Rum'dan Mal Satın Alanlar Trajedisi

Türkçemizde güzel bir söz vardır. "Ateş düştüğü yeri yakar". Yargıç olarak çalıştığım yıllarda Mahkemelerde haksızlığa uğrayan ve acı içinde sürünen insanlar gördüm.  Çoğu kez sorunlarını anlatmakta büyük güçlük çekiyorlardı. Dinleyenler  ise çoğu kez onların sorunlarına ilgisiz kalıyordu.

Arzu ederseniz dinleyenlerin bu genel yaklaşımdan uzaklaşalım ve bizi ilgilendirmez gibi görünse bile gerçekte herkesi ilgilendiren bir sorunu masaya yatıralım : Rumdan mal satın aldığı halde  kaydını yaptıramayan veya koçan alamayan insanların yıllarca devam etmiş sorunu. Bunu yaparken KKTC Meclisinin yaptığı yasaların niçin hatalı olduğunu sorgulayalım ve kusursuz yasa yapmanın yollarını araştıralım.

Sormamız gerekiyor. Rumdan mal satın alanların sorunu nasıl ortaya çıktı? Satın alanlar niçin yıllarca satın aldıkları malın koçanını alamadılar?

1974 Mutlu Barış Harekatı gerçekleştiğinde Kıbrıs Türk bölgesinde Rumlardan taşınmaz mal satın aldığı halde koçan alamamış Kıbrıslı Türkler ve 3.cü devlet uyruklu Yabancılar vardı.
Bu iki grubun koçan alamama nedenleri birbirinden oldukça  farklı idi. Buna rağmen sorunlarını çözmek amacıyla 1980 yılında yapılan 7/80 Sayılı Yasa iki grubu aynı potaya koydu ve sorunlarını birlikte çözmeye çalıştı.

7/ 80 Sayılı Yasa bu sorunu maalesef  çözebilmiş değildir. Bu nedenle iki kez yasa tadil edilmiş yine de sorunlar çözülememiştir. Sonuçta iki grubun  sadece küçük bir bölümü koçanlarını alabildiler. Geriye kalanların başına  inanılmaz sıkıntılar geldi. Mal alanların bir bölümü yaşamlarını yitirdi. Hayatta kalanlar veya ölenlerin çocukları hala koçanlarının verilmesini bekliyorlar.

Yargıç olarak çalıştığım yıllarda Mahkemelerde sürünen bu insanları büyük bir üzüntü içinde izliyordum. Meslektaşlarımdan onların çektikleri sıkıntıları dinliyor ve kendi kendime "Acaba nasıl yardımcı olabiliriz" diye soruyordum.

Kurucu Cumhurbaşkanımız Sn. Rauf Raif Denktaş ın da aynı sorunla ilgilendiğini öğrendim. Yargıç olduğum süre diğer bir çok meslektaşım gibi tarafsız ve bağımsız Yargı ilkesini benimsediğim için Denktaş Bey le fazla bir temasım olmadı. Fakat daha sonra ikimiz de emekli olduk. O zaman onun siyasi veya maddi herhangi bir çıkarı olmadan halkın dertleri ile ilgilendiğini ve acılarını paylaşmaya çalıştığını gördüm. Yasal araştırma isteyen konularda gerçeği araştırmanın  ve çözüm önermenin  ne kadar zor olduğunu biliyorum. Halbuki Denktaş Bey en zor yasal metinleri inceliyor ve yasal sorunlara çözüm bulmaya çalışıyordu.
Emekli olunca Köşklü çiftlikte bulunan ofisinde onu ziyaret ettiğim zaman benden bazı yasal konularda araştırma yapmamı ve kendisine yardımcı olmamı  istedi. Yaptığım çalışmaların bir bölümünü web sayfama koymuş bulunuyorum. Çalışma yapmamı istediği konulardan biri de Rumdan mal satın aldığı halde koçan alamayıp Mahkemelerde sürünen insanların sorunu idi? Bu sorunu çözmek için yapılmış  7/80 sayılı yasa ile tadillerinin niçin  işe yaramadığını merak ediyordu.
Kendisine önümde başka araştırma konuları olduğu için bu çalışmayı  erken yapmayacağımı, zamana ihtiyacım olduğunu söyledim. Çalışmamın sonuçlarını bir rapor halinde kendisine sunacaktım. Maalesef o hayatta iken bunu gerçekleştirmek  mümkün olmadı.
Sorunları ile ilgilendiği ve yardım etmek istediği insanlar hala büyük sıkıntı içindeler. Bu nedenle çalışmamı bir yazı dizisi haline getirerek sizinle paylaşmaya karar verdim.
Sadece koçan alamayanları değil tüm ülke aydınlarını ilgilendiren bir sorunla karşı karşıya olduğumuza inanıyorum. KKTC Meclisini yaptığı yasalar niçin hatalıdır?  Niçin bu yasalar ele aldıkları bir sorunu yıllarca çözememektedir?

1974 öncesi Rumdan taşınmaz mal satın almış olup koçan alamayanların Türkler ve Yabancılar olmak üzere iki gruba ayrıldığını söyledim. Bu iki grubun koçan alamama nedenleri bir birinden çok farklıdır. Önce yabancıların durumunu incelemeye çalışalım.

Yabancıların koçan alamama nedenleri
Bilindiği gibi Kıbrıs Yasalarına göre bir yabancının doğrudan Tapu Dairesine  giderek  mal satın alması mümkün değildir. Bugün olduğu gibi geçmişte de yabancılar satın aldıkları  malın kaydını yaptırabilmek için Bakanlar Kurulundan izin almak zorunda idiler. 1974 öncesinde sadece Rum kesiminde Tapu Daireleri vardı. Dolayısıyla  izin vermeye yetkili olan makam da  Rum Bakanlar Kurulu idi.

Kıbrıslı Rumlardan mal satın alan yabancılar koçan alabilmek için satış sözleşmeleri ile Rum Bakanlar Kuruluna müracaat etmek ve izin verilmesini beklemek zorunda idiler. Bu bekleyiş genellikle 2 yıl sürüyordu. İzin aldıktan sonra da bazı hallerde beklemeye devam etmeleri gerekiyordu. Örneğin satın  alınan bir apartman dairesi ise ayrı koçanın  hazırlanması için ayrıca beklemek gerekiyordu.

1974 öncesi yıllarda Kıbrıs, tüm dünyada tatil veya emeklilik evi alınacak en popüler yer haline gelmişti. Başta İngiltere ve Avrupa olmak üzere dünyanın her yerinden insanlar ev almak için Kıbrısa akın ediyordu. Bu nedenle Barış Harekatı gerçekleştiğinde Kuzey Kıbrısta bir mal satın alan ve koçan almak için beklemekte olan  oldukça kalabalık bir grup oluşmuştu.

Barış Harekatından sonra yabancılar  nasıl bir durumla karşılaştılar?
Mal satın alan yabancılar bugün olduğu gibi genellikle villa tipi evler ve apartman daireleri almışlardı ve genellikle evlerinde oturuyorlardı. Barış harekatını izleyen yıllarda Kıbrıs Türk Yönetimi insan haklarına saygılı bir devletin yapacağı şeyi yaparak yabancıların haklarını tanıdı. Onlar da satın aldıkları malları  kullanmaya devam ettiler.

1975 yılında Savunma Bakanlığı bir çağrı yaparak Rumlardan mal satın alıp koçan alamayan yabancıların 30 Haziran 1975 e kadar Savunma Bakanlığına başvurmalarını ve sözleşmeden doğan haklarını kaydettirmelerini bildirdi. Yabancıların tümüne yakını bu çağrıya uyarak Savunma Bakanlığına müracaat ettiler ve ellerindeki belgeleri sundular.

Savunma Bakanlığı yapılan  müracaatları bir bir inceledi . Şüpheli görünenlerin dışında kalanları onaylayarak Tapu Dairesine bu mallar üzerine şerh konmasını bildirdi.
Böylece daha 1975 yılı sona ermeden mülkiyet sorunu adil bir şekilde çözülmüş görünüyordu. Ne var ki tapuda mallar üzerine  konan şerhler sadece o kişinin söz konusu malı satın aldığını gösteriyordu. Bu şerh mülkiyet haklarından yararlanmak için yeterli değildi.  Örneğin mal sahibi malını satamıyor, ipotek koyamıyor, çocuklarına  miras bırakamıyordu. Sorun çıkacak diye kiralamaya dahi çekiniyordu. Şerh sadece evde oturanları dış müdahalelere karşı koruyordu.  Bu nedenle devletin bir adım daha atarak mal alanlara koçanlarını vermesi gerekiyordu. Bu adım 1980 yılında 7/80 Sayılı Yasa ile atıldı. Ancak yapılan yasa mal alanların sorunlarını çözmedi, aksine dertlerinin başlangıcı oldu.

7/ 80 Sayılı Yasanın İçeriği
7/80 Sayılı Yasa, 1974 öncesinde sözleşme ile Rumdan mal satın alıp koçan alamayanların 90 gün içinde malın bulunduğu yer Kaza Mahkemesine müracaat etmeleri halinde, kayıt kararı yani koçan  alabileceklerini açıkladı.

Yasa  yapıldığı tarihte yabancılar Savunma Bakanlığına başvurmuş durumda idiler. Malları üzerine sözleşmeden doğan hakları olduğunu gösteren şerhler konmuştu. Savunma Bakanlığı az sayıda süreyi kaçıranların dışında kimin hangi malı satın aldığını ve elinde ne gibi kanıtlar olduğunu biliyordu. Müracaatlar gözden geçirilip onaylandığına göre sorun büyük ölçüde çözülmüştü. 7/ 80 Sayılı Yasanın yapacağı geçmiş işlemleri gözden geçirme yani  bir formaliteden ibaret olmalıydı. Ancak gerçekleşenler böyle olmadı. Mahkemelere başvurup koçan almaya çalışanlar beklenmedik güçlüklerle karşılaştılar.

Bir yasanın amacıyla tutarlı olması gerekir. 7/ 80 Sayılı Yasa 1974 den önce mal satın alıp kaydını yaptıramamış olanlara koçanlarını vermek için yapılmıştı. Yasa bu amaca uygun hükümler içermeliydi. Bir kişinin gerçekten o malı alıp almadığı sorusu sorulmalı ve bunun kanıtlanması halinde tapu kaydı yaptırmasına izin verilmeliydi.

O zaman akla bir soru geliyor. Acaba bir kişinin doğru olmayan bir iddiayı yaparak haksız yere mal kazanma olasılığı yok mu?

Hukuk sistemimizi tanıyanlar bu olasılığın ne kadar zayıf olduğunu bilirler. Hukuk sistemimizde bir iddianın nasıl kanıtlanacağını belirleyen kurallar vardır. İngiliz hukuk sisteminde bu  kurallar gerçeği çok başarılı bir şekilde ortaya çıkarmaktadır.
Ne var ki yasayı yapanlar "Gerçek önemli değil, biz yasaya öyle şartlar koyalım ki bir kişi malı satın aldığını kanıtlasa bile yasaya göre satın almamış kabul edilsin ve koçan alamasın" derse ortada bir yanlışlık var demektir. 7/80 sayılı yasa ile tadillerinin yaptığı aynen böyle olmuştur. İnsan haklarına aykırı trajik bir sorun ortaya çıkmıştır.

Rumdan mal satın alıp koçan alamayan Türklerin koçan alamama nedenleri
Yabancıların 1974 öncesinde satın aldıkları malların  koçanını hangi nedenlerle  alamadıklarını gördük. Bir de Kıbrıslı Türklerin durumuna bakalım.
Rum Yönetimi eskiden beri Kıbrıslı Türklerin Rumlardan mal satın almasını  önleme çabası içinde olmuştur. Bir taraftan Rumların Türk mallarını satın almasını teşvik eden ve hatta bunun için kredi sağlayan Rum Yönetimi diğer taraftan Türklerin Rum malı almasını engellemeye çalışmıştır.

1963- 1974 yılları arasında ise Türklerin Rum malı satın almasını tamamen yasaklamıştır.  Rum toplumu içinde bir Rumun Türklere mal satması yeraltı örgütlerinin   cezalandıracağı bir suç haline gelmiştir.

1963-1974 arasında Tapu daireleri sadece Rum kesiminde olduğu için Rumlardan mal alan Türklerin Tapu kaydı yaptırması olanaksız hale gelmiştir. Bir Türkün Ruma mal satmak istemesi halinde derhal işlem yapan Tapu Daireleri,  Rumun Türke mal satmak istemesi halinde herhangi bir işlem yapmıyor ve taraflara Rum Bakanlar kurulundan izin almaları gerektiğini söylüyordu. Bu durumda  Türklere mal satmak isteyen  Rumlar vazgeçmek veya  korku içinde bu olayı gizlemek zorunda kalıyorlardı.

1963-1974 arasında Türk bölgelerinde malları kalan Rumlar mallarını Türklere satma çabası içine girmişlerdi. Bu nedenle sözleşme ile mal satın alan fakat kayıt yaptıramayan bir grup Kıbrıslı Türk oluştu. Aldıkları malı kullanmaya başlıyorlar ve tapu kaydı için yasağın kalkmasını bekliyorlardı.

Rumdan mal satın alıp kaydını yaptıramayan Türklerin insan hakları ihlallerinin mağduru oldukları ve son derece haklı oldukları açıktı. KKTC  Hükümetinin  bu haklılığı vurgulayıp onlara derhal koçan vermesi yerinde bir davranış olacaktı. Fakat bunu yapacağına onları  tapu alamayan yabancılarla aynı potaya koydu ve önlerine büyük engeller çıkardı.
1974 den sonra Kuzeyde  terk edilmiş Rum mallarının KKTC tarafından devletleştirilmesi Rum Yönetiminin büyük şikayetlerine neden olmuştur. Uluslararası mahkemelerde ve diğer platformlarda  seslendirilen bu şikayetlere karşı, Rum yönetiminin Türklerin mal almasını yasaklayarak gerçekleştirdiği insan hakları  ihlallerinin açıklanması  yerinde bir yanıt olabilirdi. Böylece Rum Yönetiminin mülkiyet konusunda masum olmadığı ortaya çıkacaktı. Maalesef Türk Yönetimi bunları yapamadı. Aksine kendini haksız konuma düşürecek davranışlar içine girdi. Bunu anlayabilmek için mülkiyet sorununu daha geniş bir çerçevede değerlendirelim.

Kıbrısta Mülkiyet Sorunu
Kıbrısta mülkiyet sorunu ile ilgili son derece objektif bir değerlendirme yapmaya çalışalım. Tamamen tarafsız bir uzmanın gözlükleri ile olaya bakalım.  Acaba nasıl bir tablo ile karşılaşırız.

Kıbrıs'ta iki halk arasında bir  çatışma ve savaş yaşandığı, 1974 de karşılıklı toplu göç olduğu önemli bir  gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. O zaman sormamız gerekiyor. Acaba dünyada toplu göç yaşanmış diğer ülkelerde mülkiyet sorunu nasıl çözüldü?
Hukukta emsal önemlidir. Kıbrısta mülkiyet sorununa bir çözüm önerebilmek için dünyada toplu göç yaşanan diğer  ülkelerde mülkiyet sorununun nasıl çözüldüğüne araştırıp bulmamız gerekmektedir. Bu yönde bir araştırma yaptığımız zaman mülkiyet  sorununun genellikle uluslararası bir anlaşma ve toplu mal takası ile çözüldüğünü  görürüz.

Bunun en güzel örneği Türkiye ile Yunanistan arasında 1923 de gerçekleşen Nüfus Mübadele Anlaşmasıdır. O koşullarda iki ülke arasında bulunabilecek en adil çözüm bir anlaşma ile noktalanmış ve göç eden insanlara yerleştikleri yeni ülkede eşdeğer yeni mallar verilmiştir. Mal dağıtımından yerleştikleri yeni ülke sorumlu olmuştur.  Kıbrısta ise 1974 yılında gerçekleşen savaştan sonra ateş kes anlaşması yapılmış fakat toplumlararası veya uluslar arası bir anlaşmaya varılamamıştır. Bu nedenle mülkiyet sorununun çözümü askıda kalmıştır.

Bu durumda acaba  mülkiyet konusunda neler yapılabilirdi?  Kuzeyde Türk egemenliğinde kalan tapulu toprakların  % 80 inin orijinal Rum malı olduğunu varsayabiliriz. Büyük mağduriyetlerden sonra özgürlüğünü kazanmış ve fiilen  bağımsız devlet kurmuş bir halkın topraklarının bu kadar büyük bölümünü askıda bırakması doğru olamazdı. Böyle yapması halinde ekonomik gelişmesi duracak ve halkı bir tür  gecekondu yaşamına mahkum olacaktı. Doğru olan dünyada toplu göç olan diğer yerlerdeki gibi bir uygulamaya gidilmesi idi.  KKTC de yapılan da aynen böyle olmuştur.

1983 Anayasasının 159 maddesi ile Kuzeyde terk edilen Rum malları devletleştirilmiş ve 41/77 Sayılı İskân Topraklandırma ve Eşdeğer Mal Yasası ile bu mallar yasaya göre hak sahibi olanlara dağıtılmıştır. Böylece Türkiye ile Yunanistan arasındaki 1923  Nüfus Mübadele Anlaşmasında yapılanın  benzeri tek taraflı olarak uygulanmıştır.
Özetle ileride mal sorununun dünyadaki diğer toplu göçlerde olduğu gibi çözüleceği varsayılarak  mal dağıtımı yapılmıştır. İleride bir anlaşma yapılacağı, tüm tazminat konularının görüşüleceği ve Kuzeyde mal terk etmiş Rumlara, Güney göçmenlerinin Güneyde kalıp devlet lehine feragat ettikleri malların verileceği düşünülmüştür.
Rum Yönetiminin böyle bir öneriye  karşı çıkması ve herkesin eski malına geri dönmesi gerektiği tezini milli bir ideal olarak benimsemesi toplu mal takası yönteminin başarılı bir şekilde uygulanmasını önlemiştir. Rum Yönetiminin Kıbrıs'ı 1974 öncesine geri götürecek yolları arama çabası içinde olması dünyanın diğer  yerlerinde toplu göçlerde gerçekleşenlerin Kıbrısta uygulanmasını engellemiştir.

KKTC de Anayasanın 159.cu maddesi ve 41/77 Sayılı İskân Topraklandırma ve Eşdeğer Mal Yasası ile gerçekleştirilenler  dünyada toplu göç yaşanmış diğer ülkelerde gerçekleşenlere uygundu ve  yapılanları uluslararası platformlarda savunmak kolaydı.  Ne var ki bunun için genel ilkeden ayrılmamak ve KKTC nin  haklılığına gölge düşürecek davranışlardan uzak durmak gerekiyordu. Maalesef KKTC de yapılanlar böyle olmadı. Hatalı uygulamalar KKTC nin haklılığını tartışmalı hale getirdi.

Devletimiz Kuzeyde terk edilen Rum mallarının, karşılıklı göçün ortaya çıkardığı,  Türk ve Rum halkları arasında bir sorun olduğu, toplu mal takası ilkesi çerçevesinde çözülmesi gerektiği tezini ısrarlı bir şekilde savunmalıydı. Bu nedenle yapılan yasaların sadece terk edilmiş Rum mallarına yönelik olduğu düşüncesi içinde hareket etmeliydi. Maalesef böyle yapmadı ve kuzeyde kalan İngilizlerin, Almanların, Fransızların mallarına da el koymak istiyormuş gibi bir uygulama içine girdi. Hiçbir haklı gerekçesi olmadan 3.cü devlet uyruklu yabancıların mallarını da terk edilen  Rum malları gibi devlete mal etmeye çalıştı.
KKTC bu hatalı yaklaşımı sadece yabancı bireylere karşı uygulamış değildir. Yabancı şirketler de aynı hatalı uygulamadan  nasiplerini aldılar. 7/ 80 Sayılı Yasa nın öyküsü bu inanılmaz olayları anlatmaktadır. Böylece Kıbrısta mülkiyet konusunda haklı olmayan  Rumlar haklı  duruma  geçtiler, Türkler ise haklı oldukları halde haksız oldukları görüntüsünü verdiler.  Bu tablo uluslararası Mahkemelere ve kuruluşlara taşınmakta gecikmedi.
Hemen açıkça vurgulayalım ki devletimizin 3.cü ülke vatandaşı yabancıların mallarına el koyma gibi bir amacı hiçbir zaman olmadı. Ancak onlara mallarının tapusunu  vermek için yaptığı 7/ 80 Sayılı Yasaya öyle özel ispat şartları koydu ki  uygulamada bu sonuç ortaya çıktı. Mal alan yabancıların en haklı olanlarının çoğunluğu dahi yasaya konan engeller nedeniyle koçanlarını alamadılar.

Yasa ayrıca mallarının  koçanını alamayanların mallarının devlete kalacağını belirtti. Böylece dolaylı olarak bu mallara el konmak isteniyormuş gibi bir görüntü ortaya çıktı.
Bu nedenle uluslararası platformlarda haklarımızı savunma olanağımız kalmamıştır. Birçok yabancıda malına  sahip olabilmek için Rum Yönetiminin tekrar Kuzeye gelmesini beklemekten  başka ümit olmadığı düşüncesi oluşmuştur.

7/ 80 Sayılı Yasanın Yapılması
Savunma Bakanlığının yaptığı araştırma ve yabancıların mallarına konan şerhlerden sonra devletimizin bu çalışmayı bir adım daha ileri götürerek  sonuçlandırması bekleniyordu. Bu amaçla 20 Mart 1980 tarihinde 7/ 80 Sayılı Yasa yapıldı.

Yasa, 1974 öncesinde sözleşme ile Rumdan mal satın alıp koçan alamayanların 90 gün içinde malın bulunduğu yer Kaza Mahkemesine müracaat etmeleri halinde, kayıt kararı yani koçan  alabileceklerini açıkladı.

Yasanın yürürlüğe girmesi üzerine  sözleşme ile mal satın alan Türkler ve yabancılar büyük ümitlerle Mahkemelere koştular. Ancak bir süre sonra bu ümitler hayal kırıklığına dönüştü .
Acaba yasanın satın alanların karşısına çıkardığı  engeller nelerdi? Mal alanların büyük ümit bağladıkları bu yasa niçin işkenceye dönüşmüştü? Bu sorulara yanıt vermeye çalışacağız.

7/80 Sayılı Yasa sorunları neden çözemedi?
İlk engel  süreyi kaçıranlarda oldu. Kıbrısta mal satın alan yabancılar arasında dünyanın uzak yerlerinde örneğin Avustralyada veya Amerikada yaşayanlar vardı. Doğal olarak yapılan  çağrıyı duymadılar. Türklerin ise büyük bölümü yasanın kendilerini ilgilendirdiğini anlayamadılar.

Yabancıların bir bölümü  Savunma Bakanlığına başvuramamıştı. Bir bölümü ise 90 gün içinde mahkemeye başvurma fırsatını kaçırdı.  Böylece müracaat tarihini geçiren ve gününde Mahkemeye müracaat etmeyenlerin durumu ne olacaktı?
Onlara  "Mademki süreyi geçirdiniz malınızı alma hakkını yitirdiniz, malınıza el konacaktır" demek doğru olabilir miydi?

Hukukta süre kaçıranlara karşı ne gibi önlemler alınabileceği tartışma konusudur. Süreyi geçirenlerin  önüne süreyi niçin geçirdiklerini açıklama zorunluluğu koymak mümkündür. Onların iddialarını kanıtlamalarını daha katı kurallara bağlamak da düşünülebilir. Ancak sırf süre geçirildiği için bir insanın taşınmaz malını yitirmesi insan haklarına aykırı kabul edilmektedir. Diğer bir ifade ile taşınmaz mal ile ilgili konularda sürelerin hak düşürücü süre olmadığı görüşü hukukta egemendir.

Ne var ki bu konu üzerinde bu aşamada daha fazla durmamıza gerek yoktur. Çünkü 7/ 80 Sayılı Yasaya göre süresinde müracaat edenler bile  haklarını alabilmiş değildirler. Ayrıca yabancılar arasında süreyi kaçıranların oldukça az olduğu anlaşılmıştır. Bu konu daha çok Kıbrıslı Türklerle ilgili olarak Mahkemelerin  gündemine gelmiştir. Sırası geldiği zaman bu konuyu tekrar inceleyeceğiz.

7/80 sayılı yasa nasıl hükümler içermeliydi?
7/80 Sayılı Yasanın amacı 1974 den önce Rumdan mal satın alanlara haklarını vermekti. Şu halde yasaya malı gerçekten alanları diğerlerinden ayıracak ve gerçek alıcıların mallarını alabilecekleri  kurallar konmalıydı.

Rumdan mal satın alan Türklerin  Rum Yönetiminin çıkardığı insan haklarına aykırı engellere karşı direnerek bu malları aldıklarını gördük. Satın alınan mallar  Türk bölgelerinde idi ve satın alanlar bu malları kullanıyorlardı. Dolayısı ile gerçek dışı talepte bulunma olasılıkları oldukça azdı.

Yabancılarla ilgili durum da kuşku duyulmayacak kadar açıktı. Mahkemelere başvuran yabancılara göz atıldığı zaman bu insanların dünyanın en kültürlü insanları arasında yer aldıkları görüyorduk.

Bu kişilerin savaş olan bir ülkede haksız talepte bulunması, satın almadıkları  bir evi işgal etme cesareti göstermeleri ve sahte belgelerle  eve  sahip çıkmaya çalışmaları olası görünmüyordu.

Gerçeğin basit bir araştırma ile ortaya çıkabileceğini bilen bir Türk veya yabancı o günün koşullarında hile yapma  cesaretini  gösteremezdi. Özellikle Savunma Bakanlığı yabancılarla ilgili araştırma yaptığına ve malların gerçekten satın alındığını saptayıp mallar üzerine şerh koydurduğuna göre dilekçelerin kabulü bir formaliteden ibaret olmalıydı. Ancak maalesef gerçekleşenler öyle olmadı. Yasa koyucu yasaya aşılması mümkün olmayan engeller koyarak  satın alınan mallara el koyma yönüne gitti.

Bu  noktada iyi bir yasanın nasıl olması gerektiği konusu üzerinde kısaca durmamız yararlı olacaktır.

İyi bir yasa nasıl olmalı?
İyi bir yasa yapabilmek için önce o  ülkede yasaya duyulan ihtiyacı doğru saptamak ve yasanın amacını açık ve net olarak belirlemek gerekir. Daha sonra yasadan yararlanacak olanların durumunu ayrıntılı olarak saptayan bir araştırma yapılmalı ve uygulanacak kurallar açık ve net bir şekilde belirlenmelidir. En sade bir vatandaş bile yasayı okuyup yasanın amacı ile kimlerin nasıl yararlanacağını anlayabilmelidir. Yasa vatandaşın işini kolaylaştırmaya çalışmalıdır. Gereksiz yere güçlük çıkaran, çelişkili kurallar içeren yasalar iyi yasa değildir.. Yasa yapılırken yasada yapılacak en küçük bir hatanın bile birçok kişinin yıllarca acı çekmesine neden olacağı bilici içinde hareket edilmelidir.

Bu olayda sorun ne idi? 1974 öncesinde Rumdan mal satın alan yabancı veya Türkler bazı engellerle karşılaşıyorlar ve  önce bir sözleşme ile malı alıp beklemek zorunda kalıyorlardı. Bekleme sürecinde 1974 Batış Harekatı gerçekleşmiş ve  koçan  almalarına fırsat kalmamıştı.

Anayasanın 159.cu maddesi ile kuzeyde terk edilmiş kayıtlı Rum malları devletleştirilince satıcı Rumun yerine devlet geçmiş oldu. Devletin görevi  sözleşme ile satın alanların gerçekten söz konusu malı satın alıp almadıklarını saptamak, satış şartlarını yerine getirmiş olan alıcılara mallarını vermek, satış bedelinin tümünü ödemeyenlerden  geriye kalan satış bedeli talep etmek, diğer bir ifade ile sözleşmelerin uygulanmasını sağlamak olmalıydı. Devlet  dürüst bir satıcıdan beklenen davranışları yapmalıydı.  Tutarsız bahanelerle malları devretmekten kaçınması doğru olamazdı.

Burada akla bir soru gelmektedir. İstisna olsa bile müracaat edenler arasında gerçekte malı almadığı halde sahte belgeler sunarak devleti aldatmaya çalışanlar olmaz mı? Bu konuda kuşku duyan yasa koyucunun katı kurallarla bunu önleme gayreti içinde olması isabetli değil mi?
Hukuk sistemimizi tanıyanlar bu kaygıların yersizliğini bilirler.
Uyguladığımız İngiliz hukuk sisteminde  bir iddianın nasıl kanıtlanabileceği bellidir.  Usul ve şahadet hukukunun düzenlediği  kurallar ışığında bir taraf iddialarını ispatlayabilir veya ispatlayamaz. Hukuk sistemimizde  gerçeğin  bulunmasına yarayan   istintak (cross examination) prosedürü son derece etkilidir. İstintak  sayesinde gerçek olanla olmayanı bir birinden ayırmak kolaydır. Bunu bilenler Mahkemede  yalan iddia öne sürmeye kolay kolay  cesaret edemezler.

Dolayısıyla Rumdan mal satın alanların gerçek dışı iddialarla haksız mal elde etme olasılığı yoktu veya tamamen önlenebilirdi. Buna rağmen 7/ 80 Sayılı Yasayı yapanlar sanki gerçek onları ilgilendirmiyormuş , amaçları bazı engeller koyup bu engelleri aşamayanların mallarını ellerinden almakmış gibi bir yasa yaptılar. Hukuk sistemimizin temel ilkelerinden uzaklaşarak yasaya özel ispat şartları koydular.  Bu şartları yerine getiremeyenlerin  malı satın almış olsalar bile almamış kabul edileceklerini ve mallarının devlete kalacağını hükme bağladılar.

7/ 80 Sayılı Yasanın Hukuk Sistemimizin Temel İlkelerine Ters Düşmesi
7/80 Sayılı Yasa 1974 den önce Rumdan mal satın alanlara tapu kaydı yaptırma,  yani koçanlarını verme amacıyla yapılmıştır. Yasanın  usul  kuralları çerçevesinde malı satın aldığını kanıtlayanların koçan alabileceğini belirtmesi gerekiyordu. Bunu belirteceğine kendine özgü özel ispat şartları koymuş ve mal alanların koçan almasını engellemiştir. Yasaya konan  şartlar yasayı anlamsız hale getiren ve insan haklarını ihlal eden şartlar olmuştur.

Yasaya konan özel  şartların en önemlisi bir satışın yapıldığını kanıtlamak için banka havalesi ile ödeme yapıldığının kanıtlanması gereği idi. Diğer önemli şart ise Mahkemeye orijinal sözleşmenin sunulması gereği idi. Bu durumda mal satın alan bir kişinin koçan alabilmesi için satış sözleşmesinin orijinalini Mahkemeye sunması ve ödemeyi banka havalesi ile yaptığını kanıtlaması  gerekiyordu. Bu iki koşulu yerine getiremeyenler malı satın aldığını kanıtlayamamış kabul edilecek  ve malını yitirecekti.

Kıbrısta mal satın alanlar malın bedelini genellikle  nakit para ile veya çekle öderler . Yabancılar arasında ödemeyi banka havalesi ile yapanlar bulunmakla birlikte onların oranı da   %10 u  geçmemekte idi.  Kıbrıslı Türkler arasında banka havalesi ile ödeme yapan hemen hemen  hiç  yoktu. Yukarıda anlattığımız zor koşullarda bir Türkün ödemeyi banka havalesi ile yapması düşünülemezdi.

7/ 80 Sayılı Yasanın  uygulanmaya başlaması ile Mahkemeye koşanlar arasında sadece  sözleşmelerinin orijinalini ellerinde bulunduran ve  ödemelerini banka havalesi ile yapanlar koçanlarını alabildiler. Onların oranı ise müracaatçıların  %10 unu geçmiyordu. Bu  iki şartı yerine getirmeyenlerin dilekçeleri ret edilmeye başlandı.

Dilekçelerin tümü dinlense geriye kalan  dilekçelerin tümü ret olacak ve bu kişiler mallarını yitireceklerdi. Bu mallar terk edilen diğer Rum malları gibi devlete kalacaktı. Halbuki devlet bu insanlara koçan vereceğini açıklamıştı. Yasaya yerine getirilmesi imkansız  şartlar koyarak mallarına el koymak doğru olabilir miydi?  Yasaya göre devlet mal alanlara  "Gerçi bu malları satın aldığınızı biliyoruz. Bu konuda araştırma yapıp gerçeği saptadık. Fakat maalesef sözleşmenin orijinalini yanınızda bulundurmadınız. Ödemeyi de banka havalesi ile yapmadığınız için malı satın almamış kabul ediliyorsunuz. Bu nedenle  yasaya göre malınız devletin oldu." demekteydi.

Burada üzerinde durulması gereken önemli bir nokta da şudur. İyi bir yasanın nasıl yapılabileceğini gördük. Yasa yapımında hazırlık aşaması önemlidir. Meclisin görevi yasanın düzenlediği konuda gerçekleri ayrıntılı ve doğru olarak saptamaktı.   Devlet 7/80 Sayılı Yasayı yapmadan önce yabancıların sözleşmelerini bir bir incelemişti banka   havalesi ile ödeme yapanların %10 u geçmediğini biliyordu. Türklerin ise hiçbirinin banka havalesi yapmadığını tahmin etmek kolaydı. Bu koşullarda "Malın satın alındığını kanıtlamak için  ödemenin banka havalesi ile yapılması şarttır" diye bir kural koymak ne anlama gelir dersiniz?

7/80 Sayılı Yasanın yürürlüğe girmesinden sonra  mal alanların % 10 a yakın  bölümü  dilekçelerini kanıtlayıp koçanlarını aldılar. Diğerleri dilekçelerini dinletmenin bir felaketle sonuçlanacağını anladılar ve erteleme çabası içine gerdiler. Devlet organları arasında tüm  dilekçeleri zorla dinleterek tümünün mallarına el konulması gerektiği görüşünü öne sürenler oldu. Bir süre dilekçe sahipleri kaybedecekleri  dilekçeleri dinletmeye zorlandılar. Ancak Savcılık o  kadar ileri gitmedi ve dilekçelerin ertelenmesine karşı çıkmayarak yasanın tadiline fırsat verdi.

7/80 sayılı Yasanın 1.ci Tadili, (54/ 87 Sayılı Tadil Yasası)
7 yıl süren yoğun bir sıkıntı ve endişe döneminden sonra 1987 yılında yasanın ilk tadili yapıldı. 54/ 87 Sayılı bu tadil ile dilekçeyi kanıtlamak için ödemenin banka havalesi ile yapılması  şartı ortadan kaldırıldı. Ödemeyi banka havalesi ile yapmayanların çek veya makbuz ile de ödemeyi yaptıklarını kanıtlayabilecekleri belirtildi. Ancak orijinal sözleşme şartı devam ediyordu. Bunun yanı sıra  sözleşme veya  makbuzun da orijinalinin Mahkemeye sunulması gerekecekti.

Öyle anlaşılıyor ki mal satışlarında banka havalesi ile ödeme yapmanın genel uygulama olmadığı bir ülkede 7/ 80 Sayılı Yasaya böyle bir şart koymanın adaletsizliği büyük eleştirilere neden olmuş ve Hükümet bu konuda bir yumuşama getirmek istemişti. Ancak acaba  ( orijinal sözleşme + orijinal çek veya orijinal makbuz ) şartını kimler yerine getirebilecekti? Savunma Bakanlığına yapılan müracaatlar nedeniyle devlet kaç kişinin bu şartı yerine getirebileceğini biliyordu.  Eğer bilmiyorsa basit bir araştırma ile gerçeği saptayabilirdi.
54/87 Sayılı Yasa  özel ispat şartlarında ısrar etmeyip hukuk sistemimizin normal ispat kurallarına dönmüş olsa sorun tamamen çözülecekti. Maalesef bu yöne gidilmedi ve yasa özel ispat şartlarında küçük bir değişiklik yapmakta yetindi.

Uyguladığımız İngiliz hukuk sisteminde orijinal belgenin  bulunmaması halinde, bu belgenin nasıl kaybolduğu  açıklandıktan sonra  çevre delillerle belgenin içeriğinin kanıtlanması mümkündür. Orijinal belgesi olmayanların iddialarını nasıl kanıtlayabileceği yüzyılların süzgecinden geçmiş kurallarla saptanmıştır. Yasama Meclisinin de bu kuralları  devreye koyması sakıncalı olmamalıydı. Maalesef yasa koyucu bu  yöne gitmedi ve  Rumdan mal satın alanların büyük bölümünün elinde orijinal sözleşme, çek veya makbuz olmadığını bildiği halde bu belgelerin sunulmasını şart koştu.

Gerçeği bilmeyen ve yasadaki anomalinin kalktığını düşünen dilekçe sahipleri  tekrar mahkemelere koştular. Yasadaki değişiklikten yararlanabilen az sayıda  dilekçe sahibi koçanlarını alabildi. Geriye kalanlar tekrar  bekleme sürecine girdiler .

Orijinal Belge Bulunduramama Nedenleri
Birçok dilekçe sahibinin çok haklı nedenlerle Mahkemeye  orijinal belge sunma  olanağı yoktu. Dilekçe sahipleri  bunu nedenini şöyle açıklıyorlardı.
Savaş yaşanmış toplu göç olmuş bir ülkede orijinal belgelerin bulunmamasını doğal kabul etmek gerekir. Kaldı ki yabancıların orijinal belgeleri kaybetmelerinin  başka nedenleri de vardı. Onlar Kıbrısta mal alırken kendi kültürlerinin gereğini yapmışlardı.

1974 den önce Girne bölgesinde tatil veya  emeklilik evi alanların dünyanın en kültürlü insanları arasında yer aldıkları dikkati çekiyordu. Bugün internette birçok insanla  ilgili bilgi edinmek mümkündür. 1960 lı yıllarda bu olanak yoktu. Fakat ünlü kişileri tanıtan "Who is who" isimli bir kitap vardı. O yıllarda bu kitaba göz gezdirenler hayretle dünyanın en ünlü kişilerinin veya yakınlarının Girne bölgesinde emeklilik veya tatil evi aldıklarını görüyordu.

Girne bölgesinde tatil veya emeklilik evi alan bu kişiler  kendi ülkelerinde bir taşınmaz malı alırken bir avukat görevlendirmeye ve  koçan alıncaya kadar işlemleri onun vasıtasıyla yapmaya alışmışlardı. Böyle davranmak  onların  kültürlerinin gereği idi. Bu genel alışkanlığın yanı sıra  Kıbrısta taşınmaz mal almak için Rum Bakanlar Kurulundan izin almaları gerekiyordu. Bunun için bir avukatın hizmetinden yararlanmak zorunda idiler. Bu nedenlerle Girnede bulunan bir Rum Avukatı görevlendiriyorlar ve koçan alıncaya kadar tüm belgeleri onun ofisinde muhafaza ediyorlardı.

Rum avukat ofisleri  20 Temmuz 1974 den sonra yağmalandı. Bir süre sonra İskan Dairesi bu ofisleri  yeni hak sahiplerine tahsis etti.  Onlar da işe ciddi bir temizlikle  başladılar. Belgelerin orijinallerinin Rum avukatların yağmalanmış ofislerinde kaldığını Savunma Bakanlığı biliyordu. Çünkü tüm belgeleri 30 Haziran 1975 e kadar yapılan müracaatlarda incelemişti. Bu koşullarda "Orijinal belge ibrazını şart koşmak ne anlama gelir dersiniz?"
Orijinal Belgesi Olanların da Koçan Alamaması
Savaş olan, belgelerin avukat ofislerinde muhafaza edildiği ve bu ofislerin yağmalandığı bir ülkede orijinal belge şartı koymak haksızlıktı. Buna ek olarak mal alanlar savcılığın olumsuz tutumu ile de mücadele etmek zorunda kaldılar.  Savcılık sanki gerçek onları ilgilendirmiyormuş,  görevleri bir dilekçenin reddini sağlayıp o malı devlete kazandırmakmış gibi savunma yapmaya başladılar . Bu nedenle orijinal belgesi olanların da karşısına engeller çıkardılar.

Buna  bir örnek verelim. Kıbrısta taşınmaz mal satışlarında  ödemeler bazen çekle yapılır. Bazen ise  nakden yapılır ve karşılığında  makbuz alınır. Bunun dışında bir ödeme yöntemi daha vardır. O da ödemenin doğrudan sözleşmenin altına veya arkasına yazılmasıdır. Doğal olarak bu yöntemi izleyenlerin elinde sadece orijinal sözleşme bulunabilir.  Sözleşmenin üzerinde ödemenin yapıldığına dair beyan olduğu için  ayrıca makbuz alınması söz konusu değildir.

Yasanın amacına baktığımız zaman böyle bir satışta sadece  orijinal sözleşme sunulması yeterli olmalıydı. Çünkü ayrı çek veya makbuz yoktu. Ne var ki  Savcılık yasanın amacı ile ilgili değildi. Yasadaki şartların katı bir şekilde  yerine getirilip getirilmediğine bakıyordu. Bu nedenle  üzerinde beyan bulunan orijinal sözleşmenin sunulmasının yeterli olmadığını, buna ek olarak  orijinal  çek veya  makbuz sunulması gerektiğini öne sürdü. Böylece yasanın katı ve şekilci yorumundan hareketle orijinal belgesi olanlar dahi koçanlarını alamadılar.

7/80 sayılı yasa gereği yabancıların Türk Mahkemelerine başvurmalarına Rum Yönetimi tepki göstermişti. Rum kesiminde çeşitli kuruluşlar yabancılara mektup yazarak 7/ 80 Sayılı Yasanın bir tuzak olduğunu, Türk Mahkemelerinin gerçek Mahkemeler olmadığını, adil  karar vermediklerini, evlerinin ellerinden alınacağını, Türk Mahkemelerine başvurmamaları gerektiğini  iddia ettiler. Yazılan yazılara  önem vermeyen yabancılar hiç  tereddüt etmeden Türk Mahkemelerine başvurdular. Ne var ki yasadaki anormal şartlar veya katı yorum  nedeniyle pek çoğu malını alamadı ve böylece Yasama Meclisi farkında olmadan  Rum iddiaları desteklenmiş oldu.

Rumdan Mal Satın Alanların Mahkemelerde Yaşadıkları Sıkıntılar
Mal satın alanların büyük bölümü  1987 de yapılan 54/ 87 Sayılı tadile rağmen koçanlarını alamadılar. Ümitlerini kesenler KKTC den ayrılıp gitti . Daha sonra ayrılanların şanslı olduğu anlaşıldı. Çünkü acı da olsa bu dertten kurtulmuş oldular. Kalanlar ise  bin bir sıkıntı içinde  Mahkemelerde sürünüp durdular.

Onlara  koçanlarının verilmesi amacıyla bir yasa yapılmıştı. Bu yasaya dayanarak dilekçelerini dosyalamışlardı. Ancak dilekçelerini dinletmeleri halinde ret kararı verileceğini öğrenmişlerdi. Bu durumda  o tarihe kadar kullandıkları ve sahibi kabul edildikleri  malları yitireceklerdi. Dilekçelerini geri çekmeleri halinde yine mallar devletin olacaktı. Bu nedenle KKTC de kalanlar dilekçelerini canlı tutma ve erteletme mücadelesi içine girdiler. Sürekli ertelenen ve bir türlü sonuçlanmayan dosyalar Mahkemeler için yük oldu.
Dilekçe sahiplerinin Mahkemelerimizde karşılaştıkları zorlukları yargıç arkadaşlardan işitiyor ve bu insanlara niye gereksiz yere bu kadar sıkıntı verdiğimizi kendi kendimize soruyorduk. Çekilen sıkıntıların boyutunu anlatmak için bir iki  örnek vereyim.

J.Saks isimli Amerikalı bir profesörün dilekçesine Savcılık itiraz etmiş, yıllar süren ve işkenceye dönüşen duruşmalar yapılmıştı. Sonuçta  Mahkeme katı şartların en katı yorumunun dahi yerine getirilmiş olduğu  kanısına vardı ve kayıt kararını verdi.  Böylece dilekçe sonuçlanmış ve dilekçe sahibi koçan almaya hak kazanmıştı. Karara çok sevinen  Profesörün karısı Mahkeme salonunda ayağa kalkarak ellerini havaya kaldırdı ve yüksek sesle "Allah " dedi. Verilen kararla işkencenin sona erdiğini düşünerek dua etmeye başlamıştı. Yaşlı kadının  Müslümanlıkla ilgisi yoktu ve bilgisi de çok azdı. Müslümanlar arasında büyük sıkıntıdan kurtulanların bu şeklide dua ettiklerini zannediyordu.

Yabancı bir aileye bu kadar acı verilmesi doğru  muydu? Acının büyüklüğünü anlamak için bir insanın satın aldığı, satış bedelini ödediği ve içinde oturduğu  evin koçanını alamamasının ne kadar büyük sorunlar yaratacağını düşünmek gerekiyor. Amerikalı ailenin evin sahibi olduğu daha ilk günden belli idi. Ortada devletin araştırma yaptığı ve "bu ev dilekçe sahibine aittir" diye şerh koyduğu bir ev vardı. Bu koşullarda bin bir engel çıkarıp aileyi bu kadar rahatsız etmenin  kime ne yararı olmuştu?

Bir Batı Alman Büyükelçisinin hanımı Amerikalı kadar şanslı değildi. Anlatıldığına göre onların da evlerini  satın aldıkları son derece açıktı. Ancak savcı malı gerçekten alıp almadıkları ile ilgili değildi. Yasadaki özel şartların yerine getirilip getirilmediği ile ilgili idi. Büyükelçinin yaşlı hanımını bir suçluymuş gibi istintak etti. Baskıya dayanamayan kadın Mahkemede göz yaşlarını tutamadı. "Evimi elimden almak istiyorlar"  diye  ağlayarak hava alanına gitti ve bir daha geri gelmemek üzere KKTC den ayrıldı.

Buna benzer bir çok olay birbirini izledi. Bu olaylardan sonra uluslararası platformlarda KKTC makamlarının "Biz sadece terk edilmiş Rum mallarına el koyduk, İngilizlerin, Almanların, Amerikalıların mallarına dokunmadık. KKTC koçanları uluslararası hukuka  uygundur"  iddiasını yapamadı. Tüm dünyada KKTC nin uluslararası hukuka aykırı hareket ettiği görüşü oluştu. Bu bilinçsiz yaklaşım Rum propagandasına büyük destek verdi.

7/80 Sayılı Yasanın 2. Tadili. (8/2008 Sayılı Tadil Yasası)
54/87 Sayılı Yasa tadilinden sonra uzun ve sıkıntılı bir dönem daha yaşandı. 2008 yılında ise yeni bir hareketlilik oldu ve 8/ 2008 Sayılı Yasa yapıldı.
Sanırsınız Hükümet yukarıda anlatılan adaletsizlikleri gördü ve adil bir çözüm bularak kangren olmuş bu sorunu çözme yönüne gitti.  O zaman 7/80 Sayılı Yasadaki özel ispat şartlarını kaldırır, hukuk sistemimizin normal usul ve şahadet kurallarının uygulanmasına fırsat verirdi.

Bu durumda dilekçe sahibinin bir malı gerçekten satın alıp almadığı tartışılır ve Mahkeme  "Dilekçe sahibinin sunduğu delilleri ve şahadeti dikkate aldıktan sonra malı satın aldığına inandım. Bu nedenle kayıt kararı veriyorum" diyebilirdi. Alternatif olarak "Sunulan delilleri ve şahadeti dikkatle inceledim. Dilekçe yapan  bu malı satın aldığını kanıtlayamamış" derdi. O zaman iddialarını kanıtlayamayan kişi kusurun kendisinde olduğunu anlayarak  o maldan vazgeçerdi.

Maalesef  8/2008 Sayılı Yasa  bu yöne gitmemiş ve Mahkemeler eskisi gibi karar vermeye devam etmişlerdir. Yani  " Dilekçe sahibinin malı satın aldığı kesin. Bu konuda hiçbir tereddüt yok. Ancak bu önemli değil. Dilekçe sahibi yasanın katı kurallarını yerine getiremiyor. Bu nedenle dilekçeyi ret ediyorum.  Bu güne kadar kendisinin kabul edilen mal devletin olacak" diye karar vermeye devam ettiler.

Dikkatle incelendiği zaman  8/2008 Sayılı Yasa nın daha önce yapılan yasalardan da daha hatalı olduğu anlaşılmaktadır.

8/2008 Sayılı Tadil Yasası nın Hataları
8/2008 Sayılı Yasa,  yukarıda anlatılan ciddi sıkıntıları ortadan kaldırmak ve  uluslararası hukukta KKTC nin imajını düzeltmek için yapılmış değildir. Yasanın birkaç kişinin sorununu çözmek için yapıldığı izlenimi uyanmaktadır.

Yukarıda gördüğümüz  gibi 1974 öncesi mal satın alan Türk veya yabancıların büyük bölümü  sözleşme ile birlikte malın tasarrufunu da devralmışlardı.
Eskiden tüm belgelerin orijinal olması şart iken 8/2008 Sayılı Yasa ile malı fiilen tasarruflarında bulunduranlar için bir değişiklik yapılmış ve bir tek geçerli belgenin yeterli olması kabul edilmiştir.  Yani eskiden (orijinal sözleşme + orijinal çek veya makbuz) gerekli iken  yasadan sonra mala tasarruf edenler için tek orijinal belge yeterli hale gelmiştir.  Yasada belirtilen "geçerli belge"nin  ne anlama geldiği  belli değildi. Savcılık bu sözcüğün orijinal belgeden başka bir anlama gelemeyeceğinde iddia etti.  Ayrıca değişiklikten yararlanabilmek için dilekçe sahibinin  mala 1974 den beri tasarruf ettiğini İlgili Bakanlıktan aldığı bir belge ile teyit etmesi gerekiyordu.

1974 de orta yaşlarda bu malları satın alanların bir kısmı 2008 yılında yaşlanmış veya ölmüştü. Genellikle  malı çocukları kullanıyordu. İlgili Bakanlıktan belge istediklerinde büyük güçlüklerle karşılaştılar. Bir süre sonra onlara böyle  belge verecek birim oluşturulmadığı için belge verilemeyeceği söylendi.  Bu güçlükler karşısında sadece birkaç kişi yasanın öngördüğü şartları yerine getirebildi.

8/2008 Sayılı Yasanın tek orijinal belge istemesi makul bir yaklaşım  olabilir miydi?  Orijinal belgelerin nasıl kaybolduğunu devlet biliyordu. Meclis hukuk komitesi basit bir araştırma ile bunu öğrenebilirdi. Mahkemelere dosyalanan dilekçelerden de bunu anlamak mümkündü. Genellikle tüm orijinal belgeler birlikte kaybolmuştu. Bu durumda tek de olsa bir orijinal belge şartı koymak ne  anlama gelir dersiniz?

Bu durum,  yasanın kangren olmuş bir sorunu çözmek için değil, tesadüfen  tek orijinal belgesi olan ve 1974 den beri malı tasarrufunda bulundurduğuna dair belge almayı başarabilen  birkaç kişinin işini halletmek için yapıldığı izlenimini doğurmuyor mu?
Nitekim  yasa  bu durumda olan az sayıda dilekçe sahibi dışında kimsenin işine yaramadı.

8/2008 Sayılı Tadil Yasasının Diğer Hataları
8/2008 Sayılı Yasanın ilginç diğer bazı hataları  daha vardır. Yasa, sanal olasılıklar saymış ve bu durumda olanların koçan alabileceklerini belirtmiştir.

Örneğin yasada dilekçe sahibinin  aynen icra yasasına göre hak kazanması halinde koçan alabileceği belirtilmiştir. Halbuki  müracaatçılar arasında aynen icra yasasına göre hak kazanan kimse  yoktu ve olamazdı. Çünkü öyle birisi olsa 7/80 Sayılı Yasayı beklemeden koçan alacaktı.

Yasadaki diğer bir maddeye  göre, malı satın alan kişinin bu malı almak için Kıbrıs Türk Yönetiminden kredi almış olması halinde dilekçenin kanıtlanması katı şartlara bağlı olmayacaktı.  2008 de yapılan bir yasada 1974 den önce alınmış krediden söz etmek makul olabilir miydi. Mal alanlar arasında bu durumda olan kim olabilirdi?

Yasa koyucu yıllarca Mahkemelerde sürünenlerin sorunlarını biliyordu. Onların sorunlarını çözecek hükümler içereceğine sadece birkaç kişinin işine yarayan  kurallar koymuş ve  buna ek olarak hayali durumlar sıralayarak "Siz de bu durumda olsaydınız koçan alabilecektiniz" diyerek  olumlu bir yasa olduğu izlenimini vermek istemiştir.

1974 den  önce Rumdan mal satın almış ve yıllarca Mahkemelerde sürünmüş birisi olduğunuzu düşününüz. Mahkeme malı gerçekten aldığınıza karar vermiş fakat yasadaki katı ve özel şartlar nedeniyle koçan alamıyorsunuz. Sorununuzu çözecek bir yasa yapılmasını beklerken çıkan  yasada karşınızdaki engellerin devam ettiğini ve kimsenin izlemediği veya izlemişse tesadüfen izlediği durumların  sayılarak  " Böyle hareket edenler koçan alabilir " dendiğini görüyorsunuz.  Bu yasa hakkında ne düşünecektiniz?

8/2008 Sayılı Yasanın içeriğini bilmeyen dilekçe sahipleri yeni bir ümitle Mahkemelere koştular. Mahkemeler "Alıcı gerçekten malı satın almış, kendisinin veya çocuklarının evde  oturduğunu da biliyoruz, ona sempatimiz var, fakat yasaya göre tek de olsa orijinal bir belge sunulmalı ve mala tasarruf etmesi de yeterli değil, bir de belge gerekli " diye dilekçeleri tekrar ret etmeye başladı. Bunun üzerine erteleme ve bekleme  süreci devam etti.
Sanırsınız yabancılara yapılan bu haksızlıklar onlara yönelik bir tutumdur. Ancak biraz inceleyince bu haksızlığın aynı ölçüde ve belki de daha fazla Rumdan mal alan  Kıbrıslı Türklere de yapıldığını görürüz.

Rum'dan Mal Satın Alan Türklerin Çektiği Sıkıntılar
1974 öncesinde Rumlardan mal satın alanların sorunlarını ve 7/80 Sayılı Yasayı inceleyenler ilkin bu haksızlığın sadece yabancılara yapıldığını zannederler. Halbuki Hükümet Türklerle yabancıları aynı potaya koymuş ve her iki grubun da karşısına aynı zorlukları çıkarmıştır. Mahkemelerde  bekleyen veya  ret olan dilekçelerden Türklerin yaşadığı sıkıntıların yabancılardan az olmadığı anlaşılmaktadır.

Yukarıda yabancıların çektiği sıkıntılara iki örnek vermiştik. Şimdi de Kıbrıslı bir Türkle ilgili  örnek verelim.
İngilterde yaşayan Növber Salih isimli bir soydaşımız  1956 yılında Gazi Mağusada  bir Rumdan  taşınmaz mal satın aldı. Rum kesimindeki baskıları dikkate alan taraflar   tapu kaydı yaptıramadılar ve  bir satış sözleşmesi ile yetinmek zorunda kaldılar.

Növber Salih, 7/80 Sayılı Yasa altında, Gazi Mağusa Mahkemesine bir dilekçe dosyalayarak satın aldığı malın tapu kaydının yapılmasını istedi. Mahkemeye sunduğu delillerle malı satın aldığını kanıtladı.

7/80 SayılıYasanın 20 Mart 1980 tarihinde yürürlüğe girdiğini, yasaya göre 90 gün içinde malın bulunduğu yer Mahkemesine başvurulması gerektiğini görmüştük.
Az sayıda yabancı ile bu yasanın kendilerini ilgilendirmediğini zanneden veya yasayı işitmeyen Kıbrıslı Türkler 90 gün içinde Mahkemeye müracaat edemediler. Süre geçtikten sonra yaptıkları müracaatlarda ise yasal süreyi geçirdikleri itirazı ile karşılaştılar.
Savcı,  7/80 Sayılı Yasanın özel bir yasa olduğunu, 90 günlük süre şartına harfiyen uyulması gerektiğini, bu şarta uymayanların daha sonra müracaat edemeyeceklerini iddia etti ve geç dosyalanan dilekçelerin reddini talep etti. Ret olan dilekçe sahiplerinin yasaya göre  mallarını yitireceklerini ve bu malların  devlete kalacağını görmüştük

2008 yılında yapılan 8/2008 Sayılı Yasa, Mahkemelerin ret ettiği veya  başarılı olamayacağı anlaşıldığı için geri çekilen dilekçelere yeniden müracaat hakkı tanımıştı. Bu kuralın ilk  90 günlük süreyi geçirenleri de kapsayacağı ve onlara da dilekçelerini dinletme hakkı kazandıracağı düşünülüyordu. Buna rağmen Savcı dosyaladığı itirazda  90 günlük süre içinde dosyalanmamış dilekçelerin daha sonra  bu hakkı kazanmayacaklarını, yasanın yorumunun  buna izin vermediğini, 90 günlük sürenin hak düşürücü bir süre olduğunu ve süreyi geçiren dilekçelerin  ret edilmesi gerektiğinde iddia etti.

Dilekçeyi dinleyen Mağusa Kaza Mahkemesi Savcının  itirazını kabul etmedi. Mahkeme 8/2008 Sayılı Yasa  geçmişte  ret edilmiş  veya geri çekilmiş  dilekçelere bile yeniden dinlenme hakkı tanıdığına göre, 90 günlük süreyi geçirenlerin de bu haktan yararlanması gerektiğini belirtti. Bu nedenle  Növber Salih lehine kayıt kararı verdi. Savcılık bu karara karşı istinaf dosyalamakta gecikmedi.

İstinaf Mahkemesinin Kayıt Kararını İptal Etmesi
İstinaf Mahkemesi veya diğer ismiyle Yargıtay, Mağusa Kaza Mahkemesi nin  değil  Savcının görüşüne katıldı. Dilekçe sahibinin malı satın aldığı bulgusunu onaylamakla birlikte, yasada yer alan sözlerin  90 günlük süreyi geçirenlere müracaat hakkı tanımadığı kanısına vardı ve kayıt kararını iptal etti.

Bu durumda nasıl bir tablo ortaya çıktı dersiniz? Mağusa Kaza Mahkemesinin verdiği ve daha sonra Yargıtayın onayladığı karara göre  dilekçe sahibinin malı satın aldığı kesinleşmiştir. Fakat Növber Salih  sadece ilk 90 günlük süreyi geçirdiği için malını yitirecektir. Bir kişinin satın aldığı ve  Mahkemede satın aldığını kanıtladığı bir  malı sadece Mahkemeye müracaat  süresini geçirdiği için yitirmesi ve malın devlete kalması doğru olabilir mi?

8/2008 Sayılı Yasanın   90 günlük süre şartını geçirenlere yeniden müracaat olanağı verip vermediği,  yıllarca Mahkemelerimizde tartışılmış ve sonuçta Yargıtay yasanın  müracaat  hakkı tanımadığına karar vermiştir.  Yargıtay kararından anlaşıldığına göre yasa koyucunun amacı 90 günü geçirenlere de müracaat hakkı tanımaktı. Ancak  yasayı kaleme alanlar gerekli titizliği göstermediğinden yasanın ifade şeklinden olumsuz  bir anlam çıkmaktadır. Bu durumda sormamız gerekiyor. Acaba yasanın daha açık kaleme alınması ve böyle bir tartışmaya ve yanlış anlamaya fırsat vermemesi daha doğru olmaz mıydı?
KKTC de de geçerli olan İnsan Hakları Sözleşmelerine göre  mülkiyet hakkı temel  insan haklarından biridir. İnsan hakları hukukçularına göre satın aldıkları malın kaydını yaptırmak isteyenlerin Mahkemeye başvurabilecekleri süreyi belirleyen 90 günlük süre ve buna benzer süreler hukukta yönlendirici süreler olarak kabul edilmelidir. Dilekçe sahibi, niçin geç kaldığını açıklayabildikten ve bu gecikme nedeniyle diğer kişilere zarar vermedikten sonra mülkiyete ilişkin  hakkı devam etmeli ve dolayısıyla dilekçesini dinletebilmelidir. Diğer bir ifade ile bu tür sürelerin  hak düşürücü süre olmadığı kabul edilmektedir.
Növber Salih in dilekçesi ret olmuştur ve mal sorunu yasal bir çıkmaza girmiştir. Ne var ki Kıbrıslı Türkler arasında onun gibi süreyi kaçıranlar çoktur. Daha doğrusu Türkler arasında  tesadüfen bu yasayı işiten birkaç kişi dışında gününde müracaat eden yoktur. Bu durumda yasanın 1980 yılında çözmek için yola çıktığı sorunları çözemediği, sorunların  hala çözüm beklediği  anlaşılmaktadır. Dolayısıyla trajedi devam etmektedir.
Bir insanın satın aldığı, parasını ödediği ve kullandığı malın tapusuna alamamasının ne kadar büyük üzüntülere ve sıkıntılara neden olabileceğini tahmin etmek zor değildir. Mahkemelerde sürünen dilekçe sahiplerinden biriyle konuşanlar bu konuda daha açık bilgi sahibi olabilirler.

Savcılığın Görevi
Savcılığın süre itirazı üzerinde bu kadar durması ve  konuyu Yargıtaya  taşıması doğru muydu? Daha da ileri giderek şu soruyu  sorabiliriz. Savcılığın bu dilekçelere itiraz etmesi yerinde bir davranış mıydı?
Çekinmeden  söyleyebiliriz ki Savcılık dilekçeleri önceden  incelemeli ve dilekçe sahibinin malı gerçekten satın aldığını  gördüğü anda itiraz etmeden talebi  kabul etmeliydi. Savcılık itirazlarını ve mücadele gücünü, hileli olduğundan şüphelendiği dilekçelere saklamalıydı. 1975 yılında dilekçelerin incelendiği ve  mallar üzerine şerh konduğu dikkate alındığında  Savcının yapması gereken iş bir formaliteden ibaret olmalıydı.
Savcılığın görevi önüne gelen her davayı kazanmak değil kamu yararını gerçekleştirmek olmalıdır. Kamu yararı ise yasalar amaçlarına ulaştıkları zaman gerçekleşmiş olur. 7/ 80 Sayılı Yasanın amacı 1974 den önce mal satın alanlara koçan vermekti. Bu amaca ulaşılması Savcılığın da görevini daha doğru yaptığını gösterecekti.

Yasanın Tadili İçin Son Kez Yapılan Çalışmalar
8/2008 Sayılı Yasanın koyduğu tek  orijinal belge engeli ile 90 günlük süre engelinin aşılamayacağı  anlaşıldıktan sonra Rumdan mal satın alanlar sorunu kangren haline gelmiştir.
Bu nedenlerle sorun güncelliğini korumaktadır. Belki de zaman içinde  sorunun  önemi daha da artmıştır. Herhalde bu etkenlerle  2010 yılında yasayı tekrar tadil etme çalışmaları yapılmaya başlandı. Hükümetin bir taslak hazırlattığını ancak onaylayıp Meclise göndermediğini bu nedenle çalışmaların yarıda kaldığını öğrenmiş bulunuyoruz.
Taslak hazırlanması  sıkıntı içinde bekleyenlerin yeniden ümitlenmelerine neden olmuştur. Herhalde bu taslak,  dilekçesi ret olanlara dilekçelerini tekrar  dinletme olanağı sağlayacak, 90 günlük süre engeli ile orijinal belge engelinin aşılasına fırsat verecektir. Ancak  özel ispat şartları devam ettiği sürece hukuk sistemimizin öngördüğü adil sonuca varılmasını beklemek boşunadır.
7/80 Sayılı Yasanın KKTC nin saygınlığına verdiği zararı gidermek kolay olmayacaktır. Unutmamak gerekir ki bu yasa nedeniyle uluslararası platformlarda tüm KKTC tapularına gölge düşmüştür. Bunun gibi yüzlerce insan 1980 yılından beri gereksiz yere sıkıntılar çekmektedir. Bu hataların izini silmek kolay olamayabilir. Bunun için yasa yapımında daha köklü bir değişim arayışı içinde olmamız ve dünyanın en iyi yasalarını yapmaya çalışmamız   gerekebilir.
KKTC nin yasa yapımında hatalardan kurtulması ve dünyanın en iyi yasalarını yapan ülkeler arasına girmesi  KKTC ye büyük saygınlık kazandıracaktır.

Geçmiş Yasaların Hataları Tekrarlanmamalı
7/80 Sayılı Yasa ile tadillerini bir bir inceleyerek hatalarını saptamaya çalıştık. Her yasa geçtiğinde dilekçe sahiplerinin büyük ümitlerle Mahkemelere koştuğunu, fakat kısa sürede büyük hayal kırıklığına uğradıklarını  gördük.
Her yasadan sonra Mahkemeler "Bu dilekçe sahibi gerçekten malı satın almış, o konuda hiçbir tereddüt yok. Ancak yasaya göre bu önemli değil. Yasa özel ispat şartları koymuş. Dilekçe yapan bu şartları yerine getiremediği için dilekçesi ret olur ve malı devlete kalır" demeye  devam etmiştir.
Doğru bir yasa yapılmış olsa Mahkemeler sadece malı satın aldığını kanıtlayamayanların dilekçelerini reddedecekti. Mahkemeler "Yasanın amacı malı satın alanlara koçan vermektir.  Dilekçe sahibi sunduğu delillerle malı satın aldığını kanıtlamış, bu nedenle kayıt kararı veriyorum" diyecekti. Veya alternatif olarak " Dilekçe sahibinin sunduğu delilleri tatmin edici bulmadım. Bu nedenle dilekçeyi ret ediyorum." diyecekti. O zaman dilekçesi ret olan "Satın aldığımı kanıtlayamadığıma göre kusur bende" diyerek yıllarca acı içinde kıvranmayacaktı. 
Acaba böyle adil bir uygulama olması için nasıl bir  yasa yapılmalıydı? KKTC dünyanın en iyi yasalarını yapan ülkeler arasına girebilir mi? Bu sorulara doğru  yanıtlar verebilmek için araştırmamıza devam edelim.

KKTC Yasalarının Genel Bir Değerlendirilmesi
İyi bir yasa halka huzur verir. Ülkenin kalkınmasına katkıda bulunur. Kötü bir yasa ise gereksiz yere halkın önüne bin bir sorun çıkarır ve ülkenin kalkınmasını engeller.
Rumdan mal satın alanlar için yapılan yasaların hataları üzerinde durduk. Bu yasaların mal alanlara ve ülkeye verdiği zararı değerlendirmeye çalıştık. Şimdi sormamız gerekiyor. Acaba KKTC Meclisinin yaptığı diğer yasalar daha iyi mi?
Mahkeme kararlarını okuyanlar zaman zaman yasalarla ilgili ciddi eleştiriler yapıldığını görürler. Bu eleştirilere göre Yasama Meclisinin yaptığı yasalar yazılım hataları ile doludur.
KKTC hukukçuları İngiliz dönemi yasalarından  şikayetçi idiler. Çünkü geçen uzun zaman sürecinde  eski dönem yasaları günün ihtiyaçlarına yanıt veremez hale gelmişti. Ayrıca bu yasalarda 20 yüzyılın başında oluşmuş ve çağ dışı kalmış ilkelere rastlanıyordu.
Bu nedenle KKTC  hukukçuları  olarak Yasama Meclisi nin eski yasaları gözden geçirmesini ve çağdaş, kusursuz  yasalar yapmasını ümitle bekliyorduk. Maalesef ümitlerimiz gerçekleşmedi. Daha doğrusu yağmurdan kaçarken doluya tutulduk. Çünkü eski yasalar büyük bir titizlikle hazırlanmış, son derece profesyonel uzmanlar tarafından  kaleme alınmış yasalardı. Zaman içinde geçerliliğini yitiren ilkeler içermekle  birlikte yapıldıkları günün koşulları dikkate alındığında son derece iyi yasalardı. Bu yasalarda bilinçsizce veya hatalı kullanılmış tek sözcük bulamazdınız. Yıllarca hiçbir sıkıntıya neden olmadan ve değişiklik ihtiyacı duyulmadan  uygulandılar.
Buna karşılık Yasama Meclisimizin yaptığı yasalarda çağ dışı ilkeler yoktur. Demokratik bir Meclisin halkın iradesini yansıtarak bu yasaları yaptığı anlaşılmaktadır. Yasalar yapılırken  iyi niyetle hareket edildiğini ve samimi bir gayret gösterildiğini söylemek mümkündür. Ne var ki tüm bunlar kusursuz yasa yapılması için yeterli özellikler değildir. Bu özellikler sadece özel yasaların yapımında yeterli olabilir.
Özel yasalar belli bir olay, kişi veya  kişiler için yapılırlar. Sınırlı bir uygulama alanları vardır. Bu yasaların Meclis hukuk komitesinde tartışmalar ve görüş alış verişi ile yapılması doğaldır. Demokratik bir ülkede halkın iradesi Meclise yansıyacak ve bu yasalara şekil verecektir. Ne var ki uzun süre uygulanacak önemli yasaların yapımında daha farklı özelliklere ve yöntemlere ihtiyaç vardır.
Maalesef  önemli yasalarda o kadar çok hata yapılmaktadır ki yasa koyucunun iyi niyeti gölgede kalmakta ve yasanın amacı  gerçekleşememektedir. Bazı yasaların  daha yapıldıkları gün eksik veya hatalı oldukları anlaşılmakta ve ilk fırsatta değiştirilecekleri ifade edilmektedir. Bazı yasalar tekrar tekrar değiştirildikleri halde çözüm bulunamamakta ve  sorunlar artarak devam etmektedir. Hatalı bir yasanın halka ve ülkeye nasıl zarar verdiğini 7/80 Sayılı Yasa ile tadillerinde açıkça gördük.

İyi Yasalar Nasıl Olmalı?
Yasalar bir  konuda halkın yasal bir düzenlemeye ihtiyacı olduğu için yapılır. Önemli bir yasa yapılırken  halkın ihtiyaçları ile konuya ilişkin gerçeklerin ayrıntılı  ve eksiksiz  olarak saptanması gerekir. Yasa yapımında hazırlık çalışması veya diğer bir ifade ile  mutfak çalışması önemlidir. Hazırlık aşamasında  ciddi bir çalışma yapılırsa ve bu çalışmayı yapanın yeterli hukuk bilgisi varsa gelecekte meydana gelebilecek birçok sorun önlenmiş olacaktır.
O zaman sormak gerekiyor . Hazırlık çalışmasını kimin nasıl yapması daha doğrudur?
Bu soruya yanıt vermeden önce KKTC yasalarının nasıl hazırlandığına  göz atalım.  KKTC de yasalar ilgili bakanlığın bir komisyonunda şekillenerek oluşmaya başlar. Daha sonra Savcılık bu çalışmayı gözden geçirir ve sonuçta Meclisin bir  komisyonunda karşılıklı görüş alış verişi veya tartışmalarla taslak netleşir.
Bu yöntemde kamu görevlileri ile siyasal kamu görevlileri etkin görev yapmaktadırlar. Onlara Savcılık da destek olmaktadır. Ne var ki Savcılık dünyanın her yerinde sadece ceza davalarında  sorumluluk üstlenen bir kurumdur. Ceza yasalarının yapımında Savcılığın  büyük katkısı olabileceğine kuşku yoktur. O zaman sormamız gerekiyor.  Dünyadaki genel uygulamadan uzaklaşmak ve Savcılıktan ceza davaları dışındaki diğer tüm konularda  hizmet beklemek doğru mu?
Meclisimizin önemli yasaları da özel yasalarla aynı yöntemle yapmaktadır.  Acaba önemli yasalarda bu kadar çok hata olmasının  nedeni bu mu?
Örneğin 7/80 Sayı Yasa ve tadilleri yapılırken büyük bir olasılıkla siyasilerin başını ağrıtan  bazı kişilerin sorunu çözülmüş, geriye kalanlar beklemeye devam etmiştir. Yapılan hatalar bir taraftan KKTC ye zarar verirken diğer taraftan birçok haklı kişiyi perişan etmiştir. Böyle bir  yasanın özel yasalardan farklı bir yöntemle hazırlanması  daha doğru olmaz mıydı?

Dünyada  Önemli Yasalar Nasıl Yapılıyor?
KKTC yi  ileriye  taşıyacak kusursuz yasalar yapmak için  önce "Biz bu konuda dünyanın en iyi yasasını yapacağız" diye hedef belirlemek doğru bir yaklaşım olacaktır. Gerçi yine de dünyanın en iyi yasasını yapabileceğimiz şüphelidir. Ancak bu yaklaşım yani çıtayı yüksek tutmak bir çok önemli  yasanın yapımında  bize yararlı olacaktır. Böylece diğer ülkelerin o konuda yaptığı yasaları öğrenme ihtiyacı duyacağız. Yapacağımız  kıyaslama bizi bir çok hatadan koruyacaktır.
Dünyanın en iyi yasalarını yapmak için neler yapmalıyız? Hemen söyleyelim. Dünyamızın bu konuda bulduğu çözüm profesyonel destek almaktır. Bazı önemli temel yasalarda daha da ileri gidildiğini ve taslağı hazırlama işinin tamamen özele havale edildiğini görürüz. Daha açık bir anlatımla bu işin sıradan kamu görevlileri tarafından değil o konuda bulunabilecek en iyi uzman tarafından yapılması tercih edilmektedir.
Önemli bir yasa taslağını hazırlama görevi verilecek uzmanı bulmak kolay olmayabilir. İyi bir yasa yapmanın dünyanın en zor işi olduğunu anımsayalım. Beyin ameliyatı olacak kişi tüm dünyada bu işi en iyi yapacak doktoru arar. Beyin ameliyatı kadar önemli olan, ciddi bir yasanın taslağını hazırlayacak uzmanı saptamak için de aynı titizliği göstermek gerekmez mi?
En iyi uzmanın seçildiğini ve ona çalışmayı yapması için olanak sağlandığını varsayalım. Gerekli bilgiler tüm detayları ile hazırlanıp Meclisin ilgili komisyonuna geldiği zaman bu uzman değişik alternatiflerin neyi kazandırıp neyi kaybettireceğini siyasi kamu görevlilerine  anlatmalıdır. Hazırlanan taslaktaki her sözcüğün ne etkisi olduğunu, bir sözcüğün  çıkması veya değişmesi durumunda sonucun nasıl değişeceğini açıklamalıdır. Böyle bir hazırlıktan sonra yapılan yasalarda hatalar en aza inecek ve halk ümit ettiği yararı sağlayacaktır.
Yöntem değişikliğinin  ne kadar büyük fark yaratacağını anlatmak için bir örnek verelim. Lefkoşa Girne ana  yolunun nasıl yapıldığını anımsayalım.  Sanırım bu yol için Suudi Arabistan devletimize yardımda bulunmuş ve Karayolları Dairesi  yolun  yapımını üstlenmişti. Gereğinden daha uzun sürede, daha pahalıya ve düşük standartta bir yol yapıldı. Daha sonra KKTC de yöntem değiştirildi ve yol yapımı özele havale edilmeye başlandı. Karayolları, özel şirketleri denetleme görevini üstlendi. Böylece güzel yollarımız oldu. 
Dünyada yasa yapımında sorun yaşayan bir çok devlet bu gerçeği görmüş ve  önemli yasalarda taslağı hazırlama işini bir uzmana hem de o işi yapabilecek en iyi  uzmana vermeye başlamıştır. Aynı yöntemi izlememiz ve en iyi uzmanı görevlendirmemiz halinde dünyanın en iyi yasalarını yapamamamız için bir neden yoktur. O zaman ülkemizde bir huzur ortamı oluşacak ve KKTC nin gelişmesi önündeki engeller bir bir  kalkacaktır.

Yeni Yasa Nasıl Olmalı?
7/80,  54/87 veya 8/ 2008 sayılı yasaları değiştirmek için bir girişim yapıldığını gördük. Yukarıdaki bilgiler bize bu değişikliğin nasıl olması gerektiği konusunda ışık tutmaktadır. Yeni yasanın insan haklarını ihlal eden ve KKTC nin saygınlığına gölge düşüren bir yasa olmaması gerekir. Konuyla ilgili gerçekleri araştırmadan uydurma bilgilerle, hayali olasılıkları sayıp "Bu durumda olanlar koçan alabilir" deyip gerçek hak sahiplerini dışlayan bir yasa yapmak büyük  hata olacaktır. Özel bir yasa yapar gibi, yani sadece siyasilerin kapısını çalanların sorununu çözecek bir yasa yapmak da doğru değildir.
Özel olmayan bir yasaya  özel ispat şartları koyarak ispat etmeyi zorlaştırmak adaletten uzaklaşılacağı anlamına gelir. 1974 den önce mal satın alanlara koçanlarını vereceğim diye yasa yapmak ve dilekçe sahiplerinin yerine getiremeyeceği şartlar koyarak mallarına el koymak insan haklarına aykırıdır. Bunun gibi mal satın alan kişilerin işitmedikleri, haberleri olmayan bir yasadaki süreyi geçirdiler diye mallarını yitirmeleri de insan haklarına aykırıdır.
Yukarıdaki bilgiler ışığında geçmiş yasalardaki tüm özel ispat şartlarını ortadan kaldırmak ve hukuk sistemimizin normal ispat  kurallarına dönmek gerekir. Hukuk sistemimiz bir iddianın nasıl ispat edilebileceğini belirlemiştir.   Yüzlerce yıl denenmiş bu kurallardan  ayrılmak doğru değildir.  Bu nedenle yasada "Mahkemeye başvurup 20 Temmuz 1974 den önce bir malı satın aldığını  kanıtlayanların lehine kayıt kararı verilir" denmesi yeterlidir.
Bu uzun çalışmadan sonra  yasaya aşağıdaki gibi bir  cümle koymanın  sorunu çözeceğini söyleyebiliriz.   "7/80 Sayılı Yasada veya tadillerinde bulunan herhangi bir sınırlamaya ve daha önce verilmiş Mahkeme kararına bakılmaksızın, sunulan delilleri değerlendiren  Mahkemenin söz konusu malın dilekçe sahibi tarafından 20 Temmuz 1974 den önce satın alındığı kanısına varması halinde,  sözleşme şartlarına uyma koşuluyla malın dilekçe sahibinin veya mirasçılarının veya haklarını devrettiği herhangi bir kişinin ismine kaydı için emir verir."
Hükümetin bu kanayan yaraya el atacağını ve devletimize yaraşır adil yasalar yapmaya başlayacağını  ümit edelim.