldıran bir basın yasası yapılırsa ülkemiz için  olumlu bir gelişme olmayacaktır. Kontinental sisteme uygun dar ve katı basın yasası yapılırsa bunun şikayetlere neden olacağını  bazen basını, bazen hakarete uğrayanları mağdur edeceğini tahmin etmek zor değildir.

Bu olayda  sistemimizin bize verdiği olanaktan yararlanılmış ve adil bir içtihatla sorun çözülmeye çalışılmıştır. Bu ilkenin benimsenip izlenmesi halinde diğer ülkelere öncü olmamız  söz konusu olabilir.  Böylece tüm dünyada basın özgürlüğünü koruyan önemli bir kuralın oluşmasına  katkıda bulunabiliriz.
Düşünce ve basın özgürlüğünde gösterilen bu çabanın bir benzeri diğer konularda da gösterilebilir. Bu yaklaşım hukuk sistemimizi dünyanın en adil hukuk sistemlerinden biri haline getirme idealine uygun olacaktır.