Yüksek Adliye Kurulu Sistemi

KKTC de uygulanan Yüksek Adliye Kurulu Sistemi son derece ileri bir sistemdir. Bir çok ülkenin başarmak isteyip başaramadığını gerçekleştirmiştir. Bu başarıların en önemlisi Yargı Bağımsızlığıdır.  Ancak bu sistemin de sorunları vardır.

Hemen söyleyelim Yüksek Adliye Kurulunun sorunlarını  çözeceğiz diye sistemi bozmamız ve tekrar Adalet Bakanlığına dönmemiz  hatalı olacaktır. Bu nedenle mevcut sorunlar üzerinde titizlikle durup sistemin bozulmasını önleyecek çözüm arayışları içine girmemiz  gerekir.

Yüksek Adliye Kurulunun sorunlarını anlamak için bu kurulun yapısına göz atalım. 12 üyenin  8i  Yüksek Mahkeme Yargıçlarıdır. Bu çoğunluk yargının kararlı olduğu konularda son sözü söyleyebileceğini gösterir. Bu durum Yargı  Bağımsızlığının garantisidir. Dıştan gelen temsilciler ise yargının toplumla iletişim içinde olmasını sağlar. Yargıçlar dıştaki kurumların ne düşündüğünü öğrenecek ve bu görüşleri dikkate alarak karar vereceklerdir. Dıştan gelen temsilcilerin bir görevi de Yargının sorunlarını ve görüşlerini temsil ettikleri kuruma iletmek olacaktır.  Böylece hem yargının bağımsız olması hem de devletin diğer organları ile temas halinde olması sağlanmıştır. Bu nedenle Anayasamızın düzenlediği Yüksek Adliye Kurulu sisteminin kendine özgü, son derece orijinal ve iyi  bir sistem olduğunu söyleyebiliriz. Bu sistemin kusurlarına gelince yapılan şikayetleri dikkate alarak çözüm arayışı içine girmemiz gerekir.

Avukatların kurulda görev yapması
Yüksek Adliye Kurulu sistemine karşı yapılan en önemli şikayet bu kurulda meslek icra eden avukatların görev yapmasıdır. Cumhurbaşkanı, Cumhuriyet Meclisi veya Baro kurulda görev yapacak temsilcilerini  genellikle meslek icra eden avukatlar arasından seçmektedirler. Bu avukatlar  bir taraftan yargıçların atanmasında, naklinde ve terfiinde söz sahibi olmakta, daha sonra onların önünde avukatlık mesleğini icra etmektedirler.  Yargıç kendi kaderinde söz sahibi olacak  avukat karşısında tarafsızlığını koruyabilir mi?

Bir an için yargıcın tarafsızlığını koruduğunu düşünelim. Bizim hukuk sistemimizde bu tarafsızlık yeterli değildir. Önemli olan Mahkemeye gelenlerin yargıcın tarafsızlığından şüphe etmemeleridir. 

Anglosakson sistemde yargıcın tarafsızlığı sistemin temel ilkelerinden biridir. Sistem tarafsızlık konusunda o kadar titiz davranmıştır ki bir yargıcın davadan çekilmesi için tarafsızlığını yitirmesinin gerekli olmadığını bu konuda  şüphe oluşmasının  yeterli olduğunu kabul etmiştir. Anglosakson sistemde taraflardan birinin yargıcın tarafsız olduğunu ima etmesi dahi o yargıcın davadan çekilmesini gerektirmektedir.

Uyguladığımız sistemin diğer önemli bir ilkesini şöyle özetleyebiliriz:  Anglosakson sistemde  yargıçların dinledikleri davalarda adalet yapmaları yeterli değildir. Adalet yapıldığı görüntüsünü de oluşturmaları gerekir. Yargının görevi, adil karar vermenin yanı sıra,  halkta adil karar verildiği kanısını  oluşturmaktır. Yargıçların  tarafsızlığı ile  ilgili  şüphe uyanırsa bu inanç ortadan kalkacaktır. Bu açıdan bakılınca meslek icra eden avukatların Yüksek Adliye Kurulunda görev yapmalarının  sakıncalı olduğu ve sistemimize zarar vereceği açıkça ortaya çıkar.

Geçmişte bu sorunu çözmek için şöyle bir görüş ortaya atılmıştı. Yüksek Adliye Kuruluna  dıştan gelen üyelerin meslek icra eden  avukatlar arasından seçilmeleri halinde  yargıçları ilgilendiren konularda oy verememeleri ve bu konularda  nisabın onlar dikkate alınmadan oluşması önerilmişti. Böyle bir değişikliğin temsilci atayan kuruluşları avukat olmayan kişileri seçmeye yönlendirebileceği düşünülmüştü. Ancak böyle olmasa bile kurula gelen avukatlar yargıçlarla ilgili konularda oy vermeyeceklerine göre sorun ortadan kalkacaktı. Maalesef bu görüş yeterli destek bulmadı ve bir yasa değişikliği önerisi olarak Hükümete iletilemedi.

Bu sorun henüz çözülebilmiş değildir. Ancak yapılan tartışmalar Yüksek Adliye Kurulu sistemi bozulmadan sorunun çözülebileceğini göstermektedir. Ortaya atılan öneri doğrultusunda veya buna benzer başka bir yöntemle bu sorun çözülebilir.

Yargıç atanması.
Yüksek Adliye Kuruluna yönelik eleştirilerden biri de yargıç atanması ile ilgilidir. İlk yıllardan itibaren bu konuda kurula eleştiriler yapılmaya başlanmıştı. Kurulun  bir ilke ortaya koyamadığı, kulis ve dedikoduya dayanarak yargıç atadığı iddia edilmişti.
Bu iddianın da doğru olup olmadığı  önemli değildir. Bir şüphe bile önlem almak için yeterli olmalıdır. Ancak çözüm ararken alternatifin ne olabileceği konusunda dikkatle düşünmek zorundayız. Çünkü alternatif yöntemler daha sakıncalı olabilir. Örneğin Adalet Bakanlığı sistemine dönülmesi halinde yargıç atamalarında siyasi etkiye fırsat verileceği ve durumun  çok daha kötü olacağı açıktır.

Türkiye'de yargıç atanmasında  önce yazılı sınav, sonra mülakat yapılır. Mülakatta siyasi etki olduğu ve yargı bağımsızlığına gölge düştüğü  şikayetleri yapılmaktadır.
Yazılı sınavda adayların hukuk bilgisi ölçülür. Halbuki bizim sistemimizde  bilgi kadar, dürüstlük ve vicdan sahibi olmak da önemlidir. Çünkü bizde yasalar her şeyi belirlemez. Yasalarda  yargıçların vicdani kanaatlerine göre dolduracakları bir alan bulunmaktadır. Bu alanı dolduracak yargıcın  dürüst, vicdan sahibi ve adalet yapma istenci içinde olması gerekir. Yargıç olmaya aday bir avukatın bu özelliğe sahip olup olmadığı ise iş hayatında yani avukatlık yaparken ortaya çıkar. Bu nedenle yargıçlar meslek icra eden avukatlar arasından seçilir. Bu konuda en iyi bilgiyi ise  avukatın önünde dava gördüğü yargıçlardan edinmek mümkündür.

Geçmişte yargıç adayları çok olmadığı için bu yöntem ülkemizde fazla şikayete neden olmadan uygulanıyordu. Buna rağmen Yüksek Adliye Kurulunda kararlar  gizli oyla  verildiği için ilkesiz karar verildiği şikayetleri yapılmaya başlanmıştı.

Adaylar çoğalmaya başlayınca  yazılı bir sınavla  sayılarını  azaltma  ve adayların her biri hakkında  yargıçlardan ciddi ve tatmin edici bilgi alma yöntemi düşünüldü. Bu görüş yeterli destek bulamadığından uygulamaya konmadı.
Diğer öneri dünyada Anglosakson ülkelerde yargıç atanmasının  nasıl yapıldığı konusunda genel bir araştırma yapmak ve  uygulanan en iyi formülü izlemek şeklinde oldu. Ancak bu öneri de izlenmiş değildir.

Bu yöntemlerle veya bulunacak başka bir yöntemle sorunun çözülmesi mümkün olmalıdır. Adalet Bakanlığı sistemine dönmeden, en dürüst, en vicdanlı ve en fazla adalet yapma istenci içinde olan avukatlar arasından seçim yapmanın yöntemini bulmalıyız.

Yargıçların terfisi
Bizim hukuk sistemimizde her yargıcın toplum içinde onurlu ve saygın bir yeri vardır. Bu  onurun ve saygınlığın  korunmasına özen göstermek  gerekir. 

Kıdem sırası geldiği halde terfi edemeyen bir yargıcın saygınlığına gölge düşer. Bundan sadece o yargıç değil tüm  yargı ve toplum zarar görür.  Çünkü yargıçları saygın olmayan bir toplumda yargıya güven kalmaz. Bu nedenle yargıçların onurunu korumak herkesi ilgilendiren önemli bir konudur.

Geçmişte yargıçların terfisinde  kıdeme önem verenlerle,  önem vermeyenler arasında tartışmalar olurdu.  Kıdeme önem vermeyenler, sürekli kıdeme göre terfi yapıldığı zaman yargıçların çalışma istencini yitireceklerini ve yeterli çaba  göstermeyeceklerini iddia ederlerdi. Kıdeme önem veren bizler ise kıdemin bozulması halinde yargıcın saygınlığını yitireceğini,  tüm yargının bundan zarar göreceğini iddia ederdik. Sonuçta iki görüş arasında ciddi bir neden olmadıkça kıdemin bozulmaması gerektiği şeklinde bir orta yol bulunurdu. Ancak o zaman da kıdemi bozacak ciddi nedenin ne olabileceği tartışması başlardı. Bunun objektif bir neden olması gerektiği, kulis ve dedikodu ile terfi yapılmaması gerektiği görüşü ağırlık kazanırdı.

Yüksek Mahkeme Başkanı olduğum zaman kıdeme önem veren arkadaşlarla birlikte şöyle bir yöntem uygulamaya karar verdik: Hukuk sistemimizde bir yargıcın çalışkanlığı ve yaptığı işin değeri verdiği gerekçeli kararlarla ortaya çıkar. Bu nedenle Yüksek Mahkeme mukayyitliğinde her yargıç için bir dosya açtırdık. Yargıçların verdiği gerekçeli kararlar kendilerine ait dosyaya konmaya başlandı.

Kıdem sırası gelen yargıcın dosyasının açılacağını, dosyanın tetkikinden kendisine verilen görevler ışığında  bir yargıçtan beklenen makul çabayı gösterdiği anlaşılırsa otomatik  terfi edeceğini açıkladık. Daha doğrusu bu görüşte olan arkadaşlarla birlikte kendisine oy vereceğimizi söyledik.  Eğer dosyada yeterli iş yapmadığı anlaşılırsa, terfi  etmesi önerilen diğer yargıcın dosyasının açılacağını ve ikisi arasında dikkati çeken  bir fark olması halinde diğer yargıca oy vereceğimizi açıkladık.

Yüksek Mahkeme Başkanı olduğum sürede uyguladığımız bu yöntemin iyi sonuç verdiğini sanıyorum. Kıdem sırası gelen bir yargıcın terfiye  layık olmadığı iddiası hiç yapılmadı. Büyük bir olasılıkla diğer adaylar  dosyalar açıldığı zaman dikkati çeken  bir fark olmayacağını düşündüklerinden  sırayı bozma isteğinden vazgeçtiler ve sıralarına razı oldular. Kulis ve dedikoduya ise hiç önem vermedik.  Bu nedenle o süreçte  tüm yargıçlar kıdem sıralarına göre terfilerini aldılar.
Yargıçların terfisine etki eden konulardan biri de  disiplindir. Sistemimize uygun olarak yargıçların toplum içinde saygın bir yaşamları olması gerekir. Bir yargıçla ilgili herhangi bir nedenle şikayet olduğu zaman onu uyarıyor ve disiplinsiz hareketin terfisine engel olabileceğini söylüyorduk. Yargıç haklı bile olsa toplum içinde şikayetlere neden olacak bir yaşamdan kaçınması gerektiğini anlatıyorduk. Böyle bir uyarıya rağmen disiplinsiz davranmaya devam eden yargıç olmadı.

Böylece tüm yargıçların  ve dolayısıyla yargının onurunu koruduğumuzu sanıyorum.

Kontinental Sistemde Reform ve Çapraz Sorgulama
Anglosakson hukuk  sisteminde gerçeği ortaya  çıkaran  işlem  çapraz  sorgulama  (cross  examination) dır. Bu sistemde karşı karşıya eşit koşullarda mücadele eden iki taraf olduğu için   taraflardan birinin sunmaya çalıştığı şahadeti ve delilleri diğer tarafın sorgulaması, sisteme uygun ve gereklidir. Kuşku yok ki bunun kabalaşmadan ve karşı tarafa hakaret etmeden yapılması gerekir. Kontinental sistemde ise gerçeği arama görevi yargıca verilmiştir. Bu nedenle sorular genellikle yargıç tarafından sorulur. Yargılama prosedürü çapraz sorgulamaya müsait değildir.

Kontinental sistemde çapraz sorgulama yapılamaması veya çok sınırlı yapılması büyük bir eksikliktir. Bu nedenle gerçek net olarak ortaya çıkmamakta ve yargının standardı düşmektedir.

Türkiyede yargıda reform ihtiyacı olduğu çok sık tekrarlanmaktadır. Türkiyedeki meslektaşlarımızla  Anglosakson sistem ilkelerini  Türk yargısına katarak reform gerçekleştirme   konusunu tartışırız. Bunun pek kolay olmayacağı konusunda görüş birliği içine gireriz. Çünkü her  sistem kendi içinde bir bütündür ve bir sistemin ilkesini diğer sisteme monte etmek kolay değildir.

Uzun araştırmalardan sonra Kontinental sistemde bir reform olacaksa bunun temelde yani Adversarial olma özelliğinde gerçekleşmesi gerektiği kanısına vardım.  Bu ise, yargılama devam ederken inisiyatifin yargıçta değil taraflarda olması ve yargıcın pasif hakem konumunda kalması demektir.  O zaman taraflar, karşı tarafın tanıklarını ve delillerini sorgulayıp gerçeği ortaya çıkarma olanağına kavuşacaklardır. Gerçek net bir şekilde ortaya  çıktıktan sonra yargıç inisiyatifi ele alacak ve geniş takdir yetkisini kullanıp adil karar  vererek yargının gücünü gösterecektir.