Yargı Bağımsızlığı

KKTC de hukukun bazı alanlarında hatalı adımlar atılırken bazı alanlarda önemli  başarılar elde edildiğini görmüş bulunuyoruz. Bu başarıların en önemlisi Yargı Bağımsızlığıdır.  Bu konu üzerinde ve başarılı olduğumuz diğer konular üzerinde de durmamız gerekiyor. Çünkü değerini bilmez ve bilinçli bir şekilde korumazsak bu kazanımları yitirme olasılığımız vardır.
Yargı Bağımsızlığı dünya devletlerinin erişmeye çalıştığı en önemli ideallerden biridir. 1975 Kıbrıs Türk Federe Devleti Anayasası dünyada  bir ilki gerçekleştirerek  Adalet Bakanlığını ortadan kaldırmış  ve bu bakanlığın yetkilerini Yüksek Mahkemeye vermiştir. 1985  Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Anayasası  aynı doğrultuda bir adım daha atmış ve bu yetkileri 12 kişiden oluşan Yüksek Adliye Kuruluna  vermiştir. Böylece dünya hukukçularını  şaşırtan kendine özgü bir sistem oluşturmuştur.

KKTC Anayasasına  göre Yüksek Adliye Kurulu 12 üyeden oluşmaktadır. Bu 12 üyenin 8i Yüksek Mahkeme Yargıçlarıdır. Diğer 4 üyenin biri Cumhurbaşkanının temsilcisi, biri  Cumhuriyet Meclisinin temsilcisi, biri Baronun Temsilcisi ve diğeri Başsavcıdır. Yargı ile ilgili tüm kararlar bu kurul tarafından verilmektedir.  Yargıçların atanma, terfi, nakil ve disiplin işlemleri Yüksek Adliye Kurulu tarafından yapılır.   İşlemler  Yüksek Mahkeme sekreterliğinde  yapılmaktadır.

Yargı Bağımsızlığını ortadan kaldırma girişimi Yürütmeden yani Hükümetten gelebileceği için Yüksek Adliye Kurulunda Hükümetin bir temsilcisi dahi yoktur. Bu durumda yargıya ilişkin kararların alınmasında Hükümetin müdahalesi değil  haberi dahi olmamaktadır.
Yürütmeden bu kadar bağımsız bir yargı olabilir mi  diye sorgulayanlar olabilir. Bunun mümkün olduğunu KKTC deneyimi göstermiş ve KKTC bu özelliği ile tüm dünyaya örnek olmuştur.

Sormamız gerekiyor. KKTC deneyimi sorun yarattı mı? 1975 den sonra ülkemizde değişik siyasi partiler iktidara gelmiştir. Zıt siyasi görüşler ülkeyi yönetmiştir. Tümü yargıya saygılı olmuştur.  Bir süre yargının başında bulunmuş bir kişi olarak açıkça söyleyebilirim ki Yargı Bağımsızlığından hiçbir şikayet işitmedim. Bu nedenle   çekinmeden  KKTC de  Yargı Bağımsızlığı uygulamasının başarılı olduğunu ve  KKTC nin bu başarıdan kıvanç duyması gerektiğini söyleyebilirim.

Bugün  Türkiye'de Başkanlık sistemine geçiş tartışmaları yapılıyor. Biz hukukçular biliyoruz ki Başkanlık sistemi kuvvetler ayrılığı ilkesine dayandığı zaman başarılı olabilir. İyi sonuç vermesi için o ülkede Yargı Bağımsızlığının  gerçekleşmiş olması gerekir. Bu durumda Yargı Bağımsızlığını gerçekleştirmiş  olan KKTC de Başkanlık sisteminin iyi sonuç verebileceğini düşünürüz.  Buna karşılık bunu henüz gerçekleştirememiş Türkiye'de Başkanlık sistemine geçmeden önce Yargı Bağımsızlığının sağlanması gerektiğini söyleyebiliriz.
Dünyaya örnek olacak bir sistem oluşturmuşken bunun değerini anlamayıp bozulmasına fırsat  vermek büyük bir kayıp olacaktır.

İnsan Hakları ve Kadın Erkek Eşitliği
KKTC yargısının başarıları arasında , insan haklarını ve kadın erkek eşitliğini de sayabiliriz.

1948 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesini kabul etti. Bu beyannamenin 2. Maddesine göre "Herkes, din, dil, ırk, renk, cinsiyet ayrımı gözetilmeksizin eşittir". Bu maddeye göre kadın erkek eşitliği de insan haklarından biridir. Eşitlik ilkesi ise dünyadaki tüm Anayasalarda ve KKTC Anayasasında yer almaktadır.

İnsan hakları beyannamelerine ve devlet Anayasalarına göre  kadın erkek eşitliği tüm dünyada gerçekleşmiş olmalıdır. Ne var ki bir ilkenin kabulü başka şey, fiilen gerçekleşmesi başka şeydir.

Birçok ülke kadın erkek eşitliği ilkesini kabul ettikleri ve Anayasalarına koydukları halde uygulamaktan uzaktırlar. Çeşitli bahanelerle insan hakları ilkelerini uygulamaktan kaçınırlar. Yüksek Mahkeme olarak onların bu tutumuna katılamazdık. İnsan Hakları Sözleşmelerinde ve Anayasamızda kabul ettiğimiz  kadın erkek eşitliğini ve diğer insan haklarını fiilen uygulamamız gerektiğini düşünüyorduk.

Yargıçları doğrudan yargı atadığı, Mahkemelerde çalışan personelin atanmasında da  söz sahibi olduğu için, eşitlik  ilkesini hayata geçirmeye karar verdik.

Bir görevle ilgili atama yaparken o işi en iyi yapacak kişiyi seçmek gerekir. Kamuda veya özelde bazı işleri erkeklerin veya kadınların daha iyi yapabildiğini biliyoruz. Ancak bugünün teknolojik gelişmelerinden sonra bu işler oldukça azalmıştır. Bu gün bir çok işi kadın veya erkek aynı başarı ile yapabilmektedir.

Bir göreve atama yapılırken o işi yapabilecek en yetenekli kişiyi seçmek gerekir. Ancak en iyi kişiyi seçeceğiz diye sürekli eşitsiz bir durum ortaya çıkıyorsa ortada farklı bir sorun var demektir. Demokratik uygar bir toplumda önyargısız atama yapıldığı zaman eşitlik kendiliğinden gerçekleşmelidir.

Bu görüşler ışığında atama yaparken ön yargısız olmaya çalıştık. Tahmin etiğimiz gibi süratle eşitlik gerçekleşmeye başladı. Kadın erkek eşitliğinde  dünyanın en gelişmiş ülkelerini geçtik. Emekliye ayrıldığım 2006 yılında yargıçların  %30u,  personelin ise  % 50 si hanım oldu. Ben  emekliye ayrıldıktan sonra aynı eğilimin devam etti ve gerek yargıçlarda, gerekse  personelde oran  % 50 hanım, %50 erkek oldu. Böylece KKTC Mahkemeleri dünyada ilk kez kadın erkek eşitliğini tam olarak uygulamayı başarmıştır. Anayasadaki ilke göstermelik olmaktan çıkmıştır.

Yargıç ve personelde gerçekleştirmeyi başardığımız %50 oran, ideal olan orandır. En gelişmiş  ülkeler bile henüz bu orana ulaşamamışlardır. Bu orana yaklaşmaları dahi uzun yıllarını alacaktır.

İdeal oranı bulduğumuza göre bu oranın bozulmayacağını ümit ediyorum. Ne hanımların lehinde ne de aleyhinde bozulmaması uygarlık düzeyimizin kanıtı olacaktır.
Aynı başarıyı diğer insan haklarında da gösterebilmemiz gerekir.

Mahkeme Kararları Nasıl Olmalı?
Kıbrısta uygulanan Anglosakson sistemin temel ilkelerini öğrenince  bu sistemde iyi bir mahkeme kararının nasıl olması gerektiği konusunda görüş sahibi oluruz. Mahkeme kararları tüm sistemlerde  önemlidir ancak Anglosakson sistemde önemleri çok daha fazladır.  Çünkü bu sistemde kararlar bir davayı sonuçlandırmakla kalmaz, benzer davaların sonuçlanmasına  da etki eder. Ayrıca  hukukun oluşmasına ve ülkeye adalet gelmesine katkıda bulunur.

Anglosakson sistemin "Adversarial" özelliğini dikkate alarak bir kararın nasıl olması gerektiğini düşünelim. Bu sistem iki tarafın  eşit koşullarda mücadelesi esasına dayandığına göre  tarafların iddiaları ile  sundukları delillerin kararda özetlenmesi  önemlidir. Sonuçta Mahkeme karşılıklı  iddialardan birini tercih edecektir . O zaman  niçin tercih ettiğinin gerekçelerini yazmalıdır.  "Davacı şunları iddia etti, davalı bu savunmayı yaptı, benim görüşüme göre şu iddia doğrudur ve gerekçesi şudur"  demelidir.
Gerekçe yazılırken Mahkemenin adil içtihat oluşturma, hukuku geliştirme ve ülke yargısını daha adil hale getirme görevi de devreye girebilir. Yargıç akademik bir araştırma ile kararını daha da zenginleştirebilir. Gerekirse yasaları eleştirerek daha iyi yasalar yapılmasını  önerebilir. O zaman hukukçuların hayran kaldığı kusursuz bir karar ortaya çıkacaktır.

Geçmişte bu özellikleri taşıyan kararları büyük bir zevkle okuyorduk. Bu gün de mahkeme kararlarımızın standardının iyi olduğunu, hiç değilse diğer birçok  ülkeden  daha iyi olduğunu söyleyebiliriz. Buna rağmen muhtemelen "Kontinental" anlayışın etkisiyle eski format ortadan kalkmaktadır. İki tarafın iddia ve delilleri özetlenip tercih edilen görüş gerekçeleri  ile yazılmadan kararlar kaleme alınmaktadır.  Sanki "Adversarial" bir sistem yokmuş ve gerçeği arayan doğrudan Mahkeme imiş gibi yazılan kararlar vardır. En kötüsü bazen  usul kurallarının adil yargılamayı gerçekleştirmek için değil  engellemek için konmuş kurallar olduğu varsayılarak teknik bir gerekçe ile esasa girmeden kararlar verilmektedir.  Bu davalarda davanın kaderi tarafların haklı olup olmadığına değil bir usul tartışmasına bağlanmaktadır.

Kontinental  karar yazmanın niçin yeterince adil olmadığını  anlatmak için bir örnek verelim. Türkiye'de çok tartışılan konulardan biri aydınların, gazetecilerin ve Türk Ordusu komutanlarının ceza davalarında yargılanmasıdır. Henüz mahkum olmamış yani hukuk ilkelerine göre suçsuz kabul edilen bu insanların, yargılama süresince aylarca, bazen yıllarca tutuklu kalması büyük bir haksızlıktır. Biraz inceleyince görürüz  ki bu tür tutukluluk kararları Anglosakson sistemin uygulandığı hiçbir ülkede yoktur. Çünkü bu sistemde kararların yazılma şekli buna engeldir. Türkiyede kararlar Anglosakson sistemde olduğu gibi yazılsa tutukluluk kararları verilemeyecek  ve bu  haksızlık olmayacaktı.
Bu konuyu biraz daha açalım. Mahkeme kararları gerekçeli olmalıdır. Bu ilke  yargının temel ilkelerinden biridir. KKTC Anayasasında, Türkiye Anayasasında ve dünyanın tüm Anayasalarında vardır.

Türkiye Cumhuriyeti  Anayasasının 19/ 2 maddesine göre  bir sanığın yargılama süresince tutuklu kalması için kaçma ya da delilleri karartma olasılığı olmalıdır. Adversarial bir sistemde Mahkemenin  tutukluluk kararı verebilmesi için savcının o kişinin kaçma veya delilleri karartma olasılığı olduğunu iddia ve ispat etmesi gerekir. Sanık ise doğal olarak "Hayır böyle bir olasılık yoktur" diye savunmasını yapacaktır. Sanığın tutuklu kalmasına emir verecek olan Mahkemenin  "Taraflar  özetle şunları iddia ediyorlar. Savcının görüşüne katılıyorum. Çünkü sanığın  kaçma  olasılığı var veya delilleri karartabilir" demesi gerekir. Mahkeme kararının gerekçesinde sanık avukatının niçin hatalı olduğu, sanığın nasıl kaçabileceği veya delilleri nasıl  karartabileceği belirtilmelidir. Kararın gerekçesi bunlar olabilir.

Türkiyede verilen Mahkeme kararlarında iki tarafın iddiaları yeterince belirtilmediği  gibi savunmada öne sürülen iddialar ışığında sanık avukatının iddialarının niçin yanlış olduğu, sanığın nasıl kaçabileceği veya delilleri nasıl karartabileceği de belirtilmiyor.
Türkiye'de Mahkeme kararlarında   bizim  gerekçe olarak kabul ettiğimiz hususlar yer almadığı için birçok kişi haksız yere hapiste sürünmektedir.

Tutuklu yargılanma konusunu  derinliğine inceleyen bir yazı dizisini "Gazetecilerin Tutuklu Yargılanması" başlığı altında  www.tanererginel.com <http://www.tanererginel.com/> adresindeki web sayfama koyduğum için burada tekrarlamıyorum. Orada görüleceği gibi sanıkların uzun süre tutuklu kalması Türkiyeye özgü bir durum değildir. Kontinental sistemi uygulayan en gelişmiş ülkelerde bile değişik oranlarda bu sorun vardır.

Mehmet Zeka Beyin bu konuda Almanyayı  etkileyen bir karar verdiğini görmüş bulunuyoruz. Diğer Kıbrıs Türk Yargıçların da benzer kararlarla dünyaya örnek olmalarını temenni edelim.