Mazbata Trajedisi

1


Taner Erginel

Emekli Yüksek Mahkeme Başkanı

Halkımızı yakından ilgilendiren mazbata faiz ve icra konularında çeşitli yazılar yazdım. "Mazbata Affı" ve "Borç Nedeniyle Hapis Emri Verilebilir mi?" başlıklı yazı dizileri gazetelerde yayınlandı. Daha sonra Faiz ve Mazbata Mağdurları Komitesi "KKTC de Yaşanan Mazbata Faiz ve İcra Sorunları" başlıklı bir broşürümü üyelerine dağıttı. Bu yazılarımı okuyanlar son durumu öğrenmek için bana sorular soruyorlar. Yazılı veya sözlü sorulan sorulara yanıtlar vermeye çalışıyorum.Halkımızın büyük kesimi bu konu ile yakından ilgileniyor. Bu nedenle sorulan soruları ve verdiğim yanıtları yeni bir yazı dizisine dönüştürüp size ulaştırmaya karar verdim. Ülkemizin bu ciddi sorunu ile ilgili anlattıklarımı öğrenmekten memnun kalacağınıza inanıyorum.

Soru: Mazbata sorunu ile ilgili iki yasa yapıldı. Sizce sorun çözüldü mü?

Cevap : Maalesef sorun çözülmüş değildir. Hatta büyüyerek devam ettiğini söyleyebiliriz. Bunun nedeni sorunu çözecek doğru yasaların yapılamamış olmasıdır. Yasama Meclisimiz bir Ad- Hoc Komite kurarak 12/2012 Sayılı "Yapılandırma Yasası" ile 12/ 2013 Sayılı "Yeniden Yapılandırma Yasası"nı yaptı. Yapılan tartışmalar bu sorunun çözülemediğini göstermektedir.

Bu durumda 12/2012 ve12/2013 Sayılı Yasaların hataları üzerinde durmamız gerekiyor. Yasaların doğru ve yanlış tarafları nelerdi? Bu konuda iyi niyetli eleştirisi yapmaya çalışalım. Hayatta en kolay şey yıkıcı eleştiri yapmaktır. En iyi şeyin ise iyi niyetli, yapıcı eleştiri yapmak olduğu söylenir.

27.12. 2012 tarihinde mazbata nedeniyle hapse girenler affedilmiş ve Yasama Meclisinde bir Ad-Hoc komite kurularak 31. 3.2013 e kadar yeni yasalar yapılarak sorunun çözülmesi öngörülmüştü. Mazbata ile hapse gönderilme işlemi de o tarihe kadar durdurulmuştu. Daha sonra durdurma kararı uzatılarak 31.9.2013 e kadar devam etti. 1.10.2013 den sonra yeni bir erteleme kararı verilmediğinden mazbata ile hapis yöntemi tekrar uygulanmaya başlamıştır.
Aldığım bilgiye göre polis mazbata borçlularını arayarak tutuklamaya başlamıştır. Bir kısım borçlular hapse girerken bir kısmı yurt dışına kaçmaya başlamıştır. Bir süre sonra intihar gibi daha trajik olayların da yaşanması söz konusu olabilir.

Sorunu çözecek yasalar ne zaman yapılabilecek ve bu yasalar nasıl olacak? Bu konuda büyük belirsizlik var. Eğer 12/2012 ve 12/2013 Sayılı Yasalarda yapılan hatalar tekrarlanacaksa fazla ümitli olmamız için hiç bir neden yok.

Hatalı yasalar halkımızın iki kesimini karşı karşıya getirmektedir. Bir kesim ezilirken diğer kesim de bundan ümit ettiği kazancı sağlayamamaktadır. Doğal olarak KKTC ekonomisi de büyük bir zarar görmektedir.

Yasal olup olmadığı tartışmalı borçlar nedeniyle, yasal olup olmadığı tartışmalı bir prosedür sonunda insanların hapse atılması doğru olabilir mi? Hatalı yasalar nedeniyle halkımızın birbirinin boğazına sarılması doğru mu? Mazbata sorunu halkımızın karşı karşıya olduğu çok ciddi bir sorundur.

Soru: KKTC Baroları mazbata ile hapis yönteminin durdurulmasına karşı çıktı. Mazbata uygulamasının devamı için çaba göstermektedir. Avukatların bu tutumu yöntemin doğru olduğunu göstermiyor mu?

Cevap : Baronun şikayetlerinde haklı olan ve olmayan taraflar var. Böyle bir durumda yüzeysel bilgilerle yetinmeyip konuyu derinliğine incelememiz gerekir. Bunun için biraz zaman ayırıp birlikte çalışmamız yararlı olabilir. Arzu ederseniz şikayet edenlerin haklı ve haksız yönlerini ortaya çıkaracak samimi bir çalışma yapalım. Doğru yasal düzenlemelerin nasıl olabileceğini sorarak yanıt bulmaya çalışalım.

Soru : Doğru yasaların yapılması halinde bu sorunun tamamen ortadan kalkacağını mı söylemek istiyorsunuz?

Cevap:
Evet aynen bunu söylüyorum.

Soru : Bu nasıl mümkün olacak?

Cevap : Ad-Hoc Komitede farklı ve zıt görüşler çatışıyordu. Bu nedenle karmaşık yasalar yapıldı. 12/ 2012 ve 12/2013 sayılı yasaların iyi niyetle yapıldığı konusunda kuşku yoktur. Ancak yeterli bilgi birikimi olmadığı, sorunun kaynağına inilmediği ve titizlik gösterilmediği için hatalı yasalar ortaya çıkmıştır. Ortaya çıkan sonuç yasaların hatalı olduğunun kanıtıdır.
İki yasanın hatalarının ne olduğunu saptamamız ve doğru yasanın nasıl olması gerektiğini bulmaya çalışmamız gerekir. Bence tüm KKTC aydınlarına bu konuda görev düşmektedir. Çünkü sorun herkesi ilgilendirecek kadar ciddi bir sorundur. Gelin biraz zaman harcayarak bu konuyu birlikte aydınlığa kavuşturalım.

Soru : O zaman konuya baştan başlayalım. Mazbata nedir?

Cevap : Mazbata tutanak demektir. Borcunu vadesinde ödemeyen bir kişi aleyhine alacaklı borcun aylık taksitlerle ödenmesi için bir dilekçe yapabilir. Böyle bir dilekçede Mahkeme borcu takside bağlarsa ve taksit gününde ödenmezse alacaklı borçlunun mahkeme emrine itaat etmediği gerekçesi ile ikinci bir dilekçe yapabilir. Bu dilekçeye karşı borçlu geçerli bir savunma yapamazsa Mahkeme birikmiş taksitlerin belli bir tarihe kadar ödenmesi, aksi takdirde borçlunun hapse girmesi için emir verecektir. Bu emrin de yerine getirilmemesi halinde alacaklı borçlunun tutuklanarak hapse atılması için Mahkemeden bir belge alıp polise verir. İşte bu belgeye halk dilinde mazbata deniyor.

Soru : Anlattığınız alacaklı açısından makul bir prosedürü ifade ediyor. Niçin bu konuda sorun çıkıyor?

Cevap :
İlk anda makul gibi görünen bu prosedür uygulamada büyük sorunlara neden olmaktadır. Sorunlar hem mevcut yasaların hatalı yorumlanmasından hem de çağımızın zorunlu kıldığı yeniliklerin izlenmemesinden çıkmaktadır.

Soru : Mazbata sorunu abartıldığı kadar büyük mü?

Cevap : Maalesef ilk anda sanıldığından çok daha büyük bir sorundur. "Tok açın halinden anlamaz." diye bir atasözümüz vardır. Ekonomik durumu iyi olanlar, borcunu ödeyemediği için hapse girenlerin çektiği acıları anlayamıyorlar. Düşenin halinden anlamak için empati yapabilmek gerek. Diğer insanların çektiği acılara karşı duyarlı olmayan kişiler sorunun büyüklüğünü anlayamazlar.

Sorunun büyüklüğünü anlamak için bu davaları dinleyen bir yargıç olmaya gerek yoktur, basını izlemek yeterlidir. Bir gün, Kurucu Cumhurbaşkanımız Rauf Raif Denktaş'ın torunu Can Denktaş'ın borcunu ödeyemediği için hapse gittiğini, baba annesinin dayanamayıp talep edilen miktarı ödeyerek onu hapisten kurtardığını gazetelerde okudum. Bu ödeme sadece vadesi gelmiş taksitler için yapılmıştı. Arkasından diğer taksitler gelecekti. Acaba diğer taksitleri kim ödeyip kendisini hapisten kurtarabilecekti?

Bir süre sonra, Can Denktaş'ın intihar ettiği haberi gazetelerde yer aldı. Can'ın babası Raif'le arkadaştım. Raif , küçükken Can'ı oğullarımla oynaması için Lapta'daki evimize getirirdi. Çocukluğunu bildiğim bir insanın hayatının en verimli döneminde intihar etmesi beni çok üzdü. Hasta yatağımdan kalkarak Canın cenaze törenine katıldım. Bu hayatımda gördüğüm en acı tören oldu. O kadar etkilendim ki kalabalığı yarıp ailesine taziyede bulunacak gücü kendimde bulamadım.

Kendi kendime "Ülkemizde iyi bir hukuk düzeni olsa Can Denktaş intihar edecek miydi?" diye sordum.
Gazetelerde başka intihar haberleri de okuyorum. Bir gece televizyondaki bir programda 12 yaşında hasta bir çocuğun "babam mazbatadan hapse girerse intihar edeceğim" dediğini öğreniyorum. Sağlıklı bir toplumda bu tür olayların gerçekleşmesi mümkün olabilir mi?
Televizyonlar konuyla ilgili programlar yapıyorlar. Binlerce insanın mazbata sorunu ile karşı karşıya olduğu söyleniyor. Ailelerini de dikkate aldığımız zaman halkımızın bir kesiminin ciddi tehdit altında olduğu anlaşılıyor.

Soru : Mazbata borçlularının çektikleri acıları anlatıyorsunuz. Bir de olaya alacaklı açısından bakalım. Alacaklıların da haklı tarafı yok mu? Borçlarını gününde ödemeyenler de kusurlu değil mi? Kimse borcunu ödemezse ülke ekonomisi ne hale gelir?

Cevap : Haklısınız her iki tarafı da düşünmek gerek. Bir anlaşmazlıkta genellikle her iki tarafın da haklı olduğu yönler vardır. Böyle bir sorunu çözebilmek için doğru hukuk ilkelerini bulup uygulamak gerekir. Hatalı hukuk ilkelerinden hareket ettiğimiz zaman içinden çıkılmaz bir karmaşa yaratırız. Bu durumdan genellikle her iki taraf da zarar görür. En büyük zararı ise tüm toplum ve ülke ekonomisi görecektir.

Bu yazı dizisi 9 bölümden oluşmakta olup her gün bir bölümü Kıbrıs gazetesinde yayınlanacaktır. Yazı dizisi ciddi bir akademik çalışma sonunda, KKTC de yaşanan sorunlara çözüm bulma amacıyla hazırlanmıştır. Yazı dizisinin yarınki bölümünde çağımızda borç ilişkilerinde benimsenen yeni ilkelerin neler olduğunu öğrenmeye çalışacağız.

2

Soru : Mazbata, faiz ve icra sorunları nedeniyle KKTC de büyük mağduriyetler yaşandığını, intiharlara varan olaylar gerçekleştiğini; geçmiş yasalarımızın hatalı yorumlanmasının ve dünyada bu alanda meydana gelen gelişmelerin izlenmemesinin buna neden olduğunu , doğru yasalar yapılırsa bu sorunların hiçbirinin yaşanmayacağını söylüyorsunuz. Dünyada bu alanda meydana gelen gelişmeler nelerdir?

Cevap : Geçmiş hukuk sistemlerinde bir insanın borcunu ödememesi suçtu. Borcunu vadesinde ödemeyene hapis cezası verilirdi. Örneğin İngiltere'de borcunu ödemeyenler için ayrı bir hapishane yapılmıştı. Daha sonra bu uygulamanın hatalı olduğu ortaya çıktı. Çünkü hapse girenler çalışamadıkları için para kazanamıyorlar ve dolayısıyla borçlarını hiçbir zaman ödeyemiyorlardı. Bu uygulama borçluları gereksiz yere ezerken alacaklılara da hiçbir yarar sağlamıyordu. Bu nedenlerle tüm dünyanın borç ilişkilerine bakış açısı değişti. Daha rasyonel ve daha insancıl bir hukuk oluştu.

Soru : Yeni hukuk sisteminin ilkeleri nelerdir?

Cevap : 20.ci Yüzyılda tüm gelişmiş ülkelerde borçlunun borçlarından şahsı ile sorumlu olduğu ilkesi terk edilerek sadece mal varlığı ile sorumlu olduğu ilkesi benimsenmiştir. Buna göre borcunu vadesinde ödemeyeni hapis veya diğer herhangi bir ceza ile cezalandırma tarihe karışmıştır. Borçlunun malı veya geliri varsa alacaklının hakkını bunlardan alması gerektiği kabul edilmiştir.

Değişen hukuk sisteminde alacaklının dikkatli olup mal veya gelir olarak karşılığı olan bir kişiye borç vermesi gerekmektedir. Karşılığı olmayan kişiye borç verenin ise bunun riskini kendi üzerine aldığı, parasını geri alamıyorsa kusuru kendisinde araması gerektiği, dolayısıyla şikayet etmeye hakkı olmadığı kabul edilmiştir.

Soru : Borçlu borçlarından mal varlığı ile nasıl sorumlu oluyor?

Cevap : Değişen hukuk anlayışına göre alacaklı borçlunun mal veya gelirini icraya tabi tutarak alacağını almaktadır.

Bunun için ilk iş olarak icraya işlerlik kazandırılmıştır. İcraya tabi mal varlığından alacağın alınması kolaylaşınca borçluları hapse gönderme gereksinimi ortadan kalkmıştır.
Bu nedenle borçlunun icraya tabi mal varlığının süratle satılıp alacaklının hakkının alacaklıya ödenmesi sağlanmıştır. Bu konuda tembel bürokrasiden uzaklaşılarak özelleştirme yöntemlerinden yararlanılmıştır.

İcra konusunda bazı hususlara dikkat etmek gerekir. Bir borçlunun tüm mal ve gelirinin elinden alındığını varsayalım. O zaman onun durumu hapse girmekten hiç de farklı olmayacaktır. Halbuki amaç bir kişiyi ekonomik hayattan koparmamaktır. Ekonomik hayattan kopan kişinin ne kendine ne topluma ne de alacaklıya yararı olmayacaktır. Bu nedenle borçlunun sade fakat insanca bir yaşam yaşayabilmesi için ihtiyaç duyduğu mal ve gelirin ayrılarak kendisine bırakılması ve geriye kalan bölümün icraya tabi tutulması ilkesi kabul edilmiştir. Böylece borçlu yeni ekonomik girişimlerde bulunma imkanına sahip olacak ve kazandığı zaman borcunu ödeyecektir.

Soru : Borçlunun sade bir yaşam için ihtiyaç duyduğu miktar ona ayrılmalı geriye kalan icra edilip borç ödenmeli diyorsunuz . Borçlu mal varlığını gizlerse ne olacak. Bazen borçlu lüks bir hayat yaşıyor. Mal varlığını başka bir isim altında tutup bundan yararlanıyor. Bu haksızlık değil mi?

Cevap : Bu önemli bir soru. Çünkü ülkemizde borcunu ödeme gücü olmayanları hapse gönderebilmek için sık sık bu gerekçe öne sürülüyor. Halbuki dünya bu sorunu çözmüş durumdadır. Gelişmiş ülkelerin hukuk sistemlerinde çözülmüş olan bu sorunu bizim çözememiş olmamız yaşadığımız problemlerin ana nedenlerinden biridir.
Dünyanın izlediği yeni hukuk anlayışı ekonomik gücü olmayanların borç ödeyememesini suç olmaktan çıkarmış fakat malı veya parası olup bunu kaçıranlara da ciddi cezalar verme yönüne gitmiştir. Verilen etkili cezaların yanı sıra kaçırma işlemi geçersiz sayılarak malın geri dönüp icraya tabi olması sağlanmıştır.

Soru : Sözünü ettiğiniz bu değişimler KKTC de de gerçekleşse sorun çözülecek miydi?

Cevap :
Evet sorun çözülecekti. Yukarıda anlattığımız olaylara göz atalım. Can Denktaş veya diğer intihar edenlerin durumuna inceleyelim. Onlar mal veya paralarını kaçırdıkları için mi, yoksa ödeyecek paraları olmadığı için mi zorda idiler? Kuşku yok ki paraları olsa ödeyip sıkıntıdan kurtulacaklardı. Dolayısıyla bu kişiler KKTC dışında başka herhangi bir ülkede yaşamış olsalardı herhangi bir sorunları olmayacaktı ve intihar etmeyeceklerdi.

Bugün KKTC de borç tehdidi altında yaşayan binlerce kişinin ve ailelerinin durumu böyledir. Hukuk sistemimiz dünyada meydana gelen değişimleri izleyemediği için tehlike içinde yaşamaktadırlar. Maalesef dünyanın çözdüğü bir sorunu biz henüz çözmüş değiliz. Bir hukukçu veya bir aydın olarak bizi rahatsız eden husus budur.

Diğer ülkelerde hukuk alacaklılara "Karşılığı olmayan kişilere borç verdiğiniz için siz kusurlusunuz. Bekleyin borçlu kazandığı zaman alacağınızı alırsınız" demektedir. Kazananın ise kazancını kaçırmasına fırsat vermeden borcunu ödemesi sağlanmaktadır.
Bizde ise icraya tabi malların icrası sağlanamamaktadır. Borçlunun icraya tabi mallarını kaçırması önlenememektedir. Bu nedenle ekonomik zorluklar nedeniyle borcunu ödeyemeyenler hapse girmekte veya hapis tehdidi altında yaşamaktadır. Bu ciddi bir trajedidir.

Soru : Borçlu ileride para kazandığı zaman alacaklı alacağını almalı diyorsunuz. Bu kolay olacak mı?

Cevap : Yeni hukuk düzeni bunu gerçekleştirmiştir. Borçlarını ödeyemeyen kişi iflas etmiş bir tüccara benzer kurallara tabi tutulmaktadır. Borçlunun tekrar toparlanabilmesi, kazandığı zaman kazancını kaçıramaması için kurallar oluşmuştur. Gelişmiş ülkelerdeki uygulamaları izlediğimiz zaman bu kuralların olumlu sonuç verdiğini görüyoruz.

Soru: Alacaklının karşılığı olmayan bir kişiye borç vermemesi gerektiğini söylüyorsunuz. Alacaklı borçlunun mali durumunun nasıl öğrenebilir?
Değişen hukuk anlayışında borçlanmak isteyen kişinin karşılığı olup olmadığı çok önemlidir. Bu nedenle alacaklının borç isteyenin mali durumunu daha kolay öğrenilebilmesi için yöntemler geliştirilmiştir.

Soru : Aynı değişimi biz niye yaşayamadık?

Cevap : Geçmişte sorunlar ortaya çıktıkça arayış içine girsek ve doğru çözümler bulsak hiçbir sıkıntımız olmadan bugünlere gelecektik. Hatta belki de diğer ülkelere örnek olacak bir hukuk düzeni oluşturabilirdik. O zaman ne intiharlar olurdu ne de yurttan kaçmalar.
Geçmişte sorunlar Yargının önüne geldikçe çözümler bulmaya çalıştık. Ancak Yargı tek başına bu sorunları çözemezdi . Hükümetin ve Yasama Meclisinin de aynı doğrultuda adım atması gerekiyordu. Maalesef bu gerçekleşmemiştir.

Yapılan 12/2012 ve 12/2913 sayılı yasalarda da büyük hatalar olduğundan sorun çözülememiş, hatta daha karmaşık hale gelmiştir.Bu aşamada doğru çözümler bulunamaması halinde halkımızın büyük acılar çekmesi ve daha büyük trajediler yaşanması kaçınılmazdır.

Dünyadaki gelişmeleri izlemek için neler yapmamız gerektiğini incelemeden önce geçmişte ülkemizdeki duruma da göz atmamız yararlı olacaktır.

Geçmişte İngiliz döneminde faiz açısından sorunsuz bir dönem yaşanmıştır. Yazımızın yarınki bölümünde bu döneme ışık tutacak, daha sonra faiz dengesinin nasıl bozulduğunu görecek ve bugün neler yapılması gerektiğini araştıracağız.


3

Soru : İngiliz Yönetimi devrinde faizle ilgili kuralların sorun yaşatmadığını, daha sonra faiz dengesinin bozulduğunu ve yeniden oluşturulamadığını söylüyorsunuz. İngiliz Yönetimi devrindeki kuralların bu günkü çabalarımıza ışık tutabileceğini öne sürüyorsunuz. İngiliz Yönetimi devrinde faizle ilgili kurallar nelerdi?

Cevap : İngiliz Yönetimi devrinde faize ilişkin üç açık ve net kural vardı.
a. Yıllık faiz %9 u geçemezdi.
b. Bir borç ilişkilerinde faizlerin toplamı ana parayı geçemezdi.
c. Faiz ana parayla birleştirilerek faizin faizi alınamazdı. İlk iki kural "Fasıl 150, Faiz Yasasında" üçüncü kural ise "9/76 Sayılı Mahkemeler Yasasında" yer alıyordu.
Bu kurallar o kadar açık ve netti ki en eğitimsiz vatandaş bile borç ilişkisini tam olarak anlayabiliyordu. Kurallar bir taraftan borçlananlara ihtiyaç duydukları korumayı sağlıyor diğer taraftan borç verenlerin bu işten makul kâr elde etmesi için yeterli oluyordu. Daha sonra dengeler bozuldu.

Soru : KKTC de faiz dengesi neden bozuldu?

Cevap : 1974 ü izleyen yıllarda KKTC de kullandığımız Türk Lirasında büyük değer kaybı olmaya başladı. İngiliz Yönetiminden kalan sınırlamalar ile hareket edildiği zaman bankalar zarar edecek duruma geldiler. Vadesi geldiği zaman verdikleri parayı geri almaları olanaksız hale geldi. Belki rakam olarak paralarını geri alabiliyorlardı, fakat aldıkları para değer olarakverdiklerinden az oluyordu. Bu nedenle ya borç vermemeye başladılar ya da başka çözüm yolları aradılar.

Devletimiz karşılaştığı bu ekonomik sorunu nasıl çözebilirdi? Devlet bilinçli bir çalışma ile bu zor işi başarabilir ve bozulan dengeyi yeniden sağlayabilirdi. Bunun için enflasyon kaybını giderecek daha yüksek bir sınırlama getirmesi gerekiyordu. Maalesef bunu yapmadı. Kredi kuruluşları yasaları göz ardı ederek, dolaylı yöntemlerle sınırları aşmaya başladılar. En sık başvurdukları yöntem ise "birleşik faiz talep dilemez" kuralını göz ardı etmek oldu.
Borç alan sade bir vatandaşın borcunu kapama günü geldiğinde ne kadar para ödeyeceğini bilmesi gerekir. Birleşik faiz uygulamasında ise uzmanlar bile faizin ne kadar olacağını hesaplayamamaktadırlar. Çoğu kez borcunu ödemek isteyen kişi inanılmaz bir rakamla karşılaşmakta ve trajedi başlamaktadır. Birleşik faiz yasağının ihlal edilmesi ciddi sorunlar çıkmasına neden oldu.

Soru : Birleşik faiz uygulamasına Mahkemeler müdahale etti mi?

Cevap : Evet etti. Bankaların başlattığı "birleşik faiz" uygulaması Yargıya taşınmakta gecikmedi. Yargıtay, 1994 yılında,(Y/H. 36/ 93, D.6/94) sayılı davada, birleşik faiz talep etmenin 9/76 Sayılı Mahkemeler Yasasına aykırı olduğuna ve talep edilemeyeceğine karar verdi.

Kararın verilmesi doğal olarak kredi veren kuruluşlarda ve bankalarda rahatsızlık yarattı. Hükümetin bu rahatsızlığı giderecek bir formül bulması gerekiyordu. Acaba ne yapabilirdi?
Hükümetin ciddi bir çalışma ile faize bir taraftan borçluları koruyan diğer taraftan bankaların haklı taleplerini karşılayan yeni sınırlar getirmesi gerekiyordu.

Hükümet daha da ileri giderek icra sistemini modernize etmekle işe başlayabilirdi. Böylece bankalara vade geldiği zaman paralarını geri alma olanağı sağlamış olacaktı. İcra sorununu çözdükten sonra paranın değer kaybını ortadan kaldıracak ve borç verenlere makul bir kar sağlayacak yeni sınırlar saptamalıydı. Maalesef bunları yapmadı ve 1995 yılında geçirdiği 38/95 Sayılı Değişiklik Yasası ile 9/ 76 Sayılı Mahkemeler Yasasındaki birleşik faiz yasağını yürürlükten kaldırdı. Hükümet işin kolayına kaçmış, borçluların kredi veren kuruluşlar tarafından aldatılmasına fırsat vererek bankaların yüksek faiz almasını kolaylaştırmıştı. Böylece görünüşte paranın değer kaybetmesi sorununu çözerken gerçekte çok daha büyük sorunlar çıkmasına neden olmuştu.

Soru : Yargının almaya çalıştığı başka önlemler oldu mu?

Cevap : Hükümetin birleşik faize izin vermesi ve yeni sınırlar getirmemesi ekonomiyi alt üst edecek gelişmelere neden oldu.Faizler astronomik rakamlara yükseldi. Çok sayıda borçlu borcunu ödeyemeyip Mahkemeye düştü.

Yüksek Mahkeme Başkanı olduğum 2002 yılında alacak dosyaları Mahkemede yığılmaya başlamıştı. İcra bugün olduğu gibi yetersizdi. Alacaklılar alacaklarını almak için Mahkemeye başvurup borcun taksitlerle ödenmesi için emir alıyorlardı. Ancak faizler o kadar yüksekti ki ödemeler yapıldıkça borçlar azalacağına artıyordu. Bu çok büyük bir çelişki idi. Hukuk sistemimiz tıkanmaya başlamıştı. Daha sonra meydana gelecek olan karmaşa ve felaketleri o tarihlerde hissetmek mümkündü.
Yargıç arkadaşlarımla bu sorunu nasıl çözebileceğimizi tartıştık. Acil önlemler almamız gerektiği kanısına vardık.

Soru : Bu alanlarda Yargı üzerine düşen görevi yaptı mı?

Evet fazlası ile yaptığımızı düşünüyorum. Ancak bu Yargının tek başına halledebileceği bir sorun değildi. Yasama Meclisinin kaldığı yerden bu gayretlere devam edip girişimleri sonuçlandırması gerekiyordu. Maalesef bu yapılmadı. Hükümetin veya Yasama Meclisinin iyi niyetli olmadığını söylemek istemiyorum. Ancak siyasi organlarda çok farklı etkenler ve engeller ortaya çıkıyor. Sadece şunu söyleyebilirim. O tarihlerde Yargının yaptığı girişimler sonuçlandırılmış olsaydı bugün yaşadığımız sorunların hiçbirini yaşamayacaktık ve ekonomimiz çok daha iyi bir noktaya gelecekti.

Soru : Ne gibi girişimlerde bulundunuz?

Cevap : O günlerde yaptığımız yoğun tartışmalar ve araştırmalar sonunda bu sorunun üç ayrı aşamada çözülebileceği düşündük. Birinci aşama icra sistemini modernize etmekti. İkinci aşama yasanın yapıldığı tarihe kadar birikmiş ve ödenemeyen borçlara kesin bir sınır getirmek ve geçmiş borçlara ilişkin tartışmaları sona erdirmekti. Daha sonra gelecekte faiz düzenlemelerinin nasıl olması gerektiği konusunda net bir görüş oluşturmaktı. Aşağıdaki konuları birbirinden ayırarak çözüm bulmaya çalıştık.

İcra sorunu.
Geçmişten kalan birikmiş borçlara uygulanacak faiz konusu.
Gelecekte faize ilişkin düzenlemeleri.

Bu konuları ayrı ayrı ele almak ve doğru sırayı takip ederek çözmek gerektiğini düşünüyorduk. Çünkü bir sorunu çözmek için düşündüğümüz çare diğer sorunun çözülmesini engelliyordu. Öncelikle icra sorununu çözmemiz gerekiyordu. Çünkü alacaklının haklı talebinin yerine gelmesini sağlamayınca astronomik faiz sorununu çözme olanağı yoktu. İcra sorununu çözmediğimiz zaman alacaklılar çağ dışı hapis yönteminden başka çıkar yol olmadığını düşünüyorlar ve faiz sorununun çözülmesine engel oluyorlardı. Şu anda karşı karşıya bulunduğumuz durum da budur.

Maalesef bu sorunlar sırayla ve doğru bir şekilde çözülme yönüne gidilmemiştir. Karşı karşıya olduğumuz karmaşanın nedeni budur.

Yazımızın yarınki bölümünde Yüksek Mahkemenin icra sorununu çözmek için gösterdiği gayretleri anlatacağız.
Mazbata Trajedisi 4-6



4

Soru : Mazbata trajedisini ortadan kaldırmak için, önce icra sorununun çözülmesi gerektiğini söylüyorsunuz. Sonra geleceğe yönelik faiz kurallarının ve geçmiş borçlara uygulanacak faiz sınırlamalarının ayrı ayrı ve sırayla düzenlenmesi gerektiğini söylüyorsunuz. Bu konularda geçmişte Yargının girişimlerde bulunduğunu ifade ediyorsunuz. İcra sorununu çözmek için geçmişte neler yaptınız?

Ödeme güçlüğü içinde olanların hapsolmasını önlemeden önce alacaklıların ve özellikle bankaların haklı taleplerine bir çare bulmak zorunda idik. Bunun için de icraya işlerlik kazandırmamız ve borçlunun icraya tabi malını kaçırmasına fırsat vermeden sattırıp borcun ödenmesini sağlamamız gerekiyordu. Acaba dünyanın diğer devletlerinde bu amaçla neler yapılmıştı? Bu sorunlar nasıl çözmüştü? Diğer ülkelerde meydana gelen gelişmeleri öğrenmeye çalıştık.

Dünyada farklı hukuk sistemleri vardır. Dünyanın yarıdan fazla ülkesinde Kontinental veya Sivil Hukuk dediğimiz sistem diğer yarısında ise Anglosakson hukuk sistemi uygulanmaktadır. Bu iki sistemin temel ilkeleri birbirinden oldukça farklıdır. Bir hukuk kuralı bağlı olduğu sistem içinde anlam kazanır ve yararlı olabilir. Sistemin dışında kalan bir kural tek başına doğru gibi görünse bile birlikte uygulandığı diğer kurallarla uyumlu olmayınca büyük sorunlar yaratabilir.

Ülkemizdeki hukuk sistemi Anglosakson sistemi olduğu için icra sorununun çözümünü de bu sistem içinde aramak zorunda idik. Bu nedenle İngiltere'ye göz atınca son yarım yüzyılda icra konusunda büyük değişimler ve gelişmeler olduğunu gördük.

İngiltere Yüksek Komiserliğine başvurarak icra alanında meydana gelen tüm değişimleri detaylı olarak öğrenmek için yardım istedik. Aldığımız bilgileri daha sonra Hükümete iletip yasaya dönüşmesini sağlamayı düşünüyorduk. Maalesef girişimimiz olumlu bir sonuç vermedi. İngiltere Adalet Bakanlığı bize istediğimiz bilgileri aktaracağına işimize yaramayan Avrupa Birliğinin, Birliğe yeni katılan Kontinental ülkeler için hazırladığı bir projeyi öğretmeye kalktı.

Soru : Bugün icra sorunu nasıl çözülebilir?

Cevap : Bugün hala aynı noktadayız. İcra sorununu çözmek için son yarım yüzyılda İngilterede meydana gelen yenilikleri öğrenmek zorundayız. Bu yenilikleri detaylı olarak ve eksiksiz öğrenmemiz gerekir. Kuşku yok ki İngilterede uygulanan her kuralı aynen almak zorunda değiliz. Ancak herhangi bir kuralı değiştirirken bunun gerekçesini de ortaya koyup mantıklı bir açıklama yapmalıyız. Böylece İngilterede uygulamada ortaya çıkmış hataları da giderecek bir tutum içine girebiliriz. Doğru bir çalışma yöntemi ile icra konusunda İngiltereden de daha hatta dünyanın en iyi bir hukuk düzenine kavuşmamız mümkündür. Ancak bu hedefe ulaşmak için ciddi bir çalışma yapmak ve emek harcamak gerekir.

27.12.2012 tarihinde kurulan Ad-Hoc Komitenin toplantısına bir kez katıldım ve geçmişteki girişimlerimizi anlatarak aynı girişimlerin bugün de yapılması gerektiğini söyledim. Hiç değilse İngilterede icra alanında meydana gelen yenilikleri anlatan bir rapor hazırlatmalarını ve bu rapor üzerinde çalışılmasını önerdim. Maalesef ikna edici olamadım.

Yasama Meclisimiz maalesef icra konusunda dünyada meydana gelen değişiklikleri detaylı bir şekilde öğrenerek çalışmalarını buna dayanarak yapmıyor. Kendisi tek başına yeni bir icra sistemi kuracakmış deyim yerindeyse Amerikayı yeniden keşfedecekmiş gibi bir yasa yapmaya çalışıyor. Çeşitli etkilenmeler altında rast gele akla gelen kuralları bir araya getiren karmaşık yasalar yapılıyor. Bu yaklaşım sona ermeden ve doğru bir yöntem izlenmeden icra sorununun çözülebileceğine sanmıyorum.

Soru : Geçmiş borçların faizini sınırlamak için neler yaptınız?

Cevap : Ekonomide serbest piyasa kurallarının geçerli olduğunu ve dolayısıyla faizin tamamen serbest kalması gerektiğini öne süren bir görüş vardır. Yargıç olarak edindiğimiz bilgi ve deneyimler bu görüşü doğrulamamaktadır. Bugün dünyada gerçekleşenleri ve geçmişte tarihte meydana gelmiş olayları dikkate aldığımız zaman faizin mutlaka sınırlanması gerektiği sonucuna varırız.

Faiz serbest kaldığı zaman niçin sorunlar çıktığını anlamak zor değildir. Bir borç ilişkisini analiz ettiğimiz zaman borç alanla borç verenin aynı gereksinim içinde olmadıklarını görürüz. Borç veren kişi rahat koşullardadır ve birikmiş parasını çalıştırıp para kazanmak istemektedir. Borç alan ise genellikle acil bir ihtiyacını gidermeye çalışmaktadır. Faizin serbest kalması halinde bu iki kişi nasıl bir anlaşma yaparlar dersiniz? Borç alan borç verenin şartlarını kabul etmek zorunda kalacak değil mi?

Bu nedenle faizin sınırlanmadığı toplumlarda büyük sosyal patlamalar ve felaketler yaşanmıştır ve yaşanmaya devam etmektedir.

Dünyada faizi tamamen serbest bırakan ülkeler de vardır. tığı durumlar da vardır. Ancak bunun için devletin aldığı ekonomik önlemlerle faizin yükselmeyeceğini garanti etmesi gerekir . Devlet faizin yükselmemesi için müsait koşullar yarattıktan ve örneğin borç arayanın aradığı krediyi kolaylıkla bulabileceğinden emin olduktan sonra faizi serbest bırakmalıdır. KKTC de hiç uygun olmayan koşullarda faiz tamamen serbest bırakılmıştır. Dünyada strelinde faiz %12 iken KKTC de %250 ye kadar yükseldiği durumlar yaşanmıştır. Bunu" mademki iki taraf anlaştı biz ne yapabiliriz?" gerekçesi ile normal karşılayamayız. Bu faizler etik olmadığı gibi yasal da değildir. Uygun ekonomik koşulları oluşturmadan bir devletin faizi serbest bırakması KKTC de olduğu gibi büyük sorunlara neden olacaktır.

Faize nasıl bir sınır konacağını saptarken olaya her iki açıdan bakmak gerekir. Kredi verenin bu işlemi gerçekleştirmesi için makul kar etmesi ve paranın değer kaybı nedeniyle uğrayacağı zararın giderilmesi gerekir. Bu nedenle (faiz = makul kar + paranın değer kaybı) formülünün doğru bir formüldür.

Soru: Hükümet bu formüle uygun hareket etmedi mi?

Cecap: Hayır maalesef tam tersini yaptı. 1987 yılında geçirdiği 35/87 Sayılı Merkez Bankası Yasası ile faize sınırlama koyma yetkisini Merkez Bankasına verdi. Merkez Bankası ise sadece bankaların zarar etmemesi veya iflas etmemesi konuları ile ilgileniyordu. Faiz sınırını önce yükseltip daha sonra tamamen serbest bıraktı

Yüksek Mahkeme olarak yaptığımız istişare sonunda Merkez Bankasının konuya bizimle aynı açıdan bakmadığını gördük. Bu nedenle inisiyatifi ele alarak yasalarda ortaya çıkan karmaşayı gidermeye karar verdik. 27/12/2004 tarihinde verdiğimiz kararla Mahkemeye gelen konularda faizi sınırladık.

Bu kararda özetle İngiliz devrinde olan sınırlamanın geçerli olacağını yani dövizde faizin ana parayı geçemeyeceğini ifade ettik. Mukayyitliklere gönderdiğimiz genelgede bu kuralın uygulanması gerektiği belirttik.Türk lirasında ise paranın değer kaybını dikkate almamız gerekiyordu. O tarihte Türk lirası dövize karşı 4 kat değer kaybetmişti. Bu nedenle Türk Lirası borçlanmalarda faizin ana paranın 4 katını geçemeyeceğine karar verdik.Bu Yargının karşılaştığı problem karşısında aldığı geçici bir önlemdi. Hükümetin ciddi bir çalışma ile soruna kalıcı bir çözüm getirmesi gerekiyordu.

Soru : Hükümet soruna adil ve kalıcı bir çözüm getirebildi mi?

Cevap : Hayır maalesef bunu yapamadı. Merkez bankasına verilen yetki devam etti. 2007 yılında Merkez Bankasına yetki veren 35/ 87 Sayılı Yasanın Anayasaya aykırı olduğu öne sürüldü. Anayasa Mahkememiz (D.1/2007, Anayasa Mahkemesi 4/2006) sayılı davada faiz sınırlama yetkisinin Yasama Meclisinde olması gerektiğini, Yasama Meclisinin herhangi bir ölçü belirlemeden bu yetkiyi Merkez Bankasına vermesinin Anayasaya aykırı olduğunu karara bağladı. Böylece 35/ 87 sayılı yasa Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi. Bu durumda Anayasaya uygun yeni bir yasa yapılması gerekmektedir. Maalesef bu yasa henüz yapılmamıştır.

Soru : Bugün faiz sorunu nasıl çözülebilir?

Cevap : Bugün faiz sorununu iki farklı aşamada çözebiliriz. a) Geçmiş borçlara uygulanacak faiz sınırını saptayarak . b) Gelecekte faize uygulanacak kuralları belirleyerek . Bu iki sorunu birlikte çözmeye çalıştığımız zaman içinden çıkılmaz bir durumla karşı karşıya kalırız. Çünkü bir sorunu çözmek için düşündüğümüz formüller diğer sorunun büyümesine neden olmaktadır. KKTC de faiz sorununun çözülememesinin ve zamanla daha da karmaşık hale gelmesinin bir nedeni de bu iki sorunu birlikte çözmeye çalışmış olmaktır.
Geçmiş borçlarla ilgili kesin ve net bir sınır saptanması daha doğrudur. Bu sınır bizim daha önce verdiğimiz 27.12.2004 tarihli geçici yüksek mahkeme kararında belirttiğimiz sınır olabileceği gibi 2011 yılında Maliye Bakanlığının hazırladığı taslaktaki sınır da olabilir.Yasama Meclisi bunlar gibi başka bir sınır da saptayabilir. Önemli olan geçmişte faiz konusunda büyük haksızlıklar ve anomaliler yaşlandığı bilinci içinde hareket etmek , herkese uygulanacak kesin ve net bir sınır koyarak bu karmaşayı sona erdirmektir. Anayasa Mahkemesi kararından sonra bu faizler yasallıklarını da yitirmiştir. Karmaşayı sona erdirmekte büyük kamu yararı olduğunu düşünmek ve sorunu kökten çözme amacıyla hareket etmek gerekir. Daha sonra geleceğe yönelik faiz konusu bu konudan tamamen ayrı bir konu olarak ele alınıp düzenlenmelidir.
Soru : Geleceğe yönelik faiz düzenlemeleri nasıl olmalı ve bunun için neler yaptınız.?
İcra konusunda yaptığımız değerlendirmelerin benzerini geleceğe yönelik faiz konusunda da yaptık. Belirttiğim gibi Anglosakson sistemde olmamız nedeniyle icra konusunda gözlerimiz İngiltereye çevrilmişti. Gelecek faiz düzenlemeleri konusunda ise Türkiyeye çevrildi. Bunun nedeni KKTC de Türk parasını kullanmamız,Türkiye bankaları nın KKTC de faaliyet göstermesi ve Türkiye ile yakın ekonomik ilişkilerimizdi. Yüksek Mahkeme olarak Türkiyedeki faiz düzenlemelerini KKTC ye getirmenin hukuk sistemimizle çelişmeyeceği ve aynen izlenmesinin yararlı olacağı kanısına vardık. Daha fazla bilgi sahibi olmak için Türkiye Adalet Bakanı Sayın Hikmet Sami Türkü Kıbrısa davet ettik. Yaptığımız tartışmalarda gelecek faizler konusunda Türkiyeyi izlememizin doğru olacağı görüşü teyit edildi. Tabii herhangi bir kuralı değiştirme olanağına sahip olacaktık. Ancak bunun da icra konusunda olduğu gibi mantıklı bir gerekçesi olması gerekecekti.

Bu yönde Hükümete daha net bir öneri yapabilmek için Türkiyede uygulanan faiz düzenlemelerini öğrenmemiz gerekiyordu. Ancak Hükümet yukarıda anlattığım ve öncelikle halledilmesi gereken iki aşamayı gerçekleştirmediği için bu konuda çalışma yönüne gidemedik.

Yargının geçmiş girişimleri izlense veya Hükümet aynı doğrultuda hareket edip doğru yasalar yapsa bugün yaşadığımız sorunların hiçbirini yaşamayacaktık. Ne ezilen aileler olacaktı ne de intihar edenler . Bankalar ve diğer alacaklılar da hakları olanı alabileceklerdi. Doğal olarak ekonomimiz de çok daha iyi durumda olacaktı. Ciddi bir çalışma ile dünyanın en iyi yasalarını da yapmamız mümkündü. Maalesef bu yollar izlenmeyerek rastgele kuralları bir araya getiren ve bir sorunu çözerken başka sorunlar yaratan yasalar yapılmıştır.

Yazımızın yarınki bölümünde mevcut yasaların yorumunda yapılan hatalar üzerinde duracağız.

5

Soru: Geçmişte Yargının icra ve faiz konusundaki girişimleri izlense haksız yere kimsenin hapse atılmayacağını, intiharlar ve ülkeden kaçmalar olmayacağını alacaklıların da haklarını daha kolay alabileceklerini , ekonominin çok daha iyi durumda olacağını söylüyorsunuz. Ciddi bir çalışma ile dünyanın en iyi yasalarının yapılabileceğini iddia ediyorsunuz. Bunların gerçekleşmesi için neler yapılmalı?

Cevap:
Bunları gerçekleştirebilmek için çağımızda dünyada meydana gelen gelişmelerin izlenmesi gerekir. Yasalar doğru yorumlanmalı ve yasalarda mevcut bazı hatalar giderilmelidir.

Soru: Mevcut yasaların yorumunda ne gibi hatalar yapıldı?

Cevap:
Yukarıda anlattığım gibi son yüzyılda borç ilişkilerinde uygulanan ilkeler değişmiştir. Dünyanın izlediği yeni hukuk anlayışına göre ekonomik gücü olmayanların borç ödememesi suç olmaktan çıkarılmıştır. Buna karşılık icra işlemlerine işlerlik kazandırılmış, icraya tabi mallar süratle satılabilmiş ve malı veya parası olup kaçıranlara ciddi cezalar verilme yönüne gidilmiştir. Verilen etkili cezaların yanı sıra kaçırma işlemi geçersiz sayılarak malın geri dönüp icraya tabi olması sağlanmıştır. Kredi verenlerin karşılığı olmayan kişilere kredi vermesini önlemek için borç isteyenlerin ekonomik durumunu ortaya çıkaran yöntemler geliştirilmiştir.

KKTC de bu gelişmeleri izleyen yasalar yapılacağına mevcut yasaların yorumunda da ciddi hatalar yapılmıştır. Mazbata ile ipotek sorunlarının çıkmasının ve ekonomik hayatta büyük mağduriyetler yaşanmasının nedeni budur.

Soru : Yasaların yorumunda nasıl bir hata yapıldı? Nasıl bir hata mazbata sorununun çıkmasına neden oldu?

Cevap: İcrada borçlunun mal varlığının icraya tabi bölümünü, icraya tabi olmaması gereken bölümden ayırmak son derece önemlidir.
Yüksek gelir elde eden bir borçlu düşünün. Her ay büyük kazançlar elde edip lüks yaşam sürüyor, fakat borçlarını ödeme niyeti yok. Daha önce gördüğümüz ilkelere göre onun normal insanca yaşaması için gerekli olan gelirini saptamamız ve bu gelirin üstünde olan bölümü icraya tabi tutmamız gerekir. Acaba bu nasıl gerçekleşecektir? Borçlunun gelirinde bu ayırımı yapmak kolay değildir.

Borçlunun gelirine yönelik icra Fasıl 6, Hukuk Muhakemeleri Usulü Yasasının 82-91 maddelerine dayanarak yapılır. Borçlunun icraya tabi taşınır ve taşınmaz malları yoksa alacaklı Mahkemeye bir dilekçe dosyalayıp borcun aylık taksitlerle ödenmesini talep edebilir.

86 ıncı madde, "Borçlunun sorgulanması için dilekçe" başlığını taşımaktadır. Bu madde şöyledir.

86. Para ödenmesine ilişkin bir hüküm, .............tamamen veya kısmen yerine getirilmemiş olarak duruyorsa, alacaklı, borçlunun borcunu ödeme gücüne sahip olup olmadığının sorgulanması için dilekçe yapabilir.
Görüleceği gibi yapılan müracaat paranın ödenmesi için değil, borçlunun ödeme gücüne sahip olup olmadığını saptamak amacıyla sorgulanması için yapılmaktadır. Bu sorgulamayı Yargıç yaparak, borçlunun icraya tabi gelirini icraya tabi olmaması gereken gelirinden ayıracaktır.

Bu prosedürde üzerinde durmamız gereken önemli noktalar vardır. Bilindiği gibi hukuk sistemimiz Anglosakson hukuk sistemidir.Anglosakson hukuk sisteminde yargıç pasif, hakem konumundadır. Gerçeği bulma görevi taraflardadır. Yargıç sadece Mahkemede mücadele eden taraflara nezaret eder. Duruşmayı yönetir ve dava sonunda kendi gerekçeli görüşünü açıklayarak davayı sonuçlandırır. Bu sisteme hukuk dilinde "adversarial" sistem denir.
Diyelim ki davacı bir talepte bulundu "adversarial" sistemde davalı sessiz kalırsa davacının davasını kanıtlayıp hüküm alma olanağı vardır. Ne var ki bazı hallerde "adversarial" sistem ilkelerinin uygulanmasının ciddi sorunlar yarattığı görülmüştür. Bu nedenle yasa koyucu sistemin genel ilkelerinden ayrılıp yargıçların müdahaleci bir rol üstlenmelerini öngörmüştür. İşte bu istisnalardan biri de taksit dilekçeleridir.

İstisna olmasa Anglosakson sistemin ilkeleri doğrultusunda bir taksit dilekçesi dosyalandığında davalının sessiz kalması halinde davacı tanıkları ile borçlunun yüksek geliri olduğunu kanıtlayıp taksit emri alabilecekti. Bunun gibi borçlunun "ben ayda bu kadar ödeyebilirim" demesi ile de taksit emri verilebilecekti. Ancak yasamıza göre bunlar mümkün değildir.

Taksit emrinin hapisle sonuçlanabileceğini ve bunun insan haklarını ihlal edebileceğini düşünen Yasa Koyucu "adversarial" sistemin genel uygulamasını terk etmiş ve borçlunun mahkemeye getirilerek yargıç tarafından sorgulanmasını şart koşmuştur.
Borçlu sorgulanmak için Mahkemeye gelmezse ne olacaktır?
Borçlu Mahkemeye gelmeden ve sorgulanmadan taksit emri verilemeyeceği için yasa borçlunun Mahkemeye nasıl getirileceğinin formülünü de düşünmüştür. Bu amaçla kabul edilen 87.ci maddenin kenar başlığı "Sorgulama amacıyla Mahkemede hazır bulunmaya zorlama" dır. Bu madde şöyledir.

87. Mahkeme, bir hükümlü borçlunun, sorgulanmak üzere Mahkemede hazır bulunmasını zorlamak hususunda, hukuk davalarında tanıkların Mahkemede hazır bulunmalarını zorlama hususunda sahip olduğu yetkiye sahiptir.

Buna göre bir taksit dilekçesi yapıldığında borçlunun Mahkemeye gelmesini sağlamak için dilekçe ile birlikte bir de şahit celpnamesi çıkarmak gerekir. Bu celpnameye dayanarak borçlu Mahkemeye zorlanabilir.

Borçlu Mahkemeye geldikten sonra sıra sorgulama aşamasına gelir. 88. ci madde "Sorgulama" başlığını taşımaktadır ve borçlunun ödeme gücü konusunda yargıç tarafından sorgulanması gerektiğini belirtmektedir. Buna göre borçlunun ödeme gücü yoksa taksit emri verilemeyecektir.

Yargıçların genelde pasif konumda olmaları fakat taksit dilekçelerinde aktif rol üstlenmeleri gerektiği çoğu kez dikkatten kaçmaktadır. Zamanla bunun tam tersi bir uygulama başlamış ve genelde diğer davalarda pasif olması ve tarafsız hakem rolü üstlenmesi gereken yargıçlar aktif ve müdahaleci bir rol üstlenmeye başlamışlardır. Taksit dilekçelerinde ise aktif olmaları gerektiği halde pasif bir konumda kalmaktadırlar . Borçlunun icraya tabi gelirinin, tabi olmaması gereken gelirinden titiz bir şekilde ve doğrudan yargıç tarafından ayrılmaması mazbata sorununun kaynağıdır.

Soru : Borçlunun sorgulanması nasıl yapılmalıdır?

Cevap: Mahkemenin görevi borçluyu sorgulayıp aylık gelirini ortaya çıkarmak ve ailesi ile insanca yaşayabilmesi için gerekli miktarı ayırıp bunun üstünde olanı taksite bağlamaktır. Bu işlem yapılırken Mahkemenin iki konuda karar vermesi gerekir. A)Borçlunun aylık gelirinin ne kadar olduğu , B) Borçlunun insanca yaşaması için ne kadar paraya ihtiyaç duyduğu.Uygulamada bu iki bulgu yapılmadan taksit emri verilmesi ülkemizde mazbata sorununun çıkmasına neden olmuştur.

Mesleğe başladığım 1970 li yıllarda kıdemli yargıçlar kendileri borçluyu sorgulayıp, borçlunun aylık geliri ile insanca yaşaması için ihtiyaç duyduğu miktarı ayrı ayrı ve net bir şekilde belirttikten sonra taksit emri veriyorlardı. Gerçi yasada iki bulgunun yapılmasının şart olduğu belirtilmemişti, ancak yasanın amacına uygun doğru yorumundan böyle olması gerektiği anlaşılıyordu. İki bulgu yapılınca borçluya istinafa gidip yapılan bulgulara itiraz etme olanağı da verilmiş oluyordu.

Daha sonra iki bulgu yapılmadan taksit emri verilmeye başlandı. Borçlunun aylık gelirinin ne kadar olduğu ve insanca yaşaması için ne kadar paraya ihtiyaç duyduğu konuları karanlıkta kaldı. Borçlunun icra edilebilen geliri ile edilmemesi gereken geliri birbirine karıştı.Borçlu ile alacaklının Mahkeme önünde anlaşması sonucu taksit emri verilmeye başlandı. Bu uygulama kesinlikle yasaya aykırıdır. Çünkü hukuk sistemimizin genel uygulaması tarafların anlaşmasına önem verdiği halde taksit dilekçelerinde Yasa koyucu özel bir prosedür belirlemiş ve borçlunun yargıç tarafından sorgulanmasını şart koşmuştur.

Genellikle borçlu psikolojik baskı altında girdiği duruşmada ileride kazanmayı ümit ettiği miktarı da dikkate alarak taksit emri verilmesine razı olmaktadır. Hatalı taksit emri verilince bu yolun sonunda hapse atılmak kaçınılmaz olmaktadır. Bu nedenle diğer ülkelerde bir kimsenin icraya tabi mal varlığını kaçırması suç iken, bizde söz verdiği taksiti ödememesi suçmuş gibi bir uygulama başlamıştır.

Eskiden hapis cezası, bir borçlunun parası olduğu halde bilinçli olarak taksit borcunu ödememesi yani parasını kaçırması halinde veriliyordu. Daha sonra parası olmadığı için borcunu ödeyemeyenlere de hapis cezası verilmeye başlandı. Halbuki insan hakları sözleşmelerine göre bir kişinin ödemeyi taahhüt ettiği parayı ödememesi suç değildir. Bunun gibi ödeme gücü olmayan bir kişinin borcunu ödememesi de suç değildir ve cezalandırılmaması gerekir. Böylece KKTC tüm dünyadan farklı ve insan haklarını ihlal eden bir uygulama içine girdi.

Soru: KKTC de verilen hapis emirleri borç ödenmediği için değil Mahkeme emrine itaat edilmediği için verilmekte değil mi?

Cevap: Mazbatalarda verilen hapis emirlerinin mahkeme emrine uyulmadığı için verildiği bu nedenle İnsan Haklarının ihlal edilmediği öne sürülmektedir. Bu görüşe katılmak olası değildir. Kuşku yok ki hapis emri mahkemenin taksit emrine uyulmadığı için verilmektedir. Ancak taksit emri ile hapis emri birbirinin ayrılmaz parçasıdırlar. Taksit emri insan haklarına aykırı olduğu için hapis emri de insan haklarına aykırıdır.Taksit emri insan haklarına uygun hale getirilirse hapis emri kendiliğinden ortadan kalkacaktır.

Mazbata uzun bir prosedürün sonunda hazırlanan hapis emridir. Benim mesleğe başladığım yıllarda bir insanın icra edilebilen ve edilmemesi gereken geliri birbirinden titiz bir şekilde ayrıldığı, sadece gelirin icra edilebilen bölümü için taksit emri verildiği için mazbata çıktığı zaman borçlunun cebinde mazbatada belirtilen para bulunuyordu ve borçlu bu miktarı ödeyerek hapse atılmaktan kurtuluyordu. Dolayısıyla hiç kimse hapse girmiyordu.
Mazbata sorununu çözmek için ya yargının kendiliğinden doğru yorumu tercih etmesi ya da yasa koyucunun yasada bir değişiklik yaparak doğru yorumun izlenmesini zorunlu hale getirmesi gerekir. Bunun için yasa söz konusu iki bulgu yapıldıktan sonra taksit emri verilebileceğine açıklık getirmelidir. İki bulgunun yapılması zorunlu hale getirilirse mazbata sorunu çözülecektir.

Yarın ipoteklerde yapılan hatalı yorumu ve ortaya çıkan sorunları inceleyeceğiz.


6


Soru: Borçlunun icraya tabi geliri ile icraya tabi olmaması gereken gelirinin bir birinden titiz bir şekilde ayrılması gerektiğini, yargıcın borçluyu doğrudan sorgulayarak bu ayırımı yapmak zorunda olduğunu söylüyorsunuz . Mazbata sorunu bu prosedüre uyulmadığı için çıktı diyorsunuz. Mazbata prosedüründe yapılan başka hatalar yok mu?

Cevap: İcraya ilişkin yasalarımız çağdaş yenilikleri içermemektedir. Buna rağmen çağdışı yasalar da değildirler. Büyük ölçüde doğru ilkeler içeren yasalardır. Diyelim ki Mahkeme sorgulayarak bir kişinin ödeme gücünü saptadı, sade bir vatandaş olarak yaşaması için ihtiyaç duyduğu miktarı da saptayarak bunun üzerinde olan miktar için taksit emri verdi. Bir süre sonra borçlunun gelirinde bir azalma olursa durum ne olacaktır? Borçlu Mahkemeye başvurarak taksit emrinin değiştirilmesi talebinde bulunabilmelidir. Yasanın doğru yorumu böyledir ve geçmişte uygulama da böyle idi. Maalesef daha sonra bu doğru yöntem terk edilmiştir.

Taksit emri hapis emrinin ilk aşamasıdır. Hatalı taksit emri verildiği zaman hapisle sonuçlanacak bir yola girilmiş olur. İnsan Hakları Sözleşmeleri KKTC de geçerlidir ve bu sözleşmelere göre ödeme gücü olmayan kişiye borcunu ödemediği için hapis cezası vermek insan haklarına aykırıdır. Bu nedenle bir kişinin ödeyebileceği bir miktar için taksit emri verilmesi gerekir. Aynı gerekçe ile geliri azalan bir kişinin eski taksiti ödemeye devam etmek zorunda bırakılması da insan haklarına aykırıdır. Bu nedenle geliri azalan borçluya verilen taksit emrinin değiştirilmesi ve taksitin ödeyebileceği daha makul bir miktara indirilmesi gerekir.

Bunun için borçlunun bir dilekçe ile Mahkemeye başvurarak gelirinde bir azalma olduğunu iddia etmesi ve Yargıç tarafında sorgulanmaya hazır olduğunu belirtmesi gerekmektedir. Yasanın doğru yorumu bu prosedürün kolayca uygulanmasını gerektirir. Geçmişte bu tür değişikler kolaylıkla yapılabiliyordu.

Soru. Şu andaki uygulamaya göre bir kimse mazbata nedeniyle uzun süre hapiste kalabilmektedir. Sizce bu doğru bir uygulama mı?

Cevap: Hayır kesinlikle doğru değildir. Çünkü yasalarımıza göre ödeme gücü olmayan bir insana hapis cezası verilemez. Geliri azalan insanın ise gelirine uygun yeni bir taksit emri verilmesi gerekir. Hapiste olan bir insanın ödeme gücü olmadığına göre taksit emrinin değiştirilip sıfırlanması gerekmektedir. O zaman borçlu otomatik olarak hapisten çıkacaktır.

Yasamız doğru uygulandığı zaman kendiliğinden insan haklarına uygun bir sonucun ortaya çıkması gerekir. Bir kişinin hapiste kalabilmesi için mal varlığını kaçırması yani gerçek anlamda suç işlemesi gerekmektedir. Ödeme gücü olmayan bir insanın hapse atılması doğru değildir. Hapiste kalan bir insanın ödeme gücü olmadığına göre borçlunun uzun süre hapiste tutulması söz konusu olmamalıdır.

Soru: Borçlunun hapishanede geçireceği sürenin masrafları ne olmalıdır?

Cevap: Yasa Koyucu karşılığı olmayan bir kişiye borç verenin de kusurlu olduğunu ve borçluyu hapse göndermenin bir işe yaramadığını düşündüğü için hapis emri verildiğinde alacaklının, borçlunun hapiste kalma masraflarını ödemesini emretmiştir. Bu konuda yasanın
83. cü maddesi "Borçlunun yeme içme masrafları" başlığını taşımaktadır. Bu madde şöyledir.

83.Alacaklı, borçlunun cezaevinde kalacağı süre için Cezaevi Tüzüğünde ödenmesi öngörülen veya öngörülecek olan yeme içme masraflarını, peşin olarak, Cezaevi Tüzüğünde belirtildiği şekilde ödemekle yükümlüdür. Alacaklı bu yükümlülüğünü yerine getirmede kusur ederse, borçlu serbest bırakılır.

Burada yasanın amacı sorumluluğu kısmen alacaklıya vermek ve olayın devlete yük olmasını önlemektir. Maalesef ülkemizde bu konuda da yasanın amacından sapan bir uygulama başlamıştır. Yasa borçlunun hapishanede kaldığı masrafların gerçekçi bir şekilde hesaplanmasını ve alacaklı tarafından karşılanmasını öngörmektedir. Geçmişte uygulama böyle idi. Daha sonra masrafların hesaplanmasında bir hata yapılarak tüm ay için masraf olarak sembolik bir para talep edilmeye başlanmıştır. Böylece yasanın kurduğu denge bozulmuştur. Borç ödememek suçmuş ve külfetini devletin karşılaması gerekiyormuş gibi bir uygulama başlamıştır. Burada çağdışı hukuk anlayışının yansımasını görüyoruz.

Hapishane masrafları ile ilgili diğer bir özellik şudur. Alacaklının ödediği hapishane masrafları daha sonra borçlunun borcuna eklenecek fakat bu miktar için bir daha taksit emri verilemeyecektir . Yasa iki tarafın da menfaatlerini koruyan adil bir denge kurmak istediği için burada değişik türde bir borç oluşturmuştur. Borç vardır, fakat hapis yoluyla icrası mümkün değildir. Buna hukukta tabii borç veya doğal borç da denir.

Diyelim ki taksit emrini yerine getirmediği için bir borçlu hapse atıldı. Aynı miktar için ikinci kez hapse atılması mümkün değildir. Burada da hapis yoluyla icrası mümkün olmayan bir borcun oluştuğunu görüyoruz. Bu tür borçları borçlunun kendi isteği ile gönüllü olarak ödemesi söz konusu olabilir. İleride ipotek konusunu incelerken bu konuya tekrar değineceğiz.

Soru : İpotekte nasıl bir yorum hatası yapıldı?

Cevap: Mazbatalarda yapılan hatanın bir benzeri de ipoteklerde yapılmıştır. İpotek bir kimsenin icraya tabi mal varlığının önceden belirlenmesi demektir. İcra konusunda araştırma yapanlar icraya tabi malın kesin ve net olmasının ne kadar önemli olduğunu bilirler. Bunun için ipoteğin kapsadığı mal açıkça belirlenmeli ve bu konuda herhangi bir tereddüde fırsat verilmemelidir.

Bir ipotek ilişkisini ele alalım. Bir arazi sahibinin arazisine evler yaparak satmak istediğini, bir bankaya gidip arazisini ipotek ettirerek kredi aldığını düşünelim. İpotek koyan arazi üzerine evler yapılıp satılacağını bilmektedir. Bir süre sonra banka ile arazi sahibi arasında anlaşmazlık çıkarsa bankanın arazi üzerindeki hakkı arazi sahibinin hakkından fazla olmamalıdır. Eğer banka "Gerçi ben bu arazi üzerine evler yapılıp satılacağını biliyordum. Krediyi bu amaçla verdim. Ancak ev sahiplerinin hakları beni ilgilendirmez, evlere ayrı koçan çıkmadığına göre evler araziden ayrılmış değildir. Benim araziyi evlerle birlikte sattırıp alacağımı almaya hakkım vardır" derse ev sahiplerinin hakları ne olacaktır? Hiçbir kusurları olmadığı halde evlerini yitirme noktasına gelen ev sahipleri tepki gösterip mücadeleye başlayacak değiller mi? Mahkemede haklarını elde edemeyen ev sahipleri satışın yapılacağı gün sokağa dökülüp icranın yapılmasını önleyecek değiller mi? Satışı engelleyemezlerse satışın iptali için dava açıp yıllar süren bir yargı prosedürü başlatacak değiller mi? Kuşku yok ki ipoteğin uygulanmaması için her çareye başvuracaklardır.

Bazı davalarda Mahkemelerimiz İpotek Yasasını maalesef hatalı yorumlamış ve ipoteğin üçüncü kişilerin haklarını da kapsadığı varsayımı içinde karar vermiştir. Böylece ev sahiplerinin sözleşme ile satın alıp henüz koçan alamadığı evler de arazi ile birlikte satılmıştır. Bu karar ev sahiplerinin sözleşmelerinin dikkate alınmayacağı, hiç kusurları olmadan evlerinin gasp edilebileceği anlamına gelmektedir. Bu hatalı yorum ipoteğin kapsamını tartışmalı hale getirmiş ve ipotek sisteminin işlerliğini bozmuştur.
Bu uygulamanın ne ölçüde yasal olduğuna bir göz atalım. 11/78 Sayılı İpotek Yasamızın 13 (g) maddesi şöyledir:

" Devir veya ipotek edilmesi tasarlanan taşınmaz mala ilişkin sunulan takrirnamede tarafların birine veya diğerine veya başka bir kişiye ait olan herhangi bir menfaatin mevcut olup olmadığı" yazılmalıdır.

Buna göre ipotek yapılırken taşınmaz mal üzerinde başka kişilere ait haklar varsa bunlar ipotek takririne yazılmalıdır. Bunun anlamı bu kişilerin haklarının korunacağı ve mal sahibinin hakları ile karıştırılmayacağıdır. İpoteğin temel ilkeleri bunu gerektirmektedir. İpotek koyarken diğer kişilerin haklarını mal sahibinin haklarına karıştırmak ve diğer kişilerin hakları hiç yokmuş gibi hareket etmek ipoteğin anlamına da ters düşmektedir.

11/78 Sayılı İpotek Yasamızın 21(1)(b)maddesi şöyledir:
"İpotek edilmesi tasarlanan taşınmaz malın kaydındaki tarifte herhangi bir değişiklik olup olmadığı, değişiklik olması halinde bu değişikliğin niteliği ve taşınmaz malın kirada olup olmadığı" yazılmalıdır. Bazen bir malın tapudaki kaydı ile ipotek konduğu tarihteki durumu değişik olabilir. Yasa malda meydana gelen değişikliklerin de yazılmasını şart koymuştur. Malın kirada olup olmadığı dahi yazılmalıdır. Eğer malın üzerindeki tüm haklar silinecek olsa ve bu haklar mal sahibine ve dolayısıyla ipotek koyana geçecek olsaydı yasa bu hususların yazılmasını emreder miydi? Yasanın düzenlemesinin bir tek anlamı olabilir. O da ipotekli mal üzerindeki diğer kişilerin haklarının korunacağı ve ipoteğin kapsamına dahil edilmeyeceğidir.
Bu nedenle ipotekli mal üzerinde bulunan başka kişilere ait evlerin ipotekli malla birlikte satılması yasaya aykırıdır. Bu durumda ipotek koyan icraya gitmeden önce diğer kişilerin haklarını ayırmak ve borçluya ait gibi görünen malın tümünü değil sadece borçlunun hakkı olan bölümünü satışa çıkarmak zorundadır. Dolayısıyla evlerin ayrı koçanını çıkarıp ev sahiplerine teslim ettikten sonra alacağını alabilmelidir.
İpotek Yasasının doğru yorumu ipotekli mal üzerinde bulunan diğer kişilerin haklarının satıştan önce ayrılmasını ve sadece ipotekli borçlunun hakkı kadarının satışa çıkarılmasını gerektirir. İpotek yasasından ayrı olarak nısfet hukuku (equity) de aynı sonucu zorunlu kılmaktadır.

Yazımızın yarınki bölümünde ipotek konusunda yapılan hatalı yorumun büyük ekonomik yıkımlara neden olduğunu görecek ve bu sorunun çözümünü arayacağız.
Mazbata Trajedisi 7-9



7


Soru: Bir taşınmaz mal üzerinde üçüncü kişilerin satın aldığı evler varsa ve daha sonra bu mala ipotek konursa ipoteğin evleri kapsamadığını ve ipotek koyanın önce evleri ayırıp ev alanlara koçanlarını verip geriye kalan mal üzerinden hakkını alması gerektiğini söylüyorsunuz. Yasanın doğru yorumu yanında nısfet hukukunun da bunu gerektirdiğini iddia ediyorsunuz. Nısfet hukuku (equity) Kıbrısta geçerli mi?

Cevap: İngiliz hukukunun özü nısfet hukuku ( equity ) dir. Uyguladığımız Anglosakson sisteminde yargıcın büyük takdir yetkisi vardır. Ancak bu yetkinin nısfet hukuku ( equity ) ilkelerineuygun adil kararlar verilerek kullanılması gerekir. Nısfet hukuku ( equity ) olmadan İngiliz hukuku anlamını yitirir. Buna rağmen KKTC de nısfet hukukunun geçerli olmadığına inanan bir görüş vardır. Halbuki yasalarımız nısfet hukukunun geçerli olduğunu ve uygulanması gerektiğini açıkça belirtmektedirler. 9/76 sayılı Mahkemeler Yasası, KKTC Mahkemelerinin hangi yasaları uygulayacağını saymıştır. Bu yasalar arasında nısfet hukuku (equity ) da vardır.

Nısfet hukukuna göre iki kişi aralarında anlaşarak üçüncü bir kişinin haklarını gasp edemez. Halbuki bu olayda ipotek koyanla arazi sahibi anlaşarak ev satın alanların haklarını gasp etmeye çalışmaktadırlar. Bu yöntemle arazi sahibi sözleşme ile alabileceğinden daha fazlasına sahip çıkmaya çalışmaktadır.

İpotek koyan arazi üzerine evler yapılıp satılmasına razı olmuşsa yapılan satış sözleşmeleri kendisini de bağlamalıdır.Hukukta bir insanın kabul etmesi önemlidir. İpotek koyanın arazi üzerine evler yapılmasını kabul etmesi onu bağlar. Bu durumda ipotek koyanla ev satın alan arasında zımni bir sözleşme (implied contract veya equitable contract) oluşur ve ipotek koyan satış sözleşmelerinin tarafı haline gelir. İpotek koyan ipotekten doğan alacaklarını alabilmek için öncelikle kendi kabulü üzerine yapılmış olan sözleşmelerdeki yükümlülüklerini yerine getirmek zorundadır. Dolayısıyla ev sahiplerinin ayrı koçan almasını sağladıktan sonra geriye kalan ipotekli arazi üzerinde hakkını alabilmelidir.

Görüleceği gibi nısfet hukuku ( equity ) ilkeleri de İpotek yasasının doğru yorumlanmasını zorunlu hale getirmektedir. Bu durumda yasa hatalı yorumlanmaya devam ederse Yasama Meclisinin yasanın doğru yorumlanmasını öngören bir yasa yapması sorunu çözecektir.

Soru:Bir banka arazi üzerine ipotek koymuşsa daha sonra arazi üzerine evler yapılıp satılacağını nasıl bilebilir?

Cevap: Hukukta önemli olan bankanın arazi üzerine evler yapılıp satılmasını kabul edip etmediğidir. Bu da ipotek sözleşmesinden anlaşılır. Bazen orada evler yapılmış durumdadır. Banka kredi vermeden önce malın durumu ile ilgili bir rapor hazırlatır. Dolayısıyla evlerin yapılıp satıldığını bilmektedir ve kabul etmiş durumdadır. Eğer evler daha sonra yapılıp satılacaksa bu konuda bankanın kabulü olup olmadığı ipotek sözleşmesinden kolayca anlaşılabilir.

Eğer banka ipotek koyarken evler yapılıp satılmasını kabul etmişse daha sonra bu evlere sahip çıkmaya çalışması hukuk ilkelerine aykırıdır. Bu hırsızlıkla aynı oranda hukuk dışı bir davranış olur. Tüm dünyada hukuk ilkeleri böyle yorumlanıp uygulanmaktadır. Bizde maalesef bazı davalarda farklı yorumlar yapılmıştır. Bunun sonucu ekonomide büyük çöküntü yaşanmıştır.

Soru : KKTC de ipoteklerde hatalı yorum yapılmasının ekonomiyi etkilediğini söylüyorsunuz . Nasıl bir etkileme oldu?

Cevap:
Ülkemizde 2004 de başlayan inşaat gelişmesi halkımıza büyük refah getirmişti. Kimse satın aldığı parasını ödediği, sözleşmedeki tüm yükümlülükleri yerine getirdiği bir evi hiç kusuru olmadan hatta haberi bile olmadan yitirmek istemez. İpotek yasasının hatalı yorumu ve nısfet hukuku ( equity ) ilkelerinin uygulanmaması inşaat gelişmesini birden bire durma noktasına getirdi. Yüzlerce müteahhit iflas etti binlerce ev de yarı inşaat halinde kaldı. İnşaat sektörünün tekrar canlanabilmesi için ipotek yasasının doğru yorumlanması şarttır. Yargıtayın doğru yoruma katılmaması halinde Yasama Meclisinin yasa değişikliği ile doğru yorumu zorunlu hale getirmesi gerekir. Bunun yanında yasalarda mevcut bazı hataların da düzeltilmesi gerekmektedir.

Soru : Yasaların hatalı yorumunun ortaya çıkardığı sorunlara değindiniz. Ayrıca yasalarda mevcut bazı hataların da düzeltilmesi gerektiğini söylüyorsunuz . Bunlar ne gibi hatalardır?

Cevap: İcraya İlişkin Yasalarda ve özellikle Aynen İcra Yasasında mevcut bazı hataların da düzeltilmesi gerekir.

Kıbrısta 1949 yılından beri uygulanan bir Aynen İcra Yasası vardır. (Fasıl 232 Sale of Land ,Specific Performance Law). Bu yasaya göre Mahkemenin çok özel şartların gerçekleşmesi halinde bir taşınmaz malın satıcıdan alıcıya geçmesi için emir vermesi mümkündür. Yasayı inceleyince özel şartların hemen hiçbir zaman gerçekleşemeyeceğini görürüz. Yasa Koyucu 1949 yılında çok değişik koşullarda insanları doğrudan tapuya giderek mal satın almaya, bunun dışında satın almamaya yönlendirmek istemişti. Bu nedenle Mahkemelere taşınmaz malların devri konusunda emir verme yetkisi vermedi. Halbuki bugün bir sözleşme yapmak ve satın alınan apartman dairesi ise ayrı koçan çıkması icin aylarca bazen yıllarca beklemekgerekmektedir. Alıcı bir yabancı ise yine aylarca veya yıllarca izin çıkmasını beklemektedir.

Şu anda geçerli olan yasalarımıza göre satıcı ile alıcı arasında bir anlaşmazlık çıkarsa Mahkemenin yetkisi sadece alıcının lehine tazminat hükmü vermektir. Bu durumda yaptığı sözleşmedeki tüm şartları yerine getirse dahi alıcı evi alamayacak yani evini yitirecektir. Bir tazminat hükmü alabilir, fakat çoğu kez satıcının elinde hiçbir karşılık kalmadığı için bu hükmün bir anlamı yoktur. Bu durumda alıcı hem evi hem de parasını yitirecektir. İnşaat gelişmesinin ekonomiyi geliştirdiği ve halka büyük refah sağladığı KKTC gibi bir ülkede böyle bir düzenleme doğru olabilir mi?

Aynen İcra Yasasının değiştirilmesi ve tüm diğer gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, bir satış sözleşmesiyle ev satın alan, satış bedelini ödeyen ve sözleşmedeki tüm şartları yerine getiren alıcının ismine malın devri için emir vermeye Mahkemelerin yetkili kılınması gerekir.

Soru:Başka nasıl değişiklikler yapılmalıdır?

Cevap: Diğer bir konuda daha değişiklik yapılması gerekir. Bu konuda görüş oluşturmadan önce ülkemizde yaşanan diğer büyük trajediyi anlamak gerekir.

Bir kişinin bankaya giderek taşınmaz malını ipoteğe vererek para borçlandığını varsayalım. Banka bu malın değeri konusunda araştırma yapacak ve ona göre krediyi verecektir. Daha sonra borç ödenmezse mal satışa çıkarılacaktır. Malın bankanın yaptığı değerlendirmeden daha yüksek bir fiyata satılabilmesi gerekir. Ancak ülkemizde büyük ekonomik çalkantılar olmaktadır. Kısmen yukarıda anlattığım hatalar nedeniyle taşınmaz malların değerinde büyük düşüşler olmaktadır. Diyelim ki bankanın araştırmasında bir malın değerinin 100, 000 TL olduğu saptandı. Ve banka bu kişiye 70,000TL borç verdi. Borç ödenmeyip mal satışa çıkarıldığı zaman açık artırmada malın 20,000TLsatılma olasılığı büyüktür. Bu durumda borçlu ipotek ettiği malını yitirecektir. Ancak sorun burada sona ermiyor. Çünkü 80,00TL borç devam etmektedir. Banka borçlunun diğer mallarını da bir bir icra yöntemi ile sattıracak ve daha sonra sıra taksit istidası ve hapse gelecektir.

Açıkgözler borçlunun mallarını ucuza almak için sırada beklemektedirler. Borçlu ve ailesi yok olurken birkaç kişi zengin olacaktır. Mazbata da olduğu gibi borçlu çareyi yurt dışına kaçmakta bulacak ve bir daha geri dönemeyecektir. Böyle bir düzen Anayasamızın sosyal devlet anlayışına uygun olabilir mi?

Burada yasadaki bir hatanın düzeltilmesi gerekmektedir. Acaba nasıl bir düzeltme yapılmalıdır. Böyle bir sorunu çözmek için nısfet hukuku (equity) ilkelerinden yararlanabiliriz. "Mademki banka malı değerlendirdi ve buna dayanarak borç verdi; mal bu değerin altında satılırsa bunda her iki tarafın da kusuru vardır. Bu durumda borçlunun diğer malları ve geliri icraya tabi olmamalıdır. Yani borç devam etmeli fakat banka borçlunun diğer mallarına karşı icra yollarına başvuramamalıdır. Bu durumda icra ya tabi olmyan doğal bir borç oluşacaktır.

Buna benzer bir borç ilişkisini daha önce mazbatalarda da görmüştük. Borçlu kendi gönlüyle bu borcu ödeyebilecektir. Örneğin borçlu tekrar kredi almak isterse ona geçmiş borcunu ödemesi şartı konabilecektir. Bu olasılıkların dışında borçlunun ne diğer mallarına ne de gelirine karşı icra takibi yapılamamalıdır.

İcraya ilişkin yasalarda değişiklik yapılarak bu kuralların getirilmesi ezilmekte olan bir çok aile için kurtuluş olacaktır.
Yazımızın yarınki bölümünde 12/2012 ve 12/2013 sayılı Yapılandırma Yasalarının iyi yasalar olup olmadığını inceleyeceğiz.

8

Soru : 27.12. 2012 tarihinde mazbata nedeniyle hapse atılanlar affedilmiş ve bir Ad-Hoc komite kurularak 12/2012 Sayılı Yapılandırma Yasası ile 12/ 2013 Sayılı Yeniden Yapılandırma Yasaları yapılmıştır. Sizce bu yasalar iyi yasalar değil mi?

Cevap: Yapılandırma yasaları icrayı bir süre için durduran ve bazı kriterler belirleyerek tarafları icra konusunda yeniden anlaşma yapmaya davet eden yasalardır. Bu yasalar temel sorunları çözen yasalar değildir. Temel sorunları çözmeden tarafları anlaştırarak işin içinden çıkmaya çalışılmış ve bir karmaşa yaratılmıştır. Bu doğru bir yöntem olamaz.

Bir yasanın iyi yasa olarak tanımlanabilmesi için iki özelliği olması gerekir.
A)Amacı iyi olmalı.
B)Bu amaca ulaşmak için doğru kurallar belirlemeli.

Yapılandırma yasalarının son derece iyi amaçla yapıldığı açıktır. Çünkü adaletsiz astronomik faizler nedeniyle hapiste olanların affı sağlanmış ve hapse atılma işlemi bir süre için durdurulmuştur. Meclisin bir Ad- Hoc Komite kurması, bu Komitenin sürekli çalışması ve hazırladığı yasaların Meclisten oybirliği ile geçmesi de iyi niyetin kanıtıdır.

Ancak amaç açısından söylediğimiz bu sözleri içerik açısından da söylememiz mümkün değildir.Yapılandırma yasalarının içerdiği kuralları incelediğimiz zaman iyi bir yasada olmasıgereken özelliklerin hiçbirinin mevcut olmadığını görürüz. Bunun nedenlerini şöyle açıklayabiliriz.

1)İyi bir yasanın son derece sade olması, yasayı herkesin kolaylıkla ve tereddüde düşmeden anlayabilmesi gerekir. Örneğin İngiliz döneminden kalan yasaların koyduğu kuralları en cahil köylü dahi anlayabiliyordu. Bu durum herkese ihtiyaç duyduğu güveni veriyordu. Yapılandırma yasalarını ise en eğitimli insan bile anlamakta zorluk çekmektedir.12/2012 Sayılı Yasadan sonra sevinen ve sorunlarının sona erdiğini zannedenler bir süre sonra durumun hiç de ümit ettikleri gibi olmadığını anladılar. Başvurdukları hukukçuların her okumada yasadan başka bir anlam çıkardığını ve yeni güçlüklerle karşı karşıya kaldıklarını gördüler. Bu nedenle ikinci bir yasa yapılması zorunlu hale gelmiştir. İkinci yasadan sonra tartışma konuları daha da artmıştır. Bu kadar karmaşaya neden olan yasaların sade ve herkesin tereddüde düşmeden anlayabildiği yasalar olduğunu söylemek mümkün değildir.

2) Yapılandırma yasaları ödeme konusunda borçluya süre tanımış, yeni bir anlaşma yapılmasını öngörmüş ve bu anlaşmada uyulması gerekli kriterler belirlemiştir. Ancak söz konusu kriterlere uygun anlaşma yapılmasını zorunlu hale getirmiş de değildir. Yani tarafları tartıştırıp ortada bırakmıştır. Böyle yasaların mevcut çanlaşmazlıkları daha da artırması kaçınılmazdı.

3)Yasalar insanlar arasındaki anlaşmazlıkları ortadan kaldırmak ve insan ilişkilerine düzen getirme amacıyla yapılır. Ancak iyi bir yasanın bununla yetinmemesi gerekir. İyi bir yasa henüz ortaya çıkmamış potansiyel anlaşmazlıkları, yani anlaşmazlık tohumlarını da ortadan kaldırmalıdır. Yapılandırma yasaları bunları yapacağına tarafları yeniden pazarlık etmeye, tartışmaya ve kavga etmeye yönlendirmiştir. Anlaşmazlıkları sonlandıracağına devam etmelerine izin vermiş, anlaşmazlık tohumlarının yeşermesine ve yeni anlaşmazlıklar çıkmasına neden olmuştur.

4)İcrayı durdurup insanları yeni bir kavgaya yönlendirme icra işleri ile uğraşan hukukçuları da rahatsız etmiştir. Avukatların sokağa dökülüp yasayı protesto etmelerine neden olmuştur. Baro Yeniden Yapılandırma Yasasının Anayasaya aykırı olduğunu iddia ederek bir dava açmıştır. Böylece ülkemizde sorunlar azalacağına artmıştır.
Bir yasanın başarılı olup olmadığını saptamak için ortaya çıkardığı sonuca bakmak gerekir. İyi bir yasa ülkeye adalet getiren ve uygulandığı zaman halka huzur veren yasadır. Bu açıdan bakıldığı zaman yapılandırma yasalarının iyi amaçla yola çıkan, fakat yaptığı büyük hatalarla sorunları çözemeyen, hatta daha da artıran yasalar olduğunu söyleyebiliriz.

Soru : Yapılandırma yasalarının iyi yasalar olmadığını söylüyorsunuz. Baro da aynı şeyi söylüyor. Aynı görüşte misiniz?

Cevap: Hayır. Ben geçmiş uygulamanın son derece adaletsiz, hukuka ve insan haklarına aykırı olduğunu ve bu haksızlığın mutlaka giderilmesi gerektiğini söylüyorum. Yapılandırma yasalarını bu haksızlığı sona erdiremedikleri için eleştiriyorum. Anladığım kadarıyla avukatlar geçmiş uygulama konusunda bir şey söylemiyorlar. Sadece uygulamanın durmasından ve yerine yeni bir icra sistemi konmamasından şikayet ediyorlar. Temel sorunlara çözüm önermedikleri için eski uygulamayı onayladıkları anlamı çıkıyor. Örneğin Yeniden Yapılandırma yasasının Anayasaya aykırı bulunup iptal edilmesinden sonra eski haksızlığın devam etmesi söz konusudur. Halbuki ortada ciddi bir haksızlık vardır ve bu haksızlığı ortadan kaldırmaya çalışmamız gerekir.

Soru: Avukatların görüşlerinde haklı bir taraf yok mu?

Cevap:
Ülkemizde başka meslek grupları gibi hukukçuların da karşı karşıya olduğu ciddi sorunlar vardır. Bu nedenle eylem yapıp dava açmak zorunda kalmışlardır. Acaba oların sorunlarına bir çözüm bulmamız mümkün değil mi?

Kendi yaşamımdan örnekler vereyim. Baro imtihanını geçince doğduğum yer olan Mağusada avukatlığa başladım. Yargıç olmadan önce 4 yıla yakın süre orada avukatlık yaptım. Mağusa Kazasında sadece 3 avukat idik. Bir süre sonra iki avukatın daha geleceğini, işlerin azalacağını düşünerek kaygı duyuyorduk. Şimdi yüzlerce avukat var. Her yıl onlara yüzlerce avukat daha katılıyor. Bunlar toplumun en değerli insanlarıdır. Nasıl geçiniyorlar, nasıl geçinecekler sorularını sorduğum zaman içimi hüzün kaplıyor.

Toplumun temel taşı olabilecek bu insanların bir aile kurması, ailelerini geçindirecek kadar para kazanması ve toplumda iyi bir yer edinmesi gerek . Ancak bu olanak yok. Bir tarafta mazbatadan hapse atılan insanların ezildiğini ve ülke dışına kaçtıklarını görüyoruz. Diğer tarafta yeterli iş hacmi olmadığı için ailelerini geçindirecek para kazanamayan ve ülke dışına gitmekten başka çare bulamayan avukatlar görüyoruz. İki büyük trajedi karşı karşıya gelmiş durumdadır. Böyle durumlarda devletlere büyük görevler düşmektedir.

Devlet bir zamanlar iflas eden bankaların yardımına koşmuştu. Haksız faiz ve mazbata tehdidi altında ezilen borçluların yardımına da koşmak istedi. Bunun gibi toplumun göz bebeği olan gençleri koruyacak önlemleri de alması gerekir. Bu amaçla köklü çözümler üretilmelidir.

Soru: Avukatların geçim sorunu nasıl çözülebilir?

Cevap: Genç avukatlar mesleğe başladıkları zaman haksız faiz taşıyan borçlarla karşılaştılar. Kendilerini haksız mazbata uygulamasının içinde buldular. Mesleklerini hatalı uygulama üzerine inşa ettiler . Yapılandırma yasaları gelip icrayı durdurunca ve yerine de bir karmaşa gelince doğal olarak büyük rahatsızlık duydular. Hiç değilse eski uygulama devam etsin diyorlar. Ancak devletin onlara daha iyisini önermesi gerek.

2002 yılında Yargının önerdiği gibi dünyada icra konusunda meydana gelen gelişmeler izlense, mazbata ve ipotek konularında yorum hatası yapılmasa avukatların geliri sağlıklı bir uygulama üzerine inşa edilecekti. Avukatlar mesleklerini doğru bir şekilde ve belki de daha çok kazanarak icra edebileceklerdi. Bu gün de yukarıda anlattığım öneriler geçekleşirse daha sağlıklı bir çalışma içine gireceklerdir. Yeni duruma adapte olmaları için kısa bir süre yeterli olabilir.

Avukatların geçim sorununu çözmek için düşünülebilecek köklü çözümlerden biri adli yardım (legal aid) sisteminin ülkemize getirilmesidir.

Soru :Adli yardım nasıl bir sistemdir?

Cevap
: Adli yardım İngilterede yaygın olarak kullanılan bir yöntemdir. Avrupa Birliği tüm AB ülkelerine bu yöntemi uygulamalarını tavsiye etmiştir.

Yeniden Yapılandırma Yasası tarafların ödeme konusunda yeni bir takvime uymalarını öngörmüştür. Bu takvimde anlaşamayanlar ise Yargıya başvurabileceklerdir. Yasanın 17.ci maddesinde yeniden yapılandırılacak borç için alınacak hükümde dava masrafı talep edilemeyeceği belirtilmiştir. O zaman sormak gerekir. Bu masrafı kim ödeyecektir? Borç olarak verdiği parayı geri almaya çalışan banka masrafı ödeyerek alacağı miktarı daha da azaltmaya razı olmayacaktır. Borçlu da ödemeyince avukatlar angarya mı çalışacaklardır? Yasanın bu anormal düzenlemesi akla yeni bir çözüm getiriyor. O da adli yardım sisteminin bir başlangıcı olarak devletin bu masrafları ödemesidir.

Adli yardımda haklı oluğunu düşünen ve dava masrafı bulmakta zorlanan bir kişi devlete başvurur. Devlet de ilk bakışta haklı gibi görünen, davayı kazanma olasılığı olan ve dava masrafı bulmakta zorlanan kişilerin masraflarını karşılar. Herkes kendi istediği avukatı tutar, fakat masrafları devlet öder. Çünkü bir ülkede insanların haklarını aramasında ve adaletin gerçekleşmesinde devletin de menfaati vardır.
Adli Yardımın ülkemize gelmesi ciddi bir gelişmedir. Büyük bir reformdur. Yüzeysel yasalarla bu reform gerçekleştirilemez. Uygulayan ülkelerdeki kuralları tüm ayrıntıları ile öğrenmek ve daha iyisini yapmaya çalışmak gerekir.

Yarın yazımızın son bölümünde halkımızın karşı karşıya olduğu trajediyi sona erdirecek yeni öneriler üzerinde duracağız.


9

Soru: Bir tarafta haksız faizler ve haksız mazbatalar altında ezilen borçlular, diğer tarafta geçim sıkıntısı çeken avukatlar olduğunu, köklü çözümler bulunmadığı için her iki kesimde de büyük mağduriyetler yaşandığını söylüyorsunuz. Köklü çözümler nasıl bulunabilir?

Cevap: Akla gelen çözümlerden biri adli yardım (legal aid) sisteminin ülkemize getirilmesidir. Adli yardımda bazı davalarda avukat masrafları devlet tarafından karşılanmaktadır. Dolayısıyla geçim sıkıntısı çeken avukatlara bir rahatlama geleceğini dünkü çalışmamızda görmüştük.

Yararlı olacak diğer bir sistem ise uzlaşım ( mediation ) olabilir.
Yeniden Yapılandırma yasasının 19. maddesine göre , yasanın uygulanması esnasında çıkan sorunları gidermek, yapılan itirazları ve şikayetleri değerlendirerek kalıcı çözümler bulup uzlaşı sağlamak için bir hakem heyeti kurulacaktır. Hakem heyeti kararları bağlayıcı olmakla birlikte bu kararlara karşı yargı yolu açık olacaktır.

Burada sözü edilen hakem heyeti nasıl bir oluşumdur? Tahkim (hakeme havale, arbitration) ve uzlaşım (mediation) kurumlarına benzeyen fakat ikisinden de farklı olan bir oluşumdur. Sanırım tahkim ve uzlaşım konularında yeterli bilgi olmadığı için yasada böyle bir oluşuma yer verilmiştir.Yıllarca uygulama içinde bulunmuş bir insan olarak yasadaki düzenlemenin hatalı olduğunu, uygulanamayacağını, ve büyük karmaşaya neden olacağını söyleyebilirim. Halbuki uzlaşım yargının geçmişte uygulamaya çalıştığı ve avukatların geçim sorununa da çözüm getirebilecek bir sistemdir.

Soru:Uzlaşım nasıl bir sistemdir ve avukatların geçim sorununa nasıl çözüm getirebilir?

Cevap: Önce tahkim (hakeme havale) konusunda kısa bilgi vereyim.
Tahkim yargı kadar eski olup günümüze kadar gelmiş bir sistemdir. Burada iki taraf anlaşmazlık çıkmadan önce veya çıktıktan sonra yargı yerine tahkime gitme konusunda anlaşırlar. Yani tahkim normal yargı yerine tarafların anlaşarak kendi kuracakları özel bir mahkemede yargılanmalarıdır.

Yabancı bir firma bir ülkede yatırım yaparken tahkim anlaşması yapmayı tercih edebilir. Çünkü o ülke yargısına güvenmez. Anlaşmazlık çıktıktan sonra da taraflar yargı yolunun çok uzun ve masraflı olduğunu düşünerek kendi özel mahkemelerini kurmayı tercih edebilirler. Bugün karşı karşıya olduğumuz borç ilişkilerinde tahkim yönteminin tercih edileceği düşünülemez. Çünkü taraflar tahkim konusunda anlaşacaklarına çok daha zahmetsizce borç konusunda anlaşabilirler. Tahkim yasalarımızda mevcut olup kullanılmayan veya çok ender hallerde kullanılan ve ne borçluların ne de avukatların sorunlarına çözüm getirmeyecek bir sistemdir. Uzlaşım ise tam tersi, hukuk sistemimizde büyük değişiklik yaratabilecek bir devrimdir.

Soru:Uzlaşım hukuk sistemimize nasıl yararlı olabilir?

Cevap:
Bunun için öncelikle uzlaşımın ne olduğunu ve nasıl çalıştığını öğrenmemiz gerekiyor.
Geciken adaletin adalet olmadığını herkes söylüyor. Yargıda gecikme ise evrensel bir hastalıktır. Bu sorunu gidermek ve mahkemelerdeki dava yığılmasını önlemek için eskiden beri çeşitli yöntemler uygulanmıştır. Bu yöntemler arasında en hatalı olan ve yargıya yarardan çok zarar veren yargıya başvurmayı zorlaştırmaktır. Doğru olan yöntem ise tarafların kendi aralarında anlaşarak sorunlarını çözmelerine olanak sağlamaktır. Uzlaşım böyle bir yöntem olup 1970 li yıllarda ABD de geliştirilerek yargıyı destekleyen bir teknik haline getirilmiştir. Yapılan denemeler beklenenden iyi sonuç verdiği için ABD mahkemelerinde yoğun bir şekilde uygulanmaya başlanmıştır. Daha sonra başta Anglosakson hukuk sistemini uygulayan diğer ülkeler olmak üzere dünya devletlerine yayılmıştır.

"Mediation" sözcüğü "arabulucu" anlamına gelmektedir. Bu yöntem Türkçeye "uzlaşım" olarak çevrildi. Halbuki gerçekte yapılan tarafları uzlaştırma değil, tamamen barıştırmaktır. Çünkü uzlaşımdan sonra ortada uzlaşılacak bir konu kalmamaktadır. Herhangi bir hüküm verilmeden dava geri çekilerek ortadan kalkmaktadır.

Uzlaşım pratikte o kadar yararlı sonuçlar verdi ki Avrupa Birliği 2004 yılında aldığı bir kararla tüm üye devletleri yargılarında uzlaşımı uygulamaya davet etti. Bu karar ışığında AB ülkelerinin yasalarını değiştirerek uzlaşıma yer vermesi beklenmektedir. Ancak bu gelişme Kıta Avrupa'sında pek kolay olmayacaktır. Çünkü uzlaşımda Kontinental hukuk anlayışında olduğu gibi yargıçların yetki ve otoritesini artırarak değil tarafların söz hakkını artırıp onlara barışma fırsatı vererek sorunu çözme çabası vardır. Böyle bir çabayı Kontinental sistem içindeki ülkelere anlatabilmek ve uygulayabilmek kolay olmayacaktır.
Pratikte uzlaşımın büyük yararlar sağladığı kanıtlanmıştır. Bir çok mahkemede davaların %20'sinin bu yöntemle duruşmaya gerek kalmadan mahkeme dışında sonuçlandığı, anlaşmazlık konularının ortadan kalktığı ve mahkemenin yükünün azaldığı gözlemlenmiştir.

Soru : Uzlaşım nasıl uygulanıyor?

Cevap:
Uzlaşımda yargıcın yaptığı taraflara uzlaşımdan yararlanmak isteyip istemediklerini sormak ve istiyorlarsa bir süre, örneğin iki ay davayı ertelemekten ibarettir.

Mahkeme Mukayyitliğinde Yüksek Mahkemenin onayladığı eğitimden geçmiş uzlaşımcıların bulunduğu bir liste olacaktır. Tarafların bu listede bulunan bir uzlaşımcıya başvurmayı kabul etmeleri halinde uzlaşım prosedürü aşlayacaktır.Uzlaşım tamamen gönüllü bir olay olup uzlaşıma katılıp katılmama, hangi uzlaşımcının seçileceği , barışıp barışmama tamamen tarafların isteğine bağlıdır. Taraflar ne kadar özgür olurlarsa uzlaşımın o kadar iyi sonuç verdiği bilinmektedir. Uzlaşım süreci sonunda ya taraflar barışacak ve dava tamamen ortadan kalkacak ya da dava kaldığı yerden devam edecektir.

Soru: Yargının uzlaşımı ülkemize getirme girişiminde bulunduğunu söylüyorsunuz.

Cevap:
Yüksek Mahkeme Başkanı olduğum sürede bu sistemi KKTC ye getirme girişiminde bulunduk. Rum Bakanlar Kurulu AB nin etkisi ile uzlaşımın Rum kesiminde uygulanacağı yönünde bir karar vermiş fakat konuyu anlamadıklarından anlamsız ifadeler kullanmışlardı. KKTC de ise bazı kesimlerde Rumların yapmadığını yapamayacağımız şeklinde bir düşünce vardı. Biz ise tam tersi hukuk alanında Rum kesiminden de daha iyi olabileceğimize, hatta yeterli gayret göstermemiz halinde dünyanın en iyi hukuk sistemini oluşturabileceğimize inanıyorduk. Bu inanç içinde Rum kesiminin yapamadığı Talasemiya değişiklik yasasını yapmış ve Rum kesiminden çok önce hasta çocuk doğumunu önlemiştik.

Soru : Uzlaşım sistemini niçin KKTC ye getiremediniz?

Cevap: Yapılandırma yasaları gibi son derece uzun karmaşık her okuyanın farklı anlam vereceği yasalar değil Aile Yasasında yaptığımız Talasemiya değişikliği gibi son derece kısa, son derece açık bir yasa yapmaya karar verdik. 9/ 76 Sayılı Mahkemeler Yasasında kısa bir değişiklik yaparak Mahkemenin her iki tarafın müracaatı ve yargıcın uygun görmesi üzerine bir davayı iki ay veya uygun göreceği kısa bir süre erteleyebileceğini ve uzlaşımcının çalışmasına fırsat verebileceğini belirttik. Hazırladığımız yasa değişiklik taslağı Bakanlar Kurulundan geçti. Bunun üzerine uzlaşım tüzüğünü hazırladık. Bu tüzükte her şeyin tamamen özgürce olması gerektiğini vurgulayarak uzlaşımın ana ilkesini öne çıkardık. Böylece İngiltereden de daha başarılı bir uygulama içine girebileceğimizi düşünüyorduk. Ancak yasa taslağı Meclise takıldı.

Sanırım avukatlar "Şu anda zor geçiniyoruz. Davaların %20si barışma ile sonuçlanırsa nasıl geçineceğiz?" diye düşündüler ve yasanın geçmesini engellediler. Halbuki %20 yi barıştıran da yine onlar olacaktı. Yani haksız gelirden vazgeçip haklı gelire adapte olma gibi bir sorun ile karşı karşıyaydılar. Doğru yönde aynı parayı hatta daha fazlasını kazanabileceklerdi. Bu gün de benzer bir durumla karşı karşıyayız. Avukatların yanlış icradan vazgeçip doğru icraya başlamaları gerekmektedir. Geçici bir süre sıkıntı çekseler bile yeni duruma adapte olabileceklerdir. Daha da ileri giderek ben KKTC hukukçularının dünyada gerçekleşmekte olan bu devrimde başı çekebileceklerini ve önlerine büyük iş sahası açılabileceğini düşünüyordum.

Soru: Uzlaşımla avukatların önüne nasıl büyük iş sahası nasıl açılabilir?

Cevap: Uzlaşım yani yargıcın geri çekilip bir uzmana tarafları barıştırma fırsatı vermesi Anglosakson hukuk anlayışına çok uygun Kontinental hukuk anlayışına ise oldukça terstir. Bu nedenle uzlaşımı Türkiye ve diğer Kontinental AB ülkelerinin uygulaması kolay olmayacaktır. Anglosakson sistemde yetişen ve Türkiyedeki hukuku da öğrendiği için Kontinental sorunlara yabancı olmayan KKTC hukukçularının dünyada gerçekleşmekte olan bu devrimde ön plana geçme olasılığı olduğunu düşünüyordum. Türkiyede ve diğer AB Kontinental ülkelerinde uzman veya uzlaşımcı avukat olarak çalışmak onlar için iyi bir iş alanı yaratacaktı.

Soru: Son olarak neler öneriyorsunuz?

Cevap: Bu yazı dizisinde anlattıklarımı şöyle özetleyebilirim. Yapılandırma yasaları amaçları çok iyi kuralları çok kötü yasalardır. Bir sorunu çözerken başka sorunlar yaratmışlardır. İcrayı tamamen durdurup insanları tartışmaya yönlendirmek hatalı bir yöntemdir. Yasaların sorunları çözmek için izledikleri sıra da hatalı olmuştur.

Her şeyden önce icra sorununu çözmemiz gerekiyordu . Bu konuda hukuk sistemimiz nedeniyle İngilteredeki icra sistemini izlemek zorunda idik. İngilterede son 50 yılda meydana gelen değişiklikleri izlememiz ve bu arada mazbata ve ipotek konularında yapılan hatalı yorumları düzeltmemiz halinde icra sorunumuz çözülmüş olacaktı.

İyi bir icra sistemine kavuşunca alacaklılar hakları olan miktarı borçlunun icraya tabi olan malvarlığından zamanında alabileceklerinden emin olacaklardı. Daha sonra geleceğe yönelik faiz düzenlemelerinin nasıl olacağını belirlemek gerekecekti. Bu konuda da ekonomimiz iç içe olduğu için Türkiyedeki faiz düzenlemelerini izlemeliydik. Böylece bankalar gelecekte kredi işlerinin nasıl gerçekleşeceğini öğrenmiş olacaklardı. Bunlar yapıldıktan sonra geçmişten kalan ödenmemiş borçlara sınırlama getirilmesi basit bir konu hale gelecekti. Bu sorun da İngiliz döneminden kalan faiz yasası veya Maliye Bakanlığının 2011 yılında hazırladığı taslak örnek alınarak çözülebilirdi.

Haksızlığa uğramış ezilen insanlara çağdışı icra yöntemleri uygulayarak avukatların para kazanması doğru değildir. Çağdaş icra yöntemlerinin uygulanmaya başlaması halinde avukatlar bir süre adapte olma sorunu çekebilirler . Ancak daha sonra eskisinden de fazla kazanma olanağına kavuşacaklardır. Adli yardım ve uzlaşım yöntemleri ise ülkemizi çağın ilerisine taşırken onlara yeni ufuklar açacaktır.

Bu görüşler benimsenmediği için ülkemizde bir kör dövüşü yaşanmış ve tüm kesimlerin zarar gördüğü bir durum ortaya çıkmıştır.