KKTC Yargısı

Yargının Önemi
Genelde Yargının önemi konusunda fazla söz söylemeye gerek yoktur. Çünkü herkes bu konuda az, çok bilgi sahibidir.

Bir ülkede Yargının kusursuz çalışmasının ne kadar önemli olduğunu hepimiz biliyoruz.  Toplum yaşamında halkın Yargıya güvenmesi, bir gün bir anlaşmazlığa düşüp  Mahkemelere başvurduğu  zaman adalet bulacağına inanması son derece önemlidir. Böyle bir inancın oluşması halka güven verir, halkta çalışma ve yeni girişimlerde bulunma arzusu uyandırır. Yargının adil olması ve halkın adil olduğuna inanması  toplum içindeki tüm faaliyetleri etkiler.

O zaman sormamız gerekiyor. Yargıyı adil hale getirmek veya adil ise  bozulmasını önlemek nasıl mümkün olabilir? Halkta Yargının adil olduğu inancını oluşturmak için ne yapmalıyız?
Bu konuda doğru bir görüş ortaya koyabilmek için tüm dünya ülkelerinde Yargının durumunu  incelememiz gerekir. Bunu yaptığımız zaman görürüz ki dünyadaki hiçbir ülkenin   Yargısı kusursuz değildir. Yargının mükemmel olması ulaşılması imkansız bir ideal gibidir.

Bu ideale bir süre ulaşılsa bile daha sonra yeniden sorunlar ortaya çıkabilir. Bu durumda yeni  değişikliklere gereksinim duyulacaktır. Bunun nedeni  toplumların sürekli değişim içinde olmasıdır. Şu halde Yargının standardını yükseltmek veya yüksek tutmak için sürekli çaba harcamayı göze almalıyız.

KKTC Yargısının Durumu
Bu girişten sonra kendi ülkemize dönelim. KKTC Yargısının durumu nedir? KKTC Yargısının standardını yükseltmek ve yüksek tutmak çin neler yapmalıyız?

Medyayı izlediğimiz zaman KKTC halkının bazen Yargıdan acı acı şikayet ettiğini duyarız. Bu durumu bir ölçüde normal karşılayabiliriz. Çünkü Mahkemeye başvuran iki kişiden biri davayı kazanır diğeri ise kaybeder. Kaybedenin şikayet etmesi  doğaldır. Bu nedenle her ülkede her zaman Yargıdan şikayetler olacaktır. Önemli olan şikayetlerin belli bir oranın üstüne çıkmamasıdır.

Diğer dünya ülkeleri ile kıyasladığımız zaman KKTC Yargısının durumunun pek de kötü olmadığını anlarız. Buna rağmen daha iyi hale getirebilir miyiz veya bozulmasını önleyebilir miyiz diye  düşünmeye başlamamızda yarar vardır.

Kanımca KKTC Yargısının standardını korumak ve yükseltmek için ilk yapmamız gereken şey bu konuda yüksek bir ideal benimsemektir. Diğer bir deyişle  çıtayı yüksek tutmaktır. Bunun için ilk adımda KKTC Yargısını dünyanın en adil Yargılarından biri haline getirme idealini benimsememiz gerekir. Gerçi bu ideale ulaşabileceğimiz şüphelidir. Çünkü aynı amacı benimsemiş ve yüzyıllardan beri bu yönde çaba harcamış başka ülkeler de vardır. Buna rağmen çıtayı yüksek tutmanın bize sayısız faydası olacaktır. Bu ideal bir kutup yıldızı gibi doğru yönü bulmamızı sağlayacaktır.

Geçmişte bu görüşten hareket edildiği için Yüksek Mahkeme odasına  "Amacımız  KKTC Mahkemelerini  dünyanın en adil Mahkemelerinden biri haline getirmektir" diye yazılmıştı. Mahkemede çekilmiş ekteki resimde duvarda yazılı olan sözler bunlardır.
Bir an için bu amacı benimsediğimizi ve KKTC Mahkemelerini  dünyanın en adil Mahkemelerinden  biri  haline getirme ideali ile yola çıktığımızı varsayalım. O zaman emeğimizi acımadan ciddi bir çalışma yapmayı göze almalıyız. Bu alanda   ciddi eleştiriler ve öneriler  yapmaktan çekinmemeliyiz.

Dünyada İki Farklı Sistemin Bulunması
Ciddi bir çalışma yapmaya karar verip dünya ülkelerini taradığımız zaman dünyada iki farklı hukuk sisteminin uygulandığını görürüz. KKTC hukukçuları arasında dikkati çeken en önemli eksiklik kendi hukuk sistemlerini yeterince tanımamalarıdır. Buna da şaşırmamak gerekir.  Çünkü Anglosakson sistem denilen bu sistemi İngiliz usul hukukunu okutan okullarda öğrenmek mümkündür. KKTC hukukçularının mezun olduğu okullarda ise İngiliz usul hukuku okutulmamaktadır. Hele mukayeseli usul hukukunu öğreten okul bulmak çok zordur. İngiltere'de sadece Avukat veya Yargıç olanların okumak zorunda olduğu Inns of Court ta usul hukuku okutulmaktadır  ki bu okuldan mezun olan KKTC hukukçuları  oldukça azdır.

Bu nedenlerle KKTC de uygulanan  hukuk sistemini öğrenmek isteyenler  özel bir gayret göstermek zorundadırlar. Bu gayreti göstermek isteyenlere yardımcı olmak için önünüzdeki çalışmayı yaptım.  Arzu ederseniz birlikte çalışmaya  devam edelim. Bu son derece  önemli konuda emeğimizi acımadan bilgimizi artıralım. Ülkemizin hukuk sistemi ile bu sistemin temel ilkelerini öğrenmeye çalışalım.

Araştırdıkça göreceğiz ki ülkemiz Yargısının karşı karşıya olduğu en büyük tehlike kendi hukuk sitemini tanımamak ve bu sistemle bağdaşmayan yasal değişiklikler yaparak yozlaşmaya neden olmaktır.

Hukuk sistemleri konusunda  bilgimizi artırmaya çalıştığımız zaman görürüz ki bugün dünyada uygulanan iki farklı hukuk sistemi vardır. Sistemlerden biri İngiliz, Anglosakson veya "Common Law" denilen  sistemdir. Diğeri ise  Kontinental veya Sivil Hukuk denilen sistemdir. Dünyada bu iki sistemin dışında kalan ülkeler de bulunmakla birlikte, üzerinde durulmayacak kadar azdırlar.

Anglosakson sistem İngiltere ile tüm eski İngiliz kolonilerinde uygulanmaktadır. Geriye kalan ülkelerde istisnalar hariç Kontinental sistem uygulamaktadır.
Bu açıdan baktığımız zaman KKTC nin son derece ilginç bir konumda olduğunu görürüz. Bir taraftan eski İngiliz kolonisi olarak Anglo Sakson hukuk sistemini uygulamaktadır. Diğer taraftan Anavatan Türkiye ile çok yakın temas halinde olduğu için Kontinental sistemden etkilenmektedir.

Bu nedenle KKTC Yargısının dünyanın en şanslı ve/veya en şanssız Yargısı olduğunu söyleyebiliriz.
Şanslıdır. Çünkü dünyada uygulanan iki hukuk sisteminden birini uygularken diğerini de yakından öğrenme olanağına sahip olmuştur. Şansızdır. Çünkü iki sistem bilinçsizce bir birine karıştırılırsa  KKTC Yargısı erken zamanda yozlaşacaktır. Karşı karşıya olduğumuz tehlikenin  kaynağında bu sorun vardır.

Bu tablo karşısında şunları söyleyebiliriz. KKTC hukukçuları iki sistemi yakından tanımalı ve elde ettikleri   bilgi ışığında hatalı değişikliklerden kaçınıp yozlaşmayı önlemelidir. O zaman sormamız gerekiyor. İki sistemin temel farkı nedir.?
Hemen yanıtlayalım.

Mahkemenin fonksiyonu ve Yargıcın görevi iki sistemde birbirinden farklıdır. Anglosakson sistemde Yargıcın görevi tarafsız kalarak hakem konumunda iki taraf arasındaki mücadeleyi yönetmektir. Kontinental sistemde ise yargıç  inisiyatifi ele alarak  doğrudan gerçeği aramaktadır.

Bir ülkenin Yargıcı ya taraflar arasındaki mücadeleyi denetleyip yönetecek,  ya da inisiyatifi ele alarak gerçeği kendisi arayacaktır? Bu iki görev birbirinden farklı, hatta terstir.  Bu nedenle sistemlerden birini uygulayan bir ülkede değişiklik yapılırken dikkatli olmak ve iki sistemi bilinçsizce  birbirine karıştırarak  Yargının bozulmasına fırsat vermemek gerekir.

İngiltere  Hukuk Siteminde Değişiklikler ve İngiltere Başhakimi ile Tartışma
Anglo sakson  ve Kontinental hukuk sistemlerinin temel ilkelerine  geçmeden önce bir anımı anlatmak istiyorum. 2005 yılından önce İngilterenin Baş Hakimi Sir Harry Woolf idi. 1999 yılında İngiliz hukuk sisteminde bir reform gerçekleştirdi. Woolf reformları denilen bu reformların büyük bölümü İngiliz hukuk sisteminin temel ilkelerine uygunilkelerdi ve İngiliz Yargısına büyük yararı olmuştur. Ancak  yapılan değişikliklerin bir bölümü Kontinental ilkelerin İngiliz hukuk sistemi içine alınması anlamına geliyordu. KKTC de yaşadığımız deneyimler bizim bu konuda kaygılı olmamıza neden olmuştu. Reformlar arasında yer alan ve "Case Management" denilen değişikliğin  sorun yaratabileceğini ve  İngiliz hukuk sistemine faydadan çok zarar verebileceğini düşünüyorduk.

Yüksek Mahkeme Yargıcı ve Başkanı olduğum sürede bir çok kez Türkiye Adalet Bakanının daveti ile yargıç arkadaşlarla birlikte  Türkiye'ye gittik ve yasal sorunları Anavatan Yargıçları ile tartıştık.  İki kez de İngiliz Adalet Bakanlığının daveti ile İngiltere'ye gittik. İngiliz Yargısını yakından izleme olanağına kavuştuk.

İngiliz hukukçu ve Yargıçlar ile tartışınca kendi  sistemlerini çok iyi bildiklerini görüyordum. Ancak hayretle Kontinental sistemin ilkelerini ve sorunlarını yeterince bilmediklerine tanık oluyordum. İngiltere AB ye girinceye kadar Kontinental  sistemi öğrenme gereği duymadıklarını  zannediyorum.

Anglosakson sistemde Yargıcın görevi tarafsızlığını koruyarak dava sonuna kadar bir hakem gibi davayı yönetmektir. Kontinental sistemde ise yargıç gerçeği doğrudan kendisi arar.  İngilterede yasal  bir değişiklik veya reform yapılırken bu temel farklılık dikkate alınmalıydı. Bu nedenle Yargıçların Yargı sürecine müdahalesini artırmayan, bir davada  tarafların kendi aralarında sorunları çözmelerini zorlaştırmayan değişiklikler yapılması gerektiğini düşünüyorduk.  Nitekim Woolf reformlarının bir bölümü, örneğin  "Uzlaşım" böyledir. Ancak bu ve bunun gibi sisteme uygun değişiklikler yapılırken  "Yargıçların  yetkisini artırıp davalara daha fazla müdahalesini sağlayarak sorunları çözelim" düşüncesi ile değişiklikler de yapılmıştır. İlk anda  yararlı  gibi  görünen bu değişiklikler beklenen sonucu vermemiş aksine sistemi bozma tehlikesi yaratmıştır. Biz Anglosakson sisteme uymayan ilkelerin çelişki yaratacağına  ve sorun çıkaracağına inanıyor ve bu görüşümüzü çeşitli platformlarda ifade ediyorduk.

Bu görüşler içinde  İngilterede bir resepsiyonda Sir Harry  Woolf la yani reformları yapan kişi ile karşılaştım.  Kendisi ile Woolf reformlarını tartıştım.
Bu  tartışmamız resepsiyonda bulunan hukukçuların dikkatini çekmişti. Resmimizi çekenler oldu. Bu resimlerden biri ekte  görülmektedir.

Sir Woolf a özetle şunları söyledim:  "Kontinental" usul hukuku  ilkelerini İngiliz usul hukuku içine almak hatalı sonuçlar doğurabilir. Bildiğiniz gibi biz KKTC de Anglosakson hukuk sistemini uygulamaktayız. Türkiye'de ise  Kontinental  sistem uygulanmaktadır. Türkiye  bizim Anavatanımızdır. Türkiye ile çok yakın  ilişkiler içindeyiz. Türk hukuk sistemini tanıma olanağına sahip olduk. KKTC iki hukuk sisteminin yan yana uygulandığı bir laboratuvar gibidir. İki sistemin farklılığını ve dikkatsizce bir birine karıştırmanın yaratacağı sorunları en iyi bilen KKTC hukukçularıdır. Reformları gerçekleştirmeden  önce bizdeki deneyimlerden yararlanmanız iyi olurdu."

"Reformlar arasında yer alan "Case Management" Yargıçlara usul alanında daha fazla yetki vererek ve Yargıçların yargılama prosedürüne daha fazla müdahalesini sağlayarak Yargı sistemini geliştirmeyi  amaçlamaktadır. Halbuki bunlar Kontinental hukuk sisteminin  ilkeleridir. Teoride doğru gibi görünseler bile uygulamada ümit edilen sonucu vermezler."

"Yargıya başvurmayı zorlaştırmak veya pahalı hale getirmek de son derece hatalıdır. Çünkü halk Yargıdan ne kadar çok yararlanırsa ve adil kararlar verildiğini görürse Yargı görevini o kadar iyi yerine getirmiş olur."

Sir Harry  Woolf  un yaptığım eleştirilerden memnun kaldığını söyleyemem. Verdiği  yanıtta
"Case Management" ın Yargı yı süratlendirmek ve Yargı masraflarını azaltmak için yapıldığını  söyledi. Ona  bu ilkelerin uygulandığı Koninental ülkelerde davaların daha uzun sürdüğünü ve daha masraflı olduğunu söyledim. Konuşmamızda kendisinin Kontinental ülkelerde  yaşanan sorunları yeterince bilmediğini hayretle gördüm.

Açıkça söylemese de yapılan değişikliklerin AB ye uyum sağlamak amacıyla yapıldığını düşündüm.  "Case Management" dışında Woolf reformlarının büyük bölümünü takdir ettiğim için aramızda bir kırgınlık olmadan ayrıldık.

Yasalarda yapılan bir değişikliğin uygulamada nasıl  sonuç doğuracağı önemlidir.
"Case Management" in İngilterede ne gibi sonuçlar doğurduğunu incelemeye devam ediyoruz. Tahminimin aksine "Case Management" in İngiliz Yargısına korktuğum kadar büyük zarar vermediğini görerek  memnun oluyorum.

Anglosakson hukuk sisteminin "Adversarial" özelliği   yüzyıllarca devam etmiş, büyük emekler sonucu  oluşmuş  köklü bir özelliktir. Bu özellik  İngiliz yargısının temelidir. Bu temelin kolay kolay  bozulmayacağını ve  İngiltere Yargısının  fazla etkilenmeden bu  fırtınayı atlatacağını düşünüyorum. Nitekim  Woolf reformunda yer alan "Case Management" in  fazla  uygulama alanı bulamadığını  ve bir formalite olarak  kaldığını işitiyoruz. Ancak aynı ilkelerin KKTC hukuk sistemine kabulü acaba nasıl bir sonuç doğuracaktır? Yargı sistemimizi alt üst edecek değil mi?

Sanırım bir çok genç hukukçu benim "Case Management" konusunda bu kadar olumsuz görüş sahibi olmamı sorgulayacaktır. Belki de  kendi kendine "Bizim bir Yüksek Mahkeme Başkanımıza, İngilterde  reform gerçekleştirmiş bir İngiliz Yüksek Mahkeme Başkanını  eleştirecek kadar ters görünen ne idi?" diye soracaktır.

Acaba niçin Kontinental ilkelerin sorun yaratacağından  bu kadar emindik ve çekinmeden yapılanları eleştiriyorduk? Bu soruya yanıt verebilmek için  Kıbrısta yaşadığımız deneyimlere göz atmamız yararlı olacaktır.

KKTC Yaşanan Deneyimler

1963 den sonra hukuk alanında Anavatan Türkiye ile çok yakın ilişkiler içine girdik. İki ülkede uygulanan hukuk sistemlerinin farklı olması nedeniyle sorunlar yaşamaya başladık. Ortaya çıkan sorunların giderilmesi amacıyla o tarihlerde Kıbrıs'ta görev yapan Prof .Orhan Aldıkaçtı, Türk Hukuk Sistemini ülkemize getirme çabaları içine girdi.

Anglosakson sistemde  Ceza Yasalarında  suçlara verilecek cezaların sadece yüksek sınırı belirtilmektedir. Dolayısıyla Yargıcın çok az ceza vermek veya hiç ceza vermemekle, yasada belirtilen en yüksek cezayı vermek arasında herhangi bir cezayı verme yetkisi vardır. Prof. Aldıkaçtı ilk adım olarak bunun değişmesi ve yasada alt sınırın da belirtilmesi gerektiğini öne sürdü. Basit gibi görünen bu değişiklik aslında tüm sistemin değişmesi anlamına geliyordu. Kıbrıs'ta görev yapan İngiltere'de eğitim görmüş hukukçular bu girişime karşı çıktılar. Daha sonra biz Türkiye hukuk fakültelerinden mezun olanlar da farklı bir gerekçe ile karşı çıkanlara katıldık.

İngiltere mezunları tanımadıkları bir sistem olduğu için Türk hukuk sistemine karşıydılar. Biz ise objektif bir kıyaslama sonunda Anglosakson hukuk sisteminin Kontinental hukuk sisteminden daha iyi olduğu kanısına vardığımız için karşı çıkmaya karar vermiştik. Bu nedenle düzenlenen konferanslarda Kıbrıs'ta uygulanan Anglosakson hukuk sisteminin Türkiye'de uygulanan Kontinental hukuk sisteminden daha iyi olduğunu ve bu nedenle değiştirilmemesi gerektiğini savunduk.

O tarihlerde Sn.Bülent Ecevit de bizimle aynı doğrultuda görüşler öne sürüyor ve Kıbrıstaki hukuk siteminin bozulmaması gerektiğini, aksine Anglosakson hukuk sistemindeki ilkelerden yararlanarak Türk hukuk sisteminde reform yapılmasının uygun olacağını söylüyordu. Bu ortamda biz de Kontinetal hukuk sistemini eleştirmeye başladık ve Anglosakson sistemin devamında ısrarlı olduk. Türkiye'nin üst düzey hukukçuları da yaptığımız tartışmalarda, onlar da öne sürdüğümüz görüşleri destekliyorlardı.

11-12 Şubat 1999 da Ankara'da gerçekleşen hukuk forumunda iki sistem arasındaki farkları örnekler vererek anlatmaya çalıştım ve bizim hukuk sistemimizin daha iyi olduğunu savundum. Bu konuşmamdan sonra o tarihte Yargıtay üyesi olan Sn. Sami Selçuk görüşlerime tamamen katıldığını söyledi. Bir süre sonra Türkiye Yargıtay Başkanı olan Sn. Sami Selçuk, un "Türk hukuk sistemini az bile eleştirdin" dediğini anımsıyorum.

Kıbrıs'ta uygulanan Anglosakson hukuk sistemini savunmamızın nedeni teorik görüşler değil, iki sistem arasındaki farkları pratikte görerek saptamış olmamızdı. Bizim için önemli olan hangi sistemin halkın ihtiyaçlarını daha iyi karşıladığı ve daha adil olduğu idi. 1974 den sonra ülkemiz iki sistem arasındaki farkların saptanabileceği bir laboratuvar haline gelmişti.  Sanırım dünyada hiçbir yerde iki sistem KKTC de olduğu kadar yakınlaşmamış  ve iki sistemin farklı olması nedeniyle  sorunlar bu kadar su yüzüne çıkmamıştır. KKTC iki sistemi kıyaslamak ve  aralarındaki  farklılıkları belirlemek  için ideal bir  araştırma ortamı oluşturmuştur.

Kitaplarda öğrendiğimiz teorik bilgilerle yetinmeyip pratikte gerçekleşenleri öğrenmeye çalışıyorduk. Bu konuda çok ilginç olan durum 1974 den sonra ülkemizde iki farklı hukuk sisteminin yan yana uygulanmaya başlamış olmasıydı. Güvenlik Kuvvetlerine bağlı Askeri Mahkemede Anglosakson sistemi, Girne'deki Kolordu Askeri Mahkemesinde ise Kontinental sistem uygulanıyordu. Bir ülkede görev yapan birbirine bağlı iki ordudan birinde bir hukuk sisteminin diğerinde ise diğer sistemin uygulanması yasal açıdan çok ilginç bir tablo ortaya çıkarıyordu.

1974 yılından sonra bir süre Güvenlik Kuvvetleri Askeri Mahkemesinde görev yaptım. Bu devrede Kolordu Askeri Mahkemesi yargıçları ile sürekli olarak bir araya geliyor ve iki sistemi kıyaslayan konuşmalar yapıyorduk. O tarihlerde birlikte suç işleyen askerler oluyordu. Birlikte suç işleyen iki askerden birinin Anglosakson sisteme göre diğerinin Kontinental sisteme göre yargılanması çok ilginç bir tablo ortaya çıkarıyordu. Böylece iki sistemi kıyaslamamız son derece kolaylaşmıştı.

Yaptığımız gözlemlerden ve tartışmalardan sonra iki sistem arasındaki farkları iyice  öğrenmiştik. Bu tartışmalardan çıkan sonuç Anglosakson sistemin Kontinental sistemden daha üstün olduğu idi. Daha süratli idi, gerçeği daha doğru bir şekilde ortaya çıkarıyordu ve daha adil sonuçlara varıyordu. Pratikte ortaya çıkan bu durumu gördükten sonra teoride iki sistemden hangisinin daha iyi olduğunu tartışmamızın bir önemi kalmıyordu.

Bu kanıya vardıktan sonra inançlı bir şekilde Türkiye'de uygulanan Kontinental sistemin KKTC ye gelmesine karşı çıktık. KKTC hukukunun kendi sistemi içinde kalarak geliştirilmesi ve kusursuz hale getirilmesi gerektiği görüşünü benimsedik. Sanırım öne sürdüğümüz görüşlerin de etkisi ile Türk hukuk sisteminin KKTC ye getirilmesi çalışmaları fazla  yol kat etmeden durdu. Ancak maalesef daha  sonra Kontinental sistem ilkeleri şu veya bu şekilde sistemimiz içine girmeye başladı. Yargıdaki bozulma olasılığının temel nedeni budur.

En büyük değişiklik 2008  yılında, 2008 Hukuk Muhakemeleri Usulü (Değişiklik) Tüzüğü ile gerçekleşti. Böylece  "Case Management" diye de isimlendirilen Kontinental kurallar usul hukukumuzun içine kabul edildi. Bu değişikliğin neler getireceğini dikkatle incelememiz gerekmektedir. Değişikliğin ne  gibi sorunlar çıkaracağını anlamak için iki sistemi daha iyi tanımamız gerekmektedir.

Anglosakson ve Kontinental Sistemlerinin Özellikleri ve Farkları
Anglosakson sistem usul hukuku açısından  "Adversarial" dır. Yani eşit tarafların karşılıklı mücadelesi ilkesine dayanır. Kontinental  sistem  ise "Inquisitorial" dır. Yargıcın kendisinin araştırarak gerçeği   bulmasını gerektirir.

Anglosakson sistemin diğer önemli bir özelliği ise yasaların yorumu ve uygulamasında Yargıca geniş  geniş takdir yetkisi tanımasıdır. Ne var ki bu yetki Yargıca keyfi  kararlar vermesi için değil Yargıtay içtihatları ışığında adil kararlar vermesi için tanınmıştır. Kontinental sistemde ise gerek yasaların yorumunda gerekse uygulamasında Yargıç yasaların belirlediği dar sınırlar içinde hareket etmek zorundadır.

  "Adversarial" sisteme  göre Yargı iki taraf arasında  gerçekleşen bir mücadeledir. Anlaşmazlık içinde olan iki taraf mücadelelerini Mahkemede sürdürüp davayı kazanmaya çalışırlar. Usul Hukuku, bu mücadeleyi düzenleyen kurallardan oluşur. Usul kurallarının amacı mücadelenin eşit koşullarda yapılmasını  sağlamak ve yargılama sürecinde taraflardan birinin diğer taraftan haksız avantaj elde etmesini önlemektir. Yargıç bu mücadelede tarafsız bir hakem konumundadır. Dava yönetiminde inisiyatifi taraflara bırakır. İki tarafın görüşlerini dinleyip bazen taraflardan birine bazen diğerine katılarak, bazen ise  orta bir  yol bulup adil ve uygun kararlar vererek davayı yönetir. Yargıcın dava yönetiminde inisiyatifi ele alması, davanın nasıl sonuçlanacağı konusunda görüş beyan etmesi,   hele taraflardan birinin lehinde  olacak veya kraldan fazla kralcı görüntüsü verecek bir tutum içinde davayı  yönetmesi  sisteme uygun değildir.

"Inquisitorial (Araştırıcı)" ilkeye dayanan Kontinental sistemde ise yargılama devlet adına yapılmaktadır.  Gerçeği arama ve bulma görevi Yargıçtadır.  Yargıç yargılama işlemine aktif olarak katılır. Tarafların iddialarını dikkate almakla birlikte bunu kendi görevini daha iyi yapabilmek için gerçekleştirir. Usul hukuku Yargıcın görevini daha iyi yerine getirmesini sağlayacak kurallardan oluşur.

Bir örnek verelim. Anglosakson hukuk sisteminde taraflardan biri davanın dinlenmesi için erken gün verilmesini ister ve diğer taraf  kabul ederse yargıç buna uygun hareket etmekte sakınca görmeyecektir. Karşı taraf erken gün verilmesine itiraz ederse Yargıç tarafların gerekçelerini dinleyerek adil ve uygun bir gün tespit edecektir. Bazen davaların uzun süre beklemesi adaletin gereğidir. Bazen ise son derece erken dinlenip sonuçlanması gerekir. Bu durumlarda Yargıç  adaletin gereğini yerine getirecektir. Kontinental sistemde ise Yargıç önceden belirlenmiş  kendi programına  bakarak bir gün tespit edecektir. Emredici kararlarla davayı yönetecektir.

Anglosakson sistemde Yargıç usul kurallarını  yorumlarken bu kuralların taraflar arasındaki mücadelenin adil olmasını sağlamak amacıyla konmuş kurallar olduğunu dikkate alır. Tarafların iddialarını özgürce öne sürmelerini engellemez. Aksine tarafların davalarını eksiksiz ve hatasız öne sürebilmeleri için onlara yardımcı olur. Sistemin amacı adalet arayan insanları bu mücadelelerinde özgür bırakmak, bir birlerine  haksızlık yapmadan ve haksız avantaj sağlamadan davalaşmalarına fırsat vermektir.

Davanın sonunda Yargıç tarafların iddialarını ve sundukları delilleri özetleyecek ve kendisinin hangi görüşe katıldığını gerekçeleri ile anlattıktan sonra davayı sonuçlandıracaktır. Yüzyıllardan beri İngilterede devam etmiş olan bu  prosedür mümkün olan en adil sonuca ulaşılmasını sağlamaktadır. Eşit tarafların karşılıklı mücadelesi yöntemi Anglosakson sistemin temeli ve garantisidir.

Anglosakson sistemde hukuk davalarında izlenen bu prosedürün bir  benzeri de ceza davalarında izlenmektedir. Bu sistemde bir tarafta polis veya  Savcılık yer alarak sanığı itham eder. Karşı tarafta yer alan sanık ise yapılan ithamlara karşı savunmasını yapar. Hukuk davalarında olduğu gibi iki taraf eşit statüdedirler ve eşit koşullarda mücadele ederler. Duruşma esnasında Savcı ile sanık avukatının aynı seviyede bir masayı paylaşmaları  bu eşitliği simgeler. Yargıcın da  iki tarafa eşit mesafede  durarak yargılamayı yönetmesi beklenir.  Kontinental  sistemde ise yargılama devlet adına yapılmaktadır . Bu nedenle Savcılıkla sanık eşit statüde  değillerdir ve öyle görünmelerine  gerek de yoktur. Devlet adına   yapılan  suçlamaya sanık yanıt vermek konumundadır.

Son zamanlarda Kontinentlal savcıların da avukatlar la aynı masayı paylaşması yönünde girişimler olmaktadır. Ancak bu konu sadece masayı paylaşma konusu değildir. Adversarial sistemin temel ilkelerini yani iki eşit taraf olduğunu kabul etmeden yapılan bir değişiklik görüntüden ibaret olacaktır.

Yargıcın inisiyatifi ele alarak emredici kararlarla davayı yönetmesi ilk anda daha süratli ve daha adil bir yargılama olacağı izlenimi verebilir. Ancak pratikte gerçekleşen sonuç bunun tam tersi olmaktadır.

Yargıçların Takdir Yetkisi
Anglosakson sistemde mücadelenin taraflar arasında gerçekleştiğini Yargıcın bu mücadeleyi yönettiğini fakat mümkün olduğu ölçüde mücadeleye  müdahale etmediğini yani hakem konumunda kaldığını  gördük. Ancak bu özellik sadece yargılama usulündedir. Dava sona erip iş karar vermeye gelince Yargıcın yetkilerinin  arttığını ve Kontinental Yargıçlara göre çok daha fazla olduğunu görürüz.

Bunun nedeni Anglosakson yasalarının  her şeyi düzenlemeyip geniş alanları yargıcın takdirine bırakmalarıdır. Ancak Yargıcın takdirine kalan alanları keyfi değil  adil kararlar vererek doldurması gerekmektedir.

Bu şekilde yasaların uygulanmasında Yargıçlar  bir taraftan ince ayar yaparak ülkeye daha fazla adalet gelmesini sağlarken  diğer taraftan hukuku yaratmada Yasama Meclislerine    katkıda bulunurlar. Anglosakson sistemi Kontinental sistemden üstün kılan önemli özelliklerden biri de  budur.

Anglosakson sistemin doğru çalışması ve adil bir sonuç vermesi için bu özelliklerin bozulmamasına özen göstermek gerekir. Maalesef KKTC de yargıçların geniş takdir yetkisinin bozulması yönünde de gelişmeler olmuştur. Bir taraftan usul hukukunda Yargıçların davaya daha fazla müdahalesini öngören 2008 Tüzük değişikliği yapılırken diğer taraftan Yargıcın takdir yetkisini sınırlama yönünde girişimler  olmuştur.

Yukarıda Prof. O.Aldıkaçtı'nın ilk yıllarda cezaların alt sınırını belirleme girişimini gördük. Anglosakson sistemdeki yasalarda suçlara verilecek cezaların sadece en yüksek sınırı belirlenmektedir. Bu durumda Yargıç bir suça hiç ceza vermemekle en yüksek cezayı  vermek arasında herhangi bir cezayı verme yetkisine sahiptir.  Kontinental hukuk sisteminde yetişen bir hukukçu bu durum karşısında "Bu nasıl iş? Yargıcın herhangi bir cezayı verebilmesi nasıl doğru olabilir?"  diye soracaktır. Halbuki Anglosakson hukuk sistemi Yargıca tanınan  geniş takdir yetkisinin nasıl kullanılacağını da belirlemiştir. Yargıcın takdir yetkisini keyfi değil adil kararlar vererek kullanması gerekir. Adil ceza ise benzer olaylarda Yargıtayın daha önce onayladığı cezalara bakarak  bulunabilir.
Diyelim ki ortada bir hırsızlık suçu var. Yargıç benzer  hırsızlık suçlarında Yargıtayın onayladığı cezalara bakacak ve önündeki olayı oradaki olayla   kıyaslayarak  daha hafif veya daha ağır bir ceza verecektir.

Kontinental sistemde ise Yargıç, yasaların  başka bir zaman diliminde, çok farklı  değerlendirmeler ışığında  saptadığı sınırlar arasında kalarak  bir ceza saptamaktadır. Böyle bir cezanın daha adil olması söz konusu olamaz.
Geçmişte Yargıçların takdir yetkisini azaltma  yönünde yapılan girişime karşı çıkılması isabetli olmuştu. Böyle bir değişikliğin Anglosakson sisteme ters düşeceği ve sorunlar yaratacağı açıktı. Bundan böyle de Yasa Koyucunun sistemin bu özelliğini dikkate alması ve Yargıcın takdir yetkisini ortadan kaldırmayan, boşluğun adil kararlarla doldurulmasına fırsat veren yasalar yapması uygun olacaktır.

Yasaların Yorumu
Yargılama sürecinde Yargıç sürekli olarak yasaları yorumlar. Yasaların yorumu yasa koyucunun iradesini ortaya çıkarmak için yapılır. Bunun için  iki farklı yöntem uygulanabilir. Bunlar "söze önem veren"  ve "öze önem veren" yöntemlerdir.
Söze önem veren yöntem uygulanırken yasadaki sözlerin anlamı dikkate alınır. Bu yöntemde sözlerin teknik anlamına değil günlük hayatta kullanılan normal anlamlarına  bakmak gerekir. Çünkü yasaların halk tarafından okunup anlaşılması için yapıldığı kabul edilir.
Bu kurala uygun hareket edildiği zaman yasaların yorumunda fazla bir sorun çıkmaması gerektiğini düşünürüz. Ancak uygulamada durum hiç de öyle değildir.

Söze önem veren  yöntemle yapılan bir yorumda  bazen yasaya, yasanın amacına ters düşen bir anlam verilebilmektedir. Yasalar kaleme alınırken gerekli titizliğin gösterilmemesi ve bazen yanlış sözcükler kullanılması  bu hataya katkıda bulunmaktadır.
Öze önem veren yorumda yasadaki sözcüklerden hareket edilmekle birlikte  yasanın amacı öncelikle dikkate alınır. Her yasanın kendine özgü bir amacı vardır. Ayrıca tüm  yasaların müşterek  amacı adil bir düzenleme yapmaktır. Yorum yapılırken  bu amaçlar  üzerinde durulması  yasalara  daha adil anlam verilmesini  sağlar.

Geçmişte İngiltere'de  ve bizde  bazı hukukçular  yasaların sözsel yorumuna  büyük ağırlık verdiler. Bunu yaparken yasanın amacını adaleti gerçekleştirme özelliğini göz ardı ettiler. "Biz yasaların moral yönüyle ilgilenmeyiz" diye bir görüş benimsediler. Sözsel yorum yapmak onlara daha kolay ve daha etkili geliyordu. Bazen adaletsiz sonuçlara neden olan  bu yorum şekline şekilci hukuk ismi de verilebilir. 

Şekilci hukuk anlayışını benimseyen hukukçular yasa veya tüzüğün sözcüklerinden hareket ederek bazen yasa koyucunun öngörmediği hatta aklına gelmeyen dar bir yorum yapmakta ve davanın kaderini bu yoruma bağlamaktadırlar. Sonuçta davayı kaybeden tarafa : "Bu davada moral açıdan haklı olabilirsin ancak şöyle bir kural var. Kuralı kim koymuş, hangi amaçla koymuş bizi ilgilendirmez. Kuralın sözcükleri bu anlama geliyor. Bu nedenle davayı kaybediyorsun" demektedirler.

KKTC Mahkemelerini dünyanın en adil mahkemelerinden biri haline getirmek isteyen bir grup arkadaş bu yorum şekline karşı çıktık. Daha adil sonuçlara varılmasını sağlamak  için yasaların amacının ön plana çıkarılması gerektiğini savunduk.
Şekilci hukuk akımı İngilterede de olmuş ve orada da  buna karşı çıkan Yargıçlar  olmuştur.  Bundan böyle de hukukçular arasında şekilci yorum eğiliminin devam edeceği anlaşılmaktadır. Buna karşı adalete gönül veren meslektaşların daha adil olan yorumda ısrar etmeleri yararlı olacaktır.

Equity İlkelerinin Uygulanması
Anglosakson sistemde Yargının adil kararlar vermesini  sağlayan  önemli kurumlardan biri de Nısfet ilkeleri(Equity) dir.
Nısfet ilkeleri yasaların katı ve dar yorumunun adil olmayan sonuçlar doğurma olasılığı bulunması  halinde devreye girer ve Mahkemelerin o konuya özgü hakkaniyete uygun bir karar vermesini  sağlar.  Bir görüşe göre Nısfet ilkeleri İngiliz hukukunun özüdür. Çünkü bu ilkeler olmadan İngiliz hukuku anlamsız hale gelebilir.

Bu kadar önemli olmasına ve sistemin ayrılmaz bir parçası olmasına rağmen Nısfet ilkeleri KKTC de  uzun süre  uygulanmamış ve göz ardı edilmiştir.
Halbuki yasalara göre   Nısfet ilkelerinin Kıbrısta sürekli olarak uygulanması gerekiyordu.  Kıbrıs Cumhuriyeti kurulunca ilk yapılan yasalardan biri olan  "1960 Adalet Mahkemeleri Yasası"  yeni kurulan Kıbrıs Cumhuriyetinde hangi yasaların uygulanmaya devam edeceğini tek tek saymıştır. Sayılan yasalar arasında Nısfet ilkeleri de vardır. Daha sonra  yapılan ve halen yürürlükte olan "1976 Mahkemeler Yasası" ında da  aynı hüküm  yer almaktadır.  Buna rağmen geçmişte KKTC  hukukçuları arasında Nısfet ilkelerinin geçerli olmadığı ve uygulanmayacağı şeklinde bir görüş oluşmuştur.

Nısfet ilkelerine göre   "Yargının görevi adaleti gerçekleştirmektir. Her koşulda mümkün olduğu  ölçüde en adil karar verilmelidir."  Böylece  Yasaların dar yorumunun ortaya çıkaracağı anomaliler önlenmek istenmiştir. Diyelim ki bir konuda yasaların yorumu adaletsiz bir sonuç ortaya çıkarıyor. Mağdur olan kişinin "benim Nısfet hukukuna dayanan hakkım var. Bu hakkım ihlal ediliyor" diye karşı çıkma olanağı bulunmaktadır. Nısfet ilkelerine sempati ile bakmayanların görüşünü ise şöyle özetleyebiliriz:  "Önemli olan yasaları uygulamaktır. Davanın moral yönü Yargıcı ilgilendirmez. Adaletin her zaman gerçekleşmesi mümkün değildir. Adaletin kestiği parmak acımaz".

Yargıtay'ın son kararları ile Nısfet ilkelerinin KKTC de  uygulanması gerektiği  açıklık kazanmıştır. Bu gelişme ile daha adil kararlar verilmeye başlanacak ve Yargımızın standardı yükselecektir.
Dava Layihalarının Hazırlanması

Anglosakson sistemle Kontinental sistem arasında dava layihaları açısından da önemli farklar vardır. Bu alanda da Kontinental ilkeler bilerek veya bilmeyerek KKTC yargısına olumsuz etki yapmış bulunuyorlar.

Tüm hukuk sistemlerinde dava layihaları önemlidir. Çünkü yargılama  yazılı metinlere dayanarak yapılır. Kontinental sistemde inisiyatif Yargıçta olduğu için Mahkemeye dosyalanan dava dilekçesi usul açısından fazla önemli değildir. Çünkü orada gerçeği arayan Yargıçtır ve taraflar sadece Yargıca bilgi vermektedirler.

Anglosakson sistemde ise  iki eşit taraf arasında bir mücadele olmaktadır. Bu nedenle tarafların hazırladığı layihalar önemlidir.

Kısa bir bilgi vermek gerekirse davacının hazırladığı layihaya "talep takriri", davalının hazırladığına ise "müdafaa takriri" denir.  Bir talep takririne "esasa ilişkin olgular", İngilizce sözcüklerle "material facts"  yazılmalıdır.

Anglosakson sistemde talep takririne  esasa ilişkin olgunun yazılması gerektiği  herkes tarafından biliniyor.  Ancak esasa ilişkin olgunun tanımı konusunda hukukçular arasında büyük tereddütler ve yanlış anlamalar vardır. Yapılan yanlışların Yargımızı etkileme ve  standardını düşürme olasılığı vardır.

Esasa ilişkin olgu bir kimseye hak kazandıran olaydır.  Sade bir vatandaş, kendisine hak kazandıran olayı özet halinde nasıl anlatırsa talep takririne bu yazılacaktır.  Hukuk Muhakemeleri Usulü Tüzüğüne ,göre sadece  önemli olgular özet halinde yazılmalı  başka herhangi bir şey yazılmamalıdır.

Layihanın  amacı karşı tarafa Mahkemede karşılaşacağı  olgusal iddialar konusunda bilgi vermek ve  duruşmaya hazırlanmasına olanak sağlamaktır.

Davacı talep takririnde "Şöyle bir olay oldu. Bu nedenle tazminat talep ederim" diyecektir. Davalı ise müdafaa takririne " Olay öyle olmadı böyle oldu" diye yazarak savunmasını yapabilir. Yargıç da  layihaları okuduğu zaman duruşmada hangi olayların tartışılacağını anlamalıdır.

Bu bilgiler ışığında şöyle düşünebiliriz. Bir duruşmada davalı " Bu talep takririnde eksiklik var. Yazılanlardan ben hangi  olayların kanıtlanacağını anlamadım ve davaya  hazırlanamadım" diyebilir. Bu iddiayı yapması son derece yerinde olur. O zaman Yargıç ya talep takririne eksik kalan  olayın  eklenmesine  ya da tafsilat olarak karşı tarafa bilgi verilmesine emir verebilir. Ancak davalı "Ben hangi olayların iddia edilip kanıtlanacağını çok iyi anladım hazırlanmam konusunda da hiçbir eksiklik yok. Önemli olan davacının bir formaliteye uyması ve kanıtlayacağı her şeyi yazmasıdır.  Uymadığına göre bu dava yürüyemez" derse  Anglosakson usul hukukunun dışında bir iddia yapmış olur. Hele bu iddiayı yeterli bulmaz ve "Mademki avukat başlangıçta olayları yazarken bir hata yaptı artık bunu düzeltmek de mümkün değil" derse  tamamen sistem dışına çıkmış olur. Çünkü o zaman tarafların anlaşmazlığa düştüğü olaylar tartışılmayacak; avukatın ne yazdığı veya yazarken ne hata yaptığı ile ilgili bitmez  tükenmez tartışmalar başlayacaktır.

Anglosakson sitemde dava layihalarının hazırlanması oldukça  önemlidir.   Yukarıdaki bilgiler bir layihanın nasıl hazırlanması gerektiği konusunda bize bir fikir verebilir.  Ancak bu yeterli  olmayabilir. Bu konuda daha pratik bir yönteme başvurabiliriz. Nelerin layihaya yazılmaması gerektiğini saptayarak daha net bir bilgi sahibi olabiliriz.

Talep takririne  
a)Yasal iddialar yazılmamalıdır. b) Olayları kanıtlayacak deliller yazılmamalıdır. c) Teferruat yazılmamalıdır.

Bir konu olayın özü mü yoksa teferruat mı? Bu konuda tereddüt  etmek olasıdır. Bu sorunu çözmek için de pratik yöntemler aramalıyız. Davalı  Talep takririnde yeterli bilgi olmadığı kanısında ise, yani duruşmada tartışılacak olayları yeterince anlayamamışsa davacıdan  ayrıntılı bilgi vermesini isteyebilir. Bu durumda Yargıç eksikliğin giderilmesi talimatını verecektir. Eğer eksiklik olayın özüne ilişkin ise Yargıç davayı erteleyerek talep takririnin tadiline emir verecektir. Özetle "Layihalara şu yazıldı bu yazılmadı" tartışmaları ile zaman kaybetmek doğru değildir. Eksikliklerin adil koşullarda giderilmesine fırsat vererek layihalar sorununu çözmek gerekir. Layihasını hazırlamakta hata eden taraf,  karşı tarafın boşa giden masraflarını ödeyerek iddialarını öne sürme olanağına kavuşmalıdır.

"Odgers on Pleadings and Practice"  isimli kitap layihaların nasıl hazırlanacağını anlatmaktadır. Anglosakson hukuk usulü nün anlatıldığı bu kitap hukuk sistemimizi tanımak isteyenlere bilgi verecek en önemli kaynaktır. Baronun veya Yüksek Mahkemenin bu kitabı tercüme ettirerek hukukçuların bilgisine getirmesi Yargımıza büyük katkı sağlayacaktır.

Söz konusu kitapta bir talep takririne  nelerin yazılması gerektiği örneklerle anlatılmaktadır.  Kitaptaki bilgileri KKTC hukukçuları henüz  öğrenmediği  için birçok avukat  layihaları gereksiz yere şişirmektedir. Bir davada yasal iddiaların, bu  iddiaları kanıtlayacak delillerin ve teferruatın yazılmaması gerektiği halde bir çok avukat bunları yazmak zorunda olduğunu zannetmekte ve uzun layihalar ortaya çıkmaktadır.

Uzun layihalardan sonra   "Şu yazıldı,  şu yazılmadı" şeklinde  tartışmalarla zaman kaybedilmektedir. Birçok hukukçu karşı tarafa "Bu iddiayı layihaya yazmadığına göre kanıtlayamazsın ve Mahkeme dikkate alamaz"  itirazını yapmaktadır. Bu itirazla karşılaşmak istemeyenler de her olasılığa karşılık her şeyi yazma  eğilimi içine girmişlerdir. Böylece sisteme uygun olmayan bir gelişme olmuştur.

Mesleğe başladığımda layihalar 1,2 sayfayı geçmiyordu.  Halbuki şimdi sayfalarca uzun layihalar yazılmaktadır. Bu durum  sistemin dışına çıkmaya başladığımızı göstermektedir. Layihalar konusunda sistemin bozulması bir çok sorunu birlikte getirecek ve Yargının standardının düşürecektir.

Bu nedenle Avukatlar uzun değil özet layiha yazmaya teşvik edilmeli ve herhangi bir itiraz durumunda eksikliğin  kolaylıkla giderilmesine fırsat verilmelidir. Böylece  sistemin bozulması önlenebilir.

İcra Sorununu Çözmek İçin Yapılan Girişimler

2000 li yıllarda hukukçular arasında  KKTC hukuk sisteminin kusurlarını giderme ve dünyanın en adil Yargılarından  birini oluşturma amacı oluşmuştu. Yargıya yönelik  şikayetlerin başında ise tebliğ ve icra sorunu geliyordu.

İyi bir yasa yapabilmek için önce ülkede yaşanan sorunları doğru saptamak gerekir. Daha sonra dünyada benzer sorunların yaşandığı ve çözüldüğü ülkelerde bu sorunların nasıl  çözüldüğüne  göz atmak yararlı olur. Bunu yaptığımız zaman önümüzde dikkate alabileceğimiz  iki örnek  bulunduğunu gördük, Türkiye ve İngiltere.  Türkiyede icra ile ilgili yaptığımız araştırmalar ve hukukçularla yaptığımız tartışmalar sonunda , Türkiye yasalarının tamamen farklı olduğu ve icra konusunda oradaki örneği izleyemeyeceğimiz kanısına vardık.

Bir ülkenin icra hukuku kendi hukuk sitemi üzerine oturan bir üst yapı gibidir. Bu nedenle Türkiyedeki icra hukukunu izlemenin büyük karmaşa yaratacağını anladık ve dikkatlerimizi İngiltereye yönelttik.

Yasaları yapma görevi  Yasama Meclisinindir. Buna rağmen bizim hukuk sistemimizde Yüksek Mahkemenin Yargı ile ilgili konularda tüzük yapma yetkisi vardır. Ayrıca Yargıya ilişkin yasaların yapımında da bir hazırlık çalışması yaparak Hükümete önerme olanağımız  bulunmaktadır. Bu nedenle görevimiz olan Yargının yanında  sistemimizi geliştirecek yasal çalışmalar   yapma gereği de duyuyorduk. İcra konusunu Yargıyı etkileyen önemli ir konu olarak ele aldık.

2003 yılında İngiltere'nin Kıbrıs Yüksek Komiserini ziyaret ederek İngiltere'de tebliğ ve icralar ile bilgisayar teknolojisinden yararlanma konularında gerçekleşen gelişmeleri öğrenmek istediğimizi söyledim. Bana "Bakanlığıma bildireyim, size yanıt veririm." dedi.

Uzun süre İngiltere'den herhangi bir yanıt alamadık. Yıllar sonra,  emekli olmamdan kısa süre önce Yüksek Komiserle bir yerde karşılaştım. "Annan planının kabul edileceğini düşünüyorduk. Bu nedenle bir şey yapamadık. Şimdi tekrar girişimde bulunacağım" dedi. Sanırım bu müracaatın etkisiyle 2008 yılında bir grup emekli İngiliz  Yargıcı KKTC ye geldi. O tarihte emekli olup Yargıdan ayrıldığım için getirdikleri  bilgilerin bizim işimize yarayacak bilgiler  olup olmadığını kontrol edemedim. Gelenler maalesef bizim beklediğimiz gibi tebliğ ve icra konusunda yardımcı olmak  için gelmiş değillerdi. Bilgisayar teknolojisinin Yargıya uygulanması konusu ile de hiç ilgileri yoktu. Aksine bizim eskiden beri KKTC ye gelmesini istemediğimiz "Case Management" diye isimlendirilen Kontinental usul hukuku ilkelerini öğretmek için gelmişlerdi.

Bu çalışmalar sonunda 2008 Hukuk Muhakemeleri (Değişiklik) Tüzüğü yapıldı. Böylece Kontinental ilkeler hukuk sistemimize girmiş oldu.  Gerçi bu ilkeler Woolf reformları arasında İngiltereye de girmişti. Ancak orada  fazla uygulama alanı bulamadıklarını  görmüş bulunuyoruz. Kanımca "Case Management" Avrupa Birliği veya Avrupa Konseyinin bir programı olarak ortaya çıkmıştır. Anglosakson sisteme uymadığı için bu sistemde olan ülkelere  yarardan çok zarar verebilir.

İcra sorununu çözmek için yaptığımız girişim sonuçsuz kaldı. Bu ciddi sorun bugün hala devam etmekte ve Yargımızı olumsuz etkilemektedir.

İcra Sorunu Nasıl Çözülebilir?

İcra Yargının devamıdır. İcra'sız Yargının bir anlamı yoktur. İcrası doğru çalışmayan bir ülkenin Yargısının tamam olduğu söylenemez.
Çağdaş icrada benimsenen ilke borçlunun borcundan şahsı ile değil  mal varlığı ile  sorumlu olmasıdır. Bu ilkenin bir anlam ifade edebilmesi  için borçlunun malına  karşı icranın işlerlik kazanması gerekir. Bunu için  dünyamızda yeni yöntemler geliştirilmiştir.  Bu gelişmeler izlendiği zaman  alacaklılar Mahkeme hükümlerini süratle uygulayabilecekler ve borçluyu hapse attırma çareleri aramayacaklardır. Borçluyu hapse attırmanın alacaklının da  işine yaramadığı ve insan haklarını ihlal eden  çağdışı bir uygulama olduğu açıkça anlaşılmıştır.

2003 ve izleyen  yıllarda tüm çabalarımıza rağmen modern  bir icra sistemine kavuşamadığımız için ülkede büyük acılar yaşanmış hem borçlular hem de alacaklılar mağdur olmuştur. Bunun yanı sıra avukatlar da çalışmalarını hatalı bir icra uygulaması üzerine kurdukları için hakları olan geliri sağlayamaz hale gelmişlerdir.

Bu sorunun çağdaş ilkeler doğrultusunda nasıl çözülebileceğini incelemeliyiz. Karmaşa yaratmamak için Anglosakson sistemi  uygulayan  ülkelerdeki gelişmeleri izlemeyi tercih etmeliyiz.

İngilterede icraya ilişkin gelişmeleri  incelediğimiz zaman son 50 yılda büyük değişiklikler olduğunu görürüz. Bu değişikliklere bir göz atalım:
a)Tebliğ ve icrada özelleştirme yöntemlerinden yararlanılmaya başlanmıştır.
b)Borçluların mal varlıklarını kaçıramaması için etkin kurallar benimsenmiştir. Borcunu ödeyemeyene değil, mal varlığını kaçırmaya teşebbüs edenlere hapis cezası verilmeye başlanmıştır. Borçluya ait olup kaçırılmak istenen malın eski mal sahibine dönmesi ve  icraya tabi olması sağlanmıştır.
c)Borçlular mal varlıkları ile sorumlu oldukları için alacaklıların karşılığı olmayan bir kişiye  borç vermesi önlenmeye çalışılmıştır. Bunun için borç isteyenlerin mali durumunu öğrenme olanağı sağlayan yeni yöntemler geliştirilmiştir.
d)Kişisel iflas kurumu oluşturulmuştur. Böylece borcunu ödeyemeyen kişinin  hapse girmesi değil,  normal sade bir yaşam sürmesi, ekonomik yaşamdan kopmaması ve kazandığı zaman borcunu ödemesi sağlanmıştır.

e)İpotekli mallara başka kişilerin haklarının karışması önlenerek ipotek edilen malın gününde ve süratle satışı sağlanmıştır. Halbuki bizde maalesef ipotekli alacaklı, kendi kabul beyanı ile başka kişilerin haklarının ipotekli mal üzerinde oluşmasına izin vermekte ve daha sonra  bu kişilerin haklarını da gasp etmeye çalışmaktadır. Bu nedenle ipotekli malın kapsamı tartışmalı hale gelmiştir. Böylece en önemli icra yolu olan ipotek sistemi çalışamaz hale gelmiştir.
Çağdaş icra sisteminde  borçlunun gelirinin normal sade bir vatandaş olarak yaşayabilmesi için ihtiyaç duyduğu kısım icra dışında kalmakta ve bunun üstünde olan kısım mal varlığına dahil kabul edilip taksit emri verilmektedir. Yani  borçlunun gelirinin iki bölümünün  titiz bir şekilde bir birinden ayrılması gerekir. Halbuki bizde gelirin iki bölümü birbirine karıştırılmıştır. Bunun sonunda  borçluya gereksiz yere hapis cezası verilmeye başlandığından yasa koyucu müdahale ederek borçluları korumak zorunda kalmıştır.  Bu yapılırken icradaki diğer gelişmeler izlenmediğinden sorun devam etmektedir.

Yaşanan büyük  sıkıntılara rağmen KKTC de icra  sorunu  hala çözülebilmiş değildir. Kanımca bugün2003 yılında  sorunu çözmek için harekete geçtiğimiz ilk noktadayız. Yasa koyucunu gerekli titizliği göstererek ülkemizi layık olduğu bir icra sistemine kavuşturmasını temenni edelim.

Yasa Yapımında Yozlaşma
Yasaların yorumunda sözsel veya şekilci yoruma doğru bir kayma olurken yasa yapımında da bir bozulma yaşanmıştır. Şöyle ki bir yasa yapılırken amacının çok açık ve net bir şekilde belirlenmesi ve okuyanların hiç tereddüde düşmeden bu amacı anlaması gerekir. Amaç belli olmalı ki Yargıçlar zorlanmadan  öze önem veren yorumlarını yapabilsinler. Maalesef Yasama Meclisinin yaptığı yasaların bu standartta olduğu söylenemez. Karmaşık ifade edilen, hatta dilbilgisi  hataları içeren  yasalar karşımıza çıkıyor. Bazı kişilerin veya kesimlerin sorunlarını çözmek için özel olarak yapılıyormuş izlenimi veren bu yasaların da sistemi bozduğu açıktır. Bu nedenle titiz ve kaliteli yasaların yapılması için Hükümeti elimizden geldiği ölçüde uyarmamız gerekmektedir.

İyi bir yasa yapılması için önce o konu ile ilgili sorunlar eksiksiz masaya yatırılmalıdır. Daha sonra benzer sorunları çözmüş ülkelerin yasalarının  gözden geçirilmesinde yarar vardır. Bu yapılırken dünyada başarılı olmuş ve uygulandığı ülkede en fazla adalet sağlamış bir yasa taslak olarak ele alınabilir. Bu taslak üzerinde çalışırken  sistemimizin temel ilkeleri ile çelişmeyecek ve karmaşaya neden olmayacak bir düzenleme yapmaya özen gösterilmelidir.

Sanıkların Tutuklu Yargılanması

Kontinental sistem uygulayan Türkiyede bir sanığın mahkum olmadan önce aylarca veya yıllarca tutuklu kaldığını işitiyoruz. Halbuki Türkiye Anayasasına göre yetkili bir Mahkeme tarafından mahkum edilinceye herkes  suçsuz kabul edilrir. "Masumiyet ilkesi" denilen bu ilke ceza hukukunun temel ilkelerinden biridir ve tüm dünya Anayasalarında yer almaktadır.  O zaman sormak zorunda kalırız. Yasaların suçsuz kabul ettiği bir kişinin  bu kadar uzun süre hapiste kalması doğru mu?

Bu konuyu derinliğine inceleyen bir yazı dizisini "Gazetecilerin Tutuklu Yargılanması" başlığı altında  www.tanererginel.com <http://www.tanererginel.com/> adresindeki web sayfama koyduğum için burada tekrarlama gereği duymuyorum. Sadece şunu belirteyim. Bu durum Türkiyeye özgü değildir. Suçsuz insanların uzun süre cezalandırılması  Kontinental sistemin sonucudur.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 1968 yılında dinlediği ve Mehmet Zeka Bey in yargıç olarak bulunduğu Wemhoff  V. West Germany davasında bir Alman vatandaşı mahkum olmadan önce 3 yıl 5 ay tutuklu kalmıştı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde  bu tutukluluğun insan haklarına aykırı olduğunu iddia etti.  Hakim Zeka Bey dışındaki  diğer 6 yargıç 3yıl 5 ay  tutukluluğun makul olduğu ve insan haklarını ihlal etmediği kanısına vardı. Hakim Zeka Bey ise  kararında bu kadar uzun tutukluluğun  adaletsiz olduğunu açıkladı ve insan haklarına aykırı olduğu sonucuna vardı.

Yapılan araştırmalarda    Anglosakson sistem uygulayan ülkelerin hiç birinde mahkumiyetten önce bu kadar uzun süre tutukluluk olmadığı ortaya çıktı. Anglosakson sistemin çalışma şekli bir sanığın mahkumiyetten önce uzun süre tutuklu kalmasını önlemektedir. Kontinental sistemin çalışma şekli maalesef  uzun tutukluluklara fırsat vermektedir.

Anglosakson sistemin temel ilkelerine sadık kalan bir Yargıç dava sonunda iki eşit tarafın  görüş ve delillerini özetleyecek ve niçin bu görüşlerden birini tercih ettiğini veya niçin başka bir görüş benimsediğini açıklayacaktır. Yargının gerekçeli olması budur.  Kontinental sistemde ise Yargıç kendi yaptığı araştırmaları özetleyerek bir sonuca varmaktadır. Böyle bir prosedürde gerekçenin tamamen adil olması mümkün değildir.

Bu gerçekler ışığında mevcut sistemi korumamız  ve bozulmasını önlememiz önemlidir.


Anglosakson Sistemde Yargıcın Soru Sorması  

Anglosakson ve Kontinental sistemlerde Yargıcın görevinin farklı olduğunu gördük.

İki sistemin farklılığı yargıçların sordukları sorulara yansımaktadır.  Anglosakson sistemde Yargıcın duruşma esnasında kendi görüşünü ifade eden sorular değil, tarafların görüşlerini anlamaya yönelik sorular sorması daha doğrudur. Örneğin taraflara "İddianızı şöyle anladım acaba doğru mu anladım?" diye sorması yerinde bir yaklaşımdır ve İngiliz yargıçların sık sık bu soruyu sorduklarına tanık oluruz. Yargıç olarak çalışmaya başladığım ilk yıllarda  biz de  bu şekilde sorular sorar böylece tarafların görüş ve iddialarını tam olarak anlamaya çalışırdık. Bu yaklaşım inisiyatifin taraflarda olduğu, dava sonunda konuyu özetleyip gerekçeli kararımızı verinceye kadar davaya müdahale etme niyetimiz olmadığı anlamına gelirdi.

Daha sonra Anglosakson ilkelerden uzaklaşma  başladı. Kanımca Kontinental sistemin etkisiyle Yargıçlar kendi görüşlerini söyleyerek ve konuları tartışarak davaları yönetmeye başladılar.  Kontinental Yargıçların yaptığına benzer bir tutum içine girdiler. Halbuki Kontinental Yargıç gerçeği doğrudan kendisi aradığı için bağlı olduğu sistemin  gereğini yerine getirmektedir. Aynı davranışı bizim yapmamız sistemden  sapma anlamına gelir.

Sistemimizi korumaya  özen göstermemiz yerinde olacak değil mi?

Bilirkişi Raporları
Kontinental sistemde sorun yaratan kurumlardan biri de bilirkişi raporlarıdır. Bu sistemde gerçeği arama görevi ve inisiyatif   Yargıçta olduğu için Yargıç herhangi bir konuda herhangi bir uzmandan görüş isteyebilir. Bunu resen yapabileceği gibi taraflardan birinin   talebi   üzerine de yapabilir. Uzman raporu gelerek  dosyaya  konacak  ve  Yargıç  bu  raporu  değerlendirip davayı ona göre yönlendirecektir. İlk anda mantıklı ve yararlı gibi görünen bu işlem  Kontinental hukukun  çalışma şekline ve ilkelerine uygundur ancak pratikte büyük sorunlar çıkarmaktadır.

Kontinental sistemde  çapraz sorgulamaya tabi olacağı düşünülmeden hazırlanan raporların abartılı olması kaçınılmazdır. Raporların hazırlanması için geçen zaman nedeniyle davalarda uzun ertelemeler olmaktadır. Çelişkili raporlar hazırlanmakta, tekrar tekrar rapor istenmekte ve davalar bu nedenle ertelenmektedir. Ancak bundan daha önemli olan çapraz sorgulama olmadan değerlendirilen bir rapordan kesin bir anlam çıkarmanın mümkün olmamasıdır. En kötüsü  ise mahkemelerin bu yöntemle görevlerini kısmen başka bir organa, yani bilirkişilere devretmesi ve yetki kaybına uğramasıdır.

"Case Management" le, bilirkişi kurumu  bize de gelmiştir. Ya Kontinental sisteme uygun olarak  bilirkişi raporları hazırlanacak ya da  uygulamakta olduğumuz "Adversarial" yönteme göre  taraflar  duruşma için kendi uzman  tanıklarını  hazırlayacaklardır. Çapraz sorgulamada sarsılmadan şahadet verecek uzman tanık bulma çabası içine gireceklerdir. Uzman tanık, çapraz sorgulamada sarsılmamak için abartılı olmayan gerçekçi bir ifade vermek zorunda kalacaktır. İki zıt yöntemin usul hukukumuza girmesi büyük sorunlar yaratacak değil mi?


Çapraz Sorgulama

Anglosakson hukuk  sisteminde gerçeği ortaya  çıkaran  işlem  çapraz  sorgulama  (cross  examination) dır. Bu sistemde karşı karşıya mücadele eden iki taraf olduğu için   taraflardan birinin sunmaya çalıştığı şahadeti ve delilleri diğer tarafın sorgulaması, sisteme uygun ve gereklidir. Kontinental sistemde ise gerçeği arama görevi Yargıca verilmiştir. Bu nedenle sorular genellikle Yargıç tarafından sorulur. Bu koşullarda  kim kimi nasıl sorgulayacaktır?

İki sistemi bilinçsizce birbirine karıştırmak  bazen  çapraz  sorgulamaya izin veren, bazen vermeyen çelişkili bir uygulamaya neden olacaktır. Bu çelişki birçok sorunu beraberinde getirecek değil mi?

Yargıçların Saygınlığı

Kontinental ilkelerin sisteme girmesinin ortaya çıkardığı sorunlardan biri de Mahkemelerin temel taşı olan Yargıçların saygınlığını  azaltmasıdır.

Kontinental  hukuk sisteminde dava yönetiminde Yargıca daha fazla görev ve yetki verilmesi ilk anda Yargıcın daha önemli ve saygın bir konumda olduğu izlenimini vermektedir. Ancak bu görüntü yanıltıcıdır. Pratikte ortaya çıkan sonuca baktığımız  zaman Anglosakson sistemde yargıçların çok daha saygın olduklarını  görürüz. Bunun nedenini anlamak ise zor değildir.

Anglosakson hukuk sisteminde Yargıcın dava yönetiminde pasif durumda kalması ona tarafsız olma özelliğini verir. Tarafsızlık ise Yargının en önemli ve Yargıca  saygınlık kazandıran özelliğidir. Yargıcın daha  sonra verdiği gerekçeli kararda tarafsızlığını koruması ve yaptığı yasal  araştırmaları karara eklemesi  saygınlığını daha da artıracaktır. Kontinental  sistemde ise şikayetler Yargıca yönelir. Çünkü başta davanın uzaması olmak üzere tüm hatalarda Yargıcın payı vardır. Böylece Yargıçlar toplum içindeki saygınlıklarını yitirirler. Oluşturmaya başladığımız karma sistemde de buna benzer bir sonuç doğma olasılığı vardır.

Sonuç
Kontinental ilkelerin bilinçsizce hukuk sistemimize kabul edilmesi Yargımıza olumsuz etki yapmıştır. Gerekli titizliği göstermeyen bir yaklaşımla sistemle bağdaşmayan  değişikliklere fırsat  verilmiş ve bu nedenle Yargının standardı düşme yönüne girmiştir.
KKTC hukukçularının  eğitim gördükleri okullarda dünyada uygulanan  iki sistemle ilgili yeterli bilgi verilmemesi bu olumsuz gelişmenin en önemli nedenidir. Genç hukukçuların söz konusu bilgileri  kişisel  bir çaba ile  öğrenmeleri de kolay değildir. Bu eksikliği gidermek ve genç hukukçularla  Yargı ile  ilgilenen  dostlara  hukuk sistemimizi tanıtmak amacıyla bu çalışmayı yapmış bulunuyorum.
Özetle iki sistemi bir birine karıştırarak karmaşa yaratmak doğru değildir. Uyguladığımız Anglosakson sistemin temel ilkelerine sadık kalarak ve zaman içinde ortaya çıkan kusurları giderip, gelişmeyi sağlayarak  mükemmel bir Yargı oluşturmaya çalışmalıyız.

Gerekli titizliği göstererek ve ciddi bir çalışma yaparak KKTC Mahkemelerini dünyanın en adil Mahkemelerinden bir haline getirebiliriz