Adil Yargılama
Herkesin istenci yargılamanın adil olduğu bir ülkede yaşamaktır. Adil yargılama olan bir ülkede yaşamanın inanılmaz yararları vardır. Buna karşılık adil yargılama olmayan veya halkın adalete güvenini yitirdiği bir ülkede yaşamak ise oldukça sıkıntılıdır.
O zaman sormamız gerekiyor. KKTC de adil yargılama var mı?
Bu soruyu sorduğumuz zaman KKTC Yargısını diğer ülke Yargıları ile kıyaslamak zorunda kalırız. Tarafsız bir gözle bu kıyaslamayı yapınca KKTC Yargısının bir çok ülke Yargısından daha iyi durumda olduğunu görürüz. Ancak diğer birçok kurum gibi Yargının da sürekli değişim içinde olduğunu saptarız.
Şu halde Yargımızın durumu iyidir diyerek pasif kalmak doğru değildir. Yargımızın standardını korumak, bozulmasını önlemek ve gelişmesini sağlamak için sürekli gayret içinde olmalıyız.
Kıyaslama deyince ilk aşamada karşımıza iki ülke çıkıyor. Türkiye ve İngiltere. Türkiyedeki yargılama olaylarını izleyenler özellikle bir konuda şaşkınlıklarını gizleyemezler. Yargılama sürecinde sanıkların tutuklu kalması.
Bilindiği gibi Türkiyede bazı sanıklar aylarca veya yıllarca mahkûmiyetten önce tutuklu kalmaktadırlar. Bu sanıkların bir bölümü yıllarca hapiste kaldıktan sonra beraat etmektedir. Böylece bu kişilerin suçsuz yere cezalandırıldıkları ortaya çıkmaktadır. Bu durumun o kişiye yapılan büyük bir haksızlık olduğu açıktır. Bu haksızlığın ötesinde, tutuklu yargılamanın yarattığı başka yasal ve moral sorunlar daha vardır.
Türkiyedeki durumdan farklı olarak KKTC de sanıkların genellikle kefalet veya diğer şartlarla serbest kaldıklarını ve mahkumiyetten sonra cezalandırıldıklarını görürüz. Ender hallerde bir sanık mahkumiyetten önce tutuklu kalsa bile bu süre birkaç ayı geçmemektedir.
İki ülke arasındaki farkı gören KKTC li bir hukukçu bizdeki yasaların farklı olduğunu ve bu nedenle sanıkların haksızlığa uğramadıklarını düşünebilir. Fakat bu görüş hatalıdır. Çünkü tutuklulukla ilgili yasalar Türkiyede ve Kıbrısta hemen hemen aynıdır. Farklı olan yargılama prosedürü, yani sistemdir.
Şu halde uyguladığımız sistemin ne olduğunu ve bu sistemin temel ilklerini öğrenmemiz gerekir.
Bu konuda çalışma yaptığımız zaman görürüz ki dünyada iki farklı hukuk sistemi vardır. Anglosakson ve Kontinental hukuk sistemleri. Dünyanın yarıya yakınını oluşturan eski İngiliz kolonilerinde Anglosakson veya Common Law denilen sistem uygulanmaktadır. Diğer ülkelerin hemen tümü ise 1804 Fransız Medeni Kanununun temelini attığı Kontinental (Kıta Avrupası) veya Sivil Hukuk sistemi denilen sistemi uygulamaktadırlar.
İki farklı sistemde sanıkların tutukluluğu açısından ortaya çıkan sonuç insanı şaşırtacak ölçüde farklıdır. Yasaları benzer olan ülkelerde bile sistem farkı tutukluluğa yansımaktadır. Bunun nasıl gerçekleştiğini saptamadan önce yasal duruma bir göz atalım.
KKTC ile Türkiye arasında sanıkların tutukluluğu konusunda yasalar veya bu yasaların ilkeleri farklı mı? İncelediğimiz zaman görürüz ki iki ülke arasında farklılık değil benzerlik vardır.
Konu ile ilgili anayasa veya yasalarda yer alan ilkeleri şöyle özetleyebiliriz.
a)Suçsuzluk ilkesi
TC Anayasası nın 38/ 4 maddesi şöyledir.
"Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz."
Bu cümle geçmişte "masumiyet karinesi" denilen suçsuzluk ilkesini ifade etmektedir.
KKTC Anayasasının 18/4 maddesinde de aynı ilke vardır. Bu madde şöyledir.
"Bir suçtan sanık herkes, suçluluğu yasaya uygun olarak ispat edilinceye kadar suçsuz sayılır."
O zaman sormak zorunda kalırız . Her iki ülkede de mahkumiyetten önce sanıklar suçsuz kabul edildiğine ve dolayısıyla cezalandırılmamaları gerektiğine göre niçin uygulamada ortaya çıkan sonuç bu kadar farklıdır?
Araştırdığımız zaman görürüz ki suçsuzluk ilkesi sadece Türkiye ve KKTC Anayasalarında değil hemen tüm dünya ülkeleri anayasalarında ve uluslar arası insan hakları sözleşmelerinde vardır. Dünyada değişik ülkelerdeki uygulamanın farklı olmasının nedeni ne olabilir?
b)Sanığın kaçma ve delilleri karartma olasılığı
TC Anayasasının 19/ 2 maddesine göre bir sanık kaçmasını ve delilleri karartmalarını önlemek amacıyla tutuklu yargılanabilir.
Aynı ilke bizim içtihatlarımızda da mevcuttur.
Buna rağmen Türkiyede kaçması veya delilleri karartması söz konusu olmayan kişilerin tutuklu yargılandıklarını görüyoruz. Bu nasıl mümkün olabiliyor?
c)Mahkeme kararlarının gerekçeli olma zorunluluğu
Türkiye Anayasasının 142. maddesi şöyledir:
"Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır."
KKTC Anayasasının 139(2)ci maddesi ise şöyledir.
"Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır."
Görüleceği gibi gerekçe konusunda iki ülke anayasaları tıpatıp aynıdır. Daha doğrusu bu ilke tüm dünyada benimsenmiş hukukun temel ilkelerinden biridir. Gerekçesi olmayan bir kararın mahkeme kararı sayılamayacağı tüm hukukçular tarafından kabul edilmektedir. Şu halde karşımıza çıkan sorun gerekçenin olup olmaması değil gerekçenin nasıl olduğudur.
İki ülkede yasalar ve ilkeler aynı olduğu halde uygulama ve sonuç nasıl bu kadar farklı olabiliyor? Nasıl bir sanığın mahkûmiyetten önce tutuklu kalması KKTC de çok ender hallerde gerçekleşirken ve bu konuda halkın büyük şikayetleri olmazken, Türkiyede şikayetler inanılmaz boyutlara ulaşabiliyor? İncelediğimiz zaman farkın iki ülkede uygulanan sistemlerden kaynaklandığı görürüz. Bu durumda iki ülkede uygulanan sitemleri daha iyi öğrenme gereği duyarız.
Türkiyede uygulanan Kontinental sistem ile KKTC de uygulanan Anglosakson sistemin farkları
Anglosakson sistem usul hukuku açısından "Adversarial" dır. Yani eşit tarafların karşılıklı mücadelesi ilkesine dayanır. Kontinental sistem ise "Inquisitorial" dır. Yargıcın kendisinin araştırarak gerçeği bulmasını gerektirir.
"Adversarial" yargılama usulüne göre Yargı iki taraf arasında gerçekleşen bir mücadeledir. Anlaşmazlık içinde olan iki taraf mücadelelerini Mahkemede sürdürüp davayı kazanmaya çalışırlar. Usul Hukuku, bu mücadeleyi düzenleyen kurallardan oluşur. Usul kurallarının amacı mücadelenin eşit koşullarda yapılmasını sağlamak ve yargılama sürecinde taraflardan birinin diğer tarafa karşı haksız avantaj elde etmesini önlemektir.
"Adversarial" yargılama usulünde Yargıç tarafsız hakem konumundadır. Dava yönetiminde inisiyatifi taraflara bırakır. İki tarafın görüşlerini dinleyip bazen taraflardan birine bazen diğerine katılarak, bazen ise orta bir yol bulup adil ve uygun kararlar vererek davayı yönetir. Yargıcın dava yönetiminde inisiyatifi ele alması, davanın nasıl sonuçlanacağı konusunda görüş beyan etmesi, hele taraflardan birinin lehinde olacak veya kraldan fazla kralcı görüntüsü verecek bir tutum içinde davayı yönetmesi sisteme uygun değildir.
"Inquisitorial (Araştırıcı)" ilkeye dayanan Kontinental sistemde ise yargılama devlet adına yapılmaktadır. Gerçeği arama ve bulma görevi Yargıçtadır. Yargıç yargılama işlemine aktif olarak katılır. Tarafların iddialarını dikkate almakla birlikte bunu kendi görevini daha iyi yapabilmek için gerçekleştirir. Usul hukuku Yargıcın görevini daha iyi yerine getirmesini sağlayacak kurallardan oluşur.
Bir örnek verelim. Anglosakson hukuk sisteminde taraflardan biri davanın dinlenmesi için erken gün verilmesini ister ve diğer taraf kabul ederse yargıç buna uygun hareket etmekte sakınca görmeyecektir. Karşı taraf erken gün verilmesine itiraz ederse Yargıç tarafların gerekçelerini dinleyerek adil ve uygun bir gün tespit edecektir. Bazen davaların uzun süre beklemesi adaletin gereğidir. Bazen ise son derece erken dinlenip sonuçlanması gerekir. Bu durumlarda Yargıç adaletin gereğini yerine getirecektir. Kontinental sistemde ise Yargıç önceden belirlenmiş kendi programına bakarak bir gün tespit edecektir. Emredici kararlarla davayı yönetecektir.
Anglosakson sistemde Yargıç usul kurallarını yorumlarken bu kuralların taraflar arasındaki mücadelenin adil olmasını sağlamak amacıyla konmuş kurallar olduğunu dikkate alır. Tarafların iddialarını özgürce öne sürmelerini engellemez. Aksine tarafların davalarını eksiksiz ve hatasız öne sürebilmeleri için onlara yardımcı olur. Sistemin amacı adalet arayan insanları bu mücadelelerinde özgür bırakmak, bir birlerine haksızlık yapmadan ve haksız avantaj sağlamadan davalaşmalarına fırsat vermektir.
Davanın sonunda Yargıç tarafların iddialarını ve sundukları delilleri özetleyecek ve kendisinin hangi görüşe katıldığını gerekçeleri ile anlattıktan sonra davayı sonuçlandıracaktır. Yüzyıllardan beri İngilterede devam etmiş olan bu prosedür mümkün olan en adil sonuca ulaşılmasını sağlamaktadır. Eşit tarafların karşılıklı mücadelesi yöntemi Anglosakson sistemin temeli ve garantisidir.
Anglosakson sistemde hukuk davalarında izlenen bu prosedürün bir benzeri de ceza davalarında izlenmektedir. Bu sistemde bir tarafta polis veya savcılık yer alarak sanığı itham eder. Karşı tarafta yer alan sanık ise yapılan ithamlara karşı savunmasını yapar. Hukuk davalarında olduğu gibi iki taraf eşit statüdedirler ve eşit koşullarda mücadele ederler. Duruşma esnasında savcı ile sanık avukatının aynı seviyede bir masayı paylaşmaları bu eşitliği simgeler. Yargıcın da iki tarafa eşit mesafede durarak yargılamayı yönetmesi beklenir. Kontinental sistemde ise yargılama devlet adına yapılmaktadır . Bu nedenle savcılıkla sanık eşit statüde değillerdir ve öyle görünmelerine gerek de yoktur. Devlet adına yapılan suçlamaya sanık yanıt vermek konumundadır.
Anglosakson sistemde yargılama sürecinde pasif durumda olan ve iki taraf arasındaki mücadeleyi tarafsız bir konumda yöneten Yargıcın duruşma sona erdiğinde etkin bir konuma geldiğini görürüz. Çünkü bu sistemde yasaların yorumu ve uygulanmasında Yargıca geniş takdir yetkisi tanınmaktadır. Ne var ki bu yetki Yargıca keyfi kararlar vermesi için değil Yargıtay içtihatları ışığında adil kararlar vermesi için tanınmıştır. Kontinental sistemde ise yargılama sürecinde çok yetkili olan ve inisiyatifi ele alarak hareket eden Yargıç daha sonra yasaların yorumunda ve uygulamasında bu yetkilerini yitirmekte ve yasaların belirlediği dar sınırlar içinde hareket etmek zorunda kalmaktadır.
İki farklı sistemde Mahkeme kararlarının gerekçelerinin farklı olması
İki farklı sistemi tanıdıktan sonra yasaları benzese bile iki ülkede yargılama sonucunun neden farklı olduğunu daha iyi anlayabiliriz.
Yargılama sürecinde bir sanığın tutuklu kalıp kalmama konusunda Anglosakson sistemi uygulayan KKTC Mahkemesi karar verirken savcının ve sanık avukatının söylediklerini özetleyerek tartmak zorundadır. Tutuklu yargılama emrinin verilebilmesi için savcı sanığın kaçma ve delilleri karartma olasılığı olduğunu iddia edecektir. Buna karşılık sanık avukatının da böyle bir olasılık olmadığını iddia etmesi gerekir. Sonuçta Mahkemenin tutuklu yargılama emri verebilmesi için karşılıklı iddiaları özetlemesi ve " Savcının iddialarına katılıyorum, çünkü sanık şu şekilde kaçabilir veya delilleri karartabilir" demesi gerekir. Mahkeme sanık avukatının iddiaları ışığında bir gerekçe göstermek ve sanığın nasıl kaçabileceğini veya delilleri nasıl karartabileceğini açıklamak zorundadır. Adaleti sağlayan işte bu gerekçe gösterme yükümlülüğüdür.
Türkiyede verilen tutuklu yargılama emirlerini incelediğimiz zaman böyle bir gerekçe içermediklerini görürüz. Yargıç kendisine verilen bilgiler ışığında konuyu değerlendirmekte ve sanığın kaçma ve delilleri karartma olasılığı oluğunu belirterek tutukluluk emri vermektedir. Sanık nasıl kaçacak ve delilleri nasıl karartacak kararda bu konuda hiçbir şey yoktur. Halbuki esas önemli olan bu olasılıkların bulunduğunun ve nasıl gerçekleşebileceklerinin yazılmasıdır. Adversarial usul gereği avukatın iddiaları ışığında bu hususlar karara yazılması gereken gerekçeler haline gelmiştir. Bu hususları içermeyen bir karar gerekçeli sayılamaz.
Özetle Türkiyede uzun ve adaletsiz tutuklu yargılama kararlarının verilme nedeni yasalardaki eksiklik değil kararların gerekçesiz olmasıdır. Buna olanak veren ise tarafların iradesini ikinci plana iten ve sanık avukatının iddialarına değinmeden karar yazılmasına olanak sağlayan Kontinental sistemdir.
Kontinental hukuk sistemi uygulayan diğer ülkelerde durum Türkiyeden farklı mı?
Türkiyede yargılama sürecinde verilen uzun tutukluluk emirlerinin Türkiyeye özgü olduğu ve Kontinental sistemi uygulayan diğer Kıta Avrupası ülkelerinde aynı sorunun bulunmadığı düşünülebilir. Ancak incelediğimiz zaman tarafların iradesini arka plana itme özelliğinin tüm Kontinental ülkelerde bulunduğunu ve bu özelliğin adaletsizliğe neden olduğunu görürüz.
Konuyu daha iyi anlamak için bizi de ilgilendiren önemli bir karara göz atalım.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 1968 yılında dinlediği ve Mehmet Zeka Bey in yargıç olarak bulunduğu Wemhoff V. West Germany davasında bir sanık aleyhine getirilen dolandırıcılık davasında, mahkum olmadan önce 3 yıl 5 ay tutuklu kalmıştı. Sanık Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurarak suçsuz kabul edildiği bir sürede tutuklu kalmasının insan haklarına aykırı olduğunu iddia etti. Hakim Zeka Bey dışındaki diğer 6 yargıç, 3yıl 5 ay tutukluluğun makul olduğu ve insan haklarını ihlal etmediği kanısına vardı. Hakim Zeka Bey ise kararında bu kadar uzun tutukluluğun adaletsiz olduğunu, görev yaptığı Anglosakson sistemde bir sanığın genellikle mahkumiyetten önce birkaç aydan fazla tutuklu kalmadığını açıkladı ve bu olayda sanığın uzun süre tutuklu kalmasının insan haklarını ihlal ettiği sonucuna vardı. Zeka Bey kararında sanıkların uzun süre tutuklu kalmasının Kontinental sistemin ortaya çıkardığı bir sonuç olduğunu, buna rağmen devletin görevini yapması ve yargılamayı en erken bir zamanda sonuçlandırması gerektiğini belirtti ve en olumsuz koşullarda bile bir kişinin mahkumiyet öncesi 6 aydan fazla tutuklu kalmaması gerektiğini karara bağladı.
Alman Hükümeti aradan geçen uzun zamandan sonra, geçen yıl ceza yasasında bir değişiklik yaparak Zeka Beyin görüşünü yasal hale getirdi. Bir kimsenin mahkumiyet öncesi 6 aydan fazla tutuklu kalamayacağını Alman Ceza Usul Yasasına koydu. Bu durum bizim tanınmış bir hukukçumuzun Alman halkına armağanı olarak nitelenebilir.
Görüleceği gibi Anglosakson sistemin çalışma şekli bir sanığın mahkumiyetten önce uzun süre tutuklu kalmasını engellemektedir. Adversarial usul bunun yanı sıra diğer birçok haksızlığa daha engel olmaktadır.
Uyguladığımız Anglosakson sistemin temel ilkelerine sadık kaldığımız sürece adil yargılama kendiliğinden gerçekleşecektir.