Anayasa Mahkemesi Sorunları
Hukuk sistemimizde bir taraftan hatalı gelişmeler olurken diğer taraftan isabetli işler yapıldığını gördük. Tarafsız bir gözle olumlu ve olumsuz gelişmeleri irdelemeye devam edelim.
Dünyadaki uygulamaları incelediğimiz zaman Anayasa Mahkemelerinin yasaları denetleme ve iptal etme konusunda iki farklı yaklaşım içinde olduğunu görürüz. Devletin otoriter olmasını tercih eden birinci yaklaşıma göre Yasama Meclislerine fazla güvenmemek gerekir. Sürekli hata yaparlar ve ülkeyi demokrasiden uzaklaştırabilirler. Bu nedenle Yasama Meclislerini denetleyecek ve hata yapmalarını önleyecek Anayasa Mahkemesi gibi bir üst makamın bulunması gerekir. Bu görüşü benimseyenler doğal olarak Anayasa Mahkemesinin yasaları iptal etmede ihtiyatlı değil, müdahaleci rol üstlenmesini tercih ederler. Buna vesayetçi Anayasa anlayışı diyenler de vardır.
Bu anlayışa karşı olanlar Yasama Meclisinin demokrasiyi temsil ettiğini, Yasama Meclislerine güvenmek gerektiğini, Meclisi kontrol ve denetleyecek üst kuruluşun müdahaleci yaklaşımlarının demokrasiye uygun olmadığını öne sürerler. İkinci yaklaşıma göre Anayasa Mahkemelerinin görevi sınırlı olmalıdır. Anayasa ile yasalar arasındaki çelişkileri ortadan kaldırmanın dışına çıkmamaları gerekir. Kötü ve hatalı yasaları düzeltme konusunda Yasama Meclisine yol göstermeleri doğru olabilir fakat Yasama Meclisinin yetkilerine müdahale edecek bir rol üstlenmeleri doğru değildir.
Türkiye'de 1961 Anayasasından sonra birinci yaklaşım hukukçular arasında büyük taraftar bulmaktaydı. Çünkü o tarihlerde Yasama Meclisine güvenilemeyeceği, Yasama Meclisinin demokrasiden uzaklaşabileceği ve bu nedenle bir üst kuruluşun Yasama Meclisini kontrol etmesi gerektiği görüşü egemen olmuştu. Bu görüşün etkisiyle müdahaleci bir Anayasa hukuku anlayışı oluştu. Ancak zamanla bu yaklaşımın sakıncaları görülmeye başlandı ve Anayasa Mahkemesinin yerindelik denetimi yapmaması gerektiği ilkesi ön plâna çıkmaya başladı.
Anglosakson hukuk sistemini uygulayan Amerika Birleşik Devletlerinde Anayasa Mahkemesinin ikinci görüşü izlediğini ve yasaları iptal etmede çekingen ve ihtiyatlı davrandığını görürüz. Bu mahkemeye göre tüm varsayımlar bir yasanın Anayasaya uygun olduğunu kabul etmeyi gerektirir. Anayasa Mahkemesi, yasayı beğenmese ve daha farklı bir yasa yapılması gerektiği görüşünde olsa bile yasayı iptal etmemelidir. Bir yasanın Anayasaya aykırı bulunup iptal edilebilmesi için Yasa ile Anayasadaki metnin çelişki içinde olması ve iki metnin birlikte yürürlükte kalamaması gerekir.
2002 yılında Yüksek Mahkeme Başkanı olduğum zaman Anayasa Mahkemesinde biriken davaları arkadaşlarımla gözden geçirdik. Bu davaların bir kısmı Anayasa Mahkemesinin üstün bir otorite olduğu ve Yasama Meclisini denetleyip hatalarını düzeltmesi gerektiği düşüncesi içinde açılmış davalardı.
Bazı konularda Anayasada herhangi bir hüküm olmadığı yani Anayasaya aykırılık söz konusu olmadığı halde iptal davası açılmıştı. Anayasadaki çok genel ilkelere dayanarak Anayasa Mahkemesinin devreye girmesi ve bir yasayı iptal etmesi veya değişiklik sağlaması isteniyordu.
Bu talepler Anayasa Mahkemesinin Yasama Meclisini denetleyen bir üst otorite olduğu düşüncesi ile bağdaşabilirdi. Bu yaklaşım Anglosakson hukuk sistemini tercih eden hukuk anlayışımıza uygun değildi.
Bunları söylerken eklemem gerekir ki Yasama Meclisinin yaptığı yasaları beğeniyor değildik. Aksine yasalara yönelik şikayetleri incelediğimiz zaman bu şikayetlerde büyük haklılık payı olduğunu görüyorduk. Yasama Meclisimizin halkımıza yakışan çok daha kaliteli ve yararlı yasalar yapması gerektiğini düşünüyorduk. Yasama Meclisine önemli bir yasayı yapmadan önce o konunun en iyi uzmanlarından hizmet satın alması ve meclis hukuk komitesinin, uzmanların hazırladığı taslaklar üzerinde çalışması tavsiyesinde bulunuyorduk. Buna rağmen Meclise yukarıdan gelecek anti demokratik bir müdahaleye karşıydık.
Yukarıdaki nedenlerle Anayasa Mahkemesinin çalışmalarında müdahaleci değil ihtiyatlı hareket etmeyi tercih eden görüşü benimsedik. Benimsediğimiz görüşleri yansıtan bazı kararlara değinmek istiyorum.( Gör: Anayasa Mahkemesi, 23/2002 , D.2/2002). Bu kararın bir bölümünde şöyle denmiştir: "Anayasa Mahkemeleri bir yasanın Anayasaya aykırı olup olmadığına karar verirken yerindelik denetimi yapmaz. Yani yasanın yerinde bir yasa olup olmadığı, gayesinin iyi olup olmadığı, yararlı bir yasa olup olmadığı, yasada hatalar bulunup bulunmadığı ve bunun gibi hususlar üzerinde durmaz. Bunlar Yasama Meclisinin karar vereceği hususlardır. Anayasada açıkça belirtilmiş buyurucu ve yasaklayıcı bir kural yoksa düzenleme yapmak Yasama Meclisi'nin takdirine kalmış demektedir ve bu görüşe saygı göstermek gerekir."
Diğer bir kararda ise şöyle denmiştir. (Gör: Anayasa Mahkemesi, 37/2001,D.6/2003): "Üzerinde özenle durduğumuz hususlardan biri Anayasa Mahkemesinin Anayasa Koyucu veya Yasa Koyucunun görev alanına müdahale etmemesidir. Anayasa Mahkemesi, Anayasayı yorumlar ve Anayasa Koyucunun iradesini doğru bir şekilde ortaya çıkarmaya çalışır. Daha sonra yasanın yorumu ile Anayasal yorum arasında bir çelişki varsa yani iki metnin yan yana birlikte yürürlükte kalması mümkün değilse o zaman yasayı yürürlükten kaldırır. Çelişki yoksa müdahale etmez."
Bu gerekçelerle Anayasa Mahkemesine yeni bir yol haritası belirledik ve Anayasa Mahkemesinin fonksiyonu konusunda ortaya çıkan tereddütlere son verdik. Otoriter ve müdahaleci görüşten uzaklaşarak Anglosakson sisteme uygun demokratik görüşü izlemeye başladık. Bu perspektiften bakınca Anayasa Mahkemesindeki yığılma kendiliğinden ortadan kalktı. Türkiye Anayasa Mahkemesi de gittikçe bizimle aynı görüşü paylaşmaktadır.
Örnek Seçim Gerçekleştirme Çabaları
KKTC Yargının başarılı olduğu konulardan biri de seçimlerdir.
Tüm demokratik ülkelerde seçimler yargı denetimine tabidir . Ancak KKTC de bu yönde bir adım daha atılmış ve sadece denetleme değil seçimi fiilen gerçekleştiren personelin başına yargıçlar atanmıştır.
Yargının bu görevi en başarılı bir şekilde yerine getirdiğini söyleyebiliriz. Bu nedenle dünyanın bir çok yerinde seçimlerde tartışmalar ve şaibeler olduğu halde KKTC de hiçbir sorun çıkmamaktadır. Bunun ötesinde Yüksek Seçim Kurulu bir içtihat oluşturarak tüm dünya ülkelerinde seçimlerin daha adil olması için yol gösterici olmuştur.
Bu içtihadı anlamak için 2000 yılında gerçekleşen ABD başkanlık seçimlerini anımsamamız gerekir. Bu seçimde Cumhuriyetçi Parti adayı George W. Bush, Demokrat Parti adayı Al Gore ile yarışmıştı. Seçimi kimin kazandığı aylarca belli olmadı. Sorun yargıya taşındı. Uzun duruşmalardan ve tartışmalardan sonra Mahkeme kararı ile kimin başkan olacağı belirlendi. Hukuk davalarında mahkeme kararlarının ihtimaller dengesine göre verildiğini bildiğimiz için seçimin böyle bir yöntemle sonuçlanması bizi tatmin etmedi ve alternatif çözüm yolu düşünmeye başladık.
Al Gore ülke genelinde daha fazla oy almıştı. Buna rağmen ABD nin her eyalette ayrı çoğunluk sağlama esasına dayanan seçim sisteminden dolayı George W. Bush, Başkan ilan edildi. Acaba daha adil bir seçim yöntemi bulunamaz mıydı?
Bu düşünceler içinde 2003 Milletvekilliği Genel Seçimlerinde KKTC Yüksek Seçim Kurulu şöyle bir açıklama yaptı:
"Seçim ve Halkoylaması Yasamız seçime katılan siyasi partilerle bağımsız adayların aktif bir işbirliği içinde olmasına büyük önem vermektedir. Bu nedenle siyasal partilerle bağımsız adayları gözlemcilerini eğitmeye ve seçim işlemine katkı koymaya davet ederiz."
Bu görüşlerde insanı şaşırtan fazla bir şey yoktu. Fakat seçimin yönetimine aktif olarak katılmaya davet edilen ve bu görevi yerine getirmeyen adayların daha sonra şikayet edemeyecekleri, kusuru kendilerinde bulmak zorunda kalacakları anlamına geliyordu. Diğer bir ifade ile hem seçimleri daha demokratik hale getirmeye, hem de öne sürülecek şikayetleri önlemeye çalışıyorduk.
Seçim sistemimizde oy verme işlemi sona erer ermez sandık kurulları oyları saymaya başlar. Sayım işleminde partilerle diğer adayların temsilcilerinin de hazır bulunma hakları vardır. Orada herhangi bir oyun geçersiz olduğunu iddia edip itiraz edebilirler. Bunun üzerine sandık kurulu o konuda karar verir. İtirazı reddedilen şikayetçi bu şikayetini daha sonra İlçe Seçim Kuruluna veya Yüksek Seçim Kuruluna taşıyabilir. Ancak eğer şikayet etmez ve sessiz kalırsa daha sonra şikayet etmesi ve bazı oyların geçersiz olduğunu tartışmaya açması doğru olabilir mi?
Bir parti temsilcisi tasavvur edin ki bir oyda hata görüp şikayet etmiyor. Çünkü aynı hatanın kendi oylarında da bulunabileceğini ve şikayetin kendisine zarar verebileceğini tahmin ediyor. Daha sonra oyların durumunu gördükten sonra İlçe Seçim Kuruluna başvurup her şeyi yeniden tartışmaya açması doğru olabilir mi?
Bir kimse seçimi kaybettikten sonra her konuyu tartışmak isteyebilir. Başlangıçta tartışmaya değer bulunmayan konuların daha sonra tartışılmasına fırsat vermek tartışmaların uzayıp gitmesine ve seçimlerin uzun süre belirsiz hale gelmesine neden olacaktır. Bu seçimi başka bir alana taşımak ve ABD de olduğu gibi Mahkeme kararıyla seçim kazanmak anlamına gelecektir.
Bu nedenlerle siyasal partilerle bağımsız adayları seçimlerin yönetim ve denetimine katılmaya ve şikayetlerini zamanında yani oylar sayılırken yapmaya davet ettik. Şikayetlerini zamanında yapmayanların "Ben ne kadar dikkatli olsam bu şikayeti daha önce yapamazdım" iddiasını yapma ve bu iddiayı kanıtlama koşuluyla daha sonra yapmalarına izin verdik. Özetle Yüksek Seçim Kurulu oylar sayılırken yapılmayan itirazların istisnalar dışında daha sonra yapılamayacağını belirten bir içtihat oluşturdu.
Bu içtihat demokratik ve katılımcı bir görüşün sonucuydu. ABD den gelen gözlemci ve uzmanlara aynı ilkenin ABD de izlenmesi halinde orada da seçimlerin daha demokratik olacağını ve daha süratli sonuç vereceğini söyledik. Bu görüşte bir haklılık payı olabileceğini kabul etmek zorunda kaldılar.
KKTC Yargısının fiilen gerçekleştirip denetlediği seçimlerin dünyanın en şeffaf ve en adil seçimlerinden biri olduğunu, çeşitli ülkelerden gelen gözlemciler ifade etmektedirler. Onları şaşırtan bu demokrasi düzeyinin artarak devam edeceğine inanıyorum.