Emekli olduktan sonra izlenimlerim
Denktaş Bey 2005 yılında yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminde aday olmayarak bu görevden ayrıldı. Ayrıldığı tarihte ben Yüksek Mahkeme Başkanı idim ve veda töreninde hazır bulundum. Sol kesim ona kaba davranıyordu. O, yapılan hakaretlere hiç aldırmadan son güne kadar görevine devam etti. Kurduğu devlete verdiği önemi ve saygıyı eksiltmeden tam bir devlet adamı olarak veda konuşmasını yaparak ayrıldı.
Bir süre sonra ben de emekli oldum. Emekli olduktan sonra ona tahsis edilen ofiste onu ziyaret etmeye başladım. Baktım ki halkının sorunları ile ilgilenmeye devam ediyor. Ekonomik veya siyasi hiç bir beklentisi olmadan gece gündüz çalışıyor. Televizyonlara çıkıp konuşuyor, gazetelere yazılaryazıyor. Ele aldığı her konu halkının bir derdine derman olmak için ele alınmış. Halkını tehlikelere karşı korumaktan ve sorunlarını çözmekten başka kaygısı yok.
Emekli olmuş diğer devlet başkanlarının yaşamlarını okudum. Denktaş Bey gibi mücadele eden ve halkının sorunlarını çözmek için gece gündüz çalışan başka birisine rastlamadım. Bu nedenle emeklilik hayatında onu her zamankinden daha fazla takdir etmeye başladım. 1970 lı yıllarda çok mesafeli ve soğuk başlayan ilişkilerimiz çok yakın ve sıcak hale geldi.
Denktaş Beyin kalbinde başka uluslara karşı en küçük bir nefret olmadığını gördüm. Rumlarla ve İngilizlerle temasına tanık oldum. Onda ırkçı veya aşırı milliyetçi denebilecek hiç bir duygu yoktu. O bir Türk milliyetçisi idi. Fakat diğer uluslarla eşit koşullarda, barış içinde yaşamak isteyen Atatürk milliyetçisi idi.
Tanıdığım Rum siyasi liderlerin de Türklere veya diğer yabancılara kibar davrandıklarına tanık oluyordum. Ancak onların aşırı milliyetçi duygularını kamufle ettikleri izlenimi ediniyordum. "Acaba bu saf Türkten nasıl yaralanabilirim, milli görüşlerime katkı yapmasını nasıl sağlayabilirim? " diye düşündükleri kaygısı içine giriyordum.
Denktaş Bey hangi ulustan olursa olsun herkese eşit ve insanca davranıyordu. Halkını iyi bir düzende, güven içinde, özgürce ve insanca yaşatmaktan başka kaygısı yoktu. Rumların da kendi bölgelerinde aynı şekilde güven içinde yaşamalarını istiyordu. Rum siyasi liderler ise uluslarının üstün olduğuna inanıyor ve egemenliklerini genişletmeyi arzu ediyorlardı.
Mümkün olsa dünyanın yüzyıllarca önceki sınırlara geri dönmesini isteyeceklerdi. Kıbrısta bir gün tüm kontrolü ellerine geçirebilirler ümidiyle iki halkı iç içe yaşatmaya çalışıyorlardı. İki halk birbirine ne kadar karışırsa ve çatışma ortamı oluşursa o kadar iyi olur diye düşünüyor, çıkabilecek felaketlere aldırmıyorlardı.Tek istekleri onlara milli çıkar sağlayacak bir ortama girmekti.
Denktaş Bey diğer hukukçuların kavrayamadığı yasal konuları kavrıyordu. Örneğin Orams davasının hatalı bir savunma ile kötü bir sonuca doğru gittiğini anlattığım zaman veya Ercana doğrudan hava ulaşım davasının tehlikede olduğunu söylediğim zaman beni anlayan ve çözüm arayan tek insan oldu. Yapılan hataların düzeltilmesi için yazılar yazdı ve elinden geleni yaptı.
Birçok hukuk sorunuyla ilgilendi ve adil bir çözüm önerdi. Bu çabalarını bir bir anlatma olasılığı yok. Sadece iki çabası üzerinde durmak istiyorum. Türkiyede 2008 yılında Silivride kurulan ve İlhan Selçuk,Mustafa Balbay, Tuncay Özkan gibi ünlü yazarları yargılayan Özel Yetkili Mahkemeye yönelik eleştirileri ve KKTC de ev satın alan emekli İngilizlerin evlerini yitirmelerini önleme konusunda gayretleri.
Silivride kurulan Özel Yetkili Mahkemeye ilişkin eleştirileri
2008 yılında, Türkiyede, Silivride Özel Yetkili Mahkeme kurularak Ergenekon, Balyoz ve Oda TV. ismi verilen davaları yargıladı. Sanıklar tutuklanıyor ve yargılama süresince yıllarca tutuklu kalıyordu. Tutukluluk süresinde ölen insanlar oluyor ve daha sonra aleyhlerine hiçbir delilin bulunmadığı anlaşılıyordu. Bu davalar Türkiyede ve KKTC de korku havası yarattı. İnsanlar Mahkemeyi eleştirmeye korkar hale geldiler. Bu haksızlık karşısında Denktaş Beyin sessiz kalması mümkün değildi. Mahkemeyi eleştiren ender hukukçulardan biri oldu.
Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesinde uygulanan sanıkların yargılama süresince tutuklu kalması hukuk ilkelerine aykırı idi. Çünkü:
Türkiye Anayasası nın 38/ 4 maddesi şöyledir.
"Suçluluğu Mahkeme hükmüyle sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz."
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 19/ 2 maddesine göre
"Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, (kaçmalarını ve delilleri yok etmelerini önlemek amacıyla) hakim kararıyla tutuklanabilirler."
Türkiye Anayasasının 142. Maddesi şöyledir:
"Tüm mahkeme kararları gerekçeli olmalıdır".
Bu ilkeler dünyanın hemen tüm Anayasalarında mevcuttur ve insan haklarını koruyan ilkelerdir.
Özel yetkili Mahkeme de sözde bu ilkeleri uyguluyordu. Ancak bu uygulama dünyanın diğer yerlerindeki uygulamaya benzemiyordu. Suç işlediğinden şüphe edilen bir kişi gerekçeli bir mahkeme kararıyla mahkum edilinceye kadar suçsuz sayıldığı halde aylarca ve yıllarca tutuklu kalabiliyordu. Mahkemenin sanığın kaçabileceği veya delilleri karartabileceği kanısına varması halinde sanığı tutuklaması ve yargılama süresince tutuklu kalmasına karar vermesi mümkündü. Ancak bu kararın da gerekçeli olması gerekiyordu. Kararın gerekçeli olması demek kararda sanığın nasıl kaçabileceğinin veya delilleri nasıl karartabileceğinin belirtilmesi demektir. Silivri Mahkemesi maalesef kendisi sanığın kaçabileceği veya delilleri karartabileceği kanısında olduğunu belirterek fakat nasıl kaçabileceği ve delilleri karatabileceğine değinmeyerek sanıkların tutuklu kalmasına karar veriyordu. Halbuki herkes sanıkların ne kaçmalarının ne de delilleri karartmalarının mümkün olmadığını görebiliyordu. Kaldı ki eski bir savcı olan Denktaş Beye göre devletin sanıkların kaçmaması ve delilleri karartmaması için önlem alma görevi de vardır. Yani verilen kararlarda "Devlet şu önlemleri aldı buna rağmen sanığın kaçmasını önlemek mümkün değil. Şu önlemleri aldı fakat delillerin karartılmasını önlemek mümkün değil" şeklinde gerekçe gösterilmeliydi. Maalesef kararlar hiçbir gerekçe olmadan veriliyor ve toplumun saygın kişileri Anayasanın onları suçsuz kabul ettiği bir süreçte tutuklu kalıyorlardı.
Denktaş Bey KKTC de olduğu gibi Türkiyede de adil bir hukuk sistemi kurulmasını istiyordu. Türkiyeyi sevdiği ve daha adil bir yargılama sistemine geçmesini istediği için Silivri Mahkemesinin kararlarını ciddi şekilde eleştirmiştir.
Bugün bu davalarda hukuk ilkelerinin ve insan haklarının ihlal edildiğini çok kişi söylüyor. 2008 ve 2009li yıllarda ise sadece Denktaş Bey ve çok az hukukçu söyleyebilmiştir.
KKTC ev satın alanları evlerini yitirmelerine karşı eleştirileri
İkinci ilginç olay Kıbrısta inşaat sektöründe gerçekleşen emekli İngilizlerin satın aldıkları evleri yitirmeleri olayıdır.
2004 den sonra Kıbrısta inşaat sektörü patlaması oldu. Sıcak bir ülkede emekliliklerini veya yıllık tatillerini geçirmek isteyen Avrupalılar KKTC ye gelerek ev satın almaya başladılar. Sözleşme ile ev alıyorlar, evin parasını ödeyip bu eve yerleşiyorlar ancak evin tapusunu almak için beklemek zorunda kalıyorlardı. Çünkü tapu alabilmek için İçişleri Bakanlığından izin almaları gerekiyordu.İznin alınması ise uzun bir zaman bazen yıllar alıyordu.
Bu bekleme süresinde bazen arazi sahipleri arazilerini bir bankaya ipoteğe vererek borç para aldılar . İpotek takririne ipotek edilen mal için eski koçandaki gibi yani "boş tarla" olarak yazıldı. Bu durumda sadece boş tarlanın ipotek kapsamında olması gerekiyordu. Fakat KKTC de yasa hatalıyorumlanarak evler de ipoteğe dahilmiş gibi işlem yapılmaya başlandı. İpotek edilen tarla açık artırma ile satılırken evler de birlikte satılmak istendi. Halbuki öncelikle diğer ev sahiplerinin tapularının ayrılıp evlerinin koçanlarını onlara verilmesi ve daha sonra geriye kalan boş tarlanın açık artırma ile satılması gerekiyordu. Maalesef KKTC de evleri araziden ayırmak zor diye evler gasp edilebilir diye bir uygulama başladı.
Dünyanın hiçbir yerinde ipotek edilen mala diğer insanların haklarını eklemek ve böylece onların haklarını gasp etmek mümkün değildir. Özellikle ipoteğin konmasında ev sahiplerinin hiçbir kusuru yoksa bunun yapılamaması gerekir.
Maalesef KKTC de satılan evlerin henüz ayrı tapusu çıkmadığı için, evler otomatik olarak ipoteğe eklenebilirmiş ve ipotek edilen boş tarla ile birlikte satılabilirmiş gibi bir görüş oluştu. Bu uygulama bazı bankaların işine geliyordu. Çünkü arazi sahibi ile anlaşarak boş arazi üzerine ipotek koyuyorlar ve arazi üzerindeki evleri de ipoteğe dahilmiş gibi sattırıp kazanç sağlamak istiyorlardı.
Böylece hayatları boyunca biriktirdikleri para ile KKTC de ev alan, sözleşmelerindeki tüm şartları yerine getiren ve son günlerini evlerinde huzur içinde geçirmek isteyen insanların evleri, hiç haberleri olmadan yapılan anlaşmalarla ellerinden alınmak istendi. Yaşlı insanlar hem evlerini hem de paralarını kaybedip sokakta kalacak duruma geldiler. Tüm dünya bu olayı insanlık dışı bir olay olarak niteledi. Bu olay KKTC aleyhine korkunç bir propaganda oldu.
2004 den sonra yabancıların gelerek tatil veya emeklilik evi almaya başlamaları KKTC ye büyük bir servet akışına neden olmuştu. Bu servet tüm halka dağılmış ve Kıbrıs Türk halkının refah seviyesinde yükselme olmuştu. Daha ilginci yabancılara tatil evi satıldığı zaman bu gelirin bir defaya özgü olmadığı ve evlerde oturan insanların yaptığı masraflar nedeniyle sürekli devam ettiği ortaya çıktı. KKTC de insanların evlerini ve paralarını hiç kusurları olmadan yitirecekleri duyulduğu anda bu gelir bıçak gibi kesildi. Yüzlerce müteahhit iflas etti. Binlerce ev yarım inşaat halinde kaldı.
Bu olayda hukuka aykırılık olduğunu Denktaş Bey gördü ve gazetelere yazdı. Emekli insanların sokağa atılmasını önlemek için ipotekli arazinin satış yerine giderek engel olmaya çalıştı. Yazdığı yazılarda hukuka aykırılığı en iyi şekilde anlatan o oldu. Hiçbir kusuru olmayan emekli insanların evlerini ve paralarını yitirmelerindeki insanlık dışı durumu hissedip ifade etti, bu olayın ekonomiye vereceği zararı görerek açıkladı. Ayrıca bu olay karşısında KKTC nin saygınlığını korumaya gayret etti. Diğer bir çok aydın ya konunun önemini anlamadı veya bu işten büyük kazanç sağlayan yerel bankalarlaters düşmeyi göze alamayarak sessiz kaldı.
Denktaş Bey bunun gibi birçok konu ile ilgilenmiştir. Ele aldığı konuları gözden geçirince önyargısız olduğunu, gerçekçi olduğunu ve toplum sorunlarını samimi olarak çözmeye çalıştığını gördüm. Şimdi kendi kendime soruyorum. "Hangi Cumhurbaşkanı emeklilik yaşamında kendisini hiç ilgilendirmeyen, fakat halkın acı çektiği sorunlarla Denktaş Bey gibi ilgilenip çözüm aramıştır?"
Denktaş Beyin Nobel Barış ödülüne aday gösterilmesi
Son olarak Denktaş Beyin Nobel Barış ödülüne aday gösterilme girişimini de anlatmak istyiyorum.
2010 yılında İngiliz parlamentosundaki KKTC nin dostları grubunun aktif üyelerinden emekli milletvekili ve hukukçu Michael Stephen den bir telefon aldım. Bana "Denktaş Beyi Nobel Barış ödülüne aday göstermek istiyoruz. Bu müracaatı Emekli Yüksek Mahkeme Başkanı olarak senin hazırlaman daha doğrudur. Bu konuda hazırlık yap biz de katılarak müracaatı yapalım" dedi. Kendisine "Önce Denktaş Bey ile konuşayım" dedim. Ofisine giderek bu konuyu anlattığım zaman " Bunlar deli mi oldu ? Tüm dünya beni barışın karşısında en büyük engel olarak görüyor" dedi. Daha sonra "Barış düşmanlarına ödül verilirse oraya müracaat edelim" diye şakalaşmak istedi.
Söylediklerini Michael Stephen e anlattım. Ancak onlar bu işten vazgeçmediler . Daha önce anlattığım gibi onun Kıbrıs Türk Halkını yok olmaktan kurtaran, 1974 de Kıbrısa barış getiren ve bu barışın bozulmaması için mücadele eden milli bir kahraman olduğunu düşünüyorlardı. Ayrıca Annan planında Türkiyenin müdahale hakkının ortadan kalkmasını önleyerek Rum Yönetiminin hayır demesine neden olduğunu ve böylece Rum halkını da büyük felaketten kurtardığını, dolayısıyla Nobel Barış ödülüne en fazla layık insan olduğunu düşünüyorlardı.
Bir yıl sonra yani 2011 yılı içinde Michael Stephen beni tekrar aradı ve aynı öneriyi tekrarladı. Tekrar Denktaş Beye gittim ve "Bu iş ciddidir. Sizi Nobel Barış ödülüne aday göstermekte kararlıdırlar. İsterseniz ben müracaatı yazmaya başlayayım" dedim. Bir süre düşündükten sonra "Sen hazırlığını yap fakat müracaatı yapmadan bir yıl daha bekleyelim". dedi.
Denktaş Bey kendisinin Nobel barış ödülüne layık olduğunu biliyordu. Çünkü 1974 de Ecevitle birlikte Kıbrısa barış getiren iki kişiden biri idi. Kıbrısta fiili eşitlik gerçekleşmiş Rumlar dahil bir çok kişinin hayatı kurtulmuş , o tarihten beri insanlar öldürülme korkusu olmadan güven içinde yaşamaya başlamışlardı.
Sorun bu eşitliğin aşırı milliyetçi Rum ideallerine ters düşmesi idi. Onlar tekrar Kıbrısa egemen olmak istedikleri için barış ortamını bozmak ve Kıbrısı 1974 öncesine geri götürmek istiyorlardı. Bu nedenle 1974 Barış Harekatının bir felaket olduğunu, eski günlere dönmemin barış olacağını, iki Kıbısın Almanyada olduğu gibi birleşmesi gerektiğini söylüyorlardı.
Onlar iki halkın ne kadar çok birbirine karışırsa o kadar iyi olacağını düşünüyorlardı. Gerçekte böyle bir yönetimin en az 1960 da kurulan devlet kadar sorunlu olacağını, iki halkın birlikte bir devleti yönetmesinin son derece zor olduğunu biliyorlardı. Ancak milli ideallerine uygun bir avantaj sağlayabilirler ve Kıbrısta oluşmuş eşit fiili durumun kalıcı hale gelmesini önleyebilirler ümidiyle bir anlaşmazlık ortamı yaratmayı tercih ediyorlardı.
Ecevit ve Denktaşın barış formülü iki halkın eşit koşullarda yan yana, iki ayrı egemen devlette yaşaması idi. Rumlar ise iki halkın tekrar bir arada yaşamasını istiyorlardı. Dünyada o kadar çok Rum propagandası yapılmış ve o kadar çok kişi bu propagandanın etkisi altında kalmıştı ki Rum isteklerine karşı gelen Denktaş Bey barışı engelleyen kişi olarak kabul ediliyordu. Denktaş Bey bu yanlış propagandanın etkilerinin geçmesi ve gerçek durumun anlaşılması için bir süre beklemenin daha uygun olacağını düşünüyordu.
Denktaş Bey Atatürkün 1923 de Yunanistanla nüfus ve mal mübadele anlaşması yaparken izlediği formülü izlemek istiyordu. Bu formüle göre Kıbrısta 1974 de oluşan fiili durumu kalıcı hale getirmek, "de facto" durumun, "de jure" olması için çalışmak gerekiyordu. Bu formülün AB nin izlediği barış formülüne de uygun olduğunu düşünüyordu. AB de bir birini tanıyan devletler bir birlik oluşturmuşlar ve birbirlerine saygı duyarak barış içinde yaşamaya başlamışlardı. Kimse devletlerden birini diğeri ile birleştirmek, bir halk üzerinde diğer halkı söz sahibi yapmak veya ayrı yaşamaya başlamış iki etnik toplumu iç içe yaşatmak için uğraşmıyordu. Denktaş Bey AB de gerçekleşen barışın benzerinin Kıbrısta da gerçekleşmesini istiyordu.
Rum Yönetimi iki halkın çatışmasına neden olacak tehlikeli bir anlaşmaya karşı gelen Denktaş Beyi barış düşmanı olarak tanıtıyordu. Bu konuda o kadar çok yayın yapılmıştı ki Denktaş Beyi Nobel Barış ödülüne aday göstermek bir çok kişide şok etkisi yapacaktı.
İkinci görüşmemizden sonra bana "Sen hazırlığını yap bir yıl sonra durum müsaitse müracaatı yaparız" dedi. Aslında istediği bu ödülü almaktan çok izlediği yolun barış yolu olduğunu dünyaya duyurmaktı.
Michael Stephenle görüş teati ederek çalışmaya başladık. Maalesef onun söylediği bir yıllık süre dolmadan 13 Ocak 2012 de vefat etti. Böylece bu müracaatı yapmamız mümkün olmadı.
Acaba müracaatta neler yazacaktık? Yaptığımız müracaat üzerine ödülü veren Norveç Nobel Komitesi neler düşünecekti? Dünyada barışa engel diye tanıtılan bir kişinin en büyük barış severlerden biri olduğunu kabul edecek miydi?
Neler yazmayı tasarladığımızı burada sizlere anlatmaya çalışacağım.
1) Her şeyden önce 1974 Barış Harekatının Kıbrısa gerçekten barış getirdiğini yazacaktık. Kıbrısta 1974 den önce insanların evlerinde rahat uyuyamadıklarını , yollarda sınır kapılarında tutuklanıp kaybolduğunu anlatacak , 1974 den sonra tam bir barış ortamı sağlandığını, Denktaş Beyin bunda katkısı olduğunu yazacaktık.
2) Barış Harekatında Ecevit ve Denktaş ın Atatürkün barış formülünü uyguladığını, bu nedenle Kıbrıs Türk Halkının güven içinde yaşayacağı bir bölge oluşturulduğunu, bu yapılırken Rum halkına da aynı hakkın tanındığını, halkların yan yana eşit koşullarda ve barış içinde yaşamasının amaçlandığını yazacaktık.
3) Kıbrısta iki devletin sınır düzeltmesinden sonra bir birini tanıyarak ayrı ayrı AB ye girmesinin AB nin barış görüşüne de uygun olduğunu, bunun Kıbrısta barışı kalıcı hale getireceğini ve bunu gerçekleştirmeye çalışan Denktaş Beyin barışa hizmet ettiğini yazacaktık.
4) Kıbrısta iki halk arasında müşterek bir devlet kurulacaksa bunun ancak konfederasyon şeklinde olması gerektiğini , iki egemen devletin anlaşması sonucu konfederasyonun gerçekleşmesi ve bir anlaşmazlık çıkarsa iki devletin ayrılma hakları olması gerektiğini, bu görüşü savunan Denktaş Beyin barışa hizmet ettiğini yazacaktık.
5) Kıbrısa getirilen barışın Atatürkün tüm dünyada gerçekleşmesini istediği barış formülü olduğunu, bu formüle göre tüm halkların yan yana, özgür ve eşit koşullarda, güven içinde yaşama hakkı olduğunu, bu görüş doğrultusunda 1923 de Türkiye ile Yunanistan arasında anlaşma yapıldığını ve nüfus ile toplu mal takası gerçekleştiğini, bu anlaşma sayesinde Türkiye ile Yunanistan arasında barış ve dostluk oluştuğunu, 1950den sonra Kıbrısta iki halkın iç içe yaşaması ve aşırı Rum milliyetçiliği nedeniyle çatışmalar çıktığını, Türkiye ile Yunanistan ilişkilerini bu çatışmaların bozduğunu, Kıbrısta iki halkın yeniden iç içe yaşamasının çatışmalara ve Türkiye ile Yunanistan arasında gerginliklere yol açacağını, bunu engellemeye çalışan Denktaş Beyin barışa hizmet ettiğini yazacaktık.
6) Norveç Nobel Komitesini Akritas ve İfestos planlarını okumaya zorlayacak ve gerekirse bu konuda bilirkişilerden görüş almalarınıisteyecektik. Aşırı milliyetçiliğin Kıbrıs Rumlarının karakterinde olduğunu, Sırplara çok benzediklerini , iki ayrı devlet güvencesi olmadığı takdirdeuygun bir ortamda Türklere karşı yeniden harekete geçebileceklerini, hiç değilse aşırı grupların harekete geçebileceğini, bunun çatışmalara ve yeni savaşlara neden olacağını, Denktaş Beyin bunu önlemeye çalışarak barışa hizmet ettiğini yazacaktık.
7) Bugün Kıbrısta iki halk arasında dostluk duygularının oluşmaya başladığını, bu durumu iki halkın ayrı bölgelerde ayrı yönetimler altında yaşamasına borçlu olduğumuzu, yan yana ayrı devletlerde eşit koşullarda yaşmanın AB de olduğu gibi müşterek ticareti de geliştirebileceğini, iki halkı iç içe yaşamaya zorlamanın ise eski düşmanlıkların yeniden canlanmasına ve çatışma çıkmasına neden olacağını, ülkesini çatışmalara karşı koruyan Denktaş Beyin barışa hizmet ettiğini yazacaktık.
8) Kıbrısta uygulanan Atatürk, Ecevit ve Denktaş barış formülünün Kıbrısa barış getirdiği gibi, tüm dünya halklarına barış getirebilecek bir formül olduğunu, bu konuda dünya kamu oyunda mevcut bir yanılgının düzeltilmesi gerektiğini yazacaktık. Şöyle ki ABD gibi gelişmiş bir ülkeye çalışmak için değişik ülkelerden gelen insanların ülke kültürüne uyum sağlayıp barış içinde yaşabileceğini, bu durumu farklı uluslar veya farklı etnik toplulukların iç içe yaşaması düşüncesi ile karıştırmamak gerektiğini, Kıbrıs gibi etnik temizlik planları hazırlanmış, iki ulus arasında savaş olmuş, daha sonra nüfus mübadelesi gerçekleşmiş bir ülkede barış yolunun iki ayrı devlet ve eşitlik olduğunu, iki halkı birlikte yaşamaya zorlamanın çatışmalar çıkmasına neden olacağını , Kıbrısta bunu önlemeye çalışan Denktaş Beyin barışa hizmet ettiğini yazacaktık.
9) Kıbrısta 1960 Anayasasında iki halkın eşit olduğunu , Kıbrıs Rumlarının bu eşitliği bozmak istediği için Kıbrıs sorununun çıktığını, Kıbrısta kalıcı bir barış için önce eşitliğin sağlanması yani KKTC nin tanınması ve daha sonra iki tarafın anlaşması gerektiğini, bunu gerçekleştirmeye çalışan Denktaş Beyin barışa hizmet ettiğini yazacaktık.
10) Dünyada ülkesine barışı getiren ve barışın bozulmaması için Denktaş Bey kadar mücadele eden ikinci bir lider bulunmadığını, Denktaş Beyin dünyadaki tüm siyasilere örnek olabilecek bir insan olduğunu yazacaktık.
Herhalde bu yazdıklarımıza onu seven insanlardan işittiğimiz diğer özellikleri de ekleyecektik.
Bir an için Norveç Nobel Komitesinde bulunduğunuzu varsayalım. Acaba siz yapılan müracaatı nasıl karşılayacaktınız? Sizce Denktaş Bey Nobel Barış Ödülüne layık mı?