Maraş Sorunu ve Barış

Taner Erginel
Emekli Yüksek Mahkeme Başkanı

"Maraşın Yasal Statüsü" başlıklı yazıma  çeşitli eleştiriler aldım. Yazıyı  çok beğenip yüceltenler olduğu gibi eleştirenler de oldu.

Söz konusu yazıda bazı saptamalar yapmıştım.

1)
      Maraşın geçmişte Vakıf arazisi olduğu kesin bir gerçektir.
2)
      Bu arazinin İngiliz döneminde yürürlükte olan "Ahkamül Evkaf" a aykırı olarak Rumlara geçtiği de kesindir.
3)
      Şu anda uygulanmakta olan, Taşınmaz Mal Tazmin Komisyonu kanalıyla Kıbrısta mülkiyet sorununun çözülebileceği görüşü yanlıştır. Çünkü Komisyon  5 yıl içinde  sadece 412 malla ilgili karar verebilmiştir. Türklerin Güneydeki malları için buna benzer bir yöntem henüz çalışmaya başlamamıştır. Başlayıp başlamayacağı kuşkuludur.  Karar verilmesi gereken yüz binlerce mal olduğuna göre bu yöntemle sorunun çözümü olanaksızdır.
4)
      Dolayısıyla birkaç kişi bu yöntemden yararlanacak ve halkın büyük kesimleri mağdur olacaktır.
5)
      Kıbrısta mülkiyet sorunu 1923 de Türkiye ile Yunanistan arasında yapılmış toplu (global) mal takas anlaşmasına benzer bir anlaşma ile çözülebilir.
6)
      Kıbrısta Barış iki halk arasında eşitlik ilkesine saygı duyularak sağlanabilir.

Aldığım uyarılar  üzerine bu görüşlere açıklık getirme gereği duyuyorum.
Dostum Erdoğan Naim gazetedeki köşe yazısında Maraş'ın Evkaf a verilmesine sıcak bakmadığını, Evkaf ve Kilise gibi kuruluşların zenginleşip devlet içinde devlet olmalarını doğru görmediğini yazdı. Kuşku yok ki bu görüşte doğruluk payı vardır. Ancak ben Evkafın veya Kilisenin büyüyüp zenginleşmesi ile ilgili bir tartışmaya girmiş değilim. Sadece geçmişte Vakıf arazilerinin niçin bu kadar büyük olduğunu ve niçin Vakıf malların başka kişilere devrinin sınırlandığını açıklama gereği duymuştum. Beni asıl ilgilendiren, gelecekte  Kıbrıs Türk Halkının haklarının nasıl korunabileceği ve Kıbrıs sorununun büyük kayıplar vermeden  nasıl çözülebileceği konularıdır.
Türkçede güzel bir söz vardır. "Son gülen, iyi güler!" Bence  Kıbrısta son gülenin kim olacağı henüz belli değildir. Kıbrıs Türk Halkının bir gün kaybeden konuma düşebileceği ve topraksız fakir bir azınlık haline gelebileceği kaygısı içindeyim. Maraş konusu daha çok bu açıdan beni ilgilendirmektedir.

1974 öncesinde halkımızın ne kadar fakir olduğunu hatırlıyorum. Bu gün lüks arabalarda gezen bizler o tarihlerde otobüse binecek parayı bulamıyorduk. Üniversite mezunu genç kızlarımız  Rum kesimine patates veya portakal toplamaya giderlerdi. Bir gün daha da kötüsü olabilir ve zengin Rum evlerinde temizlik yapmak zorunda kalabilirler diye endişe ediyorduk.  Sonra  bir mucize gerçekleşti ve ikinci sınıf fakir bir halk olmaktan kurtulduk. Ancak elde ettiğimiz olanaklara yasal olarak  sahip olmuş değiliz. Kıbrıs konusundaki tartışmalar ve ortaya atılan görüşler  elde ettiğimiz  olanakların hazmedilmediğini göstermektedir. Bu olanakları elimizden almak isteyenlerin  fırsat kolladığı anlaşılmaktadır.

Bu gün devletimiz egemenliğimiz ve dünyada bir çok ülke halkının imrendiği olanaklarımız var. Ancak hukuk alanında ve diplomatik alanda gerçekleşenlere baktığımda  salim bir limana  varmaktan oldukça uzak olduğumuzu görüyorum.

1960 da Kıbrıs Türk ve Rum Halkları anlaşarak bir devlet kurduk.  Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasına göre bu devleti iki halkın temsilcileri birlikte yönetecekti. Devletin üç organında yani Yasama, Yürütme ve Yargıda yetki eşitliği ilkesi uygulanacaktı. Maalesef Rum Yönetimi bu eşitlikten memnun kalmadı. 21 Aralık 1963 olaylarını ve daha sonra gerçekleşen  Rum eylemlerini ben eşitlik konumundan  uzaklaşma ve Kıbrıs Türklerini fakir bir azınlık haline getirme girişimleri  olarak görüyorum. Kıbrıs Rumlarının eşitlik ilkesini samimi olarak  benimseyen  hiçbir yaklaşımlarını görmedim. Aslında onların başına gelen felaketlerin nedeninin de eşitliği bozma istekleri olduğunu düşünüyorum. Maraş  konusundaki önerileri de eşitlikten uzaklaşma gayreti olarak değerlendirilebilir.

Anastasiadis görüşmelere başlamadan önce bir jest olarak Maraşın Rum Yönetimine verilmesini talep etmiştir. "Maraşın Rum Yönetimine verilmesini istiyoruz. Oranın geçmişte vakıf malı olduğunu biliyoruz. Bunun gibi Kuzeyde de geçmişte Kiliseye ait olup bugün Evkafa tahsis edilmiş mallar vardır. Onları da biz  size bırakalım" demiş olsa aklında iki eşit halk düşüncesi olduğunu  kabul edebilirdik.  Maalesef böyle bir öneri  yapmıyor.

Anastasiadis  iki eşit halkın barış içinde yan yana yaşaması görüşünü benimsemiş olsa şöyle bir öneri yapardı : "Maraşta  geçmişte  Evkafa ait olup yasaya aykırı olarak Rumlara devredilmiş mallar vardır. Bunun gibi Güneyin her yerinde Evkaf malları yasaya aykırı olarak Rumlara devredilmiştir. Kuzeyde ise geçmişte Rumlara ait olup bizim yasalarımıza aykırı fakat KKTC yasalarına uygun  olarak Türklere devredilen mallar vardır. Gelin aynı kuralı her iki tarafa birlikte uygulayalım. Toplu göç yaşanmış  ülkelere barış getiren toplu takas yöntemini izleyelim.  1923 de Türkiye ile Yunanistan arasında gerçekleşen toplu mal takasına benzer bir anlaşma yapalım. 1923 Mal takas anlaşmasının Türkiye ile Yunanistan'a getirdiği barış Kıbrıs sorununun başladığı 1955 lere kadar devam etmişti. Biz niye benzer bir barış gerçekleştirmiyoruz?"
Maalesef  ne Anastasiadis'de ne de öneriyi KKTC ye ileten BM mensuplarında böyle bir görüş yok. Çünkü bizim eşit bir halk olduğumuzu ve eşit haklara sahip olmamız gerektiğini kabul etmiyorlar. Maraş'ı alacaklar ve daha sonra KKTC de terk edilmiş Rum mallarına tamamen farklı bir ölçü uygulayacaklar. Bunun sonucunda  Kıbrıs Türk Halkı topraksız fakir bir azınlık haline gelecek.

Rumların olaylara bakış açısını daha  iyi anlamak için Annan planına bir göz atalım. Rum uzmanların yoğun şekilde çalıştıkları ve KKTC Yönetiminin inceleme gereği dahi duymadığı bu plana göre 20 Temmuz 1974 de mevcut tapu kayıtları  geçerli olacaktı. Dolayısıyla 1974 den sonra  KKTC de taşınmaz mal alanların mülkiyet hakları ortadan kalkacaktı. Geçmişte Rumların Vakıf mallarını elde ederken yaptıkları haksızlıkların ise üzerine sünger çekilecekti. Plan KKTC tapularına göre mal sahibi olanlara sadece bu malların kullanıcısı olarak çok sınırlı bazı haklar tanıyordu. Malı kullanıp bu mal üzerine  belli bir oranda yatırım yapmış olana malı satın alma hakkı tanıyordu. Hangi hallerde malın satın alınabileceği ise tartışmalı idi. Bu konuda malı kullanan ile orijinal mal sahibinin müracaat ettikleri bir Komisyon karar verecekti. Bu karar verilinceye kadar  taşınmaz mala herhangi bir yatırım veya  esaslı tamirat yapılamayacaktı. Bu durumda uzun süre Kuzey Kıbrıstaki ekonomik faaliyetler duracak ve KKTC göçmenlerin yaşadığı yerlere benzeyen bir çadır ülkesi haline gelecekti.

Diyelim ki bir Türk Girne de bir arsayı £10,000 e satın aldı ve £100,000 harcayarak üzerine bir ev yaptı. Plana göre satın alma hakkı tanınması halinde bu Türk orijinal mal sahibinden ikinci kez  arsayı satın almak zorunda idi. Ancak arsayı  kaça satın alacaktı? Plan bu  konuda ilginç ölçüler belirlemişti. Rum Başsavcının katkısı ile hazırlanmış bu ölçülere göre Türkün arsaya sahip olabilmesi için  arsanın Türk kesimindeki  piyasa değerini ödemesi yeterli değildi. Çünkü Rumun zararının eksiksiz giderilmesi gerekiyordu. Rum kesiminde fiyatlar daha yüksek olduğundan Türk oradaki fiyatlara göre bir bedel ödemeliydi. Bu nedenle plan "current value" denilen sanal bir değerin  hesaplanmasını ve bu paranın Rum mal sahibine ödenmesini öngörmüştü. "Current value" Kuzeyde bulunan mal için, bu mal Kıbrısın gelişmiş başka bir bölgesinde yani Güneyde olsaydı ulaşacağı değerin hesaplanıp ödenmesi demekti. Acaba kaç Türk,  satın aldığı bir malı ikinci kez, hem de piyasa değerinden daha yüksek bir fiyata yani Rum kesimi fiyatlarında satın alma gücünü kendinde bulacaktı? Planda Kıbrıs Türklerinin sorunlarını  düşünen olmamıştı. İkinci kez malı satın almadan Kıbrıs Türklerinin elinde bulunan KKTC tapularının hiçbir anlamı olmayacaktı. Dolayısıyla Kuzeyde ve Güneyde taşınmaz malların hemen hemen tümü Rumlara geçecekti.

O tarihlerde yerli ve yabancı ciddi araştırma yapan ekonomistlere bu hesaplamalarla Kıbrıs Türklerinin elinde toprak kalır mı diye sordum. Tamamen tarafsız olanlar bana  Annan planına göre Kıbrıs Türklerinin kaderinin topraksız fakir bir azınlık haline gelmek olduğunu söylediler. Bugün Anatasiadis Maraşı isterken Annan Planındaki ilkelerde  değişiklik yapmayı ve Kıbrıs Türk halkı için  daha insaflı bir plan hazırlamayı öneriyor mu? Önermiyor çünkü iki eşit halk olduğumuzu ve eşit haklara sahip olmamız gerektiğini kabul etmiyor. Bu nedenle Kıbrıs Türk halkının karşı karşıya bulunduğu tehlikeler devam etmektedir.

Eğer biz Rumlarla eşit isek ve Rumlar  bizimle  eşit koşullarda yaşamaya razıysa, Kuzeydeki orijinal Rum mallarına uygulamak istedikleri kuralların aynını Güneydeki orijinal  Vakıf mallarına da uygulamayı kabul etmelidirler.  Maraşın boş olması bu uygulamayı kolaylaştırmaktadır.

Kıbrısta  Rumlara farklı Türklere farklı kurallar uygulamak çok acımasız sonuçlar ortaya çıkarabilir. Ayırımcılık  (diskriminasyon) oluşturur ve insan haklarını ihlal eder. Böyle bir uygulama  Kıbrıs Türklerini 1974 öncesinde olduğu gibi fakir bir azınlık haline getireceği için iç savaşın da habercisi olur. İç savaşın  Türkler kadar Rumlar için de iyi sonuçlar vermeyeceğini biliyoruz.

"Maraşın Yasal Statüsü" isimli yazıda  Maraştaki malların geçmişte Evkaf malı olduğunu ve "Ahkamül Evkafa" aykırı olarak özel kişilere geçtiğini bunun yasal olmadığını ayrıntılı olarak anlattım.  Kuzeyde terk edilen  Rum malları ise 5 Mayıs 1985 Referandumu ile kabul edilen  KKTC Anayasasının 159. cu maddesi ile kamulaştırılmıştır. Bu kamulaştırmada mal sorununun  global mal takası yöntemi ile çözüleceği , Kuzeyde mallarını terk eden Rumlara Türklerin Güneyde feragat ettiği malların verileceği ve ayrıca tazminat konusunda da iki devlet  arasında anlaşmaya varılabileceği belirtilmiştir. Dünyada toplu göç yaşanmış diğer ülkelerle kıyaslanınca bu yöntem adil bir çözüm yolu idi. Bu nedenle KKTC tapularının uluslar arası hukuka uygun, yasal tapular olduğu kabul edilmelidir.

Global mal takası yöntemini kabul etmeyip Taşınmaz Mal Tazmin Komisyonunun oluşturulmasını  öneren Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi  Kıbrısta gerçekleşen olayları hatalı değerlendirmiştir. Çünkü sadece Kuzeydeki Rumların Güneye geçmeye zorlandıkları varsayımı ile hareket etmiştir. Halbuki Güneydeki Türklerin de yıllarca süren baskı ve can korkusu altında yaşadıklarını,bu nedenle Kuzeye geçmek zorunda kaldıklarını  ve Kıbrısta karşılıklı toplu göç yaşandığını hepimiz biliyoruz.

Konuyu daha fazla aydınlatmak için şöyle bir soru sorabiliriz.  Hangi tapular daha fazla yasa dışı ve geçersizdir?  KKTC tapuları mı yoksa Maraşta "Ahkamül Evkaf"a aykırı olarak zamanaşımı gerekçesi ile elde edilen Rum tapuları mı? İyi niyetli dürüst bir insan hiç değilse şöyle diyecektir: "Her iki tarafın tapuları da aynı oranda şaibelidir. Aynı kuralı her ikisine de uygulayalım."

Gerçekte KKTC tapularının Maraştaki Rum tapularından daha yasal olduğu çok açıktır. Çünkü KKTC de mal alanların iyi niyetli olmalarına karşılık Maraşta mal anlar hiç de iyi niyetli değillerdi. KKTC de mal alanlar bu malın daha önce bir Ruma ait olup olmadığını bilecek durumda değillerdi. Halbuki Maraşta mal alanların koçanlarının  üzerinde geçmişte vakıf malı olduğu ve zamanaşımı nedeniyle el değiştirdiği açıkça yazılıdır. Vakıf malların zamanaşımı ile elde edilemeyeceğini ise tüm hukukçular bilmektedir. Bu durumda Rum Yönetiminin KKTC tapularını geçersiz sayan ve Kuzeyde veya Güneyde bulunan Rum tapularına toz kondurmayan öneriler yapması doğru olabilir mi?

Kuşku yok ki  Rum meslektaşlarım benim bu değerlendirmelerimi kabul etmeyeceklerdir. Kabul etmezler, çünkü iki halkın eşit olduğunu ve eşit hak sahibi olması gerektiğini kabul etmiyorlar.

Orams davasını anımsayalım. Bir İngiliz çift KKTC ye gelerek bir arsa satın aldı. Aldıkları koçanın üzerinde geçmişte  Rum malı olduğuna dair hiçbir belirti yoktu. KKTC tapusuna güvendiler ve KKTC Belediyesinden izin alarak bir ev inşa ettiler. Bu yerin geçmişte Rumlara ait olduğu konusunda en küçük bir bilgileri olmadı. Orijinal mal sahibi Rum onları Rum Mahkemesinde dava etti. Rum Mahkemesi  daha ilk aşamada "Sizin tapunuz geçersizdir. Evinizi yıkın ve arsayı Ruma teslim edin. Bunu gerçekleştirinceye   kadar da her ay tazminat ödeyin. Bu olayda savunma yapma hakkınız dahi yoktur" diye karar verdi. Daha kötüsü verilen bu adaletsiz kararı İngiltere'de icra edip Orams'ların  İngiltere'deki evine de el koyma girişimi yapıldı. İngiltere Mahkemesi bu girişime kabul etmedi  ve uluslar arası hukuka uygun adil bir karar vererek Oramsların   İngilterede'ki evini korudu. O zaman hırslı Rumlar bu davayı "ABAD" a taşıma girişiminde bulundular. Saftirik Kıbrıs Türk  Yönetimi  ise davanın ABAD a taşınmasına itiraz etmedi. "ABAD" da davayı görecek olan Mahkemenin Başkanı Yunanistanın eski İçişleri Bakanı idi ve Kıbrıs Rum Yönetimine hizmet ettiği için Makarios madalyası almıştı. AB adına verdiği kararda "KKTC tapularına güvenenlerin hiçbir hakkı olmaz." dedi.

Orams davasında karar veren  ABAD  Başyargıcına ve ona katılan diğer yargıçlara şunları söylememiz gerekiyor: "Kıbrıs Türk halkı ikinci sınıf bir halk değil. Rum halkı ile eşit koşullarda  devlet kurmuş bir halktır. KKTC tapularına güvenerek mal satın alanların hiçbir hakkı olmadığını söylüyorsunuz ve en ağır kararı veriyorsunuz. Maraştaki Rum tapuları KKTC tapularından çok daha fazla hukuka aykırıdır.  Aynı kuralın  Maraşta mal satın alanlara da uygulanması gerekmiyor mu? Sizin bu kararınız ışığında Maraşta mal satın alanların da tapuları geçersiz hale gelmiş değil mi?"

Bu gerçekler ışığında Anastasiadis e şöyle seslenebiliriz. "Rum siyasilerin bu güne kadar izlediği Kıbrıs Türklerini aldatmaya çalışmak veya baskı yaparak haklarından vazgeçmeye zorlamak  hatalı bir yöntemdir. Bu yaklaşım Rum halkına da yarar sağlamayacaktır. Çünkü Kıbrısta en önemli konu Barıştır. Barışın anahtarı ise iki halk arasında eşitliktir. Eşitliğin formülü  iki tarafa aynı kuralları uygulamaktır. Kıbrısta bu kuralları uyguladığımız zaman global mal takası zorunlu hale gelmektedir. Gelin Güneydeki orijinal Evkaf malları ile, Kuzeydeki orijinal Rum mallarına aynı  kuralları uygulayalım ve  takas yaparak bu sorunu çözelim."