Orijinal Belgesi Olanların da Koçan Alamaması
Savaş olan, belgelerin avukat ofislerinde muhafaza edildiği ve bu ofislerin yağmalandığı bir ülkede orijinal belge şartı koymak haksızlıktı. Buna ek olarak mal alanlar savcılığın olumsuz tutumu ile de mücadele etmek zorunda kaldılar. Savcılık sanki gerçek onları ilgilendirmiyormuş, görevleri bir dilekçenin reddini sağlayıp o malı devlete kazandırmakmış gibi savunma yapmaya başladılar . Bu nedenle orijinal belgesi olanların da karşısına engeller çıkardılar.
Buna bir örnek verelim. Kıbrısta taşınmaz mal satışlarında ödemeler bazen çekle yapılır. Bazen ise nakden yapılır ve karşılığında makbuz alınır. Bunun dışında bir ödeme yöntemi daha vardır. O da ödemenin doğrudan sözleşmenin altına veya arkasına yazılmasıdır. Doğal olarak bu yöntemi izleyenlerin elinde sadece orijinal sözleşme bulunabilir. Sözleşmenin üzerinde ödemenin yapıldığına dair beyan olduğu için ayrıca makbuz alınması söz konusu değildir.
Yasanın amacına baktığımız zaman böyle bir satışta sadece orijinal sözleşme sunulması yeterli olmalıydı. Çünkü ayrı çek veya makbuz yoktu. Ne var ki Savcılık yasanın amacı ile ilgili değildi. Yasadaki şartların katı bir şekilde yerine getirilip getirilmediğine bakıyordu. Bu nedenle üzerinde beyan bulunan orijinal sözleşmenin sunulmasının yeterli olmadığını, buna ek olarak orijinal çek veya makbuz sunulması gerektiğini öne sürdü. Böylece yasanın katı ve şekilci yorumundan hareketle orijinal belgesi olanlar dahi koçanlarını alamadılar.
7/80 sayılı yasa gereği yabancıların Türk Mahkemelerine başvurmalarına Rum Yönetimi tepki göstermişti. Rum kesiminde çeşitli kuruluşlar yabancılara mektup yazarak 7/ 80 Sayılı Yasanın bir tuzak olduğunu, Türk Mahkemelerinin gerçek Mahkemeler olmadığını, adil karar vermediklerini, evlerinin ellerinden alınacağını, Türk Mahkemelerine başvurmamaları gerektiğini iddia ettiler. Yazılan yazılara önem vermeyen yabancılar hiç tereddüt etmeden Türk Mahkemelerine başvurdular. Ne var ki yasadaki anormal şartlar veya katı yorum nedeniyle pek çoğu malını alamadı ve böylece Yasama Meclisi farkında olmadan Rum iddiaları desteklenmiş oldu.
Rumdan Mal Satın Alanların Mahkemelerde Yaşadıkları Sıkıntılar
Mal satın alanların büyük bölümü 1987 de yapılan 54/ 87 Sayılı tadile rağmen koçanlarını alamadılar. Ümitlerini kesenler KKTC den ayrılıp gitti . Daha sonra ayrılanların şanslı olduğu anlaşıldı. Çünkü acı da olsa bu dertten kurtulmuş oldular. Kalanlar ise bin bir sıkıntı içinde Mahkemelerde sürünüp durdular.
Onlara koçanlarının verilmesi amacıyla bir yasa yapılmıştı. Bu yasaya dayanarak dilekçelerini dosyalamışlardı. Ancak dilekçelerini dinletmeleri halinde ret kararı verileceğini öğrenmişlerdi. Bu durumda o tarihe kadar kullandıkları ve sahibi kabul edildikleri malları yitireceklerdi. Dilekçelerini geri çekmeleri halinde yine mallar devletin olacaktı. Bu nedenle KKTC de kalanlar dilekçelerini canlı tutma ve erteletme mücadelesi içine girdiler. Sürekli ertelenen ve bir türlü sonuçlanmayan dosyalar Mahkemeler için yük oldu.
Dilekçe sahiplerinin Mahkemelerimizde karşılaştıkları zorlukları yargıç arkadaşlardan işitiyor ve bu insanlara niye gereksiz yere bu kadar sıkıntı verdiğimizi kendi kendimize soruyorduk. Çekilen sıkıntıların boyutunu anlatmak için bir iki örnek vereyim.
J.Saks isimli Amerikalı bir profesörün dilekçesine Savcılık itiraz etmiş, yıllar süren ve işkenceye dönüşen duruşmalar yapılmıştı. Sonuçta Mahkeme katı şartların en katı yorumunun dahi yerine getirilmiş olduğu kanısına vardı ve kayıt kararını verdi. Böylece dilekçe sonuçlanmış ve dilekçe sahibi koçan almaya hak kazanmıştı. Karara çok sevinen Profesörün karısı Mahkeme salonunda ayağa kalkarak ellerini havaya kaldırdı ve yüksek sesle "Allah " dedi. Verilen kararla işkencenin sona erdiğini düşünerek dua etmeye başlamıştı. Yaşlı kadının Müslümanlıkla ilgisi yoktu ve bilgisi de çok azdı. Müslümanlar arasında büyük sıkıntıdan kurtulanların bu şeklide dua ettiklerini zannediyordu.
Yabancı bir aileye bu kadar acı verilmesi doğru muydu? Acının büyüklüğünü anlamak için bir insanın satın aldığı, satış bedelini ödediği ve içinde oturduğu evin koçanını alamamasının ne kadar büyük sorunlar yaratacağını düşünmek gerekiyor. Amerikalı ailenin evin sahibi olduğu daha ilk günden belli idi. Ortada devletin araştırma yaptığı ve "bu ev dilekçe sahibine aittir" diye şerh koyduğu bir ev vardı. Bu koşullarda bin bir engel çıkarıp aileyi bu kadar rahatsız etmenin kime ne yararı olmuştu?
Bir Batı Alman Büyükelçisinin hanımı Amerikalı kadar şanslı değildi. Anlatıldığına göre onların da evlerini satın aldıkları son derece açıktı. Ancak savcı malı gerçekten alıp almadıkları ile ilgili değildi. Yasadaki özel şartların yerine getirilip getirilmediği ile ilgili idi. Büyükelçinin yaşlı hanımını bir suçluymuş gibi istintak etti. Baskıya dayanamayan kadın Mahkemede göz yaşlarını tutamadı. "Evimi elimden almak istiyorlar" diye ağlayarak hava alanına gitti ve bir daha geri gelmemek üzere KKTC den ayrıldı.
Buna benzer bir çok olay birbirini izledi. Bu olaylardan sonra uluslararası platformlarda KKTC makamlarının "Biz sadece terk edilmiş Rum mallarına el koyduk, İngilizlerin, Almanların, Amerikalıların mallarına dokunmadık. KKTC koçanları uluslararası hukuka uygundur" iddiasını yapamadı. Tüm dünyada KKTC nin uluslararası hukuka aykırı hareket ettiği görüşü oluştu. Bu bilinçsiz yaklaşım Rum propagandasına büyük destek verdi.
7/80 Sayılı Yasanın 2. Tadili. (8/2008 Sayılı Tadil Yasası)
54/87 Sayılı Yasa tadilinden sonra uzun ve sıkıntılı bir dönem daha yaşandı. 2008 yılında ise yeni bir hareketlilik oldu ve 8/ 2008 Sayılı Yasa yapıldı.
Sanırsınız Hükümet yukarıda anlatılan adaletsizlikleri gördü ve adil bir çözüm bularak kangren olmuş bu sorunu çözme yönüne gitti. O zaman 7/80 Sayılı Yasadaki özel ispat şartlarını kaldırır, hukuk sistemimizin normal usul ve şahadet kurallarının uygulanmasına fırsat verirdi.
Bu durumda dilekçe sahibinin bir malı gerçekten satın alıp almadığı tartışılır ve Mahkeme "Dilekçe sahibinin sunduğu delilleri ve şahadeti dikkate aldıktan sonra malı satın aldığına inandım. Bu nedenle kayıt kararı veriyorum" diyebilirdi. Alternatif olarak "Sunulan delilleri ve şahadeti dikkatle inceledim. Dilekçe yapan bu malı satın aldığını kanıtlayamamış" derdi. O zaman iddialarını kanıtlayamayan kişi kusurun kendisinde olduğunu anlayarak o maldan vazgeçerdi.
Maalesef 8/2008 Sayılı Yasa bu yöne gitmemiş ve Mahkemeler eskisi gibi karar vermeye devam etmişlerdir. Yani " Dilekçe sahibinin malı satın aldığı kesin. Bu konuda hiçbir tereddüt yok. Ancak bu önemli değil. Dilekçe sahibi yasanın katı kurallarını yerine getiremiyor. Bu nedenle dilekçeyi ret ediyorum. Bu güne kadar kendisinin kabul edilen mal devletin olacak" diye karar vermeye devam ettiler.
Dikkatle incelendiği zaman 8/2008 Sayılı Yasa nın daha önce yapılan yasalardan da daha hatalı olduğu anlaşılmaktadır.
8/2008 Sayılı Tadil Yasası nın Hataları
8/2008 Sayılı Yasa, yukarıda anlatılan ciddi sıkıntıları ortadan kaldırmak ve uluslararası hukukta KKTC nin imajını düzeltmek için yapılmış değildir. Yasanın birkaç kişinin sorununu çözmek için yapıldığı izlenimi uyanmaktadır.
Yukarıda gördüğümüz gibi 1974 öncesi mal satın alan Türk veya yabancıların büyük bölümü sözleşme ile birlikte malın tasarrufunu da devralmışlardı.
Eskiden tüm belgelerin orijinal olması şart iken 8/2008 Sayılı Yasa ile malı fiilen tasarruflarında bulunduranlar için bir değişiklik yapılmış ve bir tek geçerli belgenin yeterli olması kabul edilmiştir. Yani eskiden (orijinal sözleşme + orijinal çek veya makbuz) gerekli iken yasadan sonra mala tasarruf edenler için tek orijinal belge yeterli hale gelmiştir. Yasada belirtilen "geçerli belge"nin ne anlama geldiği belli değildi. Savcılık bu sözcüğün orijinal belgeden başka bir anlama gelemeyeceğinde iddia etti. Ayrıca değişiklikten yararlanabilmek için dilekçe sahibinin mala 1974 den beri tasarruf ettiğini İlgili Bakanlıktan aldığı bir belge ile teyit etmesi gerekiyordu.
1974 de orta yaşlarda bu malları satın alanların bir kısmı 2008 yılında yaşlanmış veya ölmüştü. Genellikle malı çocukları kullanıyordu. İlgili Bakanlıktan belge istediklerinde büyük güçlüklerle karşılaştılar. Bir süre sonra onlara böyle belge verecek birim oluşturulmadığı için belge verilemeyeceği söylendi. Bu güçlükler karşısında sadece birkaç kişi yasanın öngördüğü şartları yerine getirebildi.
8/2008 Sayılı Yasanın tek orijinal belge istemesi makul bir yaklaşım olabilir miydi? Orijinal belgelerin nasıl kaybolduğunu devlet biliyordu. Meclis hukuk komitesi basit bir araştırma ile bunu öğrenebilirdi. Mahkemelere dosyalanan dilekçelerden de bunu anlamak mümkündü. Genellikle tüm orijinal belgeler birlikte kaybolmuştu. Bu durumda tek de olsa bir orijinal belge şartı koymak ne anlama gelir dersiniz?
Bu durum, yasanın kangren olmuş bir sorunu çözmek için değil, tesadüfen tek orijinal belgesi olan ve 1974 den beri malı tasarrufunda bulundurduğuna dair belge almayı başarabilen birkaç kişinin işini halletmek için yapıldığı izlenimini doğurmuyor mu?
Nitekim yasa bu durumda olan az sayıda dilekçe sahibi dışında kimsenin işine yaramadı.
8/2008 Sayılı Tadil Yasasının Diğer Hataları
8/2008 Sayılı Yasanın ilginç diğer bazı hataları daha vardır. Yasa, sanal olasılıklar saymış ve bu durumda olanların koçan alabileceklerini belirtmiştir.
Örneğin yasada dilekçe sahibinin aynen icra yasasına göre hak kazanması halinde koçan alabileceği belirtilmiştir. Halbuki müracaatçılar arasında aynen icra yasasına göre hak kazanan kimse yoktu ve olamazdı. Çünkü öyle birisi olsa 7/80 Sayılı Yasayı beklemeden koçan alacaktı.
Yasadaki diğer bir maddeye göre, malı satın alan kişinin bu malı almak için Kıbrıs Türk Yönetiminden kredi almış olması halinde dilekçenin kanıtlanması katı şartlara bağlı olmayacaktı. 2008 de yapılan bir yasada 1974 den önce alınmış krediden söz etmek makul olabilir miydi. Mal alanlar arasında bu durumda olan kim olabilirdi?
Yasa koyucu yıllarca Mahkemelerde sürünenlerin sorunlarını biliyordu. Onların sorunlarını çözecek hükümler içereceğine sadece birkaç kişinin işine yarayan kurallar koymuş ve buna ek olarak hayali durumlar sıralayarak "Siz de bu durumda olsaydınız koçan alabilecektiniz" diyerek olumlu bir yasa olduğu izlenimini vermek istemiştir.
1974 den önce Rumdan mal satın almış ve yıllarca Mahkemelerde sürünmüş birisi olduğunuzu düşününüz. Mahkeme malı gerçekten aldığınıza karar vermiş fakat yasadaki katı ve özel şartlar nedeniyle koçan alamıyorsunuz. Sorununuzu çözecek bir yasa yapılmasını beklerken çıkan yasada karşınızdaki engellerin devam ettiğini ve kimsenin izlemediği veya izlemişse tesadüfen izlediği durumların sayılarak " Böyle hareket edenler koçan alabilir " dendiğini görüyorsunuz. Bu yasa hakkında ne düşünecektiniz?
8/2008 Sayılı Yasanın içeriğini bilmeyen dilekçe sahipleri yeni bir ümitle Mahkemelere koştular. Mahkemeler "Alıcı gerçekten malı satın almış, kendisinin veya çocuklarının evde oturduğunu da biliyoruz, ona sempatimiz var, fakat yasaya göre tek de olsa orijinal bir belge sunulmalı ve mala tasarruf etmesi de yeterli değil, bir de belge gerekli " diye dilekçeleri tekrar ret etmeye başladı. Bunun üzerine erteleme ve bekleme süreci devam etti.
Sanırsınız yabancılara yapılan bu haksızlıklar onlara yönelik bir tutumdur. Ancak biraz inceleyince bu haksızlığın aynı ölçüde ve belki de daha fazla Rumdan mal alan Kıbrıslı Türklere de yapıldığını görürüz.
Rum'dan Mal Satın Alan Türklerin Çektiği Sıkıntılar
1974 öncesinde Rumlardan mal satın alanların sorunlarını ve 7/80 Sayılı Yasayı inceleyenler ilkin bu haksızlığın sadece yabancılara yapıldığını zannederler. Halbuki Hükümet Türklerle yabancıları aynı potaya koymuş ve her iki grubun da karşısına aynı zorlukları çıkarmıştır. Mahkemelerde bekleyen veya ret olan dilekçelerden Türklerin yaşadığı sıkıntıların yabancılardan az olmadığı anlaşılmaktadır.
Yukarıda yabancıların çektiği sıkıntılara iki örnek vermiştik. Şimdi de Kıbrıslı bir Türkle ilgili örnek verelim.
İngilterde yaşayan Növber Salih isimli bir soydaşımız 1956 yılında Gazi Mağusada bir Rumdan taşınmaz mal satın aldı. Rum kesimindeki baskıları dikkate alan taraflar tapu kaydı yaptıramadılar ve bir satış sözleşmesi ile yetinmek zorunda kaldılar.
Növber Salih, 7/80 Sayılı Yasa altında, Gazi Mağusa Mahkemesine bir dilekçe dosyalayarak satın aldığı malın tapu kaydının yapılmasını istedi. Mahkemeye sunduğu delillerle malı satın aldığını kanıtladı.
7/80 SayılıYasanın 20 Mart 1980 tarihinde yürürlüğe girdiğini, yasaya göre 90 gün içinde malın bulunduğu yer Mahkemesine başvurulması gerektiğini görmüştük.
Az sayıda yabancı ile bu yasanın kendilerini ilgilendirmediğini zanneden veya yasayı işitmeyen Kıbrıslı Türkler 90 gün içinde Mahkemeye müracaat edemediler. Süre geçtikten sonra yaptıkları müracaatlarda ise yasal süreyi geçirdikleri itirazı ile karşılaştılar.
Savcı, 7/80 Sayılı Yasanın özel bir yasa olduğunu, 90 günlük süre şartına harfiyen uyulması gerektiğini, bu şarta uymayanların daha sonra müracaat edemeyeceklerini iddia etti ve geç dosyalanan dilekçelerin reddini talep etti. Ret olan dilekçe sahiplerinin yasaya göre mallarını yitireceklerini ve bu malların devlete kalacağını görmüştük
2008 yılında yapılan 8/2008 Sayılı Yasa, Mahkemelerin ret ettiği veya başarılı olamayacağı anlaşıldığı için geri çekilen dilekçelere yeniden müracaat hakkı tanımıştı. Bu kuralın ilk 90 günlük süreyi geçirenleri de kapsayacağı ve onlara da dilekçelerini dinletme hakkı kazandıracağı düşünülüyordu. Buna rağmen Savcı dosyaladığı itirazda 90 günlük süre içinde dosyalanmamış dilekçelerin daha sonra bu hakkı kazanmayacaklarını, yasanın yorumunun buna izin vermediğini, 90 günlük sürenin hak düşürücü bir süre olduğunu ve süreyi geçiren dilekçelerin ret edilmesi gerektiğinde iddia etti.
Dilekçeyi dinleyen Mağusa Kaza Mahkemesi Savcının itirazını kabul etmedi. Mahkeme 8/2008 Sayılı Yasa geçmişte ret edilmiş veya geri çekilmiş dilekçelere bile yeniden dinlenme hakkı tanıdığına göre, 90 günlük süreyi geçirenlerin de bu haktan yararlanması gerektiğini belirtti. Bu nedenle Növber Salih lehine kayıt kararı verdi. Savcılık bu karara karşı istinaf dosyalamakta gecikmedi.
İstinaf Mahkemesinin Kayıt Kararını İptal Etmesi
İstinaf Mahkemesi veya diğer ismiyle Yargıtay, Mağusa Kaza Mahkemesi nin değil Savcının görüşüne katıldı. Dilekçe sahibinin malı satın aldığı bulgusunu onaylamakla birlikte, yasada yer alan sözlerin 90 günlük süreyi geçirenlere müracaat hakkı tanımadığı kanısına vardı ve kayıt kararını iptal etti.
Bu durumda nasıl bir tablo ortaya çıktı dersiniz? Mağusa Kaza Mahkemesinin verdiği ve daha sonra Yargıtayın onayladığı karara göre dilekçe sahibinin malı satın aldığı kesinleşmiştir. Fakat Növber Salih sadece ilk 90 günlük süreyi geçirdiği için malını yitirecektir. Bir kişinin satın aldığı ve Mahkemede satın aldığını kanıtladığı bir malı sadece Mahkemeye müracaat süresini geçirdiği için yitirmesi ve malın devlete kalması doğru olabilir mi?
8/2008 Sayılı Yasanın 90 günlük süre şartını geçirenlere yeniden müracaat olanağı verip vermediği, yıllarca Mahkemelerimizde tartışılmış ve sonuçta Yargıtay yasanın müracaat hakkı tanımadığına karar vermiştir. Yargıtay kararından anlaşıldığına göre yasa koyucunun amacı 90 günü geçirenlere de müracaat hakkı tanımaktı. Ancak yasayı kaleme alanlar gerekli titizliği göstermediğinden yasanın ifade şeklinden olumsuz bir anlam çıkmaktadır. Bu durumda sormamız gerekiyor. Acaba yasanın daha açık kaleme alınması ve böyle bir tartışmaya ve yanlış anlamaya fırsat vermemesi daha doğru olmaz mıydı?
KKTC de de geçerli olan İnsan Hakları Sözleşmelerine göre mülkiyet hakkı temel insan haklarından biridir. İnsan hakları hukukçularına göre satın aldıkları malın kaydını yaptırmak isteyenlerin Mahkemeye başvurabilecekleri süreyi belirleyen 90 günlük süre ve buna benzer süreler hukukta yönlendirici süreler olarak kabul edilmelidir. Dilekçe sahibi, niçin geç kaldığını açıklayabildikten ve bu gecikme nedeniyle diğer kişilere zarar vermedikten sonra mülkiyete ilişkin hakkı devam etmeli ve dolayısıyla dilekçesini dinletebilmelidir. Diğer bir ifade ile bu tür sürelerin hak düşürücü süre olmadığı kabul edilmektedir.
Növber Salih in dilekçesi ret olmuştur ve mal sorunu yasal bir çıkmaza girmiştir. Ne var ki Kıbrıslı Türkler arasında onun gibi süreyi kaçıranlar çoktur. Daha doğrusu Türkler arasında tesadüfen bu yasayı işiten birkaç kişi dışında gününde müracaat eden yoktur. Bu durumda yasanın 1980 yılında çözmek için yola çıktığı sorunları çözemediği, sorunların hala çözüm beklediği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla trajedi devam etmektedir.
Bir insanın satın aldığı, parasını ödediği ve kullandığı malın tapusuna alamamasının ne kadar büyük üzüntülere ve sıkıntılara neden olabileceğini tahmin etmek zor değildir. Mahkemelerde sürünen dilekçe sahiplerinden biriyle konuşanlar bu konuda daha açık bilgi sahibi olabilirler.
Savcılığın Görevi
Savcılığın süre itirazı üzerinde bu kadar durması ve konuyu Yargıtaya taşıması doğru muydu? Daha da ileri giderek şu soruyu sorabiliriz. Savcılığın bu dilekçelere itiraz etmesi yerinde bir davranış mıydı?
Çekinmeden söyleyebiliriz ki Savcılık dilekçeleri önceden incelemeli ve dilekçe sahibinin malı gerçekten satın aldığını gördüğü anda itiraz etmeden talebi kabul etmeliydi. Savcılık itirazlarını ve mücadele gücünü, hileli olduğundan şüphelendiği dilekçelere saklamalıydı. 1975 yılında dilekçelerin incelendiği ve mallar üzerine şerh konduğu dikkate alındığında Savcının yapması gereken iş bir formaliteden ibaret olmalıydı.
Savcılığın görevi önüne gelen her davayı kazanmak değil kamu yararını gerçekleştirmek olmalıdır. Kamu yararı ise yasalar amaçlarına ulaştıkları zaman gerçekleşmiş olur. 7/ 80 Sayılı Yasanın amacı 1974 den önce mal satın alanlara koçan vermekti. Bu amaca ulaşılması Savcılığın da görevini daha doğru yaptığını gösterecekti.
Yasanın Tadili İçin Son Kez Yapılan Çalışmalar
8/2008 Sayılı Yasanın koyduğu tek orijinal belge engeli ile 90 günlük süre engelinin aşılamayacağı anlaşıldıktan sonra Rumdan mal satın alanlar sorunu kangren haline gelmiştir.
Bu nedenlerle sorun güncelliğini korumaktadır. Belki de zaman içinde sorunun önemi daha da artmıştır. Herhalde bu etkenlerle 2010 yılında yasayı tekrar tadil etme çalışmaları yapılmaya başlandı. Hükümetin bir taslak hazırlattığını ancak onaylayıp Meclise göndermediğini bu nedenle çalışmaların yarıda kaldığını öğrenmiş bulunuyoruz.
Taslak hazırlanması sıkıntı içinde bekleyenlerin yeniden ümitlenmelerine neden olmuştur. Herhalde bu taslak, dilekçesi ret olanlara dilekçelerini tekrar dinletme olanağı sağlayacak, 90 günlük süre engeli ile orijinal belge engelinin aşılasına fırsat verecektir. Ancak özel ispat şartları devam ettiği sürece hukuk sistemimizin öngördüğü adil sonuca varılmasını beklemek boşunadır.
7/80 Sayılı Yasanın KKTC nin saygınlığına verdiği zararı gidermek kolay olmayacaktır. Unutmamak gerekir ki bu yasa nedeniyle uluslararası platformlarda tüm KKTC tapularına gölge düşmüştür. Bunun gibi yüzlerce insan 1980 yılından beri gereksiz yere sıkıntılar çekmektedir. Bu hataların izini silmek kolay olamayabilir. Bunun için yasa yapımında daha köklü bir değişim arayışı içinde olmamız ve dünyanın en iyi yasalarını yapmaya çalışmamız gerekebilir.
KKTC nin yasa yapımında hatalardan kurtulması ve dünyanın en iyi yasalarını yapan ülkeler arasına girmesi KKTC ye büyük saygınlık kazandıracaktır.
Geçmiş Yasaların Hataları Tekrarlanmamalı
7/80 Sayılı Yasa ile tadillerini bir bir inceleyerek hatalarını saptamaya çalıştık. Her yasa geçtiğinde dilekçe sahiplerinin büyük ümitlerle Mahkemelere koştuğunu, fakat kısa sürede büyük hayal kırıklığına uğradıklarını gördük.
Her yasadan sonra Mahkemeler "Bu dilekçe sahibi gerçekten malı satın almış, o konuda hiçbir tereddüt yok. Ancak yasaya göre bu önemli değil. Yasa özel ispat şartları koymuş. Dilekçe yapan bu şartları yerine getiremediği için dilekçesi ret olur ve malı devlete kalır" demeye devam etmiştir.
Doğru bir yasa yapılmış olsa Mahkemeler sadece malı satın aldığını kanıtlayamayanların dilekçelerini reddedecekti. Mahkemeler "Yasanın amacı malı satın alanlara koçan vermektir. Dilekçe sahibi sunduğu delillerle malı satın aldığını kanıtlamış, bu nedenle kayıt kararı veriyorum" diyecekti. Veya alternatif olarak " Dilekçe sahibinin sunduğu delilleri tatmin edici bulmadım. Bu nedenle dilekçeyi ret ediyorum." diyecekti. O zaman dilekçesi ret olan "Satın aldığımı kanıtlayamadığıma göre kusur bende" diyerek yıllarca acı içinde kıvranmayacaktı.
Acaba böyle adil bir uygulama olması için nasıl bir yasa yapılmalıydı? KKTC dünyanın en iyi yasalarını yapan ülkeler arasına girebilir mi? Bu sorulara doğru yanıtlar verebilmek için araştırmamıza devam edelim.
KKTC Yasalarının Genel Bir Değerlendirilmesi
İyi bir yasa halka huzur verir. Ülkenin kalkınmasına katkıda bulunur. Kötü bir yasa ise gereksiz yere halkın önüne bin bir sorun çıkarır ve ülkenin kalkınmasını engeller.
Rumdan mal satın alanlar için yapılan yasaların hataları üzerinde durduk. Bu yasaların mal alanlara ve ülkeye verdiği zararı değerlendirmeye çalıştık. Şimdi sormamız gerekiyor. Acaba KKTC Meclisinin yaptığı diğer yasalar daha iyi mi?
Mahkeme kararlarını okuyanlar zaman zaman yasalarla ilgili ciddi eleştiriler yapıldığını görürler. Bu eleştirilere göre Yasama Meclisinin yaptığı yasalar yazılım hataları ile doludur.
KKTC hukukçuları İngiliz dönemi yasalarından şikayetçi idiler. Çünkü geçen uzun zaman sürecinde eski dönem yasaları günün ihtiyaçlarına yanıt veremez hale gelmişti. Ayrıca bu yasalarda 20 yüzyılın başında oluşmuş ve çağ dışı kalmış ilkelere rastlanıyordu.
Bu nedenle KKTC hukukçuları olarak Yasama Meclisi nin eski yasaları gözden geçirmesini ve çağdaş, kusursuz yasalar yapmasını ümitle bekliyorduk. Maalesef ümitlerimiz gerçekleşmedi. Daha doğrusu yağmurdan kaçarken doluya tutulduk. Çünkü eski yasalar büyük bir titizlikle hazırlanmış, son derece profesyonel uzmanlar tarafından kaleme alınmış yasalardı. Zaman içinde geçerliliğini yitiren ilkeler içermekle birlikte yapıldıkları günün koşulları dikkate alındığında son derece iyi yasalardı. Bu yasalarda bilinçsizce veya hatalı kullanılmış tek sözcük bulamazdınız. Yıllarca hiçbir sıkıntıya neden olmadan ve değişiklik ihtiyacı duyulmadan uygulandılar.
Buna karşılık Yasama Meclisimizin yaptığı yasalarda çağ dışı ilkeler yoktur. Demokratik bir Meclisin halkın iradesini yansıtarak bu yasaları yaptığı anlaşılmaktadır. Yasalar yapılırken iyi niyetle hareket edildiğini ve samimi bir gayret gösterildiğini söylemek mümkündür. Ne var ki tüm bunlar kusursuz yasa yapılması için yeterli özellikler değildir. Bu özellikler sadece özel yasaların yapımında yeterli olabilir.
Özel yasalar belli bir olay, kişi veya kişiler için yapılırlar. Sınırlı bir uygulama alanları vardır. Bu yasaların Meclis hukuk komitesinde tartışmalar ve görüş alış verişi ile yapılması doğaldır. Demokratik bir ülkede halkın iradesi Meclise yansıyacak ve bu yasalara şekil verecektir. Ne var ki uzun süre uygulanacak önemli yasaların yapımında daha farklı özelliklere ve yöntemlere ihtiyaç vardır.
Maalesef önemli yasalarda o kadar çok hata yapılmaktadır ki yasa koyucunun iyi niyeti gölgede kalmakta ve yasanın amacı gerçekleşememektedir. Bazı yasaların daha yapıldıkları gün eksik veya hatalı oldukları anlaşılmakta ve ilk fırsatta değiştirilecekleri ifade edilmektedir. Bazı yasalar tekrar tekrar değiştirildikleri halde çözüm bulunamamakta ve sorunlar artarak devam etmektedir. Hatalı bir yasanın halka ve ülkeye nasıl zarar verdiğini 7/80 Sayılı Yasa ile tadillerinde açıkça gördük.
İyi Yasalar Nasıl Olmalı?
Yasalar bir konuda halkın yasal bir düzenlemeye ihtiyacı olduğu için yapılır. Önemli bir yasa yapılırken halkın ihtiyaçları ile konuya ilişkin gerçeklerin ayrıntılı ve eksiksiz olarak saptanması gerekir. Yasa yapımında hazırlık çalışması veya diğer bir ifade ile mutfak çalışması önemlidir. Hazırlık aşamasında ciddi bir çalışma yapılırsa ve bu çalışmayı yapanın yeterli hukuk bilgisi varsa gelecekte meydana gelebilecek birçok sorun önlenmiş olacaktır.
O zaman sormak gerekiyor . Hazırlık çalışmasını kimin nasıl yapması daha doğrudur?
Bu soruya yanıt vermeden önce KKTC yasalarının nasıl hazırlandığına göz atalım. KKTC de yasalar ilgili bakanlığın bir komisyonunda şekillenerek oluşmaya başlar. Daha sonra Savcılık bu çalışmayı gözden geçirir ve sonuçta Meclisin bir komisyonunda karşılıklı görüş alış verişi veya tartışmalarla taslak netleşir.
Bu yöntemde kamu görevlileri ile siyasal kamu görevlileri etkin görev yapmaktadırlar. Onlara Savcılık da destek olmaktadır. Ne var ki Savcılık dünyanın her yerinde sadece ceza davalarında sorumluluk üstlenen bir kurumdur. Ceza yasalarının yapımında Savcılığın büyük katkısı olabileceğine kuşku yoktur. O zaman sormamız gerekiyor. Dünyadaki genel uygulamadan uzaklaşmak ve Savcılıktan ceza davaları dışındaki diğer tüm konularda hizmet beklemek doğru mu?
Meclisimizin önemli yasaları da özel yasalarla aynı yöntemle yapmaktadır. Acaba önemli yasalarda bu kadar çok hata olmasının nedeni bu mu?
Örneğin 7/80 Sayı Yasa ve tadilleri yapılırken büyük bir olasılıkla siyasilerin başını ağrıtan bazı kişilerin sorunu çözülmüş, geriye kalanlar beklemeye devam etmiştir. Yapılan hatalar bir taraftan KKTC ye zarar verirken diğer taraftan birçok haklı kişiyi perişan etmiştir. Böyle bir yasanın özel yasalardan farklı bir yöntemle hazırlanması daha doğru olmaz mıydı?
Dünyada Önemli Yasalar Nasıl Yapılıyor?
KKTC yi ileriye taşıyacak kusursuz yasalar yapmak için önce "Biz bu konuda dünyanın en iyi yasasını yapacağız" diye hedef belirlemek doğru bir yaklaşım olacaktır. Gerçi yine de dünyanın en iyi yasasını yapabileceğimiz şüphelidir. Ancak bu yaklaşım yani çıtayı yüksek tutmak bir çok önemli yasanın yapımında bize yararlı olacaktır. Böylece diğer ülkelerin o konuda yaptığı yasaları öğrenme ihtiyacı duyacağız. Yapacağımız kıyaslama bizi bir çok hatadan koruyacaktır.
Dünyanın en iyi yasalarını yapmak için neler yapmalıyız? Hemen söyleyelim. Dünyamızın bu konuda bulduğu çözüm profesyonel destek almaktır. Bazı önemli temel yasalarda daha da ileri gidildiğini ve taslağı hazırlama işinin tamamen özele havale edildiğini görürüz. Daha açık bir anlatımla bu işin sıradan kamu görevlileri tarafından değil o konuda bulunabilecek en iyi uzman tarafından yapılması tercih edilmektedir.
Önemli bir yasa taslağını hazırlama görevi verilecek uzmanı bulmak kolay olmayabilir. İyi bir yasa yapmanın dünyanın en zor işi olduğunu anımsayalım. Beyin ameliyatı olacak kişi tüm dünyada bu işi en iyi yapacak doktoru arar. Beyin ameliyatı kadar önemli olan, ciddi bir yasanın taslağını hazırlayacak uzmanı saptamak için de aynı titizliği göstermek gerekmez mi?
En iyi uzmanın seçildiğini ve ona çalışmayı yapması için olanak sağlandığını varsayalım. Gerekli bilgiler tüm detayları ile hazırlanıp Meclisin ilgili komisyonuna geldiği zaman bu uzman değişik alternatiflerin neyi kazandırıp neyi kaybettireceğini siyasi kamu görevlilerine anlatmalıdır. Hazırlanan taslaktaki her sözcüğün ne etkisi olduğunu, bir sözcüğün çıkması veya değişmesi durumunda sonucun nasıl değişeceğini açıklamalıdır. Böyle bir hazırlıktan sonra yapılan yasalarda hatalar en aza inecek ve halk ümit ettiği yararı sağlayacaktır.
Yöntem değişikliğinin ne kadar büyük fark yaratacağını anlatmak için bir örnek verelim. Lefkoşa Girne ana yolunun nasıl yapıldığını anımsayalım. Sanırım bu yol için Suudi Arabistan devletimize yardımda bulunmuş ve Karayolları Dairesi yolun yapımını üstlenmişti. Gereğinden daha uzun sürede, daha pahalıya ve düşük standartta bir yol yapıldı. Daha sonra KKTC de yöntem değiştirildi ve yol yapımı özele havale edilmeye başlandı. Karayolları, özel şirketleri denetleme görevini üstlendi. Böylece güzel yollarımız oldu.
Dünyada yasa yapımında sorun yaşayan bir çok devlet bu gerçeği görmüş ve önemli yasalarda taslağı hazırlama işini bir uzmana hem de o işi yapabilecek en iyi uzmana vermeye başlamıştır. Aynı yöntemi izlememiz ve en iyi uzmanı görevlendirmemiz halinde dünyanın en iyi yasalarını yapamamamız için bir neden yoktur. O zaman ülkemizde bir huzur ortamı oluşacak ve KKTC nin gelişmesi önündeki engeller bir bir kalkacaktır.
Yeni Yasa Nasıl Olmalı?
7/80, 54/87 veya 8/ 2008 sayılı yasaları değiştirmek için bir girişim yapıldığını gördük. Yukarıdaki bilgiler bize bu değişikliğin nasıl olması gerektiği konusunda ışık tutmaktadır. Yeni yasanın insan haklarını ihlal eden ve KKTC nin saygınlığına gölge düşüren bir yasa olmaması gerekir. Konuyla ilgili gerçekleri araştırmadan uydurma bilgilerle, hayali olasılıkları sayıp "Bu durumda olanlar koçan alabilir" deyip gerçek hak sahiplerini dışlayan bir yasa yapmak büyük hata olacaktır. Özel bir yasa yapar gibi, yani sadece siyasilerin kapısını çalanların sorununu çözecek bir yasa yapmak da doğru değildir.
Özel olmayan bir yasaya özel ispat şartları koyarak ispat etmeyi zorlaştırmak adaletten uzaklaşılacağı anlamına gelir. 1974 den önce mal satın alanlara koçanlarını vereceğim diye yasa yapmak ve dilekçe sahiplerinin yerine getiremeyeceği şartlar koyarak mallarına el koymak insan haklarına aykırıdır. Bunun gibi mal satın alan kişilerin işitmedikleri, haberleri olmayan bir yasadaki süreyi geçirdiler diye mallarını yitirmeleri de insan haklarına aykırıdır.
Yukarıdaki bilgiler ışığında geçmiş yasalardaki tüm özel ispat şartlarını ortadan kaldırmak ve hukuk sistemimizin normal ispat kurallarına dönmek gerekir. Hukuk sistemimiz bir iddianın nasıl ispat edilebileceğini belirlemiştir. Yüzlerce yıl denenmiş bu kurallardan ayrılmak doğru değildir. Bu nedenle yasada "Mahkemeye başvurup 20 Temmuz 1974 den önce bir malı satın aldığını kanıtlayanların lehine kayıt kararı verilir" denmesi yeterlidir.
Bu uzun çalışmadan sonra yasaya aşağıdaki gibi bir cümle koymanın sorunu çözeceğini söyleyebiliriz. "7/80 Sayılı Yasada veya tadillerinde bulunan herhangi bir sınırlamaya ve daha önce verilmiş Mahkeme kararına bakılmaksızın, sunulan delilleri değerlendiren Mahkemenin söz konusu malın dilekçe sahibi tarafından 20 Temmuz 1974 den önce satın alındığı kanısına varması halinde, sözleşme şartlarına uyma koşuluyla malın dilekçe sahibinin veya mirasçılarının veya haklarını devrettiği herhangi bir kişinin ismine kaydı için emir verir."
Hükümetin bu kanayan yaraya el atacağını ve devletimize yaraşır adil yasalar yapmaya başlayacağını ümit edelim.