Not: Bu yazı dizisi Maliye Bakanlığının hazırladığı Faiz Yasa Taslağı üzerine yazılmıştı.Taslakla ilgili olumlu görüşler içermektedir. Daha sonra maalesef taslak yasallaşmadı ve çok farklı bir yasa olan "Borç İlişkilerinden Kaynaklanıp Tahsili Geciken ve/veya Tahsil Edilemez Hale Gelen Borçların Ekonomik İyileştirme Kapsamında Yeniden Yapılandırılması Yasası"olarak isimlendirilen "12/ 2012 Sayılı Yasa" kabul edildi. Yürürlüğe konan yasa beklentilerimizin aksine özellikler içermektedir. Bu nedenle KKTC de faiz sorunu çözülememiştir.
Faiz Yasa Taslağının Eleştirisi
1
KKTC Maliye Bakanlığı ülkemizde yaşanan faiz sorununu çözmeye karar vererek bir yasa taslağı hazırlamıştır. Bakanlar Kurulunda görüşülen bu taslak daha sonra kamuoyunun bilgisine getirilmiş ve tartışmaya açılmıştır.
Öğrendiğime göre KKTC de yüksek faizler nedeniyle borçlarını ödeyemeyen ve mahkemelerde sürünen 10 binden fazla kişi bulunmaktadır. Hazırlanan yasa taslağı borçluların ödeyecekleri faiz miktarına bir sınırlama getirmeyi ve ödeme kolaylığı sağlamayı öngörmektedir. Böylece borçlar kısmen bağışlanarak icra edilebilecek duruma getirilecek ve dolayısıyla hem alacaklı bankalar hem de borçlular bu değişiklikten yarar sağlayacaktır. Yeni yasanın tıkanmış durumda olan borç ödemelerine ve borçlanma işlemlerine işlerlik kazandırması ve bunun sonucunda ekonomiye canlılık gelmesi beklenmektedir.
10 binden fazla borçluyu etkileyen bir sorunun ülkemizin önemli ekonomik sorunlarından biri olduğunu kabul etmemiz gerekir. Nitekim taslağa karşı halkımızda büyük duyarlılık oluşmuş ve lehte veya aleyhte görüşler öne sürülmeye başlanmıştır. Yapılan tartışmalar faiz sorununun ne kadar önemli olduğunu ve halkımızı ne kadar çok etkilediğini göstermektedir.
Faiz sorunu öncelikle borçluları ve borç veren bankaları ilgilendiren bir sorundur. Ancak bunun yanı sıra Mahkemeleri ve dolayısıyla hukukçuları da ilgilendirmektedir. Bu nedenle hukukçularla benim gibi emekli yargıçların da görüşlerini anlatarak sorunun çözümüne katkıda bulunmaları gerektiğini düşünüyorum.
Faiz sorununu doğru analiz edebilmek ve doğru çözüm önerebilmek için öncelikle bazı temel bilgileri edinmemiz yararlı olur sanırım.
Her şeyden önce şunu belirtmekte yarar görürüm. Bu tür önemli sorunlara çözüm ararken hata yapmamaya dikkat etmeliyiz. Çünkü yapılacak küçük bir hatanın bile mevcut durumu daha da kötüye götürme olasılığı vardır. Yani kaş yapayım derken göz çıkarmamız söz konusu olabilir. Faiz konusunda detaylı ve titiz bir çalışma yaptıktan ve mevcut yasal durumu öğrenip yarattığı sorunları saptadıktan sonra Maliye Bakanlığının önerdiği taslağın isabetli olup olmadığını değerlendirmeye geçebiliriz.
Geçmiş tecrübelerim bana yasal konuların genelde karmaşık ve zor anlaşılan konular olduğunu göstermiştir. Bu konuları anlayabilmek ve anlatabilmek için başvurulabilecek en isabetli yöntemin konuyu mümkün olduğu ölçüde basitleştirmek ve bir çocuğun dahi anlayabileceği formata dönüştürmek olduğunu düşünüyorum. Arzu ederseniz faiz konusunu da böyle yapalım ve sorunu mümkün olduğu ölçüde sadeleştirmeye çalışalım. Böyle yaptığımız zaman kendi üşünce sistemimizde bir hata olup olamadığı da daha iyi ortaya çıkacaktır. Bu yaklaşımla hatalı tavsiyede bulunmanın önüne geçebileceğimizi de sanıyorum..
Faiz nedir?
Faiz, bir borç ilişkisinde borç para veren kişinin verdiği borca karşılık aldığı ücret olarak tarif edilebilir. Borç ilişkisinde borç alan kişi, başkasına ait parayı kullanma olanağına kavuşmaktadır. Bu nedenle faizi alternatif olarak şöyle de tarif edebiliriz: Faiz, borç alan kişinin bir başka kişiye ait parayı kullanabilmek için ödediği kira veya kullanın bedelidir.
Faiz almanın haklı gerekçesi var mı?
Bir kişi diğerine belli bir süre kullanması için para veriyor. Borç verenin ilk düşüneceği şey günü geldiği zaman parasını geri alabilmektir. Acaba bunun yanında bir bedel alması da doğru mu? Düz mantık bize bunun doğru ve ülke ekonomisi açısından yararlı olduğunu gösteriyor. Çünkü bir bedelin alınması borç verme işlemini kolaylaştıracaktır.
Her toplumda parası olup kullanamayan gerçek veya tüzel kişiler vardır. Diğer taraftan toplumlar iş yapmak isteyen fakat parası olmadığı için bu imkanı bulamayan insanlarla doludur. İki grubun bir araya gelerek anlaşması her ikisine de yarar sağlayacaktır. Fakat daha önemli olan paranın kullanma yeteneği olan kişilerin eline geçmesi durumunda yatırımlara dönüşmesi ve ülke ekonomisinin bundan yarar görmesidir.
Bu yararın yanı sıra toplum yaşamında herkesin zor durumları olduğunu biliyoruz. Hastalık, kaza v.s. her insanın başına gelebilecek olaylardır. Böyle zamanlarda borç para alabilmek bir insanın yaşamında son derece önemlidir. Borç almayı kolaylaştırarak buna olanak sağlayan faizin insanların yaralarına merhem olma özelliği olduğunu da söyleyebiliriz.
Faiz miktarı nasıl saptanmalıdır?
Borç ilişkisi, borç verenle borç alanın özgür iradelerine bağlı olarak gerçekleşen bir ilişkidir. Yani her iki tarafın da arzu etmesi halinde borçlanma olmaktadır. Böyle bir ilişkide serbest piyasa kurallarının geçerli olması doğaldır. Serbest piyasa kurallarının geçerli olması demek fiyatın yani bu olayda faizin arz ve talebe göre belirlenmesi demektir. Bu durumda bir ülkede para borçlanma ihtiyacının fazla olması halinde faiz yükselecektir. Buna karşılık bankalarda veya özel kişilerde birikmiş para varsa ve borç vererek gelir elde etme ihtiyacı yüksekse faiz aşağılara düşecektir.
Arz ve talep kuralı her zaman sağlıklı çalışır mı?
Serbest piyasa ekonomisinde geçerli olan arz ve talep kuralının gerçekçi olduğunu, ekonomik yaşamın gelişmesinde ve dolayısı ile halkın refahının artmasında yararlı olduğunu biliyoruz. Ancak bu kural bazı durumlarda beklenen sonucu vermemekte ve büyük sıkıntılara neden olmaktadır. Serbest piyasa kurallarının beklenen yararlı sonucu vermediği durumlarda devletlerin tereddüt etmeden ekonomiye müdahale etmesi ve arz ve talep kuralının bir trajediye dönüşmesini önlemesi gerekmektedir.
Faiz konusunda arz ve talep kuralı sağlıklı çalışıyor mu?
İlk çağlardan günümüze kadar meydana gelmiş ekonomik krizleri gözden geçirelim. Serbest piyasa ekonomisinin düzenli çalışmadığı ve devletlerin müdahale ederek borçluları koruyan önlemler almak zorunda kaldığı konuların başında faiz konusunun geldiğini görürüz. Bunun nedeni toplum yaşamında zaman zaman borçlanma ihtiyacının çok fazla artması, buna bağlı olarak faizlerin yükselmesi ve birçok kişinin borç verenlerin insafına kalmasıdır. Diğer neden ise toplumun yaşadığı ekonomik değişimlerin zaman zaman faizi tahammül edilemez bir yük haline getirmesidir. Bu durumlarda devletlerin faize müdahale etmesi kaçınılmaz olmaktadır. Bu tür müdahalelerle devletlerin borçluları koruması insanlık tarihi kadar eskidir.
Belki de yarattığı sorunlar nedeniyle dinimiz olan Müslümanlıkta ve diğer bazı uygarlıklarda faiz alınması tamamen yasaklanmıştır. Ancak bu yasağı uygulayan ülkelerde borç verenlerin faiz yerine başka isimler altında yine bir bedel aldıklarını görüyoruz. Örneğin ülkemizde faaliyet gösteren Kıbrıs Faisal İslam Bankası borç ilişkilerinde İslami kuralları uygulamaktadır. Bu bankanın taraf olduğu bazı davalar Mahkememize taşınmıştı. Orada yapılan tartışmalar faiz ihtiyacının ortadan kalkmadığını ve başka bir formül altında devam ettiğini gösteriyordu. Konumuz dışı olduğu için faiz alternatifi olan bu bedel alma yöntemlerini incelemeyi bir tarafa bırakıyorum.
Borç veren ve alanın gereksinimleri nelerdir?
Serbest piyasa kurallarının faiz konusunda neden her zaman sağlıklı bir sonuç vermediğini anlamaya çalışalım. Kendimizi borç veren bir banka ile bankadan borç isteyen ihtiyaçlı bir insanın yerine koyarak konuyu değerlendirelim. Borç veren banka vadesi geldiği zaman verdiği parayı geri almayı ve buna ek olarak bir ücret yani faiz alarak kar etmeyi düşünecektir. Eğer vadesi geldiği zaman elinden çıkan para geri dönmeyecekse borç vermekten vazgeçmesi veya karşılaştığı risk oranında yüksek faiz istemesi söz konusu olacaktır. Bankadan para borçlanmak isteyen kişi ise parayı kullanma olanağına kavuşmanın yanı sıra ödeyeceği bedelin yani faizin fazla yüksek olmamasını isteyecektir.
Serbest piyasa ekonomisi veya arz-talep kuralı iki tarafın ihtiyaçlarının fiyatları kendiliğinden dengeye getirdiği varsayımına dayanır. Teoride, arz - talep kuralının doğru sonuç vereceğini ve faizin kendiliğinden en doğru orana geleceğini düşünebiliriz. Ancak pratikte gerçekleşen böyle değildir. Çünkü iki taraf eşit güçte değillerdir. Banka kredi vermeden uzun süre bekleme olanağına sahiptir. Halbuki borç isteyen kişinin çoğu kez böyle bir olanağı yoktur. Örneğin çocuğunun tedavisi için paraya ihtiyaç duyan bir babanın durumunu düşünelim. İhtiyaç içinde olan baba herhangi bir faizi ödemeye razı olacaktır. Bu nedenle faizler gittikçe yükselecek ve dolayısıyla arz - talep kuralı sağlıklı sonuç vermeyecektir.
Bunun gibi bir ülkede yüksek enflasyon olduğunu düşünelim. Enflasyonun yüksek olması faizin de yüksek olmasına neden olacaktır. Daha sonra enflasyonun sona ermesi halinde borçlunun durumu ne olacaktır? Borçlu yüksek faizi ödemeyi kabul edecek fakat daha sonra ödeyemeyerek mahkemeleri zorlamaya başlayacaktır. Bu durum daha sonra şu anda içinde bulunduğumuz gibi bir trajediye dönüşecektir.
Görüleceği gibi serbest piyasa ekonomisi veya arz - talep kuralı faiz konusunda her zaman sağlıklı bir sonuç vermemektedir. 1974 sonrası ülkemizde gerçekleşenler bunun en açık kanıtıdır. Faizin tamamen serbest kalması bir ülkede büyük sorunlar çıkarmaya da adaydır.
Tarihte faiz nedeniyle büyük sorunlar yaşandı mı?
Tarihte çeşitli toplumlarda yaşanmış ekonomik krizleri gözden geçirelim. Birçok krizin temelinde faiz sorununun yattığını görürüz. Birçok ülkede sıkıntı içine düşen halk borç alabilmek için yüksek faiz vermeyi kabul etmek zorunda kalmış ve daha sonra borçlarını ödeyemeyerek başka çözüm yolları aramak zorunda kalmıştır. Tarihte bazı halk ayaklanmalarının temelinde borçlarını ödeyemeyen halk kitlelerinin sıkıntısının yattığını biliyoruz. Bu ayaklanmalarda borçlarını ödeyemeyen fakir halkın borç veren zengin sınıflara karşı katliam yaptığı dahi görülmüştür.
İngilterede 1215 yılında imzalanmış olan "Magna Carta" (Büyük Özgürlükler Sözleşmesi) dünyada insan haklarını ve dolayısıyla Anayasal ilkeleri ilk belirleyen belgelerden biridir. Esas amacı İngiliz Kralının yetkilerini sınırlama olan bu belgeyi inceleyenler faiz konusunda da hükümler içerdiğini hayretle göreceklerdir. Magna Carta gibi bir belgede faiz konusuna değinilmesi ve faize sınırlama getirme çabası faiz konusunun tarihteki önemini göstermektedir.
Özetlersek gözlemlerimiz faizi serbest bırakmanın sakıncalı olduğunu ve bir sınırlama getirmenin zorunlu olduğunu göstermektedir. Diğer taraftan hatalı bir sınırlamanın borç verme işlemlerini engelleyip ülke ekonomisine zarar vereceği ortaya çıkmaktadır. Bu durumda hem borç alanları koruyacak hem de borç veren bankaların borç vermelerini kolaylaştıracak bir yöntem bulmamız gerekmektedir. Acaba hangi yöntem bu amacı gerçekleştirebilir?
Halen ülkemizde 10 000 den fazla borçlunun borçlarını ödeyemez durumda olması ekonomik bir kriz içinde olduğumuzun açık göstergesidir. Maliye Bakanlığının hazırladığı faiz yasa taslağı bu krizi ortadan kaldırmaya yönelik önemli bir girişimdir. Bu olayı takdirle karşılamalıyız. Ancak bu noktada durmayarak incelememize devam etmemiz ve faiz konusu masaya yatırıp nasıl çözülebileceğini araştırmamız gerekmektedir.
Faiz konusunda hazırladığım bu yazı dizisini 5 bölüm halinde bilginize sunmak istiyorum. Yazımın yarınki bölümünde yakın tarihimiz olan İngiliz Yönetimi devrinde Kıbrısta faizle ilgili yaşanan sıkıntıları ve alınan yasal önlemleri anlatmaya çalışacağım. Daha sonra 1974 den sonra yaşanan sorunlara, yapılan yasal değişikliklere ve mahkemelerin faiz sorununu çözmek için gösterdiği çabalara değineceğim. Böylece günümüzde karşı karşıya olduğumuz sorunu daha iyi anlayacak ve Maliye Bakanlığının hazırladığı faiz yasa taslağını daha iyi değerlendirebileceğiz.
2
Kıbrısta İngiliz yönetimi devrinde faizle ilgili yasalar
İngiliz Yönetiminde Kıbrısta ortaya çıkan ekonomik sorunları incelediğimiz zaman faizle ilgili büyük sıkıntılar yaşandığını görürüz. Bu dönem yasalarını inceleyenler İngiliz Yönetiminin borçluları korumak için büyük bir titizlik gösterdiğine tanık olurlar.
İngiliz döneminde İlk Faiz yasası 1882 yılında yapılmıştır ( The Interest Law, 1882 ). Daha sonra bu yasa değişikliklere uğramış ve son olarak 1944 yılında yeniden düzenlenerek Fasıl 150, Faiz Yasası'na dönüşmüştür. Bu yasanın etkileri günümüze kadar devam etmiştir.
Fasıl 150, Faiz Yasası'nın getirdiği sınırlamalar nelerdi?
İngiliz devrinde faizle ilgili yasaları incelediğimiz zaman faizi serbest bırakmanın sakıncalı olduğu ve bir sınırlama getirmenin zorunlu olduğu görüşünün egemen olduğunu anlarız. Fasıl 150, Faiz Yasası çok kısa olup 3 maddeden oluşmaktadır.Yasa çok önemli iki ilkeyi içermektedir.
Faiz %9 dan fazla olamaz.
Faiz ana parayı geçemez.
Bu iki ilke uzun süre Kıbrısta ekonomik yaşamı etkileyen ve borçluları koruyan ilkeler olmuştur.
Faiz konusuna değinen diğer yasaların getirdiği sınırlamalara geçmeden önce bir hususa daha değinme gereği duyuyorum. İyi bir yasanın uzun ve karmaşık bir yasa olmaması, herkesin anlayacağı sade bir dille kaleme alınması, çelişki içermemesi ve farklı yorumlara fırsat vermemesi gerekir. Başka bir ifadeyle iyi bir yasa bir çocuğun bile anlayabileceği kadar açık ve net olmalıdır. Okumak zahmetine katlananlar İngiliz devrinden kalan bir çok yasa gibi Fasıl 150, Faiz Yasasının bu özellikleri taşıdığını göreceklerdir. Yasama meclisimizin yaptığı yasaların da yasa yapım tekniği açısından bu özellikleri taşımasını temenni edelim.
Diğer yasaların getirdiği sınırlamalar:
İngiliz devrinde "faiz % 9 u geçemez" ve "faiz ana parayı geçmez" ilkeleri yeterli olmamış ve diğer yasalarda yer alan ek ilkelerle borçlular daha fazla korunmak istenmiştir. Bu ilkelerden biri "faizin faizi alınamaz" , "faiz kapitalize edilemez" veya bazı yasaların ifadesine göre "mürekkep faiz alınamaz" ilkesi olup faizin ana paraya eklenemeyeceğini vurgulamaktadır. Diğer bir ilke ise borcunu ödeyemeyip Mahkemelere düşen bir kişinin Mahkeme hükmünden sonra borç ödeninceye kadar yüksek faiz altında ezilmesini önleme amacını güdüyordu ve Mahkeme hükümlerinden sonra sadece % 4 yasal faiz ödenmesini öngörüyordu. Çeşitli yasalarda yer alan bu ilkeler daha sonra Kıbrıs Cumhuriyetinin kurulması ile yeniden düzenlendi ve 1960 Adalet Mahkemeleri Yasasında (1960 Courts of Justice Law) tekrarlandı. Daha sonra aynı ilkeler Kıbrıs Türk Federe Devletinde yapılan 9/76 Sayılı Mahkemeler Yasasının 42.ci maddesinde yer aldı.
Hemen ekleyelim ki İngiliz devrinde bu ilkeler borçluları korurken borç veren bankalara zarar vermiş de değildi. Yani her iki tarafı koruyan bir denge oluşturuyordu.
Faize sınırlama getiren ilkeler İngiliz Yönetimi sona erdikten sonra bir süre daha geçerli olmaya devam etmiştir. Kıbrıs Cumhuriyetinde, Kıbrıs Türk Federe Devletinde ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde uygulanmaya devam eden bu ilkelerin daha sonra zamanla erozyona uğradığını görüyoruz. Bu erozyonun temel nedeni Türk parasında büyük enflasyon yaşanmasıdır. KKTC de meydana gelen değişiklikleri daha sonra ele alacağız. Ancak bundan önce İngiliz yasalarına geri dönelim ve iki konuya daha açıklık getirelim.
Tefeciliğin düzenlenmesi
İngiliz Yönetiminin faiz konusunda uyguladığı yasaları inceleyenler bu Yönetimin borç verenlere kuşku ile baktığı hatta onların potansiyel suçlular olarak kabul ettiği izlenimini edinirler. Yasa koyucunun bu yaklaşımını özellikle tefeciliği düzenleyen yasalarda görürüz (Gör: Fasıl 142 Tefeciler Yasası, Moneylenders Law). Bu Yasanın 19. cu maddesi bir tefecinin borç sözleşmesinde gerçeği ifade etmeyen bir hususu belirtmesi veya böyle bir hususu kabul etmesi için borçluyu ikna etmesi halinde aldatma suçunu işlemiş olacağını ve Ceza Yasasına göre cezalandırılacağını belirtmektedir. Fasıl142, Tefeciler Yasası, Kıbrıs Cumhuriyeti devrinde isim değiştirerek ve Faizciler Kanunu ismini alarak uygulanmaya devam etmiştir (Gör: 1962, Faizciler Kanunu).
Devletin sözleşmelere müdahale etmesi
Görüleceği gibi eski yasalarda borçluları koruyan pek çok düzenleme vardı. Ancak İngiliz Yönetimi tüm bu düzenlemeleri yeterli bulmamış olacak ki bazı durumlarda daha da ileri gitmiş ve borç ilişkisine tümüyle el koyan yasalar yapmıştır. Bu yasalarda vade dahil sözleşmede yer alan her hususu yeniden düzenleme yetkisini eline almıştır. 1919 da yapılmış The Usury ( Farmers) Law, la bu olağanüstü korumanın gerçekleştiğini görüyoruz. Bu düzenleme daha sonra, zaman zaman yapılan yasa tadilleri ile devam etmiştir. Son yasa tadili ise 1944 de olmuştur (Gör: Usury (Farmers) Amendment Law).
Çiftçi Borçları da denilen bu borçlardaki düzenlemeleri anlayabilmek için geçmişte Kıbrısta gerçekleşen ekonomik sorunları bilmemiz gerekiyor. Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi Kıbrısta da en güç koşullarda yaşayan insanlar tarımla uğraşan çiftçilerdir. Yaşamlarını ve işlerini sürdürebilmek için sık sık borçlanmak zorunda kalırlar. İngiliz Yönetimi bu durumu bildiği için faize yukarıda belirttiğimiz sınırlamaları koymuş ve tefecilerin çiftçileri aldatmasını engelleyecek önlemler almıştır. Ancak bu sınırlamalar ve önlemler dahi tarımla uğraşan bu çilekeş insanları yeterince koruyamıyordu. Çünkü doğa koşulları her zaman onlara dost değildi. Bu nedenle bazen ümit ettikleri geliri elde edemeyip borç yükümlülüklerini yerine getiremiyorlardı. Özellikle kuraklık veya savaş zamanlarında bu duruma düşen çiftçileri alacaklılar pusuda bekliyorlardı. Hiç tereddüt etmeden çiftçilerin tarlalarını sattırmak için harekete geçmeleri söz konusu idi.
Kıbrısta özellikle iki dünya savaşı arasında yaşanan bu trajedi yakın tarihimizin karanlık bir bölümünü oluşturmaktadır. Türk veya Rum fakir çiftçiler genellikle zengin Rum tüccarlardan veya tefecilerden faiz karşılığı para almakta ve borçlarını ödeyemeyecek duruma düşmekte idiler. Devlet müdahale etmediği takdirde tarlalarını yitirip fakir işçiler haline gelebilirlerdi. İngiliz yönetimi bu trajediye karşı duyarsız kalmadı ve kriz dönemlerinde sözleşmelere el koydu. Zarar gören çiftçilere yeni vade vererek borçlarını makul taksitlerle ödemelerini sağladı.
Geçmişi anımsayıp anlatanlara göre devlet kriz dönemlerinde sözleşmelere el koyup çiftçilere ödeme kolaylığı sağlamasaydı Türk veya Rum bir çok çiftçinin tarlaları satılmış olacaktı. Bu durumda tüm ada toprakları birkaç kişinin elinde toplanabilirdi. Bugün kıvanç duyarak Kıbrıs Türk Halkının Kıbrısta sahip olduğu topraklardan ve bunun uluslar arası alanda bize sağladığı haklardan söz ediyoruz. Bu toprakların değindiğimiz yasalar sayesinde Kıbrıs Türk Halkının elinde kaldığını anımsamamız gerekiyor.
Anayasal Sorun
Çiftçi borçları üzerinde bu kadar ısrarla durmamın nedeni bugün yaşanan faiz krizi ile bu olay arasında bir benzerlik görmemdir. Anayasamızın 46.cı maddesine göre " herkes . serbestçe sözleşme yapma hakkına sahiptir" . Bu maddeye gönderme yaparak Maliye Bakanlığının hazırladığı Faiz Yasa Taslağının serbestçe sözleşme yapma hakkına müdahale ettiğini ve bu nedenle Anayasaya aykırı olduğunu öne sürenler olmuştur.
Bu görüşe katılmıyorum. Çünkü aynı maddenin ikinci bendine göre "Sözleşmelerden doğan hak ve yükümlülükler kamu yararı, kamu düzeni, sosyal adalet ve ulusal güvenlik gibi nedenlerle yasa ile düzenlenebilir ve kısıtlanabilir." Kanımca 46.cı maddenin ikinci bendinde yer alan "kısıtlanabilir" sözcüğü önemlidir ve yoruma ihtiyaç duyulmayacak kadar açıktır.
Anayasamızın 58. ci maddesi "Güçsüzlerin Esenlendirilmesi", 65.ci maddesi ise "Tüketicilerin Korunması" başlığını taşımaktadır ve bu maddeler de Faiz Yasa Taslağının Anayasaya aykırı olmadığını ifade etmektedir. Anayasamızın sözü ve özü ekonomik yönden güçsüz olanların korunmasını gerektirmektedir.
Bunları söylerken hemen eklemek gerekir ki hukukta her konu yetkili mahkemenin karar vermesine değin tartışmaya açıktır. Bu aşamada sadece taslağın Anayasaya aykırı olmadığı hususunda ciddi bir argüman yapılabileceğini söylememiz uygun olacaktır.
Tekrar çiftçi borçlarına dönelim. Çiftçi borçlarını düzenleyen yasalar ile Faiz Yasa Taslağı arasında bir benzerlik görmekteyim. Çünkü
Her ikisi de bir kriz döneminde kamu yararı gerekçesi ile borçluları korumayı amaçlamaktadır.
Her ikisi de tarafların özgür iradeleri ile yaptığı sözleşmelere müdahale etmekte ve bu sözleşmelerin şartlarını değiştirmektedir.
Her ikisi de binlerce taşınmaz malın satılmasını ve insanların topraksız kalmasını önlemeyi amaçlamaktadır.
Şu halde çiftçi borçlarını düzenleyen yasalar Anayasaya aykırı ise Faiz Yasa Taslağı da aykırıdır. Değilse ikisi de aykırı değildir.
Gerçi İngiliz döneminde Anayasa yoktu, fakat Anayasal prensipler vardı. Kanımca 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası, 1975 Federe Devlet Anayasası ve 1985 KKTC Anayasası İngiliz hukukunda mevcut zayıfları koruyan ilkeleri tekrarlamış ve onlara netlik kazandırmıştır.
Bu nedenlerle Kıbrıs Türk halkının topraksız kalmasını önleyen çiftçi borçları yasaları Anayasal ilkelere aykırı olmadığı gibi Faiz Yasa Taslağının da aykırı olmadığı kanısına varmamız gerekir.
Böylece 1974 den sonra faiz konusunda meydana gelen yasal değişikliklere gelmiş buluyoruz. Yazımın yarınki bölümünde 1974 den sonra faiz konusunda yaşanan sorunları ve değişiklikleri anlatmaya çalışacağım.
3
1974 den sonra ekonomik yaşamda büyük değişiklik
1974 den sonra enflasyon nedeniyle Türk parasında büyük değer kaybı olmaya başladı. Bu durumda İngiliz devrinde geçerli olan faiz sınırlamalarının yürürlükte kalmasına olanak yoktu. Yazı dizisinin ilk bölümünde anlattığımız gibi borç ilişkisinin sağlıklı olabilmesi için borç verenin vade geldiği zaman verdiği parayı geri alabilmesi ve bunun yanında makul bir de ücret yani faiz alabilmesi gerekir. Eğer borcun vadesi gelene kadar paranın değeri yarı yarıya azalacaksa borç veren parasının yarısını yitirecek ve dolayısıyla bu işten zarar görecek demektir. Bu durumda kimse borç vermek istemeyecektir.
Böyle durumlarda devletin devreye girmesi ve değişen ekonomik koşullara uygun yeni bir düzenleme yapması gerekmektedir. 1974 ü izleyen yıllarda Kıbrısta bu yapılamamıştır. Belki de böyle bir düzenleme yapmak kolay olmadığı için ülkemizde ekonomik karmaşa yaşanmaya başlamıştır.
İngiliz devrinde faizle ilgili yasaların ne kadar açık ve net olduğunu gördük. Yapılacak yeni düzenlemenin de bunun gibi açık ve net olmasını arzu ediyorduk. Faizi sınırsız bırakmanın doğru olmadığını, bu durumda geçmiş binlerce yılda birçok toplumda gerçekleşen trajedilerin KKTC de de yaşanacağını düşünüyorduk.
Borç veren bankaların makul kâr sağlamasına fırsat verirken borçlanan fakir insanları koruyan bir düzenleme yapılmalıydı. Eski sınırların yerine yeni sınırlar konması gerekiyordu. Bu sınırlar geçmişte olduğu gibi açık ve net olmalıydı. Maalesef bunlar yapılamadı ve büyük ölçüde yasa dışı zorlamalarla ekonomi kendine yeni bir yol bulmaya çalıştı.
Enflasyon ve paranın değer kaybı değişken olduğundan 1974 den sonra faizin geçmişte olduğu gibi yasalarla sınırlanması kolay değildi. Sınırlama yetkisinin bir yasayla Merkez Bankasına verilmesi uygun olabilirdi. Ancak yasada Merkez Bankasının hangi ilkelere göre hareket edeceğinin açıklanması gerekiyordu. Merkez Bankası ise kararında bu ilkelere değinmeli ve böylece alınan kararın doğru olup olmadığı herkesin incelemesine açık olmalıydı.
1974de sonra bize makul görünen böyle bir yöntem izlenmemiştir. Merkez Bankasına yetki verilmiş fakat bankanın göz önünde bulunduracağı ilkeler yasada belirtilmemiştir. Merkez Bankası da her hangi bir ilke belirlemeden karar vermeye başlamıştır. Merkez Bankasının kural koymaktan fazla kendiliğinden oluşan yeni uygulamalara yasallık kazandırma yönüne gittiğini söyleyebiliriz. Nitekim bir süre sonra faizi tamamen serbest bırakmıştır. Tüm bu nedenlerle 1974 den sonra ülkemizde faiz konusunda karmaşa yaşandığını ve yaşanmaya devam ettiğini söyleyebiliriz.
Faizin ana paraya eklenme macerası
Türk parasında yaşanan büyük enflasyon faiz konusunda yeni bir düzenleme yapılmasını zorunlu hale getirmişti. Bu yapılamayınca yasa dışı zorlamalarla İngiliz döneminden kalma sınırlar yıkılmaya başlandı. Bunun en çarpıcı örneği faizin ana paraya eklenmesi veya kapitalize edilmesi konusunda oldu. Borç verenler veya bankalar her üç ayda bir veya vade sonunda borçların kapitalize edileceği anlaşmaları yapmaya başladılar. Bu anlaşmalar bankalara ekonomik realitelere daha uygun fakat yasalara aykırı faiz alma olanağını veriyordu. Böylece enflasyonun getirdiği kaybı giderme çabası içine girdiler.
Yasaya aykırı olan bu uygulama Mahkemeye taşınmakta gecikmedi. Yargıtay / Hukuk 36/ 93, D.6/94 sayılı davada Mahkeme faizden faiz alınmasının veya faizin kapitalize edilmesinin diğer yasaların yanı sıra 9/76 Mahkemeler Yasasına aykırı olduğuna karar verdi. Bu karar üzerine Yasama Meclisinin enflasyonun yarattığı sorunu giderecek detaylı bir düzenleme yapma çabası içine girmesi gerekiyordu. Ancak bu uyarının gereği de yerine getirilmedi ve işin kolayına gidilerek 9/76 Mahkemeler Yasasındaki kapitalize yasağı kaldırıldı (Gör: 38/95 Sayılı Değişiklik Yasası). Böylece faizden faiz alınması yasal hale getirilmiş oldu ve borç verme işlemlerinde uygulanmaya başlandı.
Faize getirilecek sınırların İngiliz devrinde olduğu gibi açık ve net olması gerektiği üzerinde durmuştuk. Faizin kapitalize edilmesi bu açıklık ve netliği ortadan kaldıran bir olaydır. Faizi kapitalize eden bir banka talep edeceği yıllık faizin yüksek görüneceğini ve borçlunun borç almaktan vazgeçeceğini düşünerek kağıt üstünde düşük gibi görünen fakat gerçekte yüksek olan bir faiz tespit etmektedir. Bu kabul edilebilecek bir durum mu? Daha da ileri giderek böyle hareket eden bir bankanın tefecilik yaptığını ve bunun İngiliz devrinde uygulanan Fasıl 142 , Tefeciler Yasasının suç kabul edip cezalandırdığı bir aldatma fiili olduğunu düşünmemiz gerekmiyor mu?
Faizin ana paraya eklenmesi mümkün olacaksa bunun aldatma içermeyecek bir şekilde ve uluslar arası uygulamalara uygun olarak gerçekleşmesi gerekmektedir.
1974 den sonra faiz konusunda yaşanan değişimler
1974 den sonra ilk yasal değişiklik 1987 yılında 35/ 87 Sayılı Merkez Bankası Yasası ile gerçekleşti. Bu yasa Merkez Bankasına faizi sınırlama yetkisi verdi. 2001 yılında yasa tadil edilerek 41/2001 Sayılı KKTC Merkez Bankası Yasası ismini aldı ve Merkez Bankasına verilen yetki tekrarlandı.
Faize sınırlama yetkisi alan Merkez Bankasının faizle ilgili 3 önemli karar verdiğini görüyoruz. 17.6.1991de TL de faizin ana paranın 4 katını, dövizde 1 katını geçemeyeceğine , 16. 5.2000 de TLde 10 katını dövizde 3 katını geçemeyeceğine, 24.12.2001 de ise faizin sınırsız olduğuna karar verdi.
Merkez Bankasının verdiği bu kararları incelediğimiz zaman Mahkemelerin arzu ettiği özellikleri taşımadıklarını ve faiz konusunu düzenlemekten uzak olduklarını görürüz. Her şeyden önce sadece mahkemeye başvuranlarla ilgili bir sınırlama öngörmekteydiler. Yani Merkez Bankası borç veren bankalara "faiz serbesttir, istediğiniz faizi alabilirsiniz, ancak Mahkemeye başvurursanız ana paranın 4 katından veya 10 katından fazla faiz alamazsınız" demekteydi. Merkez Bankası daha sonra bu kararını da değiştirerek "faiz tamamen serbesttir" demiştir. Sınırlamanın sözleşmenin yapıldığı tarihe göre mi, dava açıldığı tarihe göre mi, hüküm verildiği tarihe göre mi, yoksa icranın yapıldığı tarihe göre mi geçerli olacağı belli değildi. Bu nedenle faizin ana paranın 4 mü 10 katında mı duracağı yoksa serbest mi olacağı konusunda tereddüt ortaya çıktı. Bu tereddüt Mahkemelerde karmaşaya neden oldu.
Faiz konusunda yaşanan karmaşa bundan ibaret değildi. Enflasyon nedeniyle faiz zaten kendiliğinden yükselmişti ve faizin kapitalize edilmesi yasal hale gelmişti. Bu durum borcu astronomik rakamlara yükseltiyordu. Buna ek olarak yapılan ödemelerin ana para için yapıldığı kabul edilmeyip öncelikle faize karşılık yapıldığı kabul ediliyordu. Bu nedenle bankaya giderek borcunu az az ödediğini zanneden kişiler bir süre sonra borcun eksilmediğini aksine arttığını görerek şaşkına dönüyorlardı.
Anayasa Mahkemesinin iptal kararı
Faiz konusunda Mahkemelerde yaşanan karmaşa konunun Anayasa Mahkemesinde tartışılmasına neden oldu (Gör: Anayasa Mahkemesi, Sayı: 4/ 2006, D/2007). Bu kararda Anayasa Mahkemesi Merkez Bankasına yetki veren yasaların Anayasaya aykırı olduğuna karar verdi ve yasaları iptal etti.
Anayasa Mahkemesi kararının gerekçesine göre Yasama Meclisinin yetkilerini başka bir organa devretmesi Anayasaya aykırıdır. Ancak bu gerekçede dikkati çeken önemli bir nokta vardır. Yasama Meclisinin yetkilerini herhangi bir kısıtlama olmadan devretmesinin Anayasaya aykırı olduğuna karar verilmiştir. Bu ifadeden anlaşıldığına göre bazı kısıtlamalarla Yasama Meclisinin yetkilerini devretmesi halinde yasa, Anayasaya uygun olacaktır.
Bu noktada bir an için duraksayarak yasada ne gibi kısıtlamalar bulunabileceğini de düşünmemiz gerekiyor. Enflasyon nedeniyle bu sınırlamanın kolay olmayacağını görmüş bulunuyoruz. Çünkü borç verme işleminin sağlıklı devam edebilmesi için borç verenin verdiği parayı geri alması ve makul bir kâr etmesi gerekir. Dolayısıyla faiz,enflasyonun kaybını giderecek ölçüde olmalıdır. Enflasyon ise değişken olduğundan sabit bir rakam belirlemek kolay değildir.
İşte Merkez Bankasın dan beklentimiz bu sorunu giderecek bir sınırlama getirmesiydi. Yani alacaklının verdiği parayı makul bir kârla geri almasına olanak sağlayacak bir sınırlama koymasıydı. Halbuki Merkez Bankası önce hiç bir kriter dikkate almadan sınırlamalar koymuş ve daha sonra faizi tamamen serbest bırakmıştır.
4/2006 Sayılı Anayasa Mahkemesi kararı faiz konusunda karmaşayı azaltmamış aksine artırmıştır. Düz hukukçu mantığı bizi şöyle düşünmeye yönlendirmektedir. "Anayasa Mahkemesine göre faiz sınırlaması yasa ile yapılabileceğine ve Merkez Bankasına yetki veren yasalar iptal edildiğine göre iptal edilen yasalardan önceki yasa yürürlüktedir, yani İngiliz döneminde olduğu gibi faiz % 9 u geçemez ve faiz ana parayı geçemez ilkeleri geçerli olmaya devam etmektedir." Hukukçu mantığı böyle düşünmemizi gerektirdiği halde ekonomik realiteler ülkeyi başka yöne sürüklemiş ve "Merkez Bankasına yetki veren yasalar ve Merkez Bankasının yaptığı sınırlamalar iptal edildiğine göre faiz tamamen serbest kaldı" şeklinde bir düşünce oluşmuştur. Burada fiili durumun bir kez daha hukukun önüne geçtiğini görüyoruz. Bu nedenle astronomik faiz ödenmesini öngören anlaşmalar yapılmaya devam etmiştir. Bu anlaşmalar borçların hiçbir zaman ödenemeyecek rakamlara yükselmesi sonucunu doğurmuştur.
Yazımın yarınki bölümünde 2000 li yıllarda Mahkemelerin faiz sorununa çözüm bulma çabalarını anlatmaya çalışacağım.
4
2000 li yıllarda Mahkemelerde yaşanan sorunlar
1974 den sonra Türk parasında gerçekleşen yüksek enflasyonun kendiliğinden faize yansıdığını ve yasal sınırların aşıldığını gördük. Merkez Bankasının etkili bir sınırlama getirmemesi ve daha sonra faizi serbest bırakması faizlerin ve borçların astronomik rakamlara yükselmesine neden olmuştur.
Borç alma ihtiyacı ile verme ihtiyacının eşit olmaması borçlanan kişileri yüksek faiz ödemeyi kabul etmek zorunda bırakmaktadır. Faizin kapitalize edilmesi ve yapılan ödemelerin öncelikle faiz için yapılıyor kabul edilmesi de borç yükünü artırarak tahammül edilmez hale getiriyordu. Bu nedenlerle 2000 li yıllarda KKTCde borçlarını ödeyemeyen oldukça büyük bir halk kitlesi oluştu. Borçlular borçlarını ödeyemiyor ve aleyhlerine başlayan yargı işlemlerini durdurmak için olağanüstü mücadele vermek veya icra işlemlerini sabote etmek zorunda kalıyorlardı.
KKTC de devlet işlerinde genel bir yavaşlama vardı. Borçlarını ödeyemeyen borçluların gösterdiği direnişin de etkisi ile yargı ve icra işleri iyice yavaşladı.
Mahkemelerin karşı karşıya olduğu sorun iki yönlü idi. Bir tarafta makul alacaklarını dahi alamayan bankalar şikayetçi idi ve borç vermekten kaçınma eğilimi gösteriyorlardı. Diğer tarafta borçlular ödeyemeyecekleri yüksek faizleri ödemeyi kabul etmek zorunda kalmışlardı. Kendilerini savunmaya çalışıyorlar ve Mahkemelere haklı şikayetler yöneltiyorlardı. Borçlular geçmişte faiz sınırlaması ve diğer ilkeler nedeniyle Mahkemelerde görmeye alıştıkları anlayışı göremedikleri için rahatsızdılar. Acaba bu sorun nasıl çözülebilirdi?