Rauf Raif Denktaş ın Hukukçu Yönü ve Barışseverliği
Anılar ve Gözlemler
Yazan :
Taner Erginel
Emekli Yüksek Mahkeme Başkanı

1 BÖLÜM
Uzun süren meslek hayatımda Denktaş Beyle birçok temasım oldu. Onu tanıma fırsatını buldum. Özellikle hukukçu kimliği konusunda diğer insanların bilmediği bilgilere sahip olduğumu sanıyorum.

Denktaş Bey varoluş mücadelesi veren Kıbrıs Türk Halkının lideridir ve uzun süre Yürütmenin başında olmuştur. Herkesin onunla ilgili söyleyecek çok anısı ve bilgisi vardır. Ben bir hukukçunun dikkatini çeken özelliklerini anlatmayı düşünüyorum. Hukuk alanında daha çok kamu oyunun bilmediği özelliklerini anlatmaya çalışacağım.
Onu tanıdığım süre içinde toplum yaşamımızda ve ilişkilerimizde büyük değişiklikler oldu. Bu nedenle anlatacaklarımı 4 ayrı döneme ayırarak anlatmamın daha uygun olacağını düşündüm. A)Avukatlık yaptığım dönem, B)Yargıç olduğum dönem, C) Yüksek Mahkeme Başkanı olduğum dönem ve D) Emeklilik dönemi. Bu dönemleri ayrı ayrı ele alıp Denktaş Bey' le ilgili anılarımı ve gözlemlerimi anlatmaya çalışacağım.

Avukat olduğum dönemde gözlemlerim
Hukuk eğitimimi İstanbul Hukuk Fakültesinde yaptım. Daha sonra bir süre de İngiltere'de eğitim gördüm. 1969 yılında Mağusada avukat olarak çalışmaya başladım. Yargıçlığa atandığım 1973 yılına kadar bu işi yaptım.

O yıllarda Kıbrısta, Türk Mahkemeleri yeni kurulmuştu. Ancak sadece Türk bölgelerinde geçerli olacak işlere bakıyorlardı. Örneğin Türk bölgelerinde Tapu Dairesi yoktu. Mülkiyetle ilgili davalarda Rum Mahkemelerine gitmek zorunda kalıyorduk. Bunun gibi Rum kesiminde meydana gelen kazalarda da Rum Mahkemelerine gitmek zorunlu oluyordu. Bu nedenle Türk avukatların işleri kısmen Rum Mahkemelerinde geçiyordu.
Rum Mahkemelerinde çalışınca Rum avukatları ve Rum halkını tanıma fırsatını buldum. Son derece milliyetçi olduklarını gördüm. Sağcı ve solcular arasında nüans farkı olmakla birlikte tümü çok milliyetçi idi. Doğal olarak Kıbrıs Türklerinin hakları için mücadele eden Denktaş Beyi en büyük düşman olarak görüyorlardı.

Ancak şaşırarak gördüm ki içten içe ona saygı duyuyorlar. Onun Kıbrıs Türk halkı için yaptığı mücadelenin takdir edilecek bir mücadele olduğunu düşünüyorlar. Daha sonra benzer saygıyı Atatürk'e ve Ecevit e de duyduklarına tanık oldum.

Denktaş Beyin Kıbrısın en iyi avukatı olarak tanınması
Bir gün Rum avukatlar "Kıbrısın en iyi avukatı kimdir?" diye tartışıyorlardı. Sanırım Limasolda avukatlık yapan bir veya iki Rum avukat üzerinde duruyorlardı. Onlara
"Acaba Denktaş için ne düşünüyorsunuz ?" diye sordum. Hiç tereddüt etmeden "Denktaş bizim avukatlarımızın tümünden daha üstündür" dediler.
Denktaş Beyin Rum avukatlar arasında Kıbrısın en iyi avukatı diye düşünülmesi beni şaşırtmıştı. O tarihlerde Denktaş Bey Kıbrıs Türk kesiminde Yürütmenin başında idi. Artık avukat olarak çalışmıyordu. Ancak Rum hukukçular onu eski günlerden tanıyorlardı. Öyle anlaşılıyor ki belleklerinde silinmez bir iz bırakmıştı.

Belirtmekte yarar var ki Denktaş Bey 1947 yılında Kıbrısta avukatlığa başlamış ve zaman zaman ara vermekle birlikte bu görevi Cemaat Meclisi Başkanı seçildiği 1970 yılına kadar sürdürmüştür.

1960 yılından önce Kıbrısta İngiliz Müstemleke Yönetimi vardı. Bu dönemin bir bölümünde Denktaş Bey savcı olarak görev yapmıştır. Kıbrısta uygulanan Anglosakson hukuk sisteminde savcılık Türkiyede uygulanan Kontinental sistemdeki savcılıktan oldukça farklıdır. Anglosakson sistemde suçluların soruşturulması ve ceza takibi polis tarafından yapılır. Polisin C.I.D. (Criminal Investigation Department) isimli bölümü bu işi yapar. Savcılar devletin hukuk danışmanlarıdır. Ayrıca Ağır Ceza Mahkemelerindeki duruşmalarda polisin hazırladığı davalarda avukatlık görevini yerine getirirler.

Anglosakson sistemde devlet adına yapılan işleri anlamak için devleti diğer tüzel kişilere benzetmek gerekir. Bu sistemde savcının yaptığı iş bir şirketin veya derneğin hukuk işlerini yapan avukatın yaptığı işe benzer. Türkiye'de hazine avukatlarının yaptığı iş ile Kıbrısta Savcıların yaptığı iş bir birine benzemektedir.

Denktaş Bey Kıbrısta savcı olduğu zaman devletin ve polisin hukuk danışmanı olarak görev yapıyordu. Ayrıca Ağır Ceza Mahkemesi duruşmalarındapolisi temsil ediyor ve Rum EOKA teröristlerini mahkum etmeye çalışıyordu. Anglosakson sistemde duruşmalarda avukatın yetenekleri ön plana çıktığı için Rum hukukçular onun ne kadar iyi bir hukukçu olduğunu unutmamışlardı.

Denktaş Beyin yazdığı hukuk kitabı
Anglosakson sistemin bir özelliği de yasaların her konuyu belirlememesi ve yargıçlara geniş takdir yetkisi bırakmasıdır. Yasalardaki boşluğu Mahkeme İçtihatları doldurur. İstinaf veya Temyiz Mahkemesi diye isimlendirilen Yüksek Mahkeme ince ayar yaparak yasal durumu netleştirir. Bu nedenle Anglosakson hukuk sisteminde Yüksek Mahkeme kararları önemlidir. Bu hukuk sistemine İçtihat Hukuku Sistemi denmesinin nedeni budur.

Denktaş Beyin hukukçu kişiliği daha ilk yıllarda ön plana çıkmaya başladı.1953 yılında "Criminal Cases" isimli bir kitap yazdı. Bu kitap avukatların izlemesi gereken önemli Yüksek Mahkeme kararlarını özetlemekteydi. Bir tür ders kitabı idi. Hukukçuların yasal bir sorunla karşılaştıkları zaman açıp baktıkları bir el kitabı olarak kullanıldı.

Avukatlık yaptığım yıllarda benim de kullandığım bu kitaptan söz edene pek rastlamıyorum. Halbuki Kıbrıs Hukuk sisteminde böyle bir kitabı yazmak ve yayınlamak önemlidir. Hukukçulara büyük bir yardımdır. Yazanın adalete verdiği önemi ve katkıda bulunmak istediğini gösterir. Denktaş Beyin hukukçu kimliği üzerinde duranların dikkatini çekmesi gereken bir olaydır.

Denktaş Beyin yargıç atamalarına müdahale etmemesi
Bilindiği gibi 1960 den sonra Türkiyede öğrenciler arasında sol görüşler yaygın hale gelmişti. Türkiye fakültelerinden mezun olup Kıbrısa gelenler Denktaş Beyin sağcı ve milliyetçi olduğunu düşünüyor ve ona karşı mücadele etmek istiyorlardı.Türkiyedeki sol akımlardan etkilenen Kıbrıslı öğrencilerden biri de bendim. Doğal olarak Denktaş Beyden uzak durdum.
Denktaş Beye karşıt görüşlü birisi olarak önemli bir devlet görevine atanma ümidim oldukça azdı. Buna rağmen 1973 yılında açılan yargıçlık münhalına müracaat ettim ve bu göreve atandım.

O tarihte 1960 Anayasasının yargıya ilişkin hükümleri uygulanmaya devam ediyordu. Yargıçları atayan Yüksek Mahkeme idi. Ancak diğer birçok ülkede olduğu gibi Yürütmenin de yargıç atamalarını etkileme olanağı vardı. Yürütmenin başında olan Denktaş Beyin kendisine karşı olan veya hiç değilse yakın olmayan bir kişinin yargıç atanmasını engellemesi söz konusu olabilirdi. Buna rağmen benim veya diğer arkadaşlarımın atanmamıza karşı hiç bir engelleme girişimi olmadı. Bu gün geçmişe giderek o günleri anımsadığım zaman Denktaş Beyin tutumunu hoşgörülü kişiliğinin bir belirtisi olarak görüyorum.

Denktaş Beyin yargı bağımsızlığına katkısı
Yargıç atanmasında Yürütmenin etkili olmasına fırsat veren 1960 Anayasası kısa süre sonra yürürlükten kaldırıldı . 1975 Kıbrıs Türk Federe Devleti Anayasası ile Yargımız Yürütmeden bağımsız hale geldi. 1985 KKTC Anayasası ise Adalet Bakanlığını kaldırarak Yargıyı Yürütmeden tamamen bağımsız hale getirmiştir. Bugün dünyanın en bağımsız Yargısının KKTC Yargısı olduğunu söylemek mümkündür. Dünyanın diğer ülkelerindeki Yargı sorunlarını göz önünde bulundurduğumuz zaman KKTC Yargısının durumunu Kıbrıs Türk Halkının en büyük başarılarından biri olarak kabul etmek mümkündür.

1975 ve 1985 Anayasaları yapılırken Kurucu Meclislerde görev yapan genç ve idealist milletvekillerinin Yargı bağımsızlığına önem verdiklerini ve bu nedenle Yargının bağımsız olması için çaba harcadıklarını biliyoruz. Ancak Denktaş Beyin de pasif kalarak bu çabalara katkıda bulunduğunu söyleyebiliriz. Çünkü Yargının bağımsız olması Yürütmenin başında olan kendisinin yetkilerinin azalması anlamına gelecekti. Bu nedenle bağımsız yargı oluşturma çabalarına engel olması söz konusu olabilirdi. Fakat o,böyle bir düşünce içine girmedi. Bu gün geçmişi anımsayarak değerlendirdiğim zaman Denktaş Beyin Kıbrıs Türk Halkının iyi bir Yargıya sahip olmasını istediğini, bu istek üstün geldiği için Adalet Bakanlığını kaldıran ve Yargıyı tamamen bağımsız hale getiren düzenlemeyi engellemediğini düşünüyorum.

Yargıç olduğum dönemde gözlemlerim
1973 yılında yargıç oldum ve emekli olduğum 2006 yılına kadar bu görevde kaldım. 33 yıl gibi uzun bir süre bu görevi yaptım. Bu sürenin ilk 29 yılı yargıç, son 4 yılı da Yüksek Mahkeme Başkanı olarak geçti. 33 yıl içinde Denktaş Beyi gittikçe daha yakından tanıdım. Başlangıçta oldukça mesafeli olan ilişkilerimizin gittikçe düzeldi. Emeklilik yaşamımızda ise çok yakın ve samimi hale geldi. Bu dönemde Nobel Barış Ödülüne aday gösterilmesindeinisiyatifi ele almam önerildi. Bu konuda yapılan çalışmaları ve onun bu çalışmaları durdurmasını anlatacağım.

Yargıç olduktan sonra Denktaş Beyle aramızdaki soğukluk ortadan kalkmaya başladı. Gerçi olaylara aynı pencereden bakmıyorduk. Farklı ilkeler benimsemiştik. Buna rağmen anlayışlı bir çalışma ortamı içinde girdik.

O, Rumlara karşı mücadele eden milli bir liderdi. Her şeyi bu perspektiften görüyordu. Biz ise sol görüşleri benimseyen bir temelden geliyorduk. Ancak kısa sürede siyasi görüşlerimizden uzaklaştık. Yeni bir ideal benimsedik. Bu ideal ise KKTC yi dünyanın en demokratik ülkelerinden biri haline getirmek ve dünyanın en adil Yargısına kavuşturma ideali idi.
Yargıç olarak benimsediğimiz bu idealleri gerçekleştirmek için tüm siyasi görüşlere eşit mesafede durmamız gerekiyordu. Tarafsızlık adil yargılamanın temel ilkesidir. Bu nedenle iktidarla muhalefet arasında tarafsız kalmaya özen gösterdik. Bu tutum doğal olarak verdiğimiz kararların bir bölümünün ve büyük bir olasılıkla yarısının Yürütmenin istemediği kararlar olması sonucunu doğurdu.

Denktaş Beyin Yargı kararlarına karşı hoşgörülü olması
1974 ü izleyen yıllarda Denktaş Bey güçlü ve otoriter bir kişi olarak Yürütmenin başında idi. Milli lider konumunda böyle bir kişinin Yargı kararlarına karşı nasıl tepki gösterdiği önemlidir.
Denktaş Bey Yargının Yürütme aleyhine veya şahsen kendisi aleyhine verdiği kararları nasıl karşıladı? Aleyhine karar veren yargıçlara karşı nasıl davrandı? Büyük bir devlet adamından beklenen olgunluğu mu gösterdi, yoksa basit bir insan gibi aleyhine karar veren yargıçlara düşman mı oldu? İsterseniz bu sorulara hemen yanıt vereyim. Denktaş Bey aleyhine karar veren yargıçlara hiçbir tepki göstermedi. Yargıya karşı o kadar anlayışlı davrandı ki aleyhine karar veren yargıçları insanlığı ile utandırdı diyebilirim.

1974 den sonra sol görüşlü gençler Kıbrısta aktif mücadele vermeye başladılar. Çeşitli etkinliklerde bulunuyorlar ve sol bildiriler dağıtıyorlardı. Aleyhlerine ceza davaları gelmeye başladı. KKTC yi dünyanın en adil ülkesi haline getirmek isteyen ve tarafsız olmaya gayret eden bizler siyasi eylem yapan gençleri cezalandırmak istemiyorduk. Bu nedenle Yürütmenin ceza verilmesi taleplerine karşı direndik. Diyebilirim ki o koşullarda birçok ülkede verilenden çok daha az ve sembolik cezalar verildi. Sanırım Yürütme de Yargı ile uğraşmaktan yoruldu. Böylece KKTC, her türlü siyasi görüşün öne sürüldüğü ve eylem yapıldığı bir ülke haline geldi. Objektif bir değerlendirme yapanlar KKTCnin düşünce ve yayın özgürlüğü açısından dünyanın en özgür ülkelerinden biri haline geldiğini söylemektedirler.

Denktaş Bey Yürütmenin isteklerine karşı gelen ve muhalefeti koruyan Yargıçlara tepki göstermemiştir. Diğer ülkelerle kıyaslayınca bunun önemini şimdi daha iyi anlıyorum. "Yürütmenin başında Denktaş Beyden başkası olsa acaba bize bu kadar hoşgörülü davranacak mıydı?" diye sormaktan kendimi alamıyorum.

Bir gün bir resepsiyonda Denktaş Bey bana "Sen aleyhimize karar veriyorsun , muhalefeti destekliyorsun" dedi. "Ben tamamen tarafsız ve adil olmaya çalışıyorum" dedim. Biraz düşündükten sonra "Doğrusu da budur" dedi. Böylece özgürce görevlerimizi yapmaya devam ettik. KKTC halkına özgür düşünme ve özgür siyasi eylem yapma olanağı sağladık.



Denktaş Beye yapılan hakaretler
1974 den bir süre sonra Kıbrıs'ta siyasi ortam değişti. Sol güçlendi. CTP, Yeni Düzen gazetesini çıkarmaya başladı. Bugün iktidarın yayın organı olan bu gazete ilk zamanlarda militan sol bir gazete idi. Çok sert yazılar yayınlıyor ve bazen Denktaş Beye hakaret ediyordu. Denktaş Bey genellikle aleyhine yazılan yazıları görmezlikten geliyordu. Fakat gazetenin çok ileri gittiği bazı yazılara karşı hareketsiz kalamadı ve gazete aleyhine hakaret davaları açtı.

Yargıç olarak önüme gelen bir hakaret davasında kendisinin veya ailesinin uyuşturucu ticareti ile ilgili olduğu yazılmıştı. Bizim hukuk sistemimizde ispat hakkı vardır. Yani hakaret içeren bir söz eğer doğru ise tazminat ödenmesi gerekmez. Gazeteyi savunmak için Naci Usar Bey Mahkemeye geldi. Naci Beye " Gazetede yazılanların doğru olduğunu gösteren hiçbir delil yok. Yazılanların gerçek olmadığı apaçık meydanda. Özür dilenirse bu dava geri çekilecek. Bundan makul bir teklif olabilir mi?" dedim. Naci Bey insancıl birisi idi. Yalan söylentilerden ve hakaretlerden yararlanmak isteyen bir kişiliği yoktu. Derhal Mahkemenin görüşüne katıldı. Gazeteyi ikna ederek Denktaş Beyin arzu ettiği gibi özür yazısı çıkarttı. Böylece yıllarca sürebilecek bir dava kapandı.

Daha sonra Yeni Düzen gazetesinde Denktaş Beyin "Baba" olduğunu öne süren bir yazı yayınlandı. Okuyanlar yazıda "Mafya Babası" anlamını çıkarıyorlardı. Denktaş Bey yine hakaret davası açtı ve yine "Özür dilenirse davayı geri çekerim" dedi. Ancak ne davayı dinleyen yargıç benimle aynı tutum içinde idi, ne de gazeteyi savunan Naci Usar gibi bir avukat vardı. Sol ideoloji daha katı bir yöntem izlemeye başlamıştı. Özür dilenmedi ve dava uzayıp gitti. Sonunda gazete aleyhine yüklü bir tazminat kararı verildi.

Tazminat ödenmedi ve gazete aleyhine icraya başvuruldu. İcra günü gazete binasına zorla girilip, araçlarına el konacak ve gazete kapatılacaktı. İcrayı önlemek için CTP üyeleri gazetenin çevresinde toplandılar. Çatışarak, gazetenin kapatılmasını önleme hazırlığı içine girdiler.

Biz, KKTC nin dünyanın en demokratik ve en adil ülkesi haline gelmesi idealini benimseyen yargıçlar, Denktaş Beye yapılan suçlamanın haksız olduğunu, Denktaş Beyden özür dilenmesi gerektiğini düşünüyorduk. Buna rağmen gazetenin kapatılmasına da karşıydık.
İcra yasamızda basın araçlarının icra dışı kalması gerektiği konusunda maddeler vardır. İcra memurlarının polis refakatinde gazetenin kapısına dayanmasına dakikalar kala bir ara emri ile icrayı durdurduk. Böylece gazete önünde çatışma çıkmasını ve gazetenin zorla kapatılmasını önledik.

Şimdi düşünüyorum. Yürütmenin başında Denktaş Bey değil de başka bir Cumhurbaşkanı olsa o kadar kolay karar verebilecek miydik? Gazetecilerin yazdıkları yazılardan dolayı suçlanarak cezalandırıldığı bir dünyada, haksız hakaret yapan, özür dilemeyi reddeden ve Mahkemenin verdiği tazminat hükmünü yerine getirmemek için direnen bir gazete yayın hayatına devam edebilecek miydi? Bu gazeteleri koruyan yargıçlar mesleklerinde ilerleyebilecekler miydi?

Denktaş Beyin Mahkeme kararlarına saygılı olması dış dünyanın bile dikkatini çekmiştir. Rum gazeteleri sürekli olarak KKTC den sahte devlet diye söz ederler. KKTC nin legal bir devlet olarak kabul edilmesine karşı en küçük hoş görüleri yoktur. Bir gün bir Rum gazetesinde "Banana Republic" "Muz Cumhuriyeti" diye bir yazı çıktığını öğrendim.

O günlerde Mahkemelerimiz Denktaş Bey ailesinden birisi aleyhine bir karar vermişti. Rum gazeteci yazısında "Banana devleti KKTC mi yoksa Kıbrıs Cumhuriyeti (Rum devleti) mi?" diye soruyordu. "Rum Mahkemeleri Rum Cumhurbaşkanı veya yakınları aleyhine böyle kararlar verebilirler mi? Asla veremezler. Dolayısıyla KKTC Banana Republic değildir. Banana Republic Rum devletidir." diye görüş belirtti.

Denktaş Beyin Rum propagandasına karşı durması
Yargıçlık dönemini kapamadan önce Uluslar arası Mahkemelerde KKTC yi ilgilendiren davalar ve Denktaş Beyin bu davalara katkısı konusuna da değinmem gerekiyor. Denktaş Beye göre Kıbrıs sorununun temel nedeni Rum siyasi liderlerin aşırı milliyetçi olması ve Enosis idealini benimsemeleridir. Zaman içinde bu ideallerini hiç değiştirmemeleri ve ideallerine erişmek için bitmez tükenmez gayret içinde olmalarıdır.

Denktaş Beye göre 1974 den sonra Rum Yöneticiler mücadele stratejilerinde değişiklik yapmak zorunda kaldılar. 1974 Barış Harekatı onlara Türk ordusu karşısında başarılı olamayacaklarını öğretti. Ancak milli ideallerinden de vazgeçmediler. Aynı hedefe bu kez soğuk savaşla ulaşmak için çaba göstermeye başladılar. Soğuk savaşla uluslar arası kamu oyunu etkilemeyi, Kıbrıs Türkleri ile Türkiye'ye baskı yapılmasını sağlamayı ve Rum milli ideallerine açık kapı bırakacak bir anlaşma yapmayı ümit ediyorlardı.

Soğuk savaşın bir cephesi tanıtım ve propaganda diğer cephesi ise uluslararası alanda hukuk mücadelesi idi.
Askeri alanda başarısız olan Rum Yöneticiler soğuk savaşta büyük başarılar elde ettiler. Kıbrısta haksız ve saldırgan oldukları halde tüm dünyayı haklı ve mağdur olduklarına inandırdılar. Uluslararası mahkemelerde ise inanılmaz başarılar sağladılar.
Kıbrıs olaylarını objektif değerlendirenler Kıbrısta tüm çatışmaları Rumların başlattığını, Türklerin saldırılara karşı gelmekten ve emrivakileri önlemeye çalışmaktan başka bir şey yapmadığını görürler. Bu nedenle Kıbrıs sorununun çıkmasında kusurlu tarafın Kıbrıs Rumları olduğu son derece açıktır. Buna rağmen Rumlar soğuk savaş teknikleri ile haklı oldukları görüntüsünü vermeyi başarmışlardır.

Rum Yöneticiler Kıbrısa egemen olmak ve Kıbrıs Türklerini azınlık haline getirmek istemektedirler. Buna karşılık Kıbrıs Türklerinin özgür ve eşit bir halk olarak yaşamaktan başka isteği yoktur. Bu gerçeğe rağmen tüm dünya Kıbrıs'ta Rumların haklı ve mağdur, Türklerin ise haksız ve saldırgan olduğunu düşünmektedir. Bunun nedeni Rumların büyük bir hırsla verdikleri soğuk savaşta başarılı olmaları ve dünya kamu oyunu kendi görüşleri doğrultusunda etkilemeleridir.

Kıbrıs Türkleri ve Türkiye Hükümetleri bu savaşta çok pasif ve yetersiz kalmışlardır. Türk aydınların çoğu böyle bir savaşın varlığını dahi kabul etmemektedir.
Kıbrıs Türk solu ise Kıbrıs sorununa çok daha farklı bir pencereden bakmaktadır. Onlar Kıbrıs sorununu Rumların Kıbrısa egemen olma girişimlerine karşı Türklerin özgürlük mücadelesi olarak görmemektedirler.

Kıbrıs Türk solu dış güçlerin iki halkın arasını açtığını, iki halk arasında suni çatışmalar çıkardığını, bir orta yol bularak iki halkı anlaştırmak gerektiğini düşünmektedir. İki halkın karşılıklı haklı ve haksız tarafları olduğuna inanmaktadırlar. Dolayısıyla Rum propaganda savaşına karşı yapılması gereken mücadeleye katkıda bulunmaları söz konusu değildi.

Türkiye Hükümetleri ise soğuk savaşta son derece deneyimsizdiler. Kıbrıs sorununun 1974 de sona erdiğini, Rum suçlamalarına yanıt vermeye gerek olmadığını, zaman içinde bu konunun unutulup kapanacağını düşünüyorlardı. Bu nedenle ne tanıtım ve propagandada ne de uluslar arası hukuk alanında başarılı bir mücadele veremediler. Deyim yerindeyse Rumlar soğuk savaş alanında meydanı boş buldular.

Rum soğuk savaşına karşı etkili mücadele vermeye çalışan tek kişinin Denktaş Bey olduğunu söyleyebiliriz. Bir yabancı yazar bu durumu "Rum tarafında büyük bir propaganda ordusu var, tüm dünyaya sürekli kendi görüşlerini anlatıyorlar, buna karşı Türk tarafında sadece Denktaş Beyin sesi çıkıyor. Bu koşullarda Türk görüşlerinin dünya kamu oyunu etkilemesi mümkün değil" şeklinde anlatmıştır.

Rum propagandasının Avrupa İnsan Hakları Mahkemesini etkilemesi
Soğuk savaşın önemli bir cephesi uluslararası davalardır. Kuzeyde taşınmaz mallarını terk eden Rumlar, Rum Yönetiminin desteği ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde Türkiye aleyhine davalar açmaya başladılar.

İlk önemli dava Loizidu davası oldu. Rumlar davayı Türkiye aleyhine açarak KKTCnin gerçek bir devlet olmadığını ve Türkiyenin Kıbrısın Kuzeyini işgal ettiğini vurgulamış oluyorlardı.
Türkiye Prof. Bakır Çağlar'ı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi davalarında avukat olarak görevlendirdi. Prof. Bakır Çağlar Lefkoşa'ya gelerek bir konferans verdi. Bu konferansa katılıp Çağlar'ın görüşlerini dinleyince ne kadar ciddi bir tehlike içinde olduğumuzu anladım. Türkiyenin avukatı Rum iddialarına yanıt vermiyor ve kendi doğrularını tekrarlayıp duruyordu. Teknik noktalara dayanarak davayı kazanabileceğini zannediyordu.

Rum soğuk savaşı tüm dünyada Rumların haklı olduğu yönünde bir zemin oluşturmuş ve bu zemin AİHM yargıçlarının kafasında yer etmişti. Özetle Türkiyenin saldırgan olduğuna ve Kuzey Kıbrısı haksız yere işgal ettiğine inanıyorlardı. Bu zemini ortadan kaldırmak için Denktaş Beyin öne sürdüğü argümanlardan yararlanarak Rum iddialarını yanıtlamak gerekiyordu. Rum iddialarına karşı aynı sertlikte verilecek yanıtlarla Rum suçlamalarının etkisini ortadan kaldırmak mümkün olabilirdi. Rum iddialarını etkisiz hale getirmek için işgal altında olan bölgenin Kuzey Kıbrıs değil, Güney Kıbrıs olduğu argümanını yapmak şart oluyordu.



Denktaş Beyin uluslar arası davalarda öne sürülmesini istediği görüşler
Rum propagandası Kuzey Kıbrısın Türkiyenin işgali altında olduğu argümanını iddialarının temeline koymaktadır. Buna karşı Türk kesiminden yükselen sesler genellikle bu konuya değinmemekte ve "sukut ikrardan gelir" ilkesi sonucu bu iddia kabul edilmiş varsayılmaktadır. Daha sonra Rum iddialarına verilen yanıtlar yetersiz kalmakta ve dünya kamu oyu Kıbrısta Türklerin haksızlık yaptığı varsayımı içinde olayı değerlendirmektedir.

Bu nedenle Denktaş Bey öncelikle işgal iddiasına yanıt verilmesi ve Güneyin işgal altında olduğunun öne sürülmesi gerektiği görüşünde idi. Acaba bu iddia nasıl kanıtlanabilecekti? Denktaş Beyin yaptığı açıklamalara göre 21Aralık 1963 de terörist EOKA örgütü Akritas etnik temizlik planı doğrultusunda Kıbrıs'ın büyük bölümünü işgal etmiş ve Kıbrıs Türk Halkını enklavlarda yaşamaya zorlamıştı. Dolayısıyla Rum kesiminde 1963 den sonra etnik temizlik planı sonucu oluşan bir egemenlik vardır. Etnik temizlik planı yapmak ve uygulamak bir insanlık suçudur. Böyle bir planı yapanların Uluslararası Ceza Mahkemelerinde yargılanması gerekir. Plan sonucu ortaya çıkan egemenlik insan Haklarına aykırılığının yanı sıra Kıbrıs Anayasasına ada aykırı idi. Dolayısıyla yasal bir egemenlik olması söz konusu değildir. Bu nedenle 1963-1974 arasında adanın Rum kesimlerinde yasa dışı bir işgal durumu vardı.

15 Temmuz 1974 de Rumlar daha da ileri giderek Kıbrıs'ı Yunanistan'a ilhak etme girişiminde bulundular. Türkiye uluslar arası anlaşmalardan kaynaklanan yasal hakkını kullanarak adaya müdahale etti. Türk ordusuna "İlk ateş eden siz olmayınız, size ateş edilmedikçe ateş etmeyiniz" emri verildi. Ancak Rum Yönetiminin böyle bir müdahaleye sessiz kalması söz konusu olamazdı. Çünkü onlar 1963 de başlattıkları işgalin yasallaştığını, Kıbrısın kendilerine ait bir yer haline geldiğini düşünüyorlardı. Bu nedenle "Türkiye adaya müdahale ederse kurtaracak Türk bulamamalı" ilkesini içeren İfestos planı isimli ikinci bir etnik temizlik planı hazırlamışlardı. 1974 Barış Harekatı başlayınca onlar da bu planı uygulamaya başladılar.

Savaş sonunda Türk ordusu Kıbrısın kuzeyinde Kıbrıs Türklerinin güven içinde yaşayabilecekleri bir alan oluşturdu. Bu alan, etnik temizlik planlarına karşı Kıbrıs Türklerinin öz savunma hakkına ve Anayasada kabul edilen eşitlik ilkesine dayanarak oluşturulmuş bir alandır. Bu koşullarda Kıbrısın Kuzeyinde oluşan egemenliğin uluslar arası hukuk ilkelerine uygun ve yasal olduğunu kabul etmek gerekir.

Halbuki Güneyde oluşan egemenliğin yasal olması söz konusu olamaz. 1963-1974 arasında oluşan egemenliğin yasal olmamasına ek olarak 1974 den sonra ikinci bir etnik temizlik planı uygulanmış ve Türk ordusunun erişemediği bölgelerdeki tüm Türk köy ve kasabaları işgal edilmiştir. Bu gün KKTC sınırları içinde olan Lefke dahi işgal edilmiş, Gazimağusanın işgali için günlerce savaş verilmiştir. Bu işgaller esnasında katliamlar olmuştur.

Özetle dünya kamu oyuna anlatılanların aksine Güneyde eli kanlı teröristlerin kurduğu bir devlet vardır. Kuzeyde ise Kıbrıs Türk Halkının öz savunma hakkı ile kendi geleceğini belirleme hakkına dayanarak kurduğu bir devlet vardır. Uluslararası hukuka göre yasal olan Rum devleti değil KKTC dir. Bu görüşlerden hareket eden Denktaş Bey KKTC nin Rum devletinden daha yasal olduğunu öne sürüyordu. Denktaş Beye göre uluslar arası davalarda Mahkemeyi tarafsız ve objektif bir konuma getirebilmek için bu görüşler ısrarla öne sürülmeliydi.

Loizidu davasında Rumların başarılı olması
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde Türkiye aleyhinde açılan davalarda Denktaş Beyin yukarıda özetlediğimiz görüşleri öne sürülmedi. Rumların en ağır suçlamalarına karşılık Rum tarafını suçlamayan, ılımlı ve daha çok bir takım mazeretlerle sorunu geçiştirmeye çalışan bir savunma yapıldı. Bu nedenle Mahkeme mağdur Rumlara karşı haksız Türkler varsayımı içinde davayı dinledi.

Buna rağmen Mahkemenin Davacılar lehine karar vermesi kolay değildi. Çünkü Kıbrıs'ta nedeni ne olursa olsun karşılıklı toplu göç yaşanmış ve iki farklı yönetim oluşmuştu. Dünyada kabul gören doğru uygulamaya göre toplu göçlerden sonra devletler arasında anlaşma olması ve taşınmaz mallarında toplu olarak takas edilmesi gerekiyordu. Mülkiyet sorununu bireysel olarak ve göç eden kişiye eski malına geri dönme hakkı tanıyarak çözmek dünyanın hiçbir yerinde görülmemiştir.

Bu nedenler dikkate alındığı zaman Loizidu'nun davayı kazanması söz konusu olmamalıydı. Nitekim AİHM Loizidu'nun açtığı ilk davayı reddetmişti. Mahkemenin önce kabul etmediği bir davayı daha sonra kabul etmesi yani kararını değiştirmesi kolay değildi. Buna rağmen Rumlar yılmadan büyük bir hırsla mücadele ettiler. Soğuk savaş taktikleri ile AİHM 'i etkilemeyi başardılar.

Loizidu Girnedeki evine gitmesini Türkiyenin engellediğini iddia ederek Türkiyeden tazminat istemişti. Bu saçma bir talep idi. Çünkü Kıbrısın iki bölgesinde iki ayrı yönetim oluşmuş, ayrı yasalar yapılmıştı. Bu yasalardan birinin hukuka uygun diğerinin ters olduğuna karar vermek diskrimasyon oluşturacak ve insan haklarını ihlal edecekti. AİHM tüm bu hususları göz ardı ederek Rumların istediği gibi "Türkiye Loizidunun evine gitmesini engelliyor mu, engellemiyor mu?" sorusuna kilitlendi.

Rumlar Türkiyenin evlerine gitmesini engellediğini kanıtlamak için dramatik olaylar sahnelediler. Sınırda toplanarak Kuzeye geçmeye teşebbüs ettiler. Türk güvenlik güçleri doğal olarak bu girişimleri engelliyordu. Rumlar ise bu olayları AİHM 'ne taşıyor ve "İşte siz de görüyorsunuz Türkiye evimize gitmemize izin vermiyor." diyorlardı.
Rumlar sınır delme eylemlerini yaparken Türk kesiminde toplanan Kıbrıs Türkleri de karşı gösteri yapıyordu. 1996 yılında Loizidu davası kritik bir aşamaya gelince sınır delme girişimlerinin önemi arttı. En sert sınır delme girişimlerinden birinde Türk Bayrağını indirmek için bayrak direğine çıkan bir Rum vurularak öldürüldü. Rum Yönetimi AİHM i etkilemek için aradığı fırsatı bulmuştu. Tüm dünyayı ayağa kaldıran bir propaganda yapmaya başlandı. O gün olay yerine gelen KKTC yöneticileri cinayet işlemekle suçlandı. Denktaş Bey de suçlananlar arasında idi.

Rum propagandasını ve Loizidu davasında öne sürülenleri dikkate aldığımız zaman Türk görevlilerin yapılan suçlamalara karşı yaptıkları açıklamalarınhatalı olduğunu görürüz. Bu konuda tek istisna Denktaş Beyin açıklamasıdır. "O gün ben orada değildim. Orada olsam bu tür trajik olayları engellemek için elimden geleni yapacaktım. İki halkı tahrik eden bu tür etkinliklerin düzenlenmesi hatalıdır. Çok daha büyük ve üzüntü verici olaylar yaşanabilirdi. 1974 den beri iki halk kendi bölgelerinde kendi hukuk düzenlerinde yaşamaktadır. İki halk arasında çatışma çıkaracak bu tür toplantıları düzenleyen Rum Yönetimi ve göz yuman BM kusurludur." dedi. Bu sözlerle Rumların mağdur rolü oynamasına izin vermedi.

Loizidu davası Türkiye aleyhine açıldığı için Türkiye Hükümetinin yapacağı açıklama daha önemliydi. O tarihte Türkiyenin Başbakanı olan Tansu Çiller : "Biz kimsenin bayrağımızı indirmesine izin vermeyiz" şeklinde bir açıklama yaptı. Gerçekte değişik bir ortamda Tansu Çillerin söylediğisözlerde de bir yanlışlık yoktu. Ancak yıllarca devam eden Rum propagandasını ve AİHM deki argümanları izleyenler bu açıklamanın ne kadar hatalıolduğunu gördüler. Çünkü bu açıklama Türklerin haklı ve mağdur olduğunu ifade eden bir açıklama değildi. Tansu Çillerin sözleri daha çok Rumların öne sürdüğü iddiaları yani Türklerin şoven görüşlerle adayı işgal ettiği iddiasını destekliyordu.

Tansu Çillerin açıklaması AİHM de bardağı taşıran son damla oldu. AİHM yasal engelleri göz ardı ederek Türkiye aleyhine karar verdi. Bu kararın etkileri hala devam etmektedir.
Özetlersek soğuk savaşta, Rum propagandasına cevap vermede Denktaş Bey yalnız bırakıldı. Uluslar arası davalarda ise Denktaş Beyin öne sürdüğü iddialar öne sürülmedi. Bu nedenle Rumların lehinde oluşan kamu oyu doğrultusunda kararlar verilmiştir.

Yüksek Mahkeme Başkanı olduğum dönemde gözlemlerim
2002 -2006 yılları arasında Yüksek Mahkeme Başkanı olarak görev yaptım. Bu devre siyasi olaylar açısından çok çalkantılı ve büyük yasal tartışmaların yapıldığı bir dönem olmuştur.
Yargıç olarak görev yaptığım devrede Denktaş Bey le çok az temasım olmuştu. Onu daha çok yaptığı açıklamalardan, yazdığı yazı ve kitaplardan tanıyordum. Yukarıda anlattığım Loizidu davası ile ilgili görüşler de gazetelerden ve diğer kaynaklardan elde ettiğim bilgilere dayanmaktadır. Yüksek Mahkeme Başkanı olmam üzerine durum değişti. Denktaş Beyle sık sık görüşüp konuşacak ortam içinde oldum.

KKTC de Adalet Bakanı olmadığı için Yüksek Mahkeme Başkanı diğer görevlerinin yanı sıra protokol görevi de yapmak zorundadır. Anayasamıza göre Yüksek Mahkeme Başkanı protokolde üçüncü sırada yer alır. Zaman zaman Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı ve Başbakanla bir araya gelir. Bu vesile ileDenktaş Beyle de konuşup tartışma fırsatı buldum. Konuştukça onu daha iyi tanıdım.

Dektaş Bey'in ilk fark ettiğim özelliği, çok okuyan birisi olması idi. Çok meşgul olmasına rağmen vakit ayırıp sıkıcı yasa, mahkeme kararı ve diğer metinleri okuyabiliyordu. Diğer siyasiler ve aydınların özellikle hukuk konusunda okumayı sevmediğini ve yüzeysel bilgilerle yetindiklerini bildiğim için Denktaş Beyin bu özelliği dikkatimi çekti.

Denktaş Beyin Kıbrıs Türk Halkını tehlikelere karşı uyarmaya çalışması
2000 li yıllarda Denktaş Beyin başında olduğu milliyetçi cephenin görüşlerini şöyle özetleyebiliriz: Kıbrısta eşit haklara sahip iki halk yaşamaktadır. Rum halkı aşırı milliyetçi olduğu için bu eşitlikten şikayetçidir ve Türklerden kurtulmak istemektedir. Rum yöneticiler milli ideallerini gizleme gereği dahi duymamaktadırlar. Hazırladıkları yazılı planlarda amaçlarını açıkça ortaya koymaktadırlar. Akritas ve İfestos planlarını dikkatle okuyanlar Rum yöneticilerin niyetini kolayca anlayabilirler. Rum yöneticiler hiçbir zaman bu planlardan pişmanlık duyduklarını ve özür dilediklerini açıklamış değildirler. Daha doğrusu EOKA nın Türklere karşı gerçekleştirdiği hiçbir saldırıdan pişmanlık duymadılar. Aşırı milliyetçi karakterleri buna engel oldu. Daha ileri giderek etnik temizlik amaçlarına ulaşamadıkları için üzüldüklerini söylemek mümkündür.

Bu gözlemlerden hareket eden Denktaş Bey hazırlanan planları inceliyor ve Rum siyasilerin amacının Giritte uygulanan etnik temizliğin benzeri bir yöntemle Türklerden kurtulmak olduğu kanısına varıyordu. Bu tehlikeye karşı Kıbrıs Türk Halkını korumak için mücadele etmeye başladı. Bu amaçla kitaplar yazdı. Yazdığı kitaplar arasında Giritle Kıbrıs arasındaki benzerliği vurgulayan "Kıbrıs Girit Olmasın" isimli kitap dikkati çekmektedir.

KKTC de milliyetçi kesimin karşısında yer alan sol kesim Denktaş Beyin savunduğu görüşleri tamamen reddetmekteydi. CTP liler, Sovyetler Birliğinde gerçekleşen Komünist devrimi benimsemişlerdi. Bu devrimin tüm dünyaya egemen olacağına, insanlığa barış ve refah getireceğine, halklar arasındaki anlaşmazlıkları sona erdireceğine inanıyorlardı.

CTP liler Rum Komünist partisi Akel ile işbirliği yapmaya başladılar. Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra devrim görüşleri arka plana itildi. Buna rağmen Akelle yakınlıkları devam etti. Kıbrısta Rum kesimi ile bir anlaşmaya varmanın şart oluğuna, bunun Kıbrısa barış getireceğini inandılar. Daha da ileri giderek KKTC deki tüm sıkıntıların nedeninin bir anlaşmaya varılamaması olduğunu, anlaşma olmadıkça KKTC deki hiçbir sorunun çözülemeyeceğini öne sürdüler.
Denktaş Bey ve milliyetçi kesime göre Kıbrısta iki halkın ayrı ayrı kendi geleceklerini belirleme (self determinasyon) hakları vardır. 1959 Zürih ve Londra anlaşmaları ile 1960 Anayasası Kıbrısta eşit iki halk olduğunu teyit etmiştir. Rumlar iki halk arasındaki bu anlaşmayı bozmuş ve salt Rumlardan oluşan bir devlet kurma yönüne gitmişlerdir. Bu durumda Kıbrıs Türk Halkının da kendi geleceğini belirleyerek ayrı devlet kurma hakkı doğmuştur.1983 de bu hak kullanılarak KKTC kurulmuştur.

İki eşit halktan biri, her yönü ile farklı özelliklere sahip ayrı bir devlet kurunca diğerinin de kurabilmesi gerekir. Bu hakkı reddetmek iki halkın eşit olmadığını öne sürmek anlamına gelir ki bu mümkün değildir. İki halkın 1960 de yaptıkları anlaşmayı bozan Rum yöneticiler olduğuna göre KKTC Rum devletinden daha yasaldır. KKTC nin tanınmasını engelleyen BM ve büyük devletler iki halk arasında diskriminasyon yapmakta ve insan haklarını ihlal etmektedir.

Güvenlik Konseyinin Kıbrısla ilgili kararları yasal ağırlığı olmayan siyasi nitelikli tavsiye kararlarıdır. Bu kararlar Rum propagandası ile desteklendiği için etkili olmaktadır. Bu kararların değişmesi gerekir. Bunun için Türk tarafı haklarını savunarak gerçekleri dünya kamu oyuna anlatmak zorundadır.

Rum Yöneticiler ayrı Rum devleti kurmakla Kıbrısı taksim etmiş durumdadırlar. Bu taksimden vazgeçme niyetleri yoktur. Bu durumda Kıbrıs Türklerinin 1960 Anayasasındaki eşitlik ilkesini yaşama geçirmeleri ve Türk kesimindeki fiili (de facto) durumu legal (de jure) hale getirmeleri gerekir.

Diğer bir ifade ile Rumların 1963 de gerçekleştirdiği işgale karşı 1974 de yanıt verilmiş ve Kıbrıs sorunu çözülmüştür. Tek sorun KKTC nin tanınmasını sağlayarak eşitliği gerçekleştirmek ve bu yapılırken belki bir sınır düzeltmesi yapmaktır. Böylece 1974 de Kıbrısa gelen Barışı kalıcı hale getirmektir.

Bu görüşlere karşı sol kesim KKTC yi tanıtmanın gerçekleşmesi mümkün olmayan bir hayal olduğunu, bu boş hayalin peşinde koşmanın doğru olmadığını, iki halkın karşılıklı taviz vererek anlaşması gerektiğini, bundan iki tarafın da kazançlı çıkacağını söylüyordu.
Zıt görüşlerin tartışıldığı ortamda KKTC de iki büyük siyasal olay yaşandı. 2003 genel seçimleri ve 2004 referandumu.

2003 yılında KKTC de iktidar değişimi
2000 li yıllarda Türkiye Hükümeti dahil tüm dünya Kıbrısta bir anlaşma olmasını arzu etmeye başlamıştı. Rum propagandası herkesi etkilediği için bu anlaşmada Türk tarafının taviz vermesi bekleniyordu. Bu nedenle 2003 genel seçimlerinde iktidarı değiştirip Rumlarla anlaşacak bir yönetimi başa geçirme girişimi yapıldı. Seçimlerde dünyanın çeşitli ülkelerinden gözlemciler KKTC ye akın ettiler. Gelenlerin çoğu Rum propagandası etkisi altında kalmıştı. Önyargılı idiler ve KKTC yi kötüleme amacı taşıyorlardı. KKTC deki Denktaş yönetiminin barışa engel olduğunu düşünüyor ve seçimlerle veya bu mümkün olmazsa seçimlerin hileli olduğunu kanıtlayıp, halkı sokağa dökerek , sivil itaatsizlikle hükümeti değiştirmek istiyorlardı. Seçimlerin adil olmadığını kanıtlayacak delilleri bulmak için Kıbrıs'a gelmişlerdi.

KKTC Anayasası seçimleri yönetme ve denetleme görevini Yargıya vermiştir. Yargının başında bulunan biz Yüksek Mahkeme yargıçları KKTC yi dünyanın en demokratik ve en adil ülkelerinden biri haline getirme idealini benimsemiştik. Bu nedenle siyasi görüşler karşısında tarafsız kalmaya ve siyasi partilere eşit mesafede durmaya kararlıydık.

Bu ortamda 2003 seçimleri gerçekleşti. Yüksek Mahkeme ideallerine uygun olarak seçimi yönetti. KKTC nin geri kalmış sahte bir devlet olduğunu düşünen ve yıkılması için delil toplamaya gelen gözlemcileri utandırdı. Gözlemciler, KKTC seçimlerinin kendi ülkelerindeki seçimlerden daha şeffaf ve daha adil olduğunu kabul etmek zorunda kaldılar.

Seçimler tamamen demokratik ve adil olmuştu. Fakat Denktaş Beyin istemediği bir sonuç ortaya çıkmış ve KKTC de sol görüş iktidara gelmişti. Böylece Rum yönetimi ile anlaşma olmasını isteyenlerin arzusu yerine gelmişti. Ancak bu anlaşma kolay olmayacaktı. Çünkü yapılan açıklamalardan anlaşıldığına göre Rum Yöneticiler ile Türk solu tam bir görüş birliği içinde değildi.

Rum Yöneticiler aşırı milliyetçi ideallerinden vazgeçmiş değildiler. Sadece bu ideallerini kamufle ediyorlardı. Zamanla tüm Kıbrısa egemen olmalarına açık kapı bırakacak bir anlaşma yapılmasını istiyorlardı. Herkesin eski evine dönmesini yani 1974 öncesine dönülmesini talep ediyorlardı. Türk solu ise iki tarafın taviz vererek bir orta noktada anlaşmasını arzu ediyordu. Ancak Türk solunun amacı bu anlaşmaya varılırken 1974 de Kıbrıs Türklerinin elde etiği kazanımları büyük ölçüde korumaktı.

Ayrıca Türk solu Rumlarla birlikte işbirliği ortamında yönetilecek bir devlet oluşturmak istiyordu. Daha önce böyle bir devlet denenmiş ve yürümediği ortaya çıkmıştı. Bu koşullarda iki tarafın anlaşması nasıl mümkün olacaktı?

Denktaş Bey varılacak anlaşmanın tehlikeli olabileceği kaygısı içinde idi. Yapılacak herhangi bir anlaşmada KKTCnin ve egemenliğinin korunması gerektiğini öne sürüyor, kağıt üstünde kalacak haklarla yetinmenin büyük hata olacağını ve trajik sonuçlara neden olacağını söylüyordu. Bu ortamda Annan planı hazırlandı.

Annan planı yıllarca devam etmiş müzakerelerde karşılıklı kabul edilen hususlar dikkate alınarak hazırlandı. Planda Türk halkı lehine olan noktalarDenktaş Beyin geçmişte BM uzmanlarına ve BM güvenlik Konseyine büyük güçlüklerle kabul ettirdiği ilkelerden oluşmaktaydı. Ancak planın son bölümü hazırlanırken daha sonra iktidara gelmiş olan Türk solu KKTC yi temsil etmişti. Siyasi görüşleri nedeniyle onların fazla şart öne sürmesi veya direnmesi söz konusu değildi. Daha çok Rum Yönetimi ile BM uzmanları arasında yapılan müzakereler sonucu plana son şekli verildi. Planın önemli olan mülkiyetle ilgili hükümlerinin Rum Başsavcının onayı ile hazırlandığı Rum basınına yansıdı.

Denktaş Beyin Annan planına yönelik eleştirileri
Denktaş Bey hazırlanan Annan Planının tuzaklarla dolu olduğu kanısına vararak eleştirmeye başladı. Ona göre bu plan Kıbrıs Türk halkının yok olmasına neden olacaktı. Büyük bir telaş içinde halkı uyarmaya çalıştı.

Denktaş Beyin Annan planına karşı çıkmasının nedenlerini şöyle özetleyebiliriz:
Bu plan kağıt üstünde kalacak hiçbir güvenilirliği olmayan haklar karşılığından Kıbrıs Türk halkının temel haklarını ortadan kaldıracaktı. Plan halklar arasında bir iç savaşa neden olacak, Türk ordusunun koruması en aza indirildiği Türkiyenin müdahalesi ise çok güç şartlara bağlandığı için Kıbrıs Türkleri etnik temizlikle yok olacaklardı.

Bir planın barış getirmesi için potansiyel sorunları gidermesi ve halkın önüne yeni ve temiz bir sayfa açması gerekir. Halbuki Annan planı sınırsız kavga üreten iki halkı birbirinin boğazına sarılmaya yönlendiren bir plandı.

Annan planına göre Rumlara terk edilecek bölgelerde yaşayan 70 000 Türk evlerini terk ederek Türk bölgesine göç edecekti. Bu kişilerin nereye göç edeceği, nasıl yerleşeceği, ne ile geçineceği konusunda plan tamamen sessizdi. Buna ek olarak 100 000 Rumun daha Türk Yönetimine kalan bölgeye geri dönme hakkı olacaktı. Bu durumda Türk bölgesi diye bir şey kalmayacaktı.

Annan Planının mülkiyete ilişkin hükmüne göre 20 Temmuz 1974 de Tapu Dairesinde mevcut kayıtlar geçerli kabul edilecekti. Bunun anlamı KKTC koçanlarının geçerli olmayacağı, geçiş döneminde malların Rum malı olarak kabul edileceği ve Kıbrıs Türklerinin bedelini ödemeden kendilerine ait olduğunu zannettikleri malların sahibi olamayacakları idi.
Geçiş döneminde orijinal mal sahibi Rum ile malı kullanan Türkün kurulacak Mülkiyet Komisyonuna başvurmaları gerekecekti. Her parsel için ayrı bir müracaat yapılacağından herkesin birden fazla müracaatı olacaktı. Eski ve yeni mal sahipleri karşı karşıya gelerek yıllarca boğuşmak zorunda kalacaktı.

Komisyonun karar vermesi kolay olmayacaktı. Bir Kıbrıslı Türkün orijinal Rum malı olan bir arsayı satın alıp üzerine ev inşa ettiğini varsayalım. Bu Türk büyük bir şaşkınlık içinde Komisyon kararına değin Rum koçanının geçerli olduğunu öğrenecekti. Bu nedenle Komisyon karar verene değin, bazen yıllarca evini tamir bile edemeyecekti. Denktaş Beyin ifadesine göre insanlar evlerine çivi bile çakamayacaktı. Bu nedenle Türk bölgeleri gecekondu mahallelerine dönecekti.

Mülkiyet Komisyonu Türkün yaptığı inkişafa bakacak ve bu inkişaf arsanın değerinden fazla ise Türke arsanın bedelini ödeyerek eve sahip olma hakkı tanıyacaktı. Ancak Türkün ödeyeceği bedel arsanın normal piyasa değeri olmayıp "current value" denilen sanal değeri olacaktı. "Curent value" demek bu mal Güneyde benzer bir bölgede olsaydı erişeceği değer demekti. Bu hesaplamaya göre Kıbrıslı Rum, Kuzeydeki malını elden çıkarmak için bu mal Güneyde olsaydı erişeceği değer kadar tazminat alacaktı. Dolayısıyla Rumların Barış Harekatı nedeniyle hiçbir kaybı olmayacaktı.Bu durumda Kıbrıslı Türk satın aldığı arsa üzerine ev inşa etmişse, bu eve sahip olmak için arsanın piyasa değerinin 3, 4 katını ödemek zorunda kalacaktı. Denktaş BeyTürklerin bu kadar yüksek bedeli ödeyemeyeceğini ve dolayısıyla evlerini Rumlara terk etmek zorunda kalacaklarını düşünüyordu.

Aynı koşul orijinal Rum malı üzerine inşa edilmiş DAU gibi üniversiteler için de söz konusu idi. Üniversiteler planın öngördüğü tazminatı ödeyemeyerek kısa sürede kapanacaktı. Bu nedenle Denktaş Bey, Annan planını ciddi bir şekilde incelemedikleri ve ne sonuç doğuracağını anlayıp halka anlatmadıkları için Üniversitelere de sitem ediyordu.
Denktaş Beye göre silahlı çatışmalar ve katliamlar çok erken başlayacaktı. Çünkü Rum kesiminde terhis olan askerler silahlarını evlerinde muhafaza etmektedirler. Denktaş Bey Rum yöneticilerin iç savaşa hazırlık amacıyla buna izin verdiklerini, bu askerlerin hiç değilse bir bölümünün Türklere karşı nefretle dolu olduğunu ve ilk fırsatta Kuzeyde evlerinde oturan Türkleri öldürmeye geleceklerini düşünüyordu.

Bu olasılığa karşı BM çatışmaları önlemek için 10 000 kişilik bir Barış Gücünü Kıbrısa göndermeyi kabul etmişti. Ancak Denktaş Bey bu ordunun her şeyini yitirme konumuna gelen ve aldatıldığını anlayan Kıbrıslı Türkler isyan etmesin diye görev yapacağını düşünüyordu. BM barış gücünün geçmişte olduğu gibi Kıbrıslı Türkler öldürülürken seyirci kalacağına emindi.

Denktaş Bey Annan planının tehlikelerini yazdığı yazılarda ve konuşmalarda anlatıp durdu. Ancak sözlerinin iktidara gelmiş olan CTP ve diğer sol kesim üzerinde hiçbir etkisi olmadı. Onlar Annan planı ile Kıbrısa barış geleceğini, Kıbrıs Türk halkının AB ye gireceğini ve diğer AB halkları gibi refah ve huzura kavuşacağını düşünüyorlardı. Barış isteyen ABD ve AB nin kesenin ağzını açacağına, havuzlu villalar yaptırıp göçmenlere dağıtacağına ve tüm sıkıntıların giderileceğine inanıyorlardı.

Özetlersek Denktaş Bey için Annan planı cehennem, CTP ve diğer sol kesim için ise cennet idi. Denktaş Bey, görüşünü çok dramatik bir şekilde anlatmaya çalışıyor ve Kıbrıs Türk halkının kurbanlık hayvanlar gibi mezbahaya götürülmek istendiğini söylüyordu. Sol kesim ise bu görüşle alay ediyor, "Biz hayvan değiliz ki mezbahaya gidelim" diyordu.
Denktaş Bey, Annan planının tehlikelerini halka anlatmak için her çareye
başvurdu. Karşısında yer alan cephe o kadar güçlenmişti ki ne söylese etkili olamıyordu. Bu nedenle Annan planı referandumunu önleme girişiminde bulundu. Anayasa Mahkemesine başvurarak referandumu öngören yasanın Anayasaya aykırı olduğuna dair görüş istedi.


2 BÖLÜM

Denktaş Beyin Anayasa Mahkemesine başvurması

22.3.2004 tarihinde Cumhuriyet Meclisi Annan planı referandumunun yapılması ile ilgili bir yasa yaptı. Kıbrıs Sorununun Çözümüne İlişkin Halkoylaması ( Özel ve Geçici Kurallar) Yasası isimli bu yasaya dayanarak Annan Planı, Kıbrıs Türk Halkının onayına sunulacaktı.
Denktaş Bey Anayasa Mahkemesine müracaat ederek yasanın Anayasaya aykırı olduğunu öne sürdü ve bu konuda Anayasa Mahkemesinin karar vermesini istedi.
Halk oylaması yasasının Anayasaya aykırı bir yönü olduğu daha ilk bakışta göze çarpıyordu. KKTC Anayasasının 1.ci maddesi devletin şeklini belirlemektedir. 2.ci maddesine göre ise KKTC ülkesi bölünmez bir bütündür. Halbuki Annan planı KKTCyi sona erdirip sınırları değişik yeni bir devlet kurmayı öngörmekteydi. Anayasanın 9.cu maddesine göre Anayasanın 1. ve 2.ci maddelerini değiştirmeyi teklif etmek dahi mümkün değildi.
Referandumun Anayasaya aykırı olduğunu gösteren bu maddelere karşılık Anayasada referandumun Anayasaya uygun olduğunu gösteren maddeler de vardı. Şöyle ki aynı Anayasa Kıbrısta bir federasyon kurma amacıyla toplumlar arası görüşmelere izin vermiş, bu izin nedeniyle yıllarca görüşme yapılmıştı. Görüşmelerin federasyon oluşturmak amacıyla yapıldığı açıklanmıştı. Cumhuriyet Meclisi toplumlararası görüşmeleri destekleyen yasalar yapmış ve kimse bu yasaların Anayasaya aykırı olduğunu öne sürmemişti. Objektif bir değerlendirmede halkoylaması konusunda Anayasanın çelişkilihükümler içerdiğini söylemek gerekiyordu. Acaba Anayasa Mahkemesi bu çelişkiyi nasıl çözecekti?

Anayasa Mahkemesinin Annan Planını Değerlendirmesi
Yargıçların tutumunu daha önce anlatmaya çalıştım. Biz KKTC nin dünyanın en demokratik ve en adil ülkelerinden biri olması gerektiğini düşünüyorduk. Gerçi Annan planı konusunda herkesin farklı görüşü vardı. Ancak bu görüşleri tartışmıyor, şahsi görüşlerimizi kendimize saklıyorduk.Siyasilerin tartıştığı görüşlere eşit mesafede durmak ve tamamen adil seçimler gerçekleştirmek istiyorduk.

Şahsen ben Annan planı konusunda Denktaş Beyin söylediklerine katılıyordum. Çünkü planı incelediğim ve tarihsel olayları gözden geçirdiğim zaman Denktaş Beyin haklı olduğunu görüyordum. Denktaş Bey söylediklerini kanıtlayacak delilleri de ortaya koyabiliyordu. Halbuki Annan planını destekleyenler görüşlerini kanıtlayamıyorlardı. Onlar gerçeklerden değil, politik inançlardan hareket ederek değerlendirme yapıyorlardı. İddiaları ümitlerle ve hayallerle karışıktı. Bu nedenle halkı tehlikeli bir noktaya doğru götürebileceklerini düşünüyordum.
Anayasa Mahkemesi Başkanı olarak Annan planına kendi oyum "hayır" olacaktı. Ancak benim veya diğer meslektaşlarımın ne oy vereceğimiz önemli değildi. Bizim oyumuz başka şey, "halk oy veremez" demek başka şeydi. Biz KKTC yi dünyanın en demokratik ve adil ülkesi haline getirmek istediğimiz için Yasama Meclisinin iradesine ve ondan daha önemli gördüğümüz halk iradesine büyük saygı duyuyorduk. Her hangi bir konuda"halkoyuna başvurulamaz" demek bizim için çok zordu. Çünkü bu yaklaşım temel dünya görüşümüze ters olacaktı.

Üzerinde önemle durduğumuz bir kavram daha vardı. O da Kıbrıs Türk Halkının kendi geleceğini belirleme (self determinasyon) hakkı idi. Bu hakkın halkımızın en önemli hakkı olduğunu düşünüyorduk. 1985 de bu hakka dayanarak halkoylaması yapılmış , KKTC Anayasası kabul edilmiş ve KKTC kurulmuştu. Biz de bu Anayasaya dayanarak görev yapıyorduk. Halkoylaması yapılamaz demek, halkımızın kendi geleceğini belirleme hakkı olmadığı anlamına gelecekti. Hiç değilse böyle bir yorumun yapılmasına fırsat vermiş olacaktık. Diğer bir ifade ile Kıbrıs Türk Halkının kendi geleceğini belirleme hakkına gölge düşürmüş olacaktık.

Bu görüşleri de dikkate aldıktan sonra Anayasadaki çelişkiyi yorumlarken "halkoylaması yapılabilir" yorumunun Anayasaya daha uygun olduğuna karar verdik. Böylece Denktaş Beyin müracaatını reddederek referandumun yolunu açtık.

Bu kararla Denktaş Bey e ters düştük. Ancak halkımızın en temel ve önemli hakkı olan kendi geleceğini belirleme hakkı açısından bir kazanç sağladığımızı düşünüyorum. Gerçi 1985 de KKTC kurulurken de halkoylaması yapılmış ve Kıbrıs Türk halkı kendi geleceğini belirlemişti. Ancak Annan planı gibi bir BM planının halkoyuna sunulması ve Anayasa Mahkemesinin, Kıbrıs Türk Halkının kendi geleceğini belirleme hakkı olduğu için halkoyuna izin vermesi, uluslar arası hukuk açısından bir kazanç olmuştur.

Karardan sonra Annan planını destekleyenler kararımızı beğendi diğerleri ise eleştirdi. Denktaş Beyin hiçbir tepkisi olmadı. Hatta kararı dikkatle okuyan, gerekçesini anlayan ve bu nedenle bize hak veren tek kişinin Denktaş Bey olduğunu söyleyebilirim. Dünyada başka hangi devlet başkanı Mahkemeye başvurduktan ve müracaatı reddedildikten sonra bu kadar hoş görülü olabilmiştir?

Bir süre sonra verdiğimiz kararı Denktaş Bey le tartıştım. Kendisine kararımızın Kıbrıs Türk Halkının kendi geleceğini belirleme hakkını ön plana çıkardığını, bu hakkın ayrılma hakkını da kapsadığını, bu karardan sonra yapılacak bir anlaşmada, Çekoslavak Anayasasında olduğu gibi ayrılma hakkının da yer alması gerektiğini söyledim. Rum tarafı ile yapılacak bir anlaşmanın yürümemesi halinde Kıbrıs Türk Halkının ayrılma hakkınıkullanabilmesini Anayasa Mahkemesi kararının garanti altına almış olduğunu düşünüyordum. Denktaş Bey ayrılma hakkını içermeyen bir anlaşmanın Anayasaya aykırı olacağı ve bu yasal durumu Anayasa Mahkemesi kararının teyit ettiği görüşüme katıldı.

Annan Planı Referandumu ve Denktaş Beyin AK Partiye ters düşmesi
2004 yılında Annan planı referandumu yapıldı. Denktaş Bey bu planın bir felaket olacağını elinden geldiği ölçüde Kıbrıs Türk halkına anlattı. Ancak etkili olamadı.
Kıbrıs Türk solu planın iyi bir plan olduğunu ve barış getireceğini düşünüyordu. Onların dışında olan hemen herkes planın çatışma getireceğini, bu nedenle çok sakıncalı olacağını düşündüğü halde sol kesim plandan hiç kuşku duymadı.

Türkiye Hükümetinin Annan planını desteklemesi oylamada etkili oldu. % 65 olumlu oyla Kıbrıs Türkleri Annan planına "evet" dedi. Rumlar %75 oyla reddettikleri için plan yürürlüğe konamadı.

Rum Hükümetinin Annan planını reddetmesinin nedeni planın uygulanmaya konması halinde kaçınılmaz olan çatışma ortamında Türkiyenin yeniden adaya müdahale olasılığı idi. Denktaş Bey Türkiyenin müdahale hakkının ortadan kalkmaması için büyük mücadele vermiş bir ölçüde başarılı olmuştu.

Denktaş Bey Türkiyenin müdahale hakkının devamında katkısı olduğu için memnundu. Diğer taraftan Türkiye Hükümeti ile plan konusunda ters üştüğü için üzgündü.
Denktaş Bey bu çelişkinin nedenini şöyle açıklıyordu: Rumlar tanıtım ve propagandada başarılı oldukları için dünya kamu oyunu haklı olduklarına ikna etmişler ve Türkiyeye haksız baskı yapılmasını sağlamışlardı. Türkiye Hükümeti karşı propaganda ile bu haksızlığı ortadan kaldırmaya çalışacağına, Rum görüşlerinin doğru olduğu varsayımı içinde konuyu değerlendirmiş ve "Bir anlaşma olması için bir elimizden geleni yapıyoruz" şeklinde bir karşı iddia içine girmişti. Karşı iddiayı kanıtlayarak dünya kamu oyunun baskılarını ortadan kaldırmayı amaçlıyordu. Halbuki Türkiyeye baskı yapılması haksızlıktı ve doğru bir tanıtım ve propaganda ile bu baskının ortadan kaldırılması mümkündü.

Denktaş Beye göre dünya kamu oyunu etkilemek nasıl mümkün olabilirdi?
Denktaş Bey Rumların haksız fakat çok etkili bir propaganda ile dünya kamu oyunu etkilediklerini ve Kıbırsta haksız oldukları halde haklı olduklarına inandırdıklarını düşünüyordu . Bu etkileme nasıl olmuştu?

Barış Harekatından sonra Kıbrıslı Rum Yöneticiler "Türkleri askeri alanda mağlup edemeyiz ancak tanıtma ve propaganda ile mağlup edebiliriz. Bunun için bütçede bu konuya daha çok para ayıralım. Varsın üç tankımız eksik olsun, onların parası ile bir propaganda ordusu kuralım. " diye düşünmeye başladılar. Bu görüşleri Rum basınına yansıdı.

Denktaş Beye göre 1974 ü izleyen yıllarda Kıbrısta akıl almaz bir olay yaşanmaya başlamıştı. Bir tarafta büyük para harcayarak, kadrolar oluşturarak titizlik içinde yürütülen bir soğuk savaş, diğer tarafta savaşın varlığını dahi kabul etmeyen, yapılanları çığırtkanlık olarak tanımlayıp gülüp geçen bir ulus.

Gerçekte Kıbrıs sorunu 1974 de çözülmüştü. Bugün devam eder görünmesinin ve Türkiyeden taviz istenmesinin nedeni Türk tanıtım ve propaganda birimlerinin Rumlar karşısında çok deneyimsiz ve zayıf kalmasıdır. Bu sorunu çözmek için Rumların karşısına Rum propaganda ordusundan daha güçlü bir propaganda ordusu çıkarmak gerektiğine inanıyordu.
Denktaş Bey e göre tanıtım ve propaganda konusunda yapılması gereken basit bir eksikliği giderme değil yeniden yapılanma idi. Bunun için Rumların yıllar önce yapmaya başladığını örnek almak ve daha iyisini yapmayı amaçlayarak gerçekleştirmek gerekiyordu.
İngiltere Parlamentosunda Denktaş Beyi sevenler ve sevmeyenler

İngiltere Parlamentosunda Kıbrısın Dostları Grubu
İngiltere Parlamentosunda Rum Yönetimi ile aynı görüşleri paylaşan Kıbrısın Dostları (Friends of Cyprus) isimli bir grup vardır. Bu gruba üye yüz civarında parlamenter sürekli olarak Rum yönetimini desteklemekte ve Rum yönetiminin propaganda sloganlarını tekrarlamaktadır. Bu grup bazen Rum yönetiminden de daha ileri giden açıklamalar yapmaktadır. Öyle anlaşılıyor ki Rum yönetimi aşırı milliyetçi karakterini kamufle etmek istediği için Türkiyeyi suçlayan en sert açıklamaları bu gruba yaptırmayı tercih etmektedir.
Kıbrısın Dostları grubu ile konuşunca Kıbrıs Rum kesimi ile yakın bağları olduğu, Rumları sevdikleri ve olayları tamamen Rumlar gibi değerlendirdikleri anlaşılıyordu. Barış Harekatını çok kötü ve haksız bir olay olarak görmekte ve Türkiyeye baskı yapılmasını sağlayıp Kıbrısı 1974 öncesine geri götürmeye çalışıyorlardı. Onlara göre 1974 öncesinde Kıbrısta sorun yoktu. Sadece Denktaş ve Kıbrıs Türkleri sorun çıkarıyordu. Bu engeller aşılıp 1974 öncesine dönülürse hiçbir sorun kalmayacaktır.

Bu grupla Kıbrıs Türk solu arasında söylem benzerliği vardır. İkisi de Kıbrıs'ta mevut durumun kabul edilemez olduğunu ve bir çözümün bulunması gerektiğini söylemektedirler. Ancak ayrıntıda ikisi arasında önemli farklar vardır. Kıbrıs Türk solu Kıbrısta karşılıklı taviz verilerek bir anlaşmaya varılmasını istemektedir. Böyle bir anlaşmada 1974 Barış Harekatının Türk halkına sağladığı kazanımların hiç değilse bir kısmının korunacağını ümit etmektedirler. Halbuki Kıbrısın Dostları Grubu ile konuşunca Kıbrıs Türklerine Maronitler ve Ermeniler gibi basit bir azınlıktan fazla hak tanımadıklarını görürdünüz. Kıbrıs Türklerinin, ikinci sınıf Müslüman bir toplum olduğunu, Barış Harekatının onlara layık olmadıkları hakları verdiğini düşünmektedirler. Dolayısı ile Kıbrısı 1974 öncesine geri götürme amacı ile hareket ediyorlardı.

2005 yılında Denktaş Bey Cumhurbaşkanlığından ayrılıp yerine Mehmet Ali Talat Bey geçince Kıbrısın dostları grubu büyük ümide kapıldı . Mehmet Ali Talat ın onlarla birlikte mücadele edip Türk işgalini sona erdireceğini düşündüler.

Bu grup mevsimlik yani yılda 4 kez,"Report" isimli bir dergi çıkarmaktadır. 2006 yılının Sonbahar 49.cu sayısının kapağında Mehmet Ali Talat, Papadopulos ve BM in o tarihlerdeki Kıbrıs Özel Temsilcisi Gambari nin fotoğrafları yer aldı. Aynı fotoğraf yerel basında da çıkmış ve bu olayı CTP, barış yolunda atılan önemli bir adım olarak tanımlamıştı. Halbuki İngilterenin Rum dostu parlamenterlerinin görüşü oldukça farklı idi. Resmin altına "Time is on our side" diye yazdılar.

Dergiye göre Mehmet Ali Talat ın Cumhurbaşkanı olması ile 20 Temmuzun intikamını alma zamanı gelmişti. Mehmet Ali Talatın yaptığı açıklamaları dikkate alınca onun Rum milli tezine katıldığını düşünüyorlar ve 1974 öncesine dönme yolunda ondan yaralanmayı ümit ediyorlardı.

İngiltere Parlamentosunda KKTCnin dostları grubu
İngiltere Parlamentosunda Kıbrısın dostları grubunun karşısında çok daha küçük Kuzey Kıbrısın dostları grubu vardır. Yirmi kadar parlamenter ellerinden geldiği ölçüde KKTC ye yardımcı olmaya ve Rum dostları grubuna yanıt vermeye çalışmaktadır. Rum dostları parlamenterlerin aksine KKTC dostu parlamenterlere göre Denktaş Bey Kıbrıs Türklerini yok olmaktan kurtarmış milli bir kahramandır. 1974 de Kıbrısa barış getirmiştir. Barışı bozmak isteyenlere karşı da mücadele etmektedir. Barışı Kıbrısa getiren ve korumaya çalışan Denktaş Beye Nobel Barış ödülünün verilmesi gerekir.

İngiltere parlamentosundaki iki grubun Denktaş Bey hakkında bu kadar farklı ve zıt görüşler içinde olması insanı şaşırtacak bir olaydır.
KKTC dostları grubu ile konuşunca onların 1950 li yıllarda EOKA nın İngiliz yönetimine karşı yürüttüğü terörist faaliyetleri unutmadıklarını anlıyordunuz. O dönemde Eoka 300 den fazla İngiliz askerini tek tek ve pusu kurarak öldürmüştü. Rumlara göre bu olay özgürlük mücadelesi veya kurtuluş savaşı idi. KKTC dostları grubu ise işlenen cinayetlerin özgürlükle hiçbir ilgisi olmadığını düşünüyordu. Çünkü İngiltere İmparatorluğu İkinci Dünya savaşından sonra tüm koloni ve müstemlekelerini terk etmiş ve imparatorluk topraklarında 50 ye yakın bağımsız devlet kurulmuştu. Bu devletlerin Kıbrıs hariç hiç birinde silahlı mücadele olmamıştı. Çünkü silahlı mücadeleye gerek yoktu. Tümünde diplomatik bir mücadelenin yeterli olduğunu göz önünde bulunduran bu grup, Eoka saldırılarını başka nedenlere bağlıyordu.

1958 yılında İngiltere Koloniler Bakanı Lennox -Boyd Kıbrısa gelerek Makariosa terörist faaliyetleri durdurmalarını, çünkü İngilterenin Enosis'e razı olacağını söylemiştir. Buna rağmen silahlı eylemler devam etmiştir. Makariosa göre daha erken bağımsızlık için silahlı eylemlerin devam etmesi gerekliydi. Yani bir zaman kaybına bile razı değildi ve bunun için insan öldürmeyi göze alabiliyordu. Makariosun insan hayatına önem vermeyen tutumu Rum siyasilerin karakterini deşifre etmektedir.

KKTC dostları grubuna göre Kıbrıstaki terörist faaliyetlerin bir nedeni, Kıbrıs Rumlarının aşırı milliyetçi fanatik karakteridir. Diğer nedeni ise bağımsızlık değil Yunanistan'la birleşmek istemeleri ve bunu gerçekleştirirken Kıbrıs Türklerini etnik temizlikle ortadan kaldırmayı planlamalarıdır. Dünyada terörist eğilimi Kıbrıs Rumları kadar fazla olan başka bir halk yoktur. Bu karakterin bir benzeri de Sırplarda vardır. Nitekim onlar da Kıbrıslı Rumlar gibi etnik temizlik yöntemlerini uygulamışlar ve 100 binlerce Bosnalıyı gözlerini kırpmadan öldürmüşlerdir. Aynı tehlike Kıbrıs Türk halkı için de geçerlidir. KKTC dostları grubuna göre Denktaş Beyin üstün gayreti olmasa Kıbrısta benzer olaylar gerçekleşecek diğer bir ifade ile Kıbrıs Girit olacaktı.

KKTC dostları grubu zaman zaman Kıbrıstan gelen konukları misafir etmekte ve onlara konuşma fırsatı vermektedir. 2005 yazında Yüksek Mahkeme Başkanı olduğum için beni de davet ettiler. 20 kadar grup üyesine parlamento binasının bir salonunda konuştum. O tarihlerde İngilterede İslami terörist gruplar eylemlerde bulunuyorlardı. Bu nedenle konuşmamın konusu terörizmin nasıl önlenebileceği idi. Onlara Atatürk'ün uyguladığı laiklik ilkesinin dünyaya barış getirebileceğini, terörizmi önleyebileceğini, İngiltereyi ve Avrupayı kurtarabileceğini söyledim.
Konuşmamdan sonra tartışmalar oldu ve konu Kıbrısa geldi. Onlar fanatik Rum karakterinin değişmediğini, Rumların rahat durmayıp ilk fırsatta tekrar eylem yapacağını, bu nedenle Kıbrıs Türklerinin hala tehlikede olduğunu düşünüyorlardı. Dolayısıyla Denktaş Beyi halkının yok olmasını önleyen bir kahraman olarak görüyorlardı.

Kıbrıs Türk solunun görüşlerini ise dünya gerçeklerinden kopuk ve çelişkili buluyorlardı. Bu kesimin Rum propagandasının etkisi altında kalmış, kendi haklarından vazgeçmeye razı, karşı karşıya olduğu tehlikeleri görmeyen insanlar olduğunu düşünüyorlardı. Kendilerini solcu diye tanımladıklarını, fakat gerçekte Rum sağının görüşlerini benimsediklerini söylüyorlardı. Bir taraftan Rum propagandasına destek verip Türkiyeden kurtulmak istediklerini, diğer taraftan Türkiyenin sağladığı kazanımların devam edeceğini zannettiklerini, bunun çelişkili olduğunu söylüyorlardı.

KKTC nin dostları grubu Denktaş Beyin görüşlerini izliyor ve aynen katılıyordu. Bu görüşlere göre 1959 Zürih ve Londra anlaşmaları ile 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasında Kıbrısta eşit iki halk olduğu kabul edilmiştir. 1963 de bu eşitlik bozulmuş, 1974 de yeniden sağlanmıştır. Şu halde Kıbrıs Türklerinin 1974 de "de facto" olarak oluşan durumu "de jure" ye çevirmek için mücadele etmesi gerekir. KKTC yi tanıtmak Kıbrıs Türklerinin hakkıdır. Böylece Kıbrıstaki barış kalıcı hale gelecek ve bu barıştan Rumlar da yarar sağlayacaktır. Rum Yöneticilerin fanatik milliyetçi karakteri olmasa bu gerçeği görebilecekler ve Kıbrıs Türklerini azınlık haline getirme mücadelesinden vazgeçeceklerdir.

KKTC nin dostları grubu Rum Yönetiminin gerçek menfaatinin KKTC yi tanımak ve böylece Kıbrısta barışı kalıcı hale getirmek olduğunu düşünüyordu. Rumların fanatik karakteri olmasa bunun gerçekleşebileceğine inanıyorlardı.

KKTC nin dostları grubuna göre dünyada tüm halklar bağımsızlık ve özgürlüklerine kavuşmak için mücadele ederler. Halbuki Kıbrıs Türk solu bu mümkün değilmiş, bağımsızlık bir lütuf olarak başkaları tarafından verilecekmiş ve verilmediğine göre bundan vazgeçmek gerekiyormuş gibi bir tutum içindedir. Rum propagandası onları böyle düşünmeye şartlandırmıştır. Bağımsızlık ve özgürlükten vazgeçip Rumlarla ortak bir devlet kurmanın kader olduğunu zannetmektedir. İki farklı ulusun birlikte devlet yönetmesinin ne kadar zor ve sakıncalı olduğunu geçmiş olaylardan öğrenmeleri gerektiği halde bu gerçeği göz ardı etmektedirler.

KKTC nin dostları grubu Annan planı konusunda da Denktaş Bey le aynı görüşte idi. Onların görüşüne göre Annan planı Kıbrısı 1974 öncesine döndürme planı idi. Ancak bunun için dünyada hiç görülmemiş ve denenmemiş bir yöntem düşünülmüş ve iki halka mensup bireylerin bir birleri ile kavga ederek ve davalaşarak eski duruma dönmeleri öngörülmüştü. Annan planı uygulandığı zaman Rumlar eski durumlarına gelecekler, ancak Türkler yeni ve eski tüm olanaklarını yitirip fakir bir azınlık olacaklardı. Böyle bir değişimin iç savaş olmadan gerçekleşmesi mümkün değildi.

Annan planının Rum Yönetiminin tüm Kıbrısa egemen olmasına neden olacak hükümleri plana 2003 den sonra Denktaşın saf dışı edilmesi ile konmuştu. Ne var ki Denktaş Bey yıllarca devam etmiş müzakerelerde Türkiyenin etkin ve fiili garantisi üzerinde ısrarla durmuştu. Rum Yönetimi, Türkiyenin müdahale hakkını ve fiilen müdahale olanağını büyük ölçüde sulandırmakla birlikte tamamen ortadan kaldıramamıştı. KKTC nin dostları grubu Annan planının uygulanması halinde Rumların karakterleri ve değişmez idealleri gereği tüm Kıbrısa egemen olma gayretlerine devam edeceklerini, Kıbrıs Türklerine karşı yeniden etnik temizlik eylemlerine başlayacaklarını, Türkiye nin ne kadar geri adım atarsa atsın bir noktadan sonra tepki göstermek zorunda kalacağını, bu nedenle Annan planının Kıbrıs Türklerinin yok olmasına neden olurken Kıbrıs Rumları için de felaket olacağını düşünüyorlardı.

Denktaş Bey planın tehlikelerini Türk halkına elinden geldiği ölçüde anlatmış ve % 36 hayır oyu çıkmasını sağlamıştı. Ancak bunun dışında Türkiyenin müdahale olanağının devam etmesini sağlayarak Rum Hükümetinin son aşamada plana karşı çıkmasında ve Rumların "hayır" demesinde de etkili olmuştu.
Kıbrıs Tük solu dışında herkes Annan planının barış planı olmadığı, iç savaş getireceği konusunda görüş birliği içinde idi. Rum Yönetimi Türkiyenin müdahale olanağı devam edeceği için bu riski göze alamadı ve plana hayır demek zorunda kaldı. Böylece Kıbrısta yeni savaşlar çıkmasını Denktaş Beyönlemiş oldu. Bu nedenle Kıbrısta yaşayan her iki halk da ona teşekkür borçludur.
Emekli olduktan sonra izlenimlerim
Denktaş Bey 2005 yılında yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminde aday olmayarak bu görevden ayrıldı. Ayrıldığı tarihte ben Yüksek Mahkeme Başkanı idim ve veda töreninde hazır bulundum. Sol kesim ona kaba davranıyordu. O, yapılan hakaretlere hiç aldırmadan son güne kadar görevine devam etti. Kurduğu devlete verdiği önemi ve saygıyı eksiltmeden tam bir devlet adamı olarak veda konuşmasını yaparak ayrıldı.

Bir süre sonra ben de emekli oldum. Emekli olduktan sonra ona tahsis edilen ofiste onu ziyaret etmeye başladım. Baktım ki halkının sorunları ile ilgilenmeye devam ediyor. Ekonomik veya siyasi hiç bir beklentisi olmadan gece gündüz çalışıyor. Televizyonlara çıkıp konuşuyor, gazetelere yazılaryazıyor. Ele aldığı her konu halkının bir derdine derman olmak için ele alınmış. Halkını tehlikelere karşı korumaktan ve sorunlarını çözmekten başka kaygısı yok.

Emekli olmuş diğer devlet başkanlarının yaşamlarını okudum. Denktaş Bey gibi mücadele eden ve halkının sorunlarını çözmek için gece gündüz çalışan başka birisine rastlamadım. Bu nedenle emeklilik hayatında onu her zamankinden daha fazla takdir etmeye başladım. 1970 lı yıllarda çok mesafeli ve soğuk başlayan ilişkilerimiz çok yakın ve sıcak hale geldi.
Denktaş Beyin kalbinde başka uluslara karşı en küçük bir nefret olmadığını gördüm. Rumlarla ve İngilizlerle temasına tanık oldum. Onda ırkçı veya aşırı milliyetçi denebilecek hiç bir duygu yoktu. O bir Türk milliyetçisi idi. Fakat diğer uluslarla eşit koşullarda, barış içinde yaşamak isteyen Atatürk milliyetçisi idi.

Tanıdığım Rum siyasi liderlerin de Türklere veya diğer yabancılara kibar davrandıklarına tanık oluyordum. Ancak onların aşırı milliyetçi duygularını kamufle ettikleri izlenimi ediniyordum. "Acaba bu saf Türkten nasıl yaralanabilirim, milli görüşlerime katkı yapmasını nasıl sağlayabilirim? " diye düşündükleri kaygısı içine giriyordum.
Denktaş Bey hangi ulustan olursa olsun herkese eşit ve insanca davranıyordu. Halkını iyi bir düzende, güven içinde, özgürce ve insanca yaşatmaktan başka kaygısı yoktu. Rumların da kendi bölgelerinde aynı şekilde güven içinde yaşamalarını istiyordu. Rum siyasi liderler ise uluslarının üstün olduğuna inanıyor ve egemenliklerini genişletmeyi arzu ediyorlardı.

Mümkün olsa dünyanın yüzyıllarca önceki sınırlara geri dönmesini isteyeceklerdi. Kıbrısta bir gün tüm kontrolü ellerine geçirebilirler ümidiyle iki halkı iç içe yaşatmaya çalışıyorlardı. İki halk birbirine ne kadar karışırsa ve çatışma ortamı oluşursa o kadar iyi olur diye düşünüyor, çıkabilecek felaketlere aldırmıyorlardı.Tek istekleri onlara milli çıkar sağlayacak bir ortama girmekti.

Denktaş Bey diğer hukukçuların kavrayamadığı yasal konuları kavrıyordu. Örneğin Orams davasının hatalı bir savunma ile kötü bir sonuca doğru gittiğini anlattığım zaman veya Ercana doğrudan hava ulaşım davasının tehlikede olduğunu söylediğim zaman beni anlayan ve çözüm arayan tek insan oldu. Yapılan hataların düzeltilmesi için yazılar yazdı ve elinden geleni yaptı.

Birçok hukuk sorunuyla ilgilendi ve adil bir çözüm önerdi. Bu çabalarını bir bir anlatma olasılığı yok. Sadece iki çabası üzerinde durmak istiyorum. Türkiyede 2008 yılında Silivride kurulan ve İlhan Selçuk,Mustafa Balbay, Tuncay Özkan gibi ünlü yazarları yargılayan Özel Yetkili Mahkemeye yönelik eleştirileri ve KKTC de ev satın alan emekli İngilizlerin evlerini yitirmelerini önleme konusunda gayretleri.

Silivride kurulan Özel Yetkili Mahkemeye ilişkin eleştirileri
2008 yılında, Türkiyede, Silivride Özel Yetkili Mahkeme kurularak Ergenekon, Balyoz ve Oda TV. ismi verilen davaları yargıladı. Sanıklar tutuklanıyor ve yargılama süresince yıllarca tutuklu kalıyordu. Tutukluluk süresinde ölen insanlar oluyor ve daha sonra aleyhlerine hiçbir delilin bulunmadığı anlaşılıyordu. Bu davalar Türkiyede ve KKTC de korku havası yarattı. İnsanlar Mahkemeyi eleştirmeye korkar hale geldiler. Bu haksızlık karşısında Denktaş Beyin sessiz kalması mümkün değildi. Mahkemeyi eleştiren ender hukukçulardan biri oldu.
Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesinde uygulanan sanıkların yargılama süresince tutuklu kalması hukuk ilkelerine aykırı idi. Çünkü:

Türkiye Anayasası nın 38/ 4 maddesi şöyledir.
"Suçluluğu Mahkeme hükmüyle sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz."
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 19/ 2 maddesine göre
"Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, (kaçmalarını ve delilleri yok etmelerini önlemek amacıyla) hakim kararıyla tutuklanabilirler."
Türkiye Anayasasının 142. Maddesi şöyledir:
"Tüm mahkeme kararları gerekçeli olmalıdır".
Bu ilkeler dünyanın hemen tüm Anayasalarında mevcuttur ve insan haklarını koruyan ilkelerdir.

Özel yetkili Mahkeme de sözde bu ilkeleri uyguluyordu. Ancak bu uygulama dünyanın diğer yerlerindeki uygulamaya benzemiyordu. Suç işlediğinden şüphe edilen bir kişi gerekçeli bir mahkeme kararıyla mahkum edilinceye kadar suçsuz sayıldığı halde aylarca ve yıllarca tutuklu kalabiliyordu. Mahkemenin sanığın kaçabileceği veya delilleri karartabileceği kanısına varması halinde sanığı tutuklaması ve yargılama süresince tutuklu kalmasına karar vermesi mümkündü. Ancak bu kararın da gerekçeli olması gerekiyordu. Kararın gerekçeli olması demek kararda sanığın nasıl kaçabileceğinin veya delilleri nasıl karartabileceğinin belirtilmesi demektir. Silivri Mahkemesi maalesef kendisi sanığın kaçabileceği veya delilleri karartabileceği kanısında olduğunu belirterek fakat nasıl kaçabileceği ve delilleri karatabileceğine değinmeyerek sanıkların tutuklu kalmasına karar veriyordu. Halbuki herkes sanıkların ne kaçmalarının ne de delilleri karartmalarının mümkün olmadığını görebiliyordu. Kaldı ki eski bir savcı olan Denktaş Beye göre devletin sanıkların kaçmaması ve delilleri karartmaması için önlem alma görevi de vardır. Yani verilen kararlarda "Devlet şu önlemleri aldı buna rağmen sanığın kaçmasını önlemek mümkün değil. Şu önlemleri aldı fakat delillerin karartılmasını önlemek mümkün değil" şeklinde gerekçe gösterilmeliydi. Maalesef kararlar hiçbir gerekçe olmadan veriliyor ve toplumun saygın kişileri Anayasanın onları suçsuz kabul ettiği bir süreçte tutuklu kalıyorlardı.

Denktaş Bey KKTC de olduğu gibi Türkiyede de adil bir hukuk sistemi kurulmasını istiyordu. Türkiyeyi sevdiği ve daha adil bir yargılama sistemine geçmesini istediği için Silivri Mahkemesinin kararlarını ciddi şekilde eleştirmiştir.

Bugün bu davalarda hukuk ilkelerinin ve insan haklarının ihlal edildiğini çok kişi söylüyor. 2008 ve 2009li yıllarda ise sadece Denktaş Bey ve çok az hukukçu söyleyebilmiştir.
KKTC ev satın alanları evlerini yitirmelerine karşı eleştirileri
İkinci ilginç olay Kıbrısta inşaat sektöründe gerçekleşen emekli İngilizlerin satın aldıkları evleri yitirmeleri olayıdır.

2004 den sonra Kıbrısta inşaat sektörü patlaması oldu. Sıcak bir ülkede emekliliklerini veya yıllık tatillerini geçirmek isteyen Avrupalılar KKTC ye gelerek ev satın almaya başladılar. Sözleşme ile ev alıyorlar, evin parasını ödeyip bu eve yerleşiyorlar ancak evin tapusunu almak için beklemek zorunda kalıyorlardı. Çünkü tapu alabilmek için İçişleri Bakanlığından izin almaları gerekiyordu.İznin alınması ise uzun bir zaman bazen yıllar alıyordu.

Bu bekleme süresinde bazen arazi sahipleri arazilerini bir bankaya ipoteğe vererek borç para aldılar . İpotek takririne ipotek edilen mal için eski koçandaki gibi yani "boş tarla" olarak yazıldı. Bu durumda sadece boş tarlanın ipotek kapsamında olması gerekiyordu. Fakat KKTC de yasa hatalıyorumlanarak evler de ipoteğe dahilmiş gibi işlem yapılmaya başlandı. İpotek edilen tarla açık artırma ile satılırken evler de birlikte satılmak istendi. Halbuki öncelikle diğer ev sahiplerinin tapularının ayrılıp evlerinin koçanlarını onlara verilmesi ve daha sonra geriye kalan boş tarlanın açık artırma ile satılması gerekiyordu. Maalesef KKTC de evleri araziden ayırmak zor diye evler gasp edilebilir diye bir uygulama başladı.
Dünyanın hiçbir yerinde ipotek edilen mala diğer insanların haklarını eklemek ve böylece onların haklarını gasp etmek mümkün değildir. Özellikle ipoteğin konmasında ev sahiplerinin hiçbir kusuru yoksa bunun yapılamaması gerekir.

Maalesef KKTC de satılan evlerin henüz ayrı tapusu çıkmadığı için, evler otomatik olarak ipoteğe eklenebilirmiş ve ipotek edilen boş tarla ile birlikte satılabilirmiş gibi bir görüş oluştu. Bu uygulama bazı bankaların işine geliyordu. Çünkü arazi sahibi ile anlaşarak boş arazi üzerine ipotek koyuyorlar ve arazi üzerindeki evleri de ipoteğe dahilmiş gibi sattırıp kazanç sağlamak istiyorlardı.

Böylece hayatları boyunca biriktirdikleri para ile KKTC de ev alan, sözleşmelerindeki tüm şartları yerine getiren ve son günlerini evlerinde huzur içinde geçirmek isteyen insanların evleri, hiç haberleri olmadan yapılan anlaşmalarla ellerinden alınmak istendi. Yaşlı insanlar hem evlerini hem de paralarını kaybedip sokakta kalacak duruma geldiler. Tüm dünya bu olayı insanlık dışı bir olay olarak niteledi. Bu olay KKTC aleyhine korkunç bir propaganda oldu.

2004 den sonra yabancıların gelerek tatil veya emeklilik evi almaya başlamaları KKTC ye büyük bir servet akışına neden olmuştu. Bu servet tüm halka dağılmış ve Kıbrıs Türk halkının refah seviyesinde yükselme olmuştu. Daha ilginci yabancılara tatil evi satıldığı zaman bu gelirin bir defaya özgü olmadığı ve evlerde oturan insanların yaptığı masraflar nedeniyle sürekli devam ettiği ortaya çıktı. KKTC de insanların evlerini ve paralarını hiç kusurları olmadan yitirecekleri duyulduğu anda bu gelir bıçak gibi kesildi. Yüzlerce müteahhit iflas etti. Binlerce ev yarım inşaat halinde kaldı.

Bu olayda hukuka aykırılık olduğunu Denktaş Bey gördü ve gazetelere yazdı. Emekli insanların sokağa atılmasını önlemek için ipotekli arazinin satış yerine giderek engel olmaya çalıştı. Yazdığı yazılarda hukuka aykırılığı en iyi şekilde anlatan o oldu. Hiçbir kusuru olmayan emekli insanların evlerini ve paralarını yitirmelerindeki insanlık dışı durumu hissedip ifade etti, bu olayın ekonomiye vereceği zararı görerek açıkladı. Ayrıca bu olay karşısında KKTC nin saygınlığını korumaya gayret etti. Diğer bir çok aydın ya konunun önemini anlamadı veya bu işten büyük kazanç sağlayan yerel bankalarlaters düşmeyi göze alamayarak sessiz kaldı.

Denktaş Bey bunun gibi birçok konu ile ilgilenmiştir. Ele aldığı konuları gözden geçirince önyargısız olduğunu, gerçekçi olduğunu ve toplum sorunlarını samimi olarak çözmeye çalıştığını gördüm. Şimdi kendi kendime soruyorum. "Hangi Cumhurbaşkanı emeklilik yaşamında kendisini hiç ilgilendirmeyen, fakat halkın acı çektiği sorunlarla Denktaş Bey gibi ilgilenip çözüm aramıştır?"

Denktaş Beyin Nobel Barış ödülüne aday gösterilmesi
Son olarak Denktaş Beyin Nobel Barış ödülüne aday gösterilme girişimini de anlatmak istyiyorum.

2010 yılında İngiliz parlamentosundaki KKTC nin dostları grubunun aktif üyelerinden emekli milletvekili ve hukukçu Michael Stephen den bir telefon aldım. Bana "Denktaş Beyi Nobel Barış ödülüne aday göstermek istiyoruz. Bu müracaatı Emekli Yüksek Mahkeme Başkanı olarak senin hazırlaman daha doğrudur. Bu konuda hazırlık yap biz de katılarak müracaatı yapalım" dedi. Kendisine "Önce Denktaş Bey ile konuşayım" dedim. Ofisine giderek bu konuyu anlattığım zaman " Bunlar deli mi oldu ? Tüm dünya beni barışın karşısında en büyük engel olarak görüyor" dedi. Daha sonra "Barış düşmanlarına ödül verilirse oraya müracaat edelim" diye şakalaşmak istedi.

Söylediklerini Michael Stephen e anlattım. Ancak onlar bu işten vazgeçmediler . Daha önce anlattığım gibi onun Kıbrıs Türk Halkını yok olmaktan kurtaran, 1974 de Kıbrısa barış getiren ve bu barışın bozulmaması için mücadele eden milli bir kahraman olduğunu düşünüyorlardı. Ayrıca Annan planında Türkiyenin müdahale hakkının ortadan kalkmasını önleyerek Rum Yönetiminin hayır demesine neden olduğunu ve böylece Rum halkını da büyük felaketten kurtardığını, dolayısıyla Nobel Barış ödülüne en fazla layık insan olduğunu düşünüyorlardı.
Bir yıl sonra yani 2011 yılı içinde Michael Stephen beni tekrar aradı ve aynı öneriyi tekrarladı. Tekrar Denktaş Beye gittim ve "Bu iş ciddidir. Sizi Nobel Barış ödülüne aday göstermekte kararlıdırlar. İsterseniz ben müracaatı yazmaya başlayayım" dedim. Bir süre düşündükten sonra "Sen hazırlığını yap fakat müracaatı yapmadan bir yıl daha bekleyelim". dedi.
Denktaş Bey kendisinin Nobel barış ödülüne layık olduğunu biliyordu. Çünkü 1974 de Ecevitle birlikte Kıbrısa barış getiren iki kişiden biri idi. Kıbrısta fiili eşitlik gerçekleşmiş Rumlar dahil bir çok kişinin hayatı kurtulmuş , o tarihten beri insanlar öldürülme korkusu olmadan güven içinde yaşamaya başlamışlardı.

Sorun bu eşitliğin aşırı milliyetçi Rum ideallerine ters düşmesi idi. Onlar tekrar Kıbrısa egemen olmak istedikleri için barış ortamını bozmak ve Kıbrısı 1974 öncesine geri götürmek istiyorlardı. Bu nedenle 1974 Barış Harekatının bir felaket olduğunu, eski günlere dönmemin barış olacağını, iki Kıbısın Almanyada olduğu gibi birleşmesi gerektiğini söylüyorlardı.
Onlar iki halkın ne kadar çok birbirine karışırsa o kadar iyi olacağını düşünüyorlardı. Gerçekte böyle bir yönetimin en az 1960 da kurulan devlet kadar sorunlu olacağını, iki halkın birlikte bir devleti yönetmesinin son derece zor olduğunu biliyorlardı. Ancak milli ideallerine uygun bir avantaj sağlayabilirler ve Kıbrısta oluşmuş eşit fiili durumun kalıcı hale gelmesini önleyebilirler ümidiyle bir anlaşmazlık ortamı yaratmayı tercih ediyorlardı.
Ecevit ve Denktaşın barış formülü iki halkın eşit koşullarda yan yana, iki ayrı egemen devlette yaşaması idi. Rumlar ise iki halkın tekrar bir arada yaşamasını istiyorlardı. Dünyada o kadar çok Rum propagandası yapılmış ve o kadar çok kişi bu propagandanın etkisi altında kalmıştı ki Rum isteklerine karşı gelen Denktaş Bey barışı engelleyen kişi olarak kabul ediliyordu. Denktaş Bey bu yanlış propagandanın etkilerinin geçmesi ve gerçek durumun anlaşılması için bir süre beklemenin daha uygun olacağını düşünüyordu.
Denktaş Bey Atatürkün 1923 de Yunanistanla nüfus ve mal mübadele anlaşması yaparken izlediği formülü izlemek istiyordu. Bu formüle göre Kıbrısta 1974 de oluşan fiili durumu kalıcı hale getirmek, "de facto" durumun, "de jure" olması için çalışmak gerekiyordu. Bu formülün AB nin izlediği barış formülüne de uygun olduğunu düşünüyordu. AB de bir birini tanıyan devletler bir birlik oluşturmuşlar ve birbirlerine saygı duyarak barış içinde yaşamaya başlamışlardı. Kimse devletlerden birini diğeri ile birleştirmek, bir halk üzerinde diğer halkı söz sahibi yapmak veya ayrı yaşamaya başlamış iki etnik toplumu iç içe yaşatmak için uğraşmıyordu. Denktaş Bey AB de gerçekleşen barışın benzerinin Kıbrısta da gerçekleşmesini istiyordu.

Rum Yönetimi iki halkın çatışmasına neden olacak tehlikeli bir anlaşmaya karşı gelen Denktaş Beyi barış düşmanı olarak tanıtıyordu. Bu konuda o kadar çok yayın yapılmıştı ki Denktaş Beyi Nobel Barış ödülüne aday göstermek bir çok kişide şok etkisi yapacaktı.
İkinci görüşmemizden sonra bana "Sen hazırlığını yap bir yıl sonra durum müsaitse müracaatı yaparız" dedi. Aslında istediği bu ödülü almaktan çok izlediği yolun barış yolu olduğunu dünyaya duyurmaktı.
Michael Stephenle görüş teati ederek çalışmaya başladık. Maalesef onun söylediği bir yıllık süre dolmadan 13 Ocak 2012 de vefat etti. Böylece bu müracaatı yapmamız mümkün olmadı.

Acaba müracaatta neler yazacaktık? Yaptığımız müracaat üzerine ödülü veren Norveç Nobel Komitesi neler düşünecekti? Dünyada barışa engel diye tanıtılan bir kişinin en büyük barış severlerden biri olduğunu kabul edecek miydi?

Neler yazmayı tasarladığımızı burada sizlere anlatmaya çalışacağım.
1) Her şeyden önce 1974 Barış Harekatının Kıbrısa gerçekten barış getirdiğini yazacaktık. Kıbrısta 1974 den önce insanların evlerinde rahat uyuyamadıklarını , yollarda sınır kapılarında tutuklanıp kaybolduğunu anlatacak , 1974 den sonra tam bir barış ortamı sağlandığını, Denktaş Beyin bunda katkısı olduğunu yazacaktık.
2) Barış Harekatında Ecevit ve Denktaş ın Atatürkün barış formülünü uyguladığını, bu nedenle Kıbrıs Türk Halkının güven içinde yaşayacağı bir bölge oluşturulduğunu, bu yapılırken Rum halkına da aynı hakkın tanındığını, halkların yan yana eşit koşullarda ve barış içinde yaşamasının amaçlandığını yazacaktık.

3) Kıbrısta iki devletin sınır düzeltmesinden sonra bir birini tanıyarak ayrı ayrı AB ye girmesinin AB nin barış görüşüne de uygun olduğunu, bunun Kıbrısta barışı kalıcı hale getireceğini ve bunu gerçekleştirmeye çalışan Denktaş Beyin barışa hizmet ettiğini yazacaktık.

4) Kıbrısta iki halk arasında müşterek bir devlet kurulacaksa bunun ancak konfederasyon şeklinde olması gerektiğini , iki egemen devletin anlaşması sonucu konfederasyonun gerçekleşmesi ve bir anlaşmazlık çıkarsa iki devletin ayrılma hakları olması gerektiğini, bu görüşü savunan Denktaş Beyin barışa hizmet ettiğini yazacaktık.

5) Kıbrısa getirilen barışın Atatürkün tüm dünyada gerçekleşmesini istediği barış formülü olduğunu, bu formüle göre tüm halkların yan yana, özgür ve eşit koşullarda, güven içinde yaşama hakkı olduğunu, bu görüş doğrultusunda 1923 de Türkiye ile Yunanistan arasında anlaşma yapıldığını ve nüfus ile toplu mal takası gerçekleştiğini, bu anlaşma sayesinde Türkiye ile Yunanistan arasında barış ve dostluk oluştuğunu, 1950den sonra Kıbrısta iki halkın iç içe yaşaması ve aşırı Rum milliyetçiliği nedeniyle çatışmalar çıktığını, Türkiye ile Yunanistan ilişkilerini bu çatışmaların bozduğunu, Kıbrısta iki halkın yeniden iç içe yaşamasının çatışmalara ve Türkiye ile Yunanistan arasında gerginliklere yol açacağını, bunu engellemeye çalışan Denktaş Beyin barışa hizmet ettiğini yazacaktık.

6) Norveç Nobel Komitesini Akritas ve İfestos planlarını okumaya zorlayacak ve gerekirse bu konuda bilirkişilerden görüş almalarınıisteyecektik. Aşırı milliyetçiliğin Kıbrıs Rumlarının karakterinde olduğunu, Sırplara çok benzediklerini , iki ayrı devlet güvencesi olmadığı takdirdeuygun bir ortamda Türklere karşı yeniden harekete geçebileceklerini, hiç değilse aşırı grupların harekete geçebileceğini, bunun çatışmalara ve yeni savaşlara neden olacağını, Denktaş Beyin bunu önlemeye çalışarak barışa hizmet ettiğini yazacaktık.

7) Bugün Kıbrısta iki halk arasında dostluk duygularının oluşmaya başladığını, bu durumu iki halkın ayrı bölgelerde ayrı yönetimler altında yaşamasına borçlu olduğumuzu, yan yana ayrı devletlerde eşit koşullarda yaşmanın AB de olduğu gibi müşterek ticareti de geliştirebileceğini, iki halkı iç içe yaşamaya zorlamanın ise eski düşmanlıkların yeniden canlanmasına ve çatışma çıkmasına neden olacağını, ülkesini çatışmalara karşı koruyan Denktaş Beyin barışa hizmet ettiğini yazacaktık.

8) Kıbrısta uygulanan Atatürk, Ecevit ve Denktaş barış formülünün Kıbrısa barış getirdiği gibi, tüm dünya halklarına barış getirebilecek bir formül olduğunu, bu konuda dünya kamu oyunda mevcut bir yanılgının düzeltilmesi gerektiğini yazacaktık. Şöyle ki ABD gibi gelişmiş bir ülkeye çalışmak için değişik ülkelerden gelen insanların ülke kültürüne uyum sağlayıp barış içinde yaşabileceğini, bu durumu farklı uluslar veya farklı etnik toplulukların iç içe yaşaması düşüncesi ile karıştırmamak gerektiğini, Kıbrıs gibi etnik temizlik planları hazırlanmış, iki ulus arasında savaş olmuş, daha sonra nüfus mübadelesi gerçekleşmiş bir ülkede barış yolunun iki ayrı devlet ve eşitlik olduğunu, iki halkı birlikte yaşamaya zorlamanın çatışmalar çıkmasına neden olacağını , Kıbrısta bunu önlemeye çalışan Denktaş Beyin barışa hizmet ettiğini yazacaktık.

9) Kıbrısta 1960 Anayasasında iki halkın eşit olduğunu , Kıbrıs Rumlarının bu eşitliği bozmak istediği için Kıbrıs sorununun çıktığını, Kıbrısta kalıcı bir barış için önce eşitliğin sağlanması yani KKTC nin tanınması ve daha sonra iki tarafın anlaşması gerektiğini, bunu gerçekleştirmeye çalışan Denktaş Beyin barışa hizmet ettiğini yazacaktık.

10) Dünyada ülkesine barışı getiren ve barışın bozulmaması için Denktaş Bey kadar mücadele eden ikinci bir lider bulunmadığını, Denktaş Beyin dünyadaki tüm siyasilere örnek olabilecek bir insan olduğunu yazacaktık.
Herhalde bu yazdıklarımıza onu seven insanlardan işittiğimiz diğer özellikleri de ekleyecektik.
Bir an için Norveç Nobel Komitesinde bulunduğunuzu varsayalım. Acaba siz yapılan müracaatı nasıl karşılayacaktınız? Sizce Denktaş Bey Nobel Barış Ödülüne layık mı?