Borç Nedeniyle Hapis Emri Verilebilir mi?

1

Cezaevinde  ortaçağ görüntüsü
Geçen akşam televizyonda bir doktorun  hanımı eşinin borcundan dolayı hapse atıldığını anlattı. Televizyonda doktorun  eşi ve diğer faiz mağdurlarının şikayetlerini  dinlerken büyük üzüntü içine girdim, hatta  şok yaşadığımı söyleyebilirim.

Ülkemizde enflasyon nedeniyle faiz sınırlamalarının kalktığını,  yükselen faizler nedeniyle borçların astronomik rakamlara yükseldiğini, bir çok kişinin borcunu  ödeyemeyecek duruma düştüğünü ve alacaklıların icraya başvurup borçluların  taşınır veya  taşınmaz mallarını sattırdıklarını biliyordum. Fakat borçlarını ödeyemeyenlerin  hapse gönderildiklerini işitmemiştim. Bu benim için yeni ve kabul edilemeyecek  bir olaydı.

Doktorun hanımı cezaevinde eşini ziyaret ettiği zaman aynı gerekçe ile hapiste bulunan  bir çok kişiyi gördüğünü, toplumumuzun en saygın kesimlerinden  gelen bu insanların ve ailelerinin çok güç durumda olduğunu  söylüyordu. KKTC nin dünyanın en adil hukuk sistemlerinden birine sahip olduğunu düşünen veya olması için çaba harcayan  hukukçuların bu duruma tepki göstermemesi ve  duyarsız kalması olanaksızdır.

50 yıl kadar önce hukuk fakültesinde okurken  hocalarımız bize insanların borçlarını ödememelerinin  suç olmadığını, bir borçtan dolayı hapse girmenin tarihe karıştığını, insanların borçlarından sadece mal varlıkları ile sorumlu olduklarını anlatmışlardı.
Okulda öğrendiğimize göre  uygar dünya büyük acılar  ve deneyimlerden sonra insanların borçlarından şahısları ile sorumlu olmaları devrini kapamış ve onun yerine borçluların mal varlıkları ile sorumlu oldukları  bir devri  başlatmıştır.

Hukuk Fakültesinde öğrendiğimize göre alacaklı mali karşılığı olmayan bir kişiye borç verirse borcun ödenmeme riskini üzerine almış demektir. Borcun ödenmemesi halinde bunun kusurunu  kendisinde aramalıdır.

Alacaklı kendi kusuru sonucu  ortaya çıkan bir durum nedeniyle şikayetçi olamaz ve dolayısıyla borçlunun hapse gitmesini talep edemez.

Kusursuz bir kişiyi hapse göndermenin sakıncaları
Hukuk Fakültesinde  insanları zorunlu olmadıkça hapse göndermemek gerektiği konusunda bilgiler edindik.  Kusursuz  bir insanı hapse göndermenin sadece o insana değil, onun yanı sıra  ailesine ve tüm topluma zarar verdiğini öğrendik.

Bu nedenlerle  Ceza Hukukunda   "sanık şüpheden yaralanır" ilkesi kabul edilmiştir. Suçsuz bir insanın  hapse girmesinin ne kadar büyük bir felaket  olduğunu ve bundan tüm toplumun zarar gördüğünü anlatan öğretmenlerimizin "tereddütlü durumlarda suçsuz bir insan hapse gireceğine suçlu iki insanın serbest kalması daha iyidir" sözleri belleğimizde yer etmiştir.



KKTC hukuk sisteminin durumu
Benim gibi birçok hukukçu  meslek hayatımızı KKTC Mahkemelerini dünyanın en adil mahkemelerinden biri haline getirme çabası içinde geçirdik. Sürekli olarak KKTC  hukuk sistemini, İngiltere, ABD, AB ülkeleri ve Türkiye hukuk sistemleriyle kıyasladık.

Bu  kıyaslamalarda ülkemiz hukukunun diğer ülkelerden daha üstün yönleri olduğunu görerek memnun oluyorduk. Fakat bununla yetinmeyerek hukuk sistemimizi daha da geliştirmek ve tüm ülkelerden daha iyi hale getirmek için çaba harcıyorduk. Gösterdiğimiz çabaları Barolar Birliğinin yayınladığı "KKTC Yargısının Sorunları ve Örnek Yargı Oluşturma Çabaları"  isimli kitapta anlattığım için burada tekrarlamayı gereksiz görüyorum.

Orada anlattığım gibi bir tarafta hukuk sistemimizi daha iyi hale getirmeye çalışıyor diğer tarafta sistemimizi geriye götürüp  yozlaştırabilecek  kapıları bir bir kapamaya çalışıyorduk. Öyle anlaşılıyor ki bu kapılar arasında bir tanesi açık kalmıştı ve uygar ülkelerden farklı olarak  borçlarını ödeyemeyen insanlar hapse atılıyordu.

Sanırım televizyondaki programı izleyen bir çok kişi benim gibi kendi kendine şu soruyu sormuştur. Hukuk sistemimiz göreceli olarak oldukça iyi olduğuna göre ceza evinde  tarihe karıştığı söylenen bir durum nasıl gerçekleşebiliyor? Çağ dışı olduğu söylenen bir gerekçe ile toplumumuzun saygın kişileri nasıl  hapse atılıyor?

Arzu ederseniz bu soruları birlikte yanıtlamaya çalışalım. Yasalarımızı gözden geçirip, nerede nasıl bir hata yapıldığını ortaya çıkaralım.

AB ilkelerinin KKTC ye gelmesi
Bazı hukukçu arkadaşlar AB hukukunda bir kimsenin borcundan dolayı hapse mahkum olamayacağını söylüyorlar. Dolayısıyla AB  hukukunun kabulü ile bu sorunun çözülebileceğini öne sürüyorlar. Kuşku yok ki bu görüşte haklılık payı vardır. Ancak  bir kimsenin borcundan dolayı hapse gidemeyeceği ilkesi AB den çok önce  vardı. Bu ilke, AB  nin kurulmasından önce tüm uygar dünya tarafından  kabul edilmişti.

Şunu da eklemek gerekir ki biz yasalarımızın AB yasalarından daha iyi olduğunu iddia ediyorduk. Bu nedenle hukukta büyük bir gelişme olarak kabul edilen,  AB ülkelerinin uygulamaya çalışıp uygulayamadığı "uzlaşım" konusunu ülkemize getirmeye çalışmıştık. Bunun bir nedeni de Kontinental sistem  hukukçularının bu kavrama uyum sağlamakta güçlük çektiklerini görmemizdi. Bu nedenle uzlaşım alanında yetişecek hukukçularımızın Kıta Avrupası ülkelerine eğitmen olarak gidebileceklerini düşünüyorduk.  Yani bizim AB den  değil AB nin  bizden öğreneceği şeyler olduğu kanısında idik.

Bu gerçekler bizi  AB hukukunu beklemeden  kendi hukukumuzu incelemeye ve  borçluların hapsi konusunda  gerçeği ortaya çıkarmaya yönlendirmektedir.

Borç nedeniyle hapis uygulaması diğer Anglosakson ülkelerinde var mı?
Borçluların hapsi konusunda yapılacak gerçekçi kıyaslama KKTC hukuku ile diğer Anglosakson ülkeleri arasında yapılabilir. Bilindiği gibi İngiltere'de  1960 da yürürlükte olan yasalar ile yasalarımız arasında hiçbir fark yoktur. Bunun gibi eski İngiliz kolonisi ülkelerinin icra konusundaki yasaları da bizim yasalarımızdan farklı değildir. Aradan geçen zaman içinde bu ülkelerin yasalarında bazı değişiklikler oldu ancak temel ilkeler değişmemiştir. Acaba bu ülkelerin cezaevlerinde borç nedeniyle hapis yatan insanlar var mı? Hemen yanıt verelim: Yoktur. Bu durumda bizim cezaevimizde böyle bir durumun nasıl oluşabildiği sorusu ciddi bir soru olarak karşımıza çıkmaktadır.

Geçmişte KKTC de borç nedeniyle hapiste kalanlar oluyor muydu?
Yasaları bize benzeyen ülkelerle yaptığımız kıyaslamanın yanı sıra kendi ülkemizdeki geçmiş uygulamayı  gözden geçirelim. Acaba geçmişte cezaevimizde  borç nedeniyle hapis yatan insanlar var mıydı? Eğer yoksa  şimdi olmasını nasıl izah edebiliriz?

Yargıçlığa başladığım 1973 yılı ile emekli olduğum  2006 yılı arasında cezaevimizin durumu konusunda sürekli bilgi aldım. Ülkemizde cezaevi Ağır Ceza Mahkemelerinin denetimi altındadır. Her Ağır Ceza  oturumundan sonra o ilçede bulunan tutuklularla hapiste olanlar  konusunda Mahkemeye bilgi verilmektedir. Daha sonra bu bilgiler Yüksek Mahkemeye iletilmektedir. Bu süre içinde borç nedeniyle hapis yatan  kişiler olduğu konusunda Mahkemeye herhangi bir  bilgi veya şikayet gelmemiştir. Hiç değilse Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı veya Yüksek Mahkeme Başkanı olduğum süre içinde  bana böyle bir bilgi veya şikayet gelmediğini kesin olarak söyleyebilirim.

Gerçi geçmişte de borç taksitlerini ödemeyenler aleyhine  hapis emirleri veriliyor ve bu günkü gibi mazbatalar çıkarılıyordu. Ancak bu emirlerin verilme  koşulları farklı idi ve kimse hapse girmiyordu. Çünkü geçmişte bir borçluyla ilgili böyle bir emir sadece borçlunun parası olduğu halde kasten ödememesi halinde veriliyordu. Yani bu emri alan kişinin  cebinde ödeyecek parası vardı, Mahkeme daha önce bu konuda bulgu yapmış durumda idi. Dolayısıyla hapis emri verildikten sonra saptanan miktarı kolaylıkla  ödeme yönüne gidiyor ve hapse gidip orada kalması söz konusu olmuyordu.

İngiltere ve diğer Anglosakson ülkelerinde de durum bundan farklı değildir. AB ve uygar dünyanın diğer ülkelerinde de durumun aynı olduğunu biliyoruz. Orada yasalar farklı olmakla birlikte ilkeler benzer olduğundan sonuç değişmemektedir. Bu gerçekler ışığında yasalarımızı daha dikkatli incelememiz gerekmiyor mu?

Özetlersek hukuk sistemimizde bir borçlu aleyhine hapis emri verilebilmesi için borcunu ödeyememesi değil,  parası olduğu halde kasıtlı olarak ödememesi gerekmektedir. Geçmişte ülkemizde cebinde  parası olduğu halde ödememeyi  tercih eden insanlar bulunmadığı için kimse hapse girmiyordu.
Bugün cezaevinde bulunan kişilerin paraları olduğunu, bu parayı bilinçli olarak  ödemeyip hapiste kalmayı tercih ettiklerini düşünmek mümkün değildir. Şu halde ortada yasal bir hata vardır. Bu hatayı bularak  düzeltmeye çalışmak  tüm vicdanlı hukukçuların görevidir.
Yazımın yarınki bölümünde bu vicdan borcunu yerine getirmeye çalışacağım.

2


Geçmişte yaşanan trajedi

Yazımın dünkü bölümünde Ağır Ceza Başkanı  ve Yüksek Mahkeme Başkanı olduğum süre  içinde  cezaevinde borcundan dolayı hapiste kalan insanlar olduğu şikayetinin bana yapılmadığını söyledim. Eklemem gerekir ki bir tek olayda böyle bir  durumun gerçekleştiği dolaylı olarak bilgime geldi.

Emekli olmamdan kısa bir süre önce bir iş hanımının  borçlanarak iş yapmaya kalktığını, işlerinin iyi gitmemesi üzerine borçlarını ödeyemediğini ve bu nedenle uzun süre hapiste kaldığını işittim. Bu hanımın icraya tabi  taşınır veya taşınmaz malları olmadığı için borcunu  taksitlerle ödemesi istenmişti. Dilekçe  günü Mahkemede oldukça sıkıntılı olan hanım, işlerinin düzeleceğini ümit ederek borcunu yüksek taksitlerle  ödemeyi kabul etti. Daha sonra taksitleri ödeyemeyince hapis emri verildi ve mazbata çıkarıldı. Parası olsa kuşku yok ki ödeyerek hapisten kurtulacaktı. Onun parası olduğu halde bu parayı saklama ve kasıtlı olarak ödememe  düşüncesi yoktu ve olamazdı. Bu koşullarda hapse gönderilmesi doğru değildi . Buna rağmen aleyhine hapis emri verildi. Ödeyecek parası olmadığı için uzun süre hapiste kaldı.

Olay bilgime gelince  ilgilendim ve hanımın avukatı ile temas ederek verilen  hapis emrine  karşı istinaf dosyalamasını söyledim. Böylece konuyu yasal  tartışmaya açmak istiyordum. Ne var ki olayı öğrendiğim tarihte borçlu hanım uzun hapis süresini tamamlayarak hapisten çıkmıştı ve konuyu tartışacak gücü kalmamıştı.

Bu  olayla  ilgilenmemin nedeni  icra hukukumuzun benimsediği ilkelere aykırı bir uygulama ile karşı karşıya olduğumuzu düşünmem ve bu hatalı uygulamanın izlenmesi halinde hukuk sistemimizin yara alacağı kaygısı içinde girmemdi.  Diğer bir ifade ile yargı sistemimizi geriye götürecek ve yozlaştırabilecek bir kapının açık kalabileceği kaygısı içinde idim ve bu kapıyı kapatmaya çalışıyordum.

Yargımızı geriye götürebilecek kapıları bir bir nasıl kapatmaya çalıştığımızı Barolar Birliğinin yayınladığı "KKTC Yargısının Sorunları ve Örnek Yargı Oluşturma Çabaları"  isimli kitapta anlatmış bulunuyorum. Maalesef borçluların hapsi konusunu tartışmaya fırsat bulamadık.  Öyle anlaşılıyor ki  büyük bir kapı açık kalmıştır.

Hukuk sistemimizde yasal sorunları çözme yöntemi
KKTC de uygulanan  Anglosakson sisteminin   en güzel özelliği Yargıtay'ın sürekli olarak yasal sorunları ele alıp çözmesi, bunu yaparken ilke oluşturması ve bu ilkelerin ülke  hukukunu  geliştirerek zenginleştirmesidir. Anglosakson sisteme "İçtihat Hukuku" denmesinin nedeni budur.

Hukukta sürekli farklı yorumlar yapılır. Bu durum hukukun doğasında vardır. Sonuçta karar verip hangi yorumun doğru olduğunu saptayacak olan Yüksek Mahkemedir. İş hanımının sorununu çözme yeri ise Yargıtay idi. İstinafın yapılması üzerine Yargıtay borçtan dolayı hapse gönderme   konusunu tüm boyutları ile tartışacak ve sonunda bir ilke saptayıp uygulamaya yön verecekti.

Diyelim ki Yargıtay borçlarını ödeyemeyenlerin  hapiste kalmasına olanak veren bir ilke benimsedi. O zaman görev Yasama Meclisine düşecekti. Yargının görevi yasa koyucunun iradesini doğru bir şekilde ortaya çıkarmaktır. Yasama Meclisi, baktı ki kendi iradesine ters bir yorum yapılmış vakit kaybetmeden yasal bir değişiklikle durumu düzeltme yönüne gidecekti. Hukuk sistemimiz bu şekilde saat gibi çalışan kusursuz bir sistem olabilirdi. Böylece ülkemize özgü örnek  bir hukuk oluşturma olasılığımız vardı. Biz  bu güzel sistemin çalışmasını kolaylaştırma çabası içinde idik.

Hapiste kalan insanların mücadele gücünü yitirmeleri
Anlattığım olayda iş hanımının istinaf dosyalamakta geç kalmasının yanında bir sorunu daha vardı. Uzun süre hapiste kalan bu hanımın mücadele edecek gücü kalmamıştı. Diğer bir ifade ile bir daha Mahkemeye çıkmak istemiyordu. İşini bozarak her şeyi sona erdirmeyi tercih etti.

Belki de uygar dünyanın benimsediği ve yasalarımızda yer alan  ilkeyi bilmiyordu. Yani  karşılığı olamayan bir kimseye borç verenin bunun riskini üzerine aldığını, dolayısıyla borcun ödenmemesinin kusurunun alacaklıda  olduğunu  bilmiyordu. Aksine, geçmiş çağlarda olduğu gibi borcunu ödeyemediği için kendisinin  kusurlu, hatta suçlu olduğunu zannediyordu.

İş hanımının trajedisi Hakim Mehmet Zekâ Bey in Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde verdiği ünlü kararın ne kadar doğru olduğunu göstermektedir.  Avrupa İnsan Hakları  Mahkemesinde, Batı Almanya vatandaşı  Karl Heinz Wemhoff  un Batı Almanya aleyhine açtığı bu davada Mehmet Zekâ Bey hukuk tarihine geçen görüşünü şöyle açıklamıştır:   "Haklı  olma olasılığı olan bir kişinin uzun süre  tutuklu kalması onu mahveder. Çünkü her insanda bulunması gereken hakkını arama ve mücadele etme  iradesini yok eder. Tutuklu kalanın yanı sıra toplum da bu olaydan büyük zarar görür"

Alacakların moral ve yasal dayanağı var mı?
İcraya ilişkin yasalarımızı masaya yatırmadan önce  bir konuyu daha incelememiz gerekmektedir. Bugün borcundan dolayı hapiste kalan insanların borçlarının yasal olup olmadığı da tartışma konusudur.

Konuya ilişkin görüşlerimi  7-11 Kasım, 2011 tarihleri arasında Kıbrıs Gazetesinde yayınlanan yazı dizisinde  anlatmış bulunuyorum. Bu yazı dizisi bir internet gazetesi olan Kıbrıs Postası'nda da yayınlanmıştır. Orada bugün Mahkemelerimizde tartışılan borçların moral ve yasal dayanağının  olmadığını ayrıntılı olarak anlatmaya çalıştım.

Borçların moral dayanağı yoktur. Çünkü 1974de Türk parasında başlayan yüksek enflasyon faizlere yansımış ve  bunun sonucu astronomik borçlar oluşmuştur. 2003 yılından sonra ise Türk parası tekrar değer kazanmıştır. Yüksek enflasyon ortamında yüksek faiz ödemeyi kabul ederek oluşan borçların değişen ekonomik koşullarda daha değerli para ile ödenmesini talep etmek büyük haksızlıktır. Bu nedenle alacaklı bankalar moral yönden haklı değildirler .
Alacaklılar yasal yönden de haklı değildirler. Çünkü Anayasa Mahkemesinin 4/2006. D/2007 sayılı kararından sonra Merkez Bankasına yetki veren yasalar yürürlükten kalkmıştır. Bu durumda  daha eski olan yasa yani Fasıl 150 , Faiz Yasası otomatik olarak yürürlüğe girmiştir. Bu yasaya göre yüksek faiz ödenmesini öngören sözleşmeler geçersiz olup faizin ana parayı geçmesi mümkün değildir.

Bu koşullarda moral ve yasal açıdan haksız olan veya hiç değilse haklılığı  tartışmalı olan borçlar nedeniyle borçluların hapse gitmesi doğru değildir.


Faiz Yasa Taslağının önemi
Maliye Bakanlığının hazırladığı Faiz Yasa Taslağının ülkede başlayan yangını söndürecek  çok önemli bir girişim olduğunu söyleyebiliriz.

Taslağın en önemli özelliği açık ve kesin olması ve mahkemelerimizde geçmişte yaşanmış karmaşaya benzer bir duruma fırsat  vermeyecek olmasıdır. Geçmişte Merkez Bankasının verdiği kararlarda tereddütlü durumlar olması büyük sorunlar yaratmış ve halkımızı gereksiz kavgalara sürüklemişti. Bu çelişkiler nedeniyle Mahkemelerimiz çalışamaz hale gelmişti .
Taslağın diğer bir özelliği anlaşmazlığı sonuçlandırması ve alacaklı ile borçlu arasında yeni müzakerelere gerek göstermemesidir. Toplumsal barışın ancak bu şekilde sağlanabileceği açıktır.

Faiz sorununu enflasyonun önce yükselip daha sonra tekrar normale dönmesi nedeniyle meydana gelmiş doğal bir felakete  benzetmek mümkündür. Bu nedenle  Faiz Yasa Taslağının  halkımızı doğal bir felaketten kurtaracak bir önlem olduğunu düşünebiliriz. Doğal bir felakette  görevin devlete düşmesi gibi burada da görev devletindir. Taslak halkımızı felaketten kurtaracak bir devlet girişimi olarak nitelenebilir.

Gelecekte faizle ilgili düzenlemenin nasıl olması gerektiği  ise farklı bir konudur. Bu konu, ileride  ayrıca ele alınıp değerlendirilebilir. Dikkatli ve uzun bir çalışmadan sonra,  bu alanda en başarılı ülkenin uyguladığı sistem  dikkate alınarak uygun bir düzenleme yapılabilir. Geleceğe yönelik daha uygun bir yasa yapılacak diye geçmişi tartışmalı hale getirmek doğru değildir.

Taslağın faizlere ve dolayısıyla borçlara getirdiği sınırlama nedeniyle bankaların zarar görme olasılığı varsa bu konu devletle bankalar arasında ayrıca görüşülüp karara bağlanabilir. Devletin bankaların zararını giderecek başka önlemler alması düşünülebilir. 2000  yılı banka krizinde devlet sorunu çözmek için büyük katkıda bulunmuştu. Aynı katkının şimdi de yapılmaması için bir neden görmüyorum. Bu katkıyı yapmayarak insanları kavgaya sürüklemek ve kavga sonucu sorunun çözüleceğini  düşünmek doğru değildir.

Yazı dizisinin yarınki son bölümünde icra ile ilgili yasalarımızı inceleyecek  ve borçtan dolayı hapsin yasalarımıza uygun  olmadığını ortaya çıkaracağız.


3


KKTC'de borçluların sorumluluğuna ilişkin ilkeler
Orta çağda Avrupada insanlar borçlarından şahısları ile sorumlu idiler. Yani bir kişinin borcunu ödememesi suçtu. Borcunu ödemeyen insanlar hapse atılıyordu. Roma hukukunda  alacaklı borcunu gününde ödemeyen kişiyi kendi özel hapishanesine koyabilir ve borç ödeninceye kadar orada tutabilirdi. İngiltere'de ise borçlular için ayrı bir hapishane yapılmıştı. Uygarlığın gelişmesi ile borçluların borçlarından şahısları ile sorumlu olmaları  ilkesi ortadan kalktı ve sadece mal varlıkları ile sorumlu oldukları ilkesi kabul edildi. Böylece borçluların hapse gitmeleri devri sona erdi.

Benimsenen yeni ilkeye göre borç veren, borçlunun malvarlığı olup olmadığını araştırmak ve buna göre hareket etmek zorundadır. Borçlunun malvarlığı yoksa, alacaklı alacağını yitirecektir ve karşılıksız borç para verdiği için bunun kusuru kendisinde olacaktır.

Hükümlü alacakların icrasına ilişkin yasal durum
Hükümlü alacakların icrasına ilişkin yasamız 1959 yılında kabul edilen Fasıl 6,  Hukuk Usulü Yasasıdır. Bu yasanın, adil  yargılama arayışı içinde olan İngiliz yargıçların önerdiği görüşlerin  etkisi altında yapıldığı anlaşılmaktadır. Yüzyıllar süren deneyimlerin ve birikimin sonunda ortaya çıkan bu yasa,  İngiliz Hukukunun başyapıtlarından biri olarak kabul edilmektedir.

Yasayı tarafsız bir gözle inceleyenler borçluyu koruyan insancıl bir yasa olduğunu,  ancak bu özelliğinin yanı sıra alacaklının da hakkını almasına olanak sağladığını ifade etmektedirler. Şöyle ki yasa bir taraftan temel ilkeye uygun olarak borçlunun borçlarından şahsı ile değil, sadece mal varlığı ile sorumlu olduğu ilkesini benimsemiştir. Diğer taraftan borçlunun mal varlığının belirlenmesinde titiz  bir ölçü uygulayarak borçlunun  mal kaçırmasına izin vermemektedir. Bu düzenlemeye  göre mali karşılığı olmayan bir kişiye borç verenin şikayet etmeye hakkı yoktur, ancak borçlunun da hileli yollara sapıp mal varlığını kaçırmasını önlemek gerekir.

Fasıl 6,  Hukuk Usulü  Yasasına göre öncelikle borçlunun taşınır ve taşınmaz malları icraya tabidir. Ancak bir kişinin normal insanca yaşamını sürdürebilmek için ihtiyaç duyduğu mallar icranın dışında tutulmuştur. Örneğin bir insanın evinde bulunan ve günlük yaşamında kullandığı, ihtiyaç duyduğu eşyalar icraya tabi değildir. Bunun gibi borçlunun mesleğini icra ederken kullandığı eşyalar, değeri belli bir miktarın altında olma koşuluyla icraya tabi değildir. Borçlunun evinin ise icraya tabi olabilmesi için ailesiyle birlikte yaşayabileceği başka bir yeri olduğunun kanıtlanması gerekir. Dolayısıyla yasanın sosyal devlet anlayışı içinde yapılmış insancıl bir yasa olduğu açıktır.

Borçlunun aylık gelirinin icraya tabi olması
Borçlunun taşınır veya taşınmaz  mallarının bulunmaması veya yeterli olmaması halinde  elde ettiği aylık gelirin bir bölümü de  icraya tabidir. Borçlunun elde ettiği sıra dışı kazançlar da icraya tabi olmakla birlikte bu konuda Mahkemelerimizde tartışma olmadığı için inceleme  gereği duymuyorum. Mahkemelerimizde tartışma konusu olan borçlunun aylık gelirinin icraya tabi olmasıdır. Arzu ederseniz yasanın bu konuyla ilgili hükümlerini  büyüteç altına alıp incelemeye çalışalım.

Fasıl 6, Hukuk Usulü Yasasının konumuz  ile ilgili hükümleri, yasanın 82 - 85 maddelerinde yer almaktadır. Yasanın bu bölümü "Hapis Yoluyla İcra" başlığını taşımaktadır. Bu bölüme göre bir borçlunun normal sade bir vatandaş olarak yaşamını sürdürmek için ihtiyaç duyduğu gelirin üstünde  kalan geliri malvarlığının bir bölümü olarak kabul edilmekte ve icraya tabi tutulmaktadır. Yani yasa, borçlunun gelirini ikiye ayırmış ve normal sade bir vatandaş olarak yaşamak için ihtiyaç duyduğu kısmı şahsı gibi icra dışında tutmuştur. Borçlunun gelirinin geriye kalan kısmı ise malvarlığının bir  bölümü olarak kabul edilip icra konusu yapılmıştır.
Böyle bir düzenlemede borçlunun aylık gelirinin belirlenmesinin çok önemli olduğu açıktır. Bunun gibi gelirin hata yapmadan iki bölüme ayrılması  da  çok önemlidir. Çünkü bu  bölümlerin her birine uygulanacak yasalar farklıdır. İki bölümün bir birine karışması ve gelirin normal sade bir yaşam için gerekli olan kısmının icraya tabi tutulması halinde borçlu orta çağda olduğu gibi kendini hapiste bulacaktır.

Yasanın öngördüğü  prosedür
Yasanın bir başyapıt olarak nitelenmesinin nedeni borçlunun aylık gelirinin saptanması ve  ikiye ayrılması konusunda gösterdiği titizliktir. Bu konularda bulgu yapılırken hata olmaması için uyguladığı yöntemdir.

Mahkemelerimizde bir kişinin iddialarını kanıtlamak için şahadet vermesi ve  tanıklarını dinletmesi yeterlidir. Bunun gibi karşı tarafın kabulü ile de anlaşmazlığın sonuçlanması mümkündür.  Ancak yasa, çok duyarlı olduğu  borçlunun gelirinin taksitlere bağlanması konusunda bu yöntemleri kabul etmemiş ve çok daha farklı bir yöntem belirlemiştir.

Taksit dilekçelerinde borçlunun geliri veya ihtiyaç duyduğu miktarı  tanıklarla kanıtlamak mümkün değildir. Borçlunun  kendisinin "Benim gelirim şu kadar. Borcumu ayda şu kadar taksitlerle ödemeye razıyım" demesi de yeterli değildir. Yasa, borcundan dolayı bir borçlunun utanç içinde olacağını, ödeyemeyeceği bir miktarı ödemeyi kabul edebileceğini düşünerek bunu önlemek istemiş ve taksit emri verilebilmesi için borçlunun Mahkemeye gelmesini ve Yargıç tarafından sorgulanmasını şart koşmuştur. Bu düzenlemesi ile  yasanın  borçluyu borçludan fazla koruduğunu  ve şahsına yönelik bir icraya fırsat vermediğini söyleyebiliriz.


Yasanın fevkalade insancıl olması
Yasaya göre taksit emri verilebilmesi için borçlunun Mahkemeye gelmesi ve Yargıç tarafından sorgulanması şarttır. Yargıç öne sürülen diğer delilleri veya  borçlunun alacaklı tarafından sorgulanmasını yeterli bulmayacak ve borçluyu doğrudan kendisi sorgulayıp geliri ve ihtiyaçları konusunda  emin olduktan sonra taksit emri verecektir. Yaptığı sorgulama sonunda Yargıcın borçlunun geliri ve  ihtiyaçları ile ilgili bulgu yapması gerekmektedir. Bu bulgular Mahkemenin diğer bulguları gibi istinafa açık olacaktır.

Böyle bir prosedürden sonra borçlunun  taksit borcunu ödeyememe olasılığı kalmıyordu. Yine de taksitleri ödemiyorsa kasten borcunu ödemek istemediği anlamı çıkıyor ve hapislik emri veriliyordu. Ancak geliri bu kadar titiz bir araştırmadan sonra ortaya çıkan ve ihtiyaçları ayrıldıktan sonra taksit emri verilen bir borçlunun cebinde saptanan taksitleri ödeyecek parası mutlaka vardı. Kolaylıkla biriken taksitleri ödüyor ve hapse gitmiyordu. Geçmişte bizde borçluların hapse gitmemelerinin nedeni buydu.  İngiltere ve diğer Anglosakson ülkelerinin cezaevlerinde  borçtan dolayı hapis yatan insanların bulunmamasının nedeni de budur.

Borçluların korunması alacaklılara haksızlık olmuyor mu?
Fasıl 6, Hukuk Usulü Yasasının insancıl düzenlemesinin  alacaklılara haksızlık yapacağı  düşüncesi akla gelmektedir. Ancak yüzyılların deneyimi bu kaygının yerinde olmadığını göstermiştir. Çünkü alacaklının menfaati alacağını almaktır, borçluya işkence yapmak değil. Borcundan dolayı hapse düşen bir insanın geliri olmayacağı için  borçlu alacağını daha kolay alabilecek değildir. Bunun gibi iş eşyalarını yitiren veya ev eşyalarını yitirerek evinde saygın bir insan olarak yaşama olanağını kaybeden bir insanın da ekonomik durumu daha iyi olacak değildir. Bu nedenle yasanın bu korumasının alacaklılara zarar vereceği kaygısı yerinde değildir.

Alacağını mutlaka almak isteyen bir alacaklının borçlunun şahsına veya şahsına bağlı gelirle eşyalara değil malvarlığına yönelmesi gerekmektedir. Alacaklı borç verirken borçlunun malvarlığında  güvence  aramak zorundadır. Hapse düşme korkusu içinde borçlunun olmayacak yollara başvurarak borcunu ödemek zorunda kalacağını ümit etmek  doğru değildir.

KKTC de yasanın benimsediği  ilke ve yöntem doğru uygulanmadığı için normal olmayan bir sonuç  ortaya çıkmakta ve borçlular hapse girmektedir.
Yazımın yarınki son bölümünde bu soruna nasıl çözüm bulunabileceğini göreceğiz.


4


Yasanın hatalı uygulanması
Bugün cezaevinde borcundan dolayı hapis olan insanların bulunması Fasıl 6, Hukuk Usulü Yasasının benimsediği ilkelerin izlenmediğini göstermektedir. Anlatılanlara göre Mahkemelerimizde Yargıçlar  borçlunun aylık geliri ile normal yaşamını sürdürmek için ihtiyaç duyduğu miktarı saptamadan taksit emri vermektedirler. Halbuki diğer delillerle yetinmeyerek bu amaçla borçluları sorgulamaları ve bu iki konuda bulgu yapmadan taksit emri vermemeleri gerekmektedir. Gerçi yasada  bu konularda bulgu yapılmasının şart olduğu  belirtilmemiştir. Ancak yasanın özü ve yukarıda anlattığım doğru yorumu bunu gerektirmektedir. Çünkü bu yapılmadığı takdirde sistem doğru çalışmayacak ve ciddi hatalar ortaya çıkacaktır. Gerekli bulgular  yapılmadan taksit emri verilmesi bir nevi kısa devre olmasına neden olmuş ve borçlular ceza evine konmaya başlanmıştır.

Bir borçlunun aylık gelirinin 3000 lira olduğunu ve ailesiyle birlikte normal  yaşamını sürdürmek için 2000 liraya ihtiyaç duyduğunu varsayalım. Yargıcın borçluyu sorgulaması ve aylık gelirinin 3000  lira ihtiyacının ise 2000 lira olduğu konularında bulgu yapması gerekmektedir. Bu bulgular istinafa açık olmalıdır. Yapılan bulgulardan  sonra borçlunun aylık 1000 liralık gelirinin malvarlığına dahil olduğu ve icraya tabi olabileceği ortaya çıkacaktı. Halbuki uygulamada bu işlemler yapılmadan taksit emri verilmektedir. Bu nedenle borçlunun üç kişiye borcu varsa her  borç  için ayda 2000 lira yani ayda 6000 taksit emri verilmektedir.  Böyle bir emirden sonra borçlunun hapse gitmesi kaçınılmazdır.

Bu emirler verilirken belki de borçlunun borcunu ödemediği için kusurlu olduğu, mutlaka borcunu ödemesi gerektiği düşünülmektedir.  Mali karşılığı olmayan bir kişiye borç verdiği için borç verenin kusurlu olduğu kimsenin aklına gelmemektedir. Bu nedenle ülkemizde geriye dönüş olmuş ve uygar dünyanın terk ettiği bir  görüntü ortaya çıkmaya başlamıştır.

Yasaların farklı yoruma açık olması
Yukarıda anlattığım yorum benimsenmiş olsa KKTC de kimse borcunu ödemediği için hapse gitmeyecekti. Maalesef bu görüş benim gibi düşünen bir grup hukukçunun  görüşüdür. Kuşku yok ki kimse  bu görüşe katılmak zorunda değildir.

Hukukta her zaman farklı yorumlar olur. Hangi yorumun doğru olduğuna karar verecek olan yetkili mahkemedir. Yetkili mahkeme, iki tarafı dinledikten sonra doğru veya yanlış  bir karar verecek ve  tartışmayı sonuçlandıracaktır. Tartışmanın uzayıp gitmeyerek sonuçlanması yargının gereği ve en iyi özelliklerinden biridir. Bu olayda yetkili mahkeme Yargıtay olduğuna göre  tartışmayı Yargıtay sonuçlandıracaktır.

Yargıtay'ın veya Yasama Meclisinin sorunu çözmesi
Geçmişte bir iş hanımının hapisliğinden sonra  konunun Yargıtay'da tartışılmasını sağlamaya çalıştığımı yazı dizisinin ikinci bölümünde anlattım. Bu istinaf yapılabilmiş olsa Yargıtay iki farklı yorumdan birini tercih edecekti.  Bizim katıldığımız yorumun tercih edilmesi halinde borçluların hapse gitme olasılığı ortadan kalkacaktı. Farklı  yorumun tercih edilmesi durumunda ise görev Yasama Meclisine düşecekti.

Yargının görevi yasaları uygulamaktır. Yargı  bunu yaparken Yasamanın iradesini doğru bir şekilde ortaya çıkarmaya çalışır. Yasama Meclisi baktı ki kendi iradesine ters bir yorum yapılmış derhal yasada değişiklik yaparak sorunu çözme olanağına sahiptir.

Bugün borçluların hapsi sorununu çözmek için aynı yöntemi izlemek gerekir. Borçlulardan herhangi birinin bir dilekçe dosyalaması ve dilekçenin reddi halinde konuyu Yargıtay'a taşıması ile sorunun çözülme prosedürü başlayabilir. Yargıtay'dan ilke içeren bir karar vermesi talep edilmelidir. Yargıtay'ın olumsuz karar vermesi halinde görev Meclisin olacaktır.
Yasal sorunların çözümünde Yargıtay'ın ilke içeren  bir yorum yapması  ve Meclisin yapılan yoruma katılmaması halinde yasal bir değişiklikle sorunu çözmesi hukuk sistemimize uygun bir çalışma şeklidir. Bu çalışmanın aksamadan ve gecikmeden  gerçekleşmesi önemlidir. Böylece yasalarımızdaki kusurların giderileceğini ve örnek bir hukuk sistemine kavuşacağımızı ümit ediyoruz.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurma olasılığı 
Borçluların hapse gitme sorununun Yargıtay ve Yasama Meclisi tarafından çözülmemesi halinde hapse gidenlerin konuyu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) e taşımaları söz konusu olabilir.

Unutmamak gerekir ki AİHM, KKTC de meydana gelen olaylarda yetkili olan bir Mahkemedir. AİHM e başvurmak kolay ve masrafsızdır. Bu Mahkemeye başvurmak için bir hukukçuya  gerek yoktur. Başvuru için, müracaat formunu internetten indirip doldurduktan sonra Mahkemenin kayıt kalemine iletmek yeterlidir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin soruna nasıl yaklaşacağını tahmin etmek zor değildir.  AİHM Avrupa Konseyine bağlı bir Mahkemedir. Avrupa Konseyi nin  16 Eylül 1963 tarihinde Strasburgta düzenlendiği "İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerinin Korunmasına İlişkin Sözleşme" de konumuzla ilgili hüküm vardır. Sözleşme ile ilgili 4. Protokolün 1. maddesi  "Borçtan Dolayı Özgürlüğünden Yoksun Bırakılma Yasağı" başlığını taşımaktadır ve aynen şöyle demektedir. "Hiç kimse, yalnızca akdi ilişkiden doğan bir yükümlülüğü yerine getirememiş olmasından dolayı özgürlüğünden yoksun bırakılamaz."

Bu hüküm ışığında AİHM nin konuyu nasıl değerlendireceğini tahmin edebiliriz. Önemli olan işler bu noktaya varmadan sorunu çözebilmektir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi nin konuya bakış açısı
Bir tarafta 1963den beri bir borçtan dolayı kimsenin hapse gönderilemeyeceği kuralını uygulayan bir Mahkeme, diğer tarafta astronomik faizler nedeniyle borçların sürekli arttığı, borçluların borcun  miktarını dahi bilmedikleri, borçların ödendikçe azalmayıp arttığı bir ülke.  Acaba biz Mahkemenin yerinde olsak konuyu nasıl  değerlendirecektik?

Yazımın 2.ci bölümünde KKTC deki borçların yasal dayanağının dahi tartışmalı olduğuna değinmiştim. Bir görüşe göre  Anayasa Mahkemesi Merkez Bankasına yetki veren yasaları iptal ettiğine göre daha önce yürürlükte olan Fasıl 150, Faiz Yasası tekrar yürürlüğe girmiştir ve bu yasaya göre faizin ana parayı geçmesi mümkün değildir. Ancak bu görüş benim gibi düşünen bir grup hukukçunun görüşüdür. Farklı  düşünen hukukçular Merkez Bankasına yetki veren yasalar iptal edildiğine göre ortada bir boşluk olduğunu ve bu nedenle faizin serbest kaldığını düşünmektedirler. Hukuk farklı yorumlara açıktır ve herkes kendi  yorumunu yapmakta serbesttir. Yukarıda belirttiğim gibi yetkili mahkeme tartışmayı sona erdirinceye kadar farklı yorumlar yapılabilir ve tartışma devam edebilir.

Burada yetkili olan Mahkeme Avrupa İnsan Hakları Mahkemesidir. Bir an için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin karşı görüşü tercih ettiğini yani KKTC yasalarına göre faizin serbest olduğu kanısına vardığını varsayalım. O zaman durum değişecek mi?
Değişmeyecek.  Çünkü Mahkeme insan hakları açısından olaya bakacaktır ve erken bir zamanda yasa yapıp insan hakları ihlalini ortadan kaldırmadığı için devleti mahkum edecektir.
Faizin kapitalize edilmesi tartışmasının AİHM e taşınması
Faizin kapitalize edilmesi konusunda ortaya çıkan yasal duruma göz atalım. İngiliz döneminden kalan yasalarda  çok kesin faizin ana paraya eklenemeyeceği ve faizin faizinin alınamayacağı  ilkesi vardı. Buna rağmen 1974 den sonra bankalar enflasyonun neden olduğu  kayıplarını gidermek için faizi her üç ayda bir kapitalize eden sözleşmeler yapmaya başladılar. Benim de katıldığım Yargıtay heyeti bu uygulamanın yasaya aykırı olduğuna karar verdi. (Gör: Yargıtay / Hukuk 36/ 93, D.6/94)  Daha sonra  Yasama Meclisi, faizin kapitalize edilmesini yasaklayan   yasa maddesini yürürlükten kaldırdı. (Gör: 38/95 Sayılı Değişiklik Yasası). Böylece faizin kapitalize edilmesi konusunda yasal bir boşluk oluştu ve faizin kapitalize edilmesinin yasaya aykırı olduğunu öne sürmek olanaksız hale geldi. Ancak bu boşluk Avrupa İnsan  Hakları Mahkemesi kararını etkilemeyecektir. Çünkü yasada boşluk bırakarak borçluların ezilmesine fırsat vermek de insan hakları açısından kabul edilemeyecek bir durumdur.

Anayasamızın benimsediği insan hakları ilkeleri
Anayasamızın 46 ıncı maddesine göre serbestçe sözleşme yapma hakkının sosyal adalet gerekçesi ile kısıtlanması mümkündür. Anayasanın 58.  maddesine göre devletin  güçsüzleri esenlendirme yükümlülüğü vardır.   Anayasanın 65. ci maddesine göre devletin  tüketicileri koruyucu ve aydınlatıcı önlemleri alması gerekir. Anayasamızın bu ilkelerini borçluların hapse gitmesi ile bağdaştırmak mümkün değildir.

Bu nedenlerle gerek iç hukukta,  gerekse AİHM de borcundan dolayı hapse gidenlerin haklarını aramaları ve çağdışı uygulamaya son vermeleri mümkündür. Yasama Meclisinin bu tartışmalara fırsat vermeden sorunu çözmesi ise daha iyi olacaktır.

Son