Not: Bu yazı dizisi Maliye Bakanlığının hazırladığı Faiz Yasa Taslağı üzerine yazılmıştı.Taslakla ilgili olumlu görüşler içermektedir. Daha sonra maalesef  taslak yasallaşmadı ve çok farklı bir yasa olan "Borç İlişkilerinden Kaynaklanıp Tahsili Geciken ve/veya Tahsil Edilemez Hale Gelen Borçların Ekonomik İyileştirme Kapsamında Yeniden Yapılandırılması Yasası"olarak isimlendirilen "12/ 2012 Sayılı Yasa"  kabul edildi. Yürürlüğe konan yasa beklentilerimizin aksine özellikler içermektedir. Bu nedenle KKTC de faiz sorunu çözülememiştir.

Faiz  Yasa Taslağının Eleştirisi

1

KKTC Maliye Bakanlığı ülkemizde yaşanan faiz sorununu çözmeye karar vererek bir yasa  taslağı hazırlamıştır. Bakanlar Kurulunda görüşülen bu taslak daha sonra kamuoyunun bilgisine getirilmiş ve tartışmaya açılmıştır.

Öğrendiğime göre KKTC de yüksek  faizler nedeniyle borçlarını ödeyemeyen ve mahkemelerde sürünen 10 binden fazla kişi bulunmaktadır. Hazırlanan yasa taslağı borçluların  ödeyecekleri faiz miktarına bir sınırlama getirmeyi ve  ödeme kolaylığı sağlamayı öngörmektedir.  Böylece borçlar kısmen bağışlanarak icra edilebilecek duruma getirilecek ve dolayısıyla hem alacaklı bankalar hem de borçlular  bu değişiklikten yarar sağlayacaktır. Yeni yasanın tıkanmış durumda  olan borç ödemelerine ve borçlanma işlemlerine  işlerlik kazandırması ve bunun sonucunda ekonomiye canlılık gelmesi  beklenmektedir.

10 binden fazla  borçluyu etkileyen bir sorunun ülkemizin önemli ekonomik sorunlarından biri olduğunu kabul etmemiz gerekir. Nitekim taslağa karşı halkımızda büyük duyarlılık oluşmuş ve lehte veya aleyhte görüşler öne sürülmeye başlanmıştır. Yapılan  tartışmalar  faiz sorununun ne kadar önemli olduğunu ve halkımızı ne kadar çok etkilediğini göstermektedir.
Faiz sorunu öncelikle  borçluları ve borç veren bankaları ilgilendiren bir sorundur. Ancak bunun  yanı sıra  Mahkemeleri ve dolayısıyla hukukçuları da  ilgilendirmektedir. Bu nedenle hukukçularla benim gibi  emekli yargıçların da görüşlerini anlatarak sorunun çözümüne katkıda bulunmaları gerektiğini düşünüyorum.

Faiz sorununu   doğru  analiz edebilmek ve doğru çözüm önerebilmek için öncelikle bazı temel bilgileri edinmemiz yararlı olur sanırım.

Her şeyden önce şunu belirtmekte yarar görürüm. Bu tür önemli sorunlara çözüm ararken  hata yapmamaya dikkat etmeliyiz. Çünkü yapılacak küçük bir hatanın bile mevcut durumu  daha  da kötüye götürme olasılığı  vardır. Yani kaş yapayım derken  göz çıkarmamız söz konusu olabilir. Faiz konusunda detaylı ve titiz bir çalışma yaptıktan ve  mevcut yasal durumu öğrenip yarattığı sorunları saptadıktan sonra Maliye Bakanlığının önerdiği taslağın isabetli olup olmadığını  değerlendirmeye geçebiliriz.

Geçmiş tecrübelerim bana yasal konuların genelde karmaşık ve zor anlaşılan konular olduğunu göstermiştir. Bu konuları anlayabilmek ve anlatabilmek için başvurulabilecek en isabetli yöntemin konuyu mümkün olduğu ölçüde basitleştirmek ve bir çocuğun dahi anlayabileceği formata  dönüştürmek olduğunu düşünüyorum. Arzu ederseniz faiz konusunu da böyle yapalım ve  sorunu mümkün olduğu ölçüde sadeleştirmeye  çalışalım. Böyle yaptığımız zaman kendi üşünce sistemimizde bir hata olup olamadığı da daha iyi ortaya çıkacaktır. Bu yaklaşımla hatalı tavsiyede bulunmanın önüne  geçebileceğimizi de sanıyorum..

Faiz nedir?
Faiz, bir borç ilişkisinde borç para veren kişinin verdiği borca  karşılık aldığı ücret olarak tarif edilebilir. Borç ilişkisinde borç alan kişi, başkasına ait parayı kullanma olanağına kavuşmaktadır. Bu nedenle faizi alternatif olarak şöyle de tarif edebiliriz: Faiz, borç alan kişinin bir başka kişiye ait parayı kullanabilmek için  ödediği  kira veya kullanın bedelidir.

Faiz almanın haklı  gerekçesi var mı?
Bir kişi diğerine belli bir süre kullanması için para veriyor. Borç verenin  ilk düşüneceği şey günü geldiği zaman parasını geri alabilmektir. Acaba bunun yanında bir bedel  alması da doğru mu? Düz mantık bize bunun doğru ve  ülke ekonomisi açısından yararlı olduğunu gösteriyor. Çünkü bir bedelin alınması borç verme işlemini kolaylaştıracaktır.

Her toplumda  parası olup kullanamayan gerçek veya tüzel  kişiler vardır. Diğer taraftan toplumlar iş yapmak isteyen fakat parası olmadığı için bu imkanı bulamayan  insanlarla doludur. İki grubun bir araya gelerek anlaşması her ikisine de yarar sağlayacaktır. Fakat daha önemli olan paranın kullanma yeteneği olan kişilerin eline geçmesi durumunda  yatırımlara dönüşmesi  ve ülke ekonomisinin bundan yarar görmesidir.

Bu yararın  yanı sıra toplum yaşamında herkesin zor durumları olduğunu biliyoruz. Hastalık, kaza v.s.  her insanın başına gelebilecek olaylardır. Böyle zamanlarda borç para alabilmek bir insanın yaşamında son derece önemlidir. Borç almayı kolaylaştırarak buna olanak sağlayan faizin insanların yaralarına merhem olma özelliği olduğunu da  söyleyebiliriz.

Faiz miktarı nasıl saptanmalıdır?
Borç ilişkisi, borç verenle  borç alanın  özgür iradelerine bağlı olarak gerçekleşen bir ilişkidir. Yani her iki tarafın da arzu etmesi halinde borçlanma olmaktadır. Böyle bir ilişkide serbest piyasa kurallarının geçerli olması doğaldır. Serbest piyasa kurallarının geçerli olması demek fiyatın yani bu olayda faizin arz ve talebe göre belirlenmesi demektir. Bu durumda bir ülkede  para borçlanma ihtiyacının  fazla olması halinde  faiz   yükselecektir. Buna karşılık bankalarda veya özel kişilerde birikmiş para varsa ve borç vererek gelir elde etme ihtiyacı yüksekse faiz aşağılara düşecektir.

Arz ve talep kuralı her zaman sağlıklı çalışır mı?
Serbest piyasa ekonomisinde  geçerli olan  arz ve talep  kuralının gerçekçi olduğunu, ekonomik yaşamın gelişmesinde ve dolayısı ile halkın refahının artmasında yararlı olduğunu biliyoruz.  Ancak bu kural bazı durumlarda beklenen sonucu vermemekte ve büyük sıkıntılara neden olmaktadır. Serbest piyasa kurallarının beklenen yararlı sonucu vermediği durumlarda devletlerin tereddüt etmeden ekonomiye  müdahale etmesi ve arz ve talep kuralının bir trajediye dönüşmesini önlemesi gerekmektedir.

Faiz konusunda arz ve talep kuralı sağlıklı çalışıyor mu?
İlk çağlardan günümüze kadar meydana gelmiş ekonomik krizleri gözden geçirelim. Serbest piyasa ekonomisinin düzenli çalışmadığı ve devletlerin müdahale ederek borçluları koruyan önlemler almak zorunda kaldığı konuların başında faiz konusunun  geldiğini görürüz. Bunun nedeni toplum yaşamında zaman zaman borçlanma ihtiyacının çok fazla artması, buna bağlı olarak faizlerin yükselmesi ve birçok kişinin borç verenlerin insafına kalmasıdır. Diğer neden ise toplumun yaşadığı ekonomik değişimlerin zaman zaman faizi tahammül edilemez bir yük haline getirmesidir. Bu durumlarda devletlerin  faize müdahale etmesi kaçınılmaz olmaktadır. Bu tür müdahalelerle devletlerin borçluları koruması insanlık tarihi kadar eskidir.

Belki de yarattığı sorunlar nedeniyle  dinimiz olan Müslümanlıkta ve diğer bazı uygarlıklarda faiz alınması tamamen yasaklanmıştır. Ancak bu yasağı uygulayan ülkelerde borç verenlerin faiz yerine başka isimler altında yine bir bedel aldıklarını görüyoruz. Örneğin ülkemizde faaliyet gösteren Kıbrıs Faisal İslam Bankası borç ilişkilerinde İslami  kuralları uygulamaktadır. Bu bankanın taraf olduğu bazı davalar Mahkememize taşınmıştı. Orada yapılan tartışmalar faiz ihtiyacının ortadan kalkmadığını ve başka bir formül altında devam ettiğini gösteriyordu. Konumuz dışı olduğu için faiz alternatifi olan bu bedel alma yöntemlerini incelemeyi bir tarafa bırakıyorum.

Borç veren ve alanın gereksinimleri nelerdir?
Serbest piyasa kurallarının faiz konusunda neden her zaman  sağlıklı bir sonuç vermediğini anlamaya çalışalım. Kendimizi borç veren bir banka ile bankadan borç isteyen ihtiyaçlı bir insanın yerine koyarak konuyu değerlendirelim. Borç veren banka  vadesi geldiği zaman verdiği parayı geri almayı ve buna ek olarak bir ücret yani faiz alarak kar etmeyi düşünecektir. Eğer vadesi geldiği zaman elinden çıkan para  geri dönmeyecekse  borç vermekten vazgeçmesi veya karşılaştığı risk oranında yüksek faiz istemesi söz konusu olacaktır. Bankadan para borçlanmak isteyen kişi ise parayı kullanma olanağına kavuşmanın yanı sıra ödeyeceği bedelin yani faizin fazla yüksek olmamasını  isteyecektir.

Serbest piyasa ekonomisi veya arz-talep kuralı iki tarafın ihtiyaçlarının fiyatları kendiliğinden dengeye getirdiği varsayımına dayanır. Teoride,  arz - talep kuralının doğru sonuç vereceğini ve faizin kendiliğinden en doğru orana geleceğini  düşünebiliriz. Ancak pratikte gerçekleşen böyle değildir. Çünkü  iki taraf eşit güçte değillerdir. Banka kredi vermeden uzun süre bekleme olanağına sahiptir. Halbuki borç isteyen kişinin çoğu kez böyle bir olanağı yoktur. Örneğin çocuğunun tedavisi için paraya  ihtiyaç duyan bir babanın durumunu düşünelim. İhtiyaç içinde olan baba herhangi bir faizi ödemeye razı olacaktır. Bu nedenle  faizler gittikçe yükselecek ve dolayısıyla arz - talep kuralı sağlıklı  sonuç vermeyecektir.

Bunun gibi bir ülkede yüksek enflasyon olduğunu düşünelim. Enflasyonun yüksek olması faizin de yüksek olmasına neden olacaktır. Daha sonra enflasyonun sona ermesi halinde borçlunun durumu ne olacaktır? Borçlu yüksek faizi ödemeyi kabul edecek fakat daha sonra ödeyemeyerek   mahkemeleri zorlamaya başlayacaktır. Bu durum daha sonra şu anda içinde bulunduğumuz gibi bir trajediye dönüşecektir.

Görüleceği gibi serbest piyasa ekonomisi veya arz - talep kuralı faiz konusunda her zaman sağlıklı bir sonuç vermemektedir. 1974 sonrası ülkemizde gerçekleşenler bunun en açık kanıtıdır. Faizin tamamen serbest  kalması bir ülkede  büyük sorunlar çıkarmaya da  adaydır.

Tarihte faiz nedeniyle büyük sorunlar yaşandı mı?
Tarihte çeşitli toplumlarda yaşanmış ekonomik krizleri gözden geçirelim. Birçok krizin temelinde faiz sorununun yattığını görürüz. Birçok ülkede sıkıntı içine düşen halk  borç alabilmek için yüksek faiz vermeyi kabul etmek zorunda kalmış ve daha sonra borçlarını ödeyemeyerek başka çözüm yolları aramak zorunda kalmıştır. Tarihte bazı halk ayaklanmalarının temelinde borçlarını ödeyemeyen halk kitlelerinin sıkıntısının yattığını biliyoruz. Bu ayaklanmalarda  borçlarını ödeyemeyen fakir halkın borç veren zengin sınıflara karşı katliam yaptığı dahi görülmüştür.

İngilterede 1215 yılında imzalanmış olan "Magna Carta" (Büyük Özgürlükler Sözleşmesi) dünyada insan haklarını ve dolayısıyla Anayasal ilkeleri ilk belirleyen belgelerden biridir. Esas amacı İngiliz Kralının yetkilerini sınırlama olan  bu belgeyi inceleyenler faiz konusunda da hükümler içerdiğini hayretle göreceklerdir. Magna Carta gibi bir belgede faiz konusuna değinilmesi ve faize sınırlama getirme çabası faiz konusunun tarihteki önemini göstermektedir.

Özetlersek  gözlemlerimiz  faizi serbest bırakmanın sakıncalı olduğunu ve bir  sınırlama getirmenin zorunlu olduğunu göstermektedir. Diğer taraftan  hatalı bir sınırlamanın borç verme işlemlerini engelleyip ülke ekonomisine zarar vereceği ortaya çıkmaktadır. Bu durumda hem borç alanları koruyacak hem de borç veren bankaların borç vermelerini kolaylaştıracak bir yöntem bulmamız gerekmektedir. Acaba hangi yöntem bu amacı gerçekleştirebilir?

Halen ülkemizde 10 000 den fazla borçlunun borçlarını ödeyemez durumda olması  ekonomik bir kriz içinde olduğumuzun açık göstergesidir. Maliye Bakanlığının hazırladığı faiz yasa taslağı bu krizi ortadan kaldırmaya yönelik önemli bir girişimdir. Bu olayı takdirle karşılamalıyız. Ancak bu noktada durmayarak incelememize devam etmemiz ve faiz konusu masaya yatırıp nasıl çözülebileceğini araştırmamız gerekmektedir.

Faiz konusunda hazırladığım bu yazı dizisini 5 bölüm halinde bilginize sunmak istiyorum. Yazımın  yarınki bölümünde yakın tarihimiz olan  İngiliz Yönetimi devrinde  Kıbrısta faizle ilgili yaşanan sıkıntıları ve alınan yasal önlemleri anlatmaya çalışacağım. Daha sonra 1974 den sonra yaşanan sorunlara,  yapılan  yasal değişikliklere ve mahkemelerin faiz sorununu çözmek için gösterdiği çabalara değineceğim. Böylece günümüzde karşı karşıya olduğumuz sorunu daha iyi anlayacak ve Maliye Bakanlığının hazırladığı faiz yasa taslağını daha iyi değerlendirebileceğiz.



2

Kıbrısta İngiliz yönetimi devrinde faizle ilgili yasalar
İngiliz Yönetiminde Kıbrısta ortaya çıkan ekonomik sorunları incelediğimiz zaman faizle ilgili büyük sıkıntılar yaşandığını görürüz.  Bu dönem  yasalarını inceleyenler İngiliz Yönetiminin borçluları korumak için büyük bir titizlik gösterdiğine tanık olurlar.

İngiliz döneminde İlk Faiz yasası  1882 yılında yapılmıştır ( The Interest Law, 1882 ). Daha sonra bu yasa değişikliklere uğramış ve son olarak 1944 yılında yeniden düzenlenerek  Fasıl 150, Faiz Yasası'na dönüşmüştür. Bu yasanın etkileri günümüze  kadar devam etmiştir.

Fasıl 150, Faiz Yasası'nın getirdiği sınırlamalar nelerdi?
İngiliz devrinde  faizle ilgili yasaları incelediğimiz zaman faizi serbest bırakmanın sakıncalı olduğu ve bir sınırlama getirmenin zorunlu olduğu görüşünün egemen olduğunu anlarız. Fasıl 150, Faiz Yasası çok kısa olup 3 maddeden oluşmaktadır.Yasa çok önemli iki ilkeyi içermektedir.

Faiz %9 dan fazla olamaz.
Faiz ana parayı geçemez.

Bu iki ilke uzun süre Kıbrısta ekonomik yaşamı etkileyen ve borçluları koruyan  ilkeler olmuştur.

Faiz konusuna değinen diğer yasaların getirdiği sınırlamalara geçmeden  önce bir hususa daha değinme gereği duyuyorum. İyi bir yasanın uzun ve  karmaşık bir yasa olmaması, herkesin anlayacağı sade bir dille kaleme alınması, çelişki içermemesi ve farklı yorumlara fırsat vermemesi  gerekir. Başka bir ifadeyle iyi bir yasa bir çocuğun bile anlayabileceği kadar açık ve net olmalıdır. Okumak zahmetine katlananlar İngiliz devrinden kalan bir çok yasa gibi Fasıl 150, Faiz Yasasının bu özellikleri taşıdığını göreceklerdir. Yasama meclisimizin yaptığı yasaların da yasa yapım tekniği açısından bu özellikleri taşımasını temenni edelim.

Diğer yasaların getirdiği sınırlamalar:
İngiliz devrinde "faiz % 9 u geçemez" ve "faiz ana parayı geçmez" ilkeleri yeterli olmamış ve diğer yasalarda yer alan ek ilkelerle  borçlular daha fazla korunmak istenmiştir. Bu ilkelerden biri "faizin faizi alınamaz" , "faiz kapitalize edilemez" veya bazı yasaların ifadesine göre "mürekkep faiz alınamaz" ilkesi olup faizin ana paraya eklenemeyeceğini vurgulamaktadır. Diğer bir ilke ise borcunu ödeyemeyip Mahkemelere düşen bir kişinin Mahkeme hükmünden sonra borç ödeninceye kadar yüksek faiz altında ezilmesini önleme amacını güdüyordu ve Mahkeme hükümlerinden sonra sadece % 4 yasal faiz ödenmesini öngörüyordu. Çeşitli yasalarda yer alan bu ilkeler daha sonra Kıbrıs Cumhuriyetinin kurulması ile yeniden düzenlendi ve  1960 Adalet Mahkemeleri Yasasında (1960 Courts of Justice Law)  tekrarlandı. Daha sonra aynı ilkeler Kıbrıs Türk Federe Devletinde yapılan 9/76 Sayılı  Mahkemeler Yasasının 42.ci maddesinde yer aldı.

Hemen ekleyelim ki İngiliz devrinde bu ilkeler borçluları korurken borç veren bankalara zarar vermiş de değildi. Yani her iki tarafı koruyan bir denge oluşturuyordu.

Faize sınırlama getiren ilkeler İngiliz Yönetimi sona erdikten sonra bir süre daha geçerli olmaya devam etmiştir. Kıbrıs Cumhuriyetinde, Kıbrıs Türk Federe Devletinde ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde uygulanmaya devam eden  bu ilkelerin daha sonra zamanla erozyona uğradığını görüyoruz. Bu erozyonun temel nedeni  Türk parasında büyük enflasyon yaşanmasıdır. KKTC de meydana gelen değişiklikleri daha sonra ele alacağız. Ancak bundan önce İngiliz yasalarına geri dönelim ve iki konuya daha açıklık getirelim.

Tefeciliğin düzenlenmesi
İngiliz Yönetiminin faiz konusunda uyguladığı yasaları inceleyenler bu Yönetimin   borç verenlere kuşku ile baktığı hatta onların  potansiyel suçlular olarak kabul ettiği izlenimini edinirler. Yasa koyucunun bu yaklaşımını özellikle tefeciliği düzenleyen yasalarda görürüz (Gör: Fasıl 142 Tefeciler Yasası,  Moneylenders Law).  Bu Yasanın  19. cu maddesi bir tefecinin  borç sözleşmesinde gerçeği ifade etmeyen bir hususu belirtmesi  veya böyle bir hususu  kabul etmesi için borçluyu ikna etmesi halinde aldatma suçunu işlemiş olacağını  ve Ceza Yasasına göre cezalandırılacağını  belirtmektedir. Fasıl142, Tefeciler Yasası,  Kıbrıs Cumhuriyeti devrinde  isim değiştirerek ve Faizciler Kanunu ismini alarak  uygulanmaya devam etmiştir (Gör: 1962, Faizciler Kanunu).

Devletin sözleşmelere müdahale etmesi
Görüleceği gibi eski yasalarda borçluları koruyan pek çok düzenleme  vardı. Ancak İngiliz Yönetimi tüm bu düzenlemeleri yeterli bulmamış olacak  ki bazı  durumlarda daha da ileri gitmiş ve borç ilişkisine tümüyle el koyan yasalar yapmıştır. Bu yasalarda vade dahil sözleşmede yer alan her hususu yeniden düzenleme yetkisini eline almıştır. 1919 da yapılmış The Usury ( Farmers) Law, la bu  olağanüstü korumanın  gerçekleştiğini görüyoruz. Bu düzenleme daha sonra, zaman zaman yapılan yasa tadilleri ile devam etmiştir. Son yasa tadili  ise 1944 de olmuştur (Gör: Usury (Farmers) Amendment Law).

Çiftçi Borçları da denilen bu borçlardaki düzenlemeleri anlayabilmek için geçmişte Kıbrısta gerçekleşen ekonomik sorunları bilmemiz gerekiyor. Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi Kıbrısta da en güç koşullarda yaşayan insanlar tarımla uğraşan çiftçilerdir. Yaşamlarını ve işlerini sürdürebilmek için sık sık borçlanmak zorunda kalırlar. İngiliz Yönetimi bu durumu bildiği için faize yukarıda belirttiğimiz sınırlamaları koymuş  ve  tefecilerin  çiftçileri aldatmasını engelleyecek önlemler almıştır. Ancak bu sınırlamalar ve önlemler dahi tarımla uğraşan bu çilekeş insanları yeterince koruyamıyordu. Çünkü doğa koşulları her zaman onlara dost değildi. Bu nedenle bazen   ümit ettikleri geliri elde edemeyip borç yükümlülüklerini yerine getiremiyorlardı. Özellikle kuraklık veya savaş zamanlarında bu duruma düşen çiftçileri alacaklılar pusuda bekliyorlardı. Hiç tereddüt etmeden çiftçilerin tarlalarını sattırmak için harekete geçmeleri söz konusu idi.

Kıbrısta  özellikle iki dünya savaşı arasında yaşanan bu trajedi yakın tarihimizin karanlık bir bölümünü oluşturmaktadır. Türk veya Rum  fakir çiftçiler genellikle zengin Rum tüccarlardan veya  tefecilerden faiz karşılığı para almakta ve borçlarını ödeyemeyecek duruma düşmekte idiler. Devlet müdahale etmediği takdirde tarlalarını yitirip fakir işçiler haline gelebilirlerdi. İngiliz yönetimi bu trajediye karşı duyarsız kalmadı ve  kriz dönemlerinde  sözleşmelere el koydu. Zarar gören  çiftçilere yeni vade vererek borçlarını  makul taksitlerle ödemelerini sağladı.

Geçmişi anımsayıp anlatanlara göre devlet kriz dönemlerinde sözleşmelere el koyup çiftçilere  ödeme kolaylığı sağlamasaydı Türk veya Rum bir çok çiftçinin tarlaları satılmış olacaktı. Bu durumda tüm ada toprakları birkaç kişinin elinde toplanabilirdi. Bugün kıvanç duyarak Kıbrıs Türk Halkının Kıbrısta sahip olduğu topraklardan ve bunun uluslar arası alanda bize sağladığı haklardan söz ediyoruz.  Bu toprakların değindiğimiz yasalar  sayesinde Kıbrıs Türk Halkının elinde kaldığını anımsamamız gerekiyor.

Anayasal Sorun
Çiftçi borçları üzerinde bu kadar ısrarla durmamın nedeni bugün  yaşanan faiz krizi ile bu olay arasında  bir benzerlik görmemdir. Anayasamızın 46.cı maddesine göre " herkes . serbestçe  sözleşme yapma hakkına sahiptir" . Bu maddeye gönderme yaparak Maliye Bakanlığının hazırladığı Faiz Yasa Taslağının serbestçe sözleşme yapma hakkına müdahale ettiğini ve bu nedenle Anayasaya aykırı olduğunu öne sürenler olmuştur.

Bu görüşe katılmıyorum. Çünkü aynı maddenin ikinci bendine göre  "Sözleşmelerden doğan hak ve yükümlülükler kamu yararı, kamu düzeni, sosyal adalet ve ulusal güvenlik gibi nedenlerle yasa ile düzenlenebilir ve kısıtlanabilir." Kanımca 46.cı maddenin ikinci bendinde yer alan "kısıtlanabilir" sözcüğü önemlidir ve yoruma ihtiyaç duyulmayacak  kadar açıktır.
Anayasamızın 58. ci maddesi  "Güçsüzlerin Esenlendirilmesi", 65.ci maddesi ise "Tüketicilerin Korunması"  başlığını taşımaktadır ve bu maddeler de  Faiz Yasa Taslağının Anayasaya aykırı olmadığını ifade etmektedir. Anayasamızın sözü ve özü ekonomik yönden güçsüz olanların korunmasını gerektirmektedir.

Bunları söylerken hemen eklemek gerekir ki hukukta her konu yetkili mahkemenin karar vermesine değin tartışmaya açıktır. Bu aşamada sadece taslağın Anayasaya aykırı olmadığı hususunda ciddi bir argüman yapılabileceğini söylememiz uygun olacaktır.

Tekrar çiftçi borçlarına dönelim. Çiftçi borçlarını düzenleyen  yasalar  ile Faiz Yasa Taslağı arasında bir benzerlik görmekteyim. Çünkü

Her ikisi de bir kriz döneminde kamu yararı gerekçesi ile borçluları korumayı amaçlamaktadır.
Her ikisi de  tarafların  özgür iradeleri ile yaptığı sözleşmelere müdahale etmekte ve bu sözleşmelerin şartlarını değiştirmektedir.
Her ikisi de binlerce taşınmaz malın satılmasını ve insanların topraksız kalmasını önlemeyi amaçlamaktadır.

Şu halde çiftçi borçlarını düzenleyen yasalar  Anayasaya aykırı ise Faiz Yasa Taslağı da  aykırıdır.  Değilse ikisi de aykırı değildir.

Gerçi İngiliz döneminde Anayasa yoktu, fakat Anayasal prensipler vardı. Kanımca 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası, 1975 Federe Devlet Anayasası ve 1985 KKTC Anayasası İngiliz hukukunda mevcut zayıfları koruyan ilkeleri tekrarlamış ve onlara netlik kazandırmıştır.
Bu nedenlerle Kıbrıs Türk halkının topraksız kalmasını önleyen çiftçi borçları yasaları  Anayasal ilkelere aykırı olmadığı gibi Faiz Yasa Taslağının  da aykırı olmadığı kanısına varmamız gerekir.
Böylece 1974 den sonra faiz konusunda meydana gelen yasal değişikliklere gelmiş buluyoruz. Yazımın yarınki bölümünde 1974 den sonra faiz konusunda yaşanan sorunları ve değişiklikleri anlatmaya çalışacağım.

3

1974 den sonra ekonomik yaşamda büyük değişiklik
1974 den sonra enflasyon nedeniyle Türk parasında büyük değer kaybı olmaya başladı. Bu durumda İngiliz devrinde geçerli olan faiz sınırlamalarının yürürlükte kalmasına olanak yoktu. Yazı dizisinin ilk bölümünde anlattığımız gibi borç ilişkisinin sağlıklı  olabilmesi için borç verenin vade geldiği zaman verdiği parayı geri alabilmesi ve bunun yanında makul bir de ücret yani faiz alabilmesi gerekir. Eğer borcun vadesi gelene kadar  paranın değeri yarı yarıya azalacaksa  borç veren parasının yarısını yitirecek ve dolayısıyla bu işten zarar görecek demektir. Bu durumda  kimse borç vermek istemeyecektir.

Böyle durumlarda devletin devreye girmesi ve değişen ekonomik koşullara uygun yeni bir düzenleme yapması gerekmektedir. 1974 ü izleyen yıllarda Kıbrısta bu yapılamamıştır. Belki de böyle bir düzenleme yapmak kolay olmadığı için ülkemizde ekonomik karmaşa yaşanmaya başlamıştır.

İngiliz devrinde faizle ilgili yasaların ne kadar açık ve net olduğunu gördük. Yapılacak yeni düzenlemenin de  bunun gibi açık ve net olmasını arzu ediyorduk. Faizi sınırsız bırakmanın doğru olmadığını, bu durumda geçmiş binlerce yılda birçok toplumda gerçekleşen trajedilerin KKTC de de yaşanacağını düşünüyorduk.
Borç veren bankaların makul  kâr sağlamasına fırsat verirken borçlanan fakir insanları  koruyan bir düzenleme yapılmalıydı. Eski sınırların yerine yeni sınırlar  konması gerekiyordu. Bu sınırlar geçmişte olduğu gibi açık ve net olmalıydı. Maalesef bunlar yapılamadı ve büyük ölçüde yasa dışı zorlamalarla ekonomi kendine yeni bir yol bulmaya çalıştı.

Enflasyon ve paranın değer kaybı değişken olduğundan 1974 den sonra faizin geçmişte olduğu gibi yasalarla sınırlanması kolay değildi.  Sınırlama yetkisinin bir yasayla  Merkez Bankasına verilmesi uygun olabilirdi. Ancak yasada Merkez Bankasının  hangi ilkelere göre hareket edeceğinin  açıklanması gerekiyordu. Merkez Bankası ise kararında bu ilkelere değinmeli ve böylece alınan kararın doğru olup olmadığı herkesin incelemesine açık olmalıydı.

1974de sonra bize makul görünen böyle bir yöntem izlenmemiştir. Merkez Bankasına yetki verilmiş fakat bankanın göz önünde bulunduracağı ilkeler yasada belirtilmemiştir. Merkez Bankası da her hangi bir ilke belirlemeden karar vermeye başlamıştır.  Merkez Bankasının kural koymaktan fazla   kendiliğinden oluşan yeni uygulamalara yasallık kazandırma yönüne gittiğini söyleyebiliriz. Nitekim  bir süre sonra faizi tamamen serbest bırakmıştır. Tüm bu nedenlerle 1974 den sonra ülkemizde  faiz konusunda karmaşa yaşandığını ve yaşanmaya devam ettiğini söyleyebiliriz.


Faizin ana paraya eklenme macerası
Türk parasında yaşanan büyük enflasyon faiz konusunda yeni bir düzenleme yapılmasını zorunlu hale getirmişti. Bu yapılamayınca yasa dışı zorlamalarla  İngiliz döneminden kalma sınırlar yıkılmaya başlandı. Bunun en çarpıcı  örneği faizin ana paraya eklenmesi veya kapitalize edilmesi konusunda oldu. Borç verenler veya bankalar her üç ayda bir veya vade sonunda borçların kapitalize edileceği anlaşmaları yapmaya başladılar. Bu anlaşmalar bankalara ekonomik realitelere daha uygun fakat yasalara aykırı faiz alma olanağını veriyordu. Böylece enflasyonun getirdiği kaybı giderme çabası içine girdiler.

Yasaya aykırı olan bu uygulama  Mahkemeye taşınmakta gecikmedi. Yargıtay / Hukuk 36/ 93, D.6/94 sayılı davada Mahkeme faizden faiz alınmasının veya faizin kapitalize edilmesinin diğer yasaların yanı sıra 9/76 Mahkemeler Yasasına aykırı olduğuna karar verdi. Bu karar üzerine Yasama Meclisinin enflasyonun yarattığı sorunu giderecek detaylı bir düzenleme yapma çabası içine girmesi gerekiyordu. Ancak bu uyarının gereği de yerine getirilmedi  ve işin kolayına gidilerek  9/76 Mahkemeler Yasasındaki  kapitalize yasağı kaldırıldı (Gör: 38/95 Sayılı Değişiklik Yasası). Böylece faizden faiz alınması yasal hale getirilmiş oldu ve borç verme işlemlerinde uygulanmaya başlandı.

Faize getirilecek sınırların  İngiliz devrinde olduğu gibi açık ve net olması gerektiği üzerinde durmuştuk. Faizin kapitalize edilmesi  bu açıklık ve netliği ortadan kaldıran bir olaydır. Faizi kapitalize eden bir banka talep edeceği yıllık faizin yüksek görüneceğini ve borçlunun borç almaktan  vazgeçeceğini düşünerek kağıt üstünde düşük gibi görünen fakat gerçekte yüksek olan bir faiz tespit etmektedir. Bu kabul edilebilecek bir durum mu? Daha da ileri giderek böyle hareket eden bir bankanın tefecilik yaptığını ve bunun İngiliz devrinde uygulanan  Fasıl 142 , Tefeciler Yasasının suç kabul edip cezalandırdığı bir aldatma  fiili olduğunu düşünmemiz gerekmiyor mu?

Faizin ana paraya eklenmesi mümkün olacaksa bunun  aldatma içermeyecek bir şekilde ve uluslar arası uygulamalara uygun olarak gerçekleşmesi gerekmektedir.

1974 den sonra faiz konusunda  yaşanan değişimler
1974 den sonra ilk yasal değişiklik  1987 yılında 35/  87 Sayılı Merkez Bankası Yasası ile gerçekleşti. Bu yasa Merkez Bankasına faizi sınırlama yetkisi verdi. 2001 yılında yasa tadil edilerek 41/2001 Sayılı KKTC  Merkez Bankası Yasası ismini aldı ve Merkez Bankasına verilen yetki tekrarlandı.

Faize sınırlama yetkisi alan Merkez Bankasının  faizle ilgili 3 önemli karar verdiğini görüyoruz. 17.6.1991de  TL de faizin ana paranın  4 katını, dövizde 1 katını geçemeyeceğine , 16. 5.2000 de TLde 10 katını dövizde 3 katını geçemeyeceğine, 24.12.2001 de ise faizin  sınırsız olduğuna karar verdi.

Merkez Bankasının verdiği bu  kararları incelediğimiz zaman   Mahkemelerin arzu ettiği özellikleri taşımadıklarını ve faiz konusunu düzenlemekten uzak olduklarını görürüz. Her şeyden önce  sadece mahkemeye başvuranlarla ilgili bir sınırlama öngörmekteydiler. Yani Merkez Bankası borç veren bankalara  "faiz serbesttir, istediğiniz faizi alabilirsiniz, ancak Mahkemeye başvurursanız ana paranın 4 katından veya 10 katından fazla faiz  alamazsınız" demekteydi. Merkez Bankası daha sonra bu kararını da değiştirerek "faiz tamamen serbesttir" demiştir.  Sınırlamanın sözleşmenin yapıldığı tarihe göre mi, dava açıldığı tarihe göre  mi, hüküm verildiği tarihe göre mi, yoksa icranın yapıldığı tarihe göre mi geçerli olacağı belli değildi. Bu nedenle faizin ana paranın  4 mü 10 katında mı duracağı  yoksa serbest mi olacağı konusunda  tereddüt ortaya çıktı. Bu tereddüt Mahkemelerde karmaşaya neden oldu.
Faiz konusunda yaşanan karmaşa bundan ibaret değildi. Enflasyon nedeniyle faiz zaten kendiliğinden yükselmişti ve faizin kapitalize edilmesi yasal hale gelmişti. Bu durum borcu astronomik rakamlara yükseltiyordu.  Buna ek olarak yapılan ödemelerin ana para için yapıldığı kabul edilmeyip öncelikle faize karşılık yapıldığı kabul ediliyordu. Bu nedenle bankaya giderek borcunu az az ödediğini zanneden  kişiler bir süre sonra  borcun eksilmediğini aksine arttığını görerek şaşkına dönüyorlardı.

Anayasa Mahkemesinin  iptal kararı
Faiz konusunda Mahkemelerde yaşanan karmaşa konunun Anayasa Mahkemesinde tartışılmasına neden oldu (Gör: Anayasa Mahkemesi, Sayı: 4/ 2006, D/2007). Bu kararda Anayasa Mahkemesi  Merkez Bankasına yetki veren yasaların Anayasaya aykırı olduğuna karar verdi ve yasaları iptal etti.

Anayasa Mahkemesi kararının gerekçesine göre Yasama Meclisinin yetkilerini başka bir organa devretmesi Anayasaya aykırıdır. Ancak bu gerekçede dikkati çeken önemli bir nokta vardır. Yasama Meclisinin yetkilerini  herhangi bir kısıtlama olmadan devretmesinin Anayasaya  aykırı olduğuna karar verilmiştir. Bu ifadeden anlaşıldığına göre bazı kısıtlamalarla Yasama Meclisinin   yetkilerini devretmesi halinde yasa, Anayasaya uygun olacaktır.

Bu noktada bir an için duraksayarak yasada ne gibi kısıtlamalar bulunabileceğini de düşünmemiz gerekiyor. Enflasyon nedeniyle bu sınırlamanın kolay olmayacağını görmüş bulunuyoruz. Çünkü borç verme işleminin sağlıklı devam edebilmesi için borç verenin verdiği parayı geri alması ve makul bir kâr etmesi gerekir. Dolayısıyla faiz,enflasyonun kaybını giderecek ölçüde olmalıdır. Enflasyon  ise değişken olduğundan sabit bir rakam belirlemek kolay değildir.

İşte Merkez Bankasın dan beklentimiz bu sorunu giderecek bir sınırlama getirmesiydi. Yani alacaklının verdiği parayı makul bir kârla geri almasına olanak sağlayacak bir sınırlama koymasıydı. Halbuki Merkez Bankası önce hiç bir kriter dikkate almadan sınırlamalar koymuş ve daha sonra faizi tamamen serbest bırakmıştır.

4/2006 Sayılı Anayasa Mahkemesi kararı faiz konusunda karmaşayı azaltmamış aksine artırmıştır. Düz hukukçu mantığı bizi şöyle düşünmeye yönlendirmektedir. "Anayasa Mahkemesine göre faiz sınırlaması yasa ile yapılabileceğine ve Merkez Bankasına yetki veren yasalar iptal edildiğine göre iptal edilen yasalardan önceki yasa yürürlüktedir, yani İngiliz döneminde olduğu gibi  faiz % 9 u geçemez ve faiz ana parayı geçemez ilkeleri geçerli olmaya devam etmektedir."  Hukukçu mantığı böyle düşünmemizi gerektirdiği halde ekonomik realiteler ülkeyi başka yöne sürüklemiş ve  "Merkez Bankasına yetki veren yasalar ve Merkez Bankasının yaptığı sınırlamalar iptal edildiğine göre faiz tamamen serbest kaldı" şeklinde  bir düşünce oluşmuştur. Burada fiili durumun bir kez daha hukukun önüne geçtiğini görüyoruz. Bu nedenle  astronomik faiz ödenmesini öngören anlaşmalar yapılmaya devam etmiştir. Bu anlaşmalar borçların hiçbir zaman ödenemeyecek rakamlara yükselmesi sonucunu doğurmuştur.

Yazımın yarınki bölümünde 2000 li yıllarda Mahkemelerin faiz sorununa çözüm bulma çabalarını anlatmaya çalışacağım.


4

2000 li yıllarda Mahkemelerde yaşanan sorunlar
1974 den sonra Türk parasında gerçekleşen yüksek enflasyonun kendiliğinden faize yansıdığını ve yasal sınırların aşıldığını gördük. Merkez Bankasının etkili bir sınırlama getirmemesi  ve daha sonra faizi serbest bırakması faizlerin ve borçların astronomik rakamlara yükselmesine neden olmuştur.

Borç alma ihtiyacı ile verme ihtiyacının eşit  olmaması borçlanan kişileri yüksek faiz ödemeyi kabul etmek zorunda bırakmaktadır. Faizin kapitalize edilmesi ve yapılan ödemelerin öncelikle faiz için yapılıyor  kabul edilmesi de borç yükünü  artırarak tahammül edilmez  hale getiriyordu. Bu nedenlerle 2000 li yıllarda KKTCde  borçlarını ödeyemeyen oldukça büyük bir  halk kitlesi oluştu. Borçlular borçlarını ödeyemiyor ve  aleyhlerine başlayan yargı işlemlerini durdurmak için olağanüstü   mücadele vermek veya icra işlemlerini sabote etmek zorunda kalıyorlardı.

KKTC de devlet  işlerinde genel bir yavaşlama vardı. Borçlarını ödeyemeyen borçluların gösterdiği direnişin de etkisi ile yargı ve icra işleri  iyice yavaşladı.

Mahkemelerin karşı karşıya olduğu sorun iki yönlü idi. Bir tarafta makul alacaklarını dahi alamayan bankalar  şikayetçi idi ve borç vermekten kaçınma eğilimi gösteriyorlardı. Diğer tarafta borçlular ödeyemeyecekleri yüksek faizleri ödemeyi kabul etmek zorunda kalmışlardı. Kendilerini savunmaya çalışıyorlar ve Mahkemelere  haklı şikayetler yöneltiyorlardı. Borçlular geçmişte faiz sınırlaması ve diğer ilkeler nedeniyle Mahkemelerde görmeye alıştıkları anlayışı göremedikleri için rahatsızdılar. Acaba  bu  sorun nasıl çözülebilirdi?
Yüksek Adliye Kurulunun sorunu çözme çabası
1975 ve 1985 Anayasalarımız Adalet Bakanlığını kaldırarak bu bakanlığın yetkilerini Yüksek Adliye Kuruluna vermiştir. Yüksek Adliye Kurulu KKTC yargısının düzeyini yükseltmeyi ve dünyanın en adil yargılarından biri haline getirmeyi amaç edinmişti. Bu nedenle Hükümetle diyalog kurup yargıya yansıyan yüksek faiz sorununu çözme gayreti içine girdi.
Bankaların ve borçluların karşılıklı şikayetlerini dinleyen Yüksek Adliye Kurulu, her iki tarafın da şikayetlerinde  haklılık payı olduğunu görüyordu. Gerçekte  iki sorun bir birine bağlıydı ve ikisinin birlikte çözülmesi gerekiyordu. Bu nedenle Yüksek Adliye Kurulu karşılıklı şikayetleri gidermek için girişimlerde bulundu.

Bankaların şikayetini gidermek için yapılanlar
Bankalar, vade geldiği zaman verdikleri parayı geri alamamaktan şikayetçi idiler. Diğer bir ifade ile yargının süratli çalışmamasından ve icranın gününde yapılamamasından şikayet ediyorlardı. Bu sorunu çözmek için 2000 li yıllarda  Yüksek Adliye kurulunun yaptığı girişimleri  KKTC Barolar Birliğinin yayınladığı "KKTC Yargısının Sorunları ve Örnek Yargı Oluşturma Çabaları" isimli kitapta anlattım. Burada tekrarlamayı gereksiz buluyorum.

Özetle yargıyı süratlendirmek için ülkemizde yürürlükte olan Anglosakson sistemin temel ilkelerini daha ciddi bir şekilde uygulamamız gerektiğini düşünüyorduk. İcrayı süratlendirebilmek için Türkiyedeki sistemi örnek almamız mümkün değildi. Çünkü Türkiyede uygulanan Kontinental sistem Kıbrısta uygulanan Anglosakson sistemden çok farklı idi. İki sistemi bir araya getirmek büyük sorunlar çıkmasına neden olabilirdi. Halbuki yapılacak en küçük bir hata yaşadığımız sorunları daha da artırabilirdi. Bu nedenle  İngiltereyi örnek almaya karar verdik ve tebliğ ve icra konuları ile bilgisayar teknolojisinden yararlanma konularında  İngilterede gerçekleşen değişimleri  öğrenmek için İngiltere Yüksek  Komiserliğinden  yardım istedik.

İngilterenin bu yardımı yapmadığını, aksine yargı sistemimizi daha da yavaşlatacak Kontinental ilkeleri öğretme yönüne gittiğini kitabımda ayrıntılı olarak anlatmış bulunuyorum. İngiliz öğretmenlerin öğrettiği Kontinental ilkeler ilk anda yargıyı daha aktif hale getirip süratlendirecek gibi görünen fakat pratikte bunun tam tersini gerçekleştirerek yargıyı yavaşlatan ilkelerdi.

Bankalar daha spesifik olarak borçluların gelirlerini ve mal varlıklarını hileli yollardan kaçırarak borçlarını ödemekten kurtulmalarından şikayet ediyorlardı. Halbuki İngiliz devrinden kalan yasalarımız bu eylemlere karşı etkili önlemler almıştı. Bankaların bu konuda yaptıkları şikayetleri incelediğimiz zaman borçların astronomik hale gelmesi nedeniyle icrada başlayan  genel  yavaşlamanın bir yansıması olduğunu ve çözüm için borçların normal hale gelmesi gerektiğini görüyorduk.

Bugün icra konusunda  karşı karşıya olduğumuz sorunlar geçmişte karşılaştığımız sorunlardan farklı değildir. Yine Anglosakson sisteme uygun titiz bir çalışma ile sorunu çözmeye  çalışmamız gerektiğini düşünüyorum. İyi bir yasanın ise kimin tarafından ve nasıl hazırlanması gerektiğini kitabımda anlatmış bulunuyorum. Ancak bu yöne gitmeden önce ülkemizde yaşanan faiz sorununu veya diğer bir ifade ile yüksek faiz nedeniyle ödenemeyen borçlar sorununu çözmemiz  gerekmektedir. Ödenemeyen borçlar sorununu çözmeden  icra sorununu çözmek mümkün değildir. Bu yöne gitmek halkın daha fazla direnç göstermesine ve sistemin çalışmasını önleyecek başka yöntemler bulmasına neden olacaktır. Tüm bu nedenler Maliye Bakanlığının hazırladığı Faiz Yasa Taslağının ne kadar yerinde ve önemli olduğunu  ortaya çıkarmaktadır.

Borçluların şikayetleri
2000 li yıllarda faizlerin yükselmesinin borçları astronomik hale getirdiğini ve borçlarını ödeyemeyen büyük bir halk kitlesi oluştuğunu gördük.
Mahkemelere gelen davalarda  800 TL borç alan bir kişinin borcunun 800 000TL in üzerine çıktığına tanık oluyorduk.  100 000 TL borç alan bir kişinin borcunun bankaya ödeme yaptıkça arttığını, 100 000 TLyi ödemesine rağmen borcun kapanmadığını,  aksine trilyonlarca lira borcu kaldığını görüyorduk.

Bir müteahhit bankadan bir evin yarısı değerinde para borçlanıyor, yüksek faiz nedeniyle borç arttıkça artıyor ve müteahhit 10 ev vererek borcunu kapatabilecek hale geliyordu.
Türk Lirasındaki yüksek faiz dövize de yansımıştı. Örneğin bir davada  ihtiyaçlı duruma düşen  borçlu sterlinde  yıllık % 250 faiz ödemeye razı olmuştu. Geçmişte sterlinde % 9 faiz sınırlaması olan bir ülkede bir süre sonra faizlerin % 250 ye çıkması ne anlama geliyordu? Böyle bir değişimi dünyanın hiçbir yerinde görmek  mümkün değildi.

Faizin kapitalize edilmesi, yani  borçlunun yanlış bir izlenim içinde kalarak borçlanması bu artışa artış ekliyordu. Örneğin bir davada sterlinde üç ayda bir kapitalize edilmek üzere  % 80  faiz kabul edilmişti. Bu faiz sterlinde yıllık % 250  faize hemen hemen eşitti. Dünyanın hiçbir yerinde görülmeyen bu rakamlar serbest piyasa ekonomisinin KKTC de sağlıklı çalışmadığının kanıtıydı.

Birçok olayda borçlular  doğal olarak borçlarını ödeyemediler  ve taşınmaz malları satılacak duruma geldi. Adaletsiz  borçlar  kamu vicdanını rahatsız ettiği için halk kitleleri açık artırma yerlerine toplanarak taşınmaz  mal satışlarını önlemeye çalıştı.

KKTC de faiz serbest kalmıştı, fakat ortaya çıkan durumu serbest piyasa ekonomisi ilkeleri ile açıklamak  da mümkün değildi. Çünkü serbest piyasa ekonomisinde temel ilke tarafların arz ve talepte özgür kalmalarıdır ve bu  durumda fiyatların kendiliğinden dengeye geleceği görüşüdür. Halbuki KKTC'de tarafların özgür iradeleri de kalmamıştı. Bazı bankalar sözleşmeye arzu ettikleri zaman  ihbar göndererek ve Merkez Bankasına bilgi vererek alacakları  faizi yükseltebileceklerini belirten bir madde koyuyorlardı. Yani anlaşma yapıldığı tarihte faizin ne kadar olacağı ve ne kadar yükseleceği belli değildi. Bu durum KKTC'de borçluların tamamen alacaklıların insafına kaldığını gösteriyordu.

Borçların ödendikçe artması
Ödemelerin öncelikle faize mahsuben alınmasının bazen borç ödendikçe  borcun artması sonucunu doğurduğunu görmüştük. Ancak bunun dışında mahkemeleri rahatsız eden bir durum daha  vardı. Şöyle ki  borçların  mahkeme emri ile ödenmesi durumunda dahi  borçların  azalmayıp gittikçe arttığını görmeye başlamıştık.

Yasalarımıza göre Mahkemeler, borçlunun gelirinin normal sade bir yaşam için gerekli olan kısmını ayırıp geriye kalanın borç ödenmesi için kullanılmasına, yani borcun taksitlerle ödenmesine emir verebilir.  Geçmişte bu yöntemle borçlar geç de olsa ödeniyordu. Astronomik borçlar ortaya çıkıp sürekli arttıktan sonra Mahkemelerin taksit emri, borcun ödenmesi için yeterli olmamaya başladı. Çünkü borçlunun geliri aynı ölçüde artmıyordu. Bu nedenle yasalara göre borçlarını taksitlerle ödemek zorunda olan borçlular ödeme yaptıkça borçlar azalacağına artmaya başladı. Bu durum yasaların çelişkili sonuç verdiği ve sistemin çıkmaza girdiği anlamına geliyordu.

Tüm bu olaylar Yüksek Adliye Kurulunu harekete geçmek zorunda bıraktı.
Yazımın yarınki son bölümünde Yüksek Adliye Kurulunun  borçluları korumak için aldığı önlemleri anlatacak ve Maliye Bakanlığının hazırladığı Faiz Yasa Taslağını değerlendireceğiz.


5

Faizin serbest kalmasının  yarattığı sorunları inceledik ve Yüksek Adliye Kurulunun önlem almak zorunda kaldığını gördük.
Yüksek Adliye Kurulunun borçluları korumak için yaptığı girişim
2000 li yıllarda Yüksek Adliye Kurulu bankaların şikayetlerini gidermenin yanısıra borçluların şikayetlerini de giderme gayreti içine girdi. Bu yönde  harekete geçmeden önce  Merkez Bankası yetkilileri ile görüşerek ortak bir çözüm yolu bulmak istedi.

Merkez Bankası görevlilerine faizin serbest kalmasının yarattığı sorunları anlatmaya çalıştık. Dünyanın hiçbir yerinde görülmeyen astronomik faizlerin sürdürülebilecek bir durum olmadığını, serbest  piyasa ekonomisinin en fazla uygulandığı ülkelerde bile devletlerin aldıkları önlemlerle borçluları koruduğunu, KKTC de astronomik borçların ödenemez hale geldiğini, bu durumun yargıyı ve icrayı  yavaşlattığını ve çalışamaz hale  getirdiğini anlattık. Özellikle bazı hallerde ödendikçe borçların arttığını, bunun kabul edilemeyecek bir durum olduğunu, Merkez Bankası kararlarının tereddüt ve karmaşa yarattığını anlatmaya çalıştık. Bu görüşlerimizi anlatmakta  zorlandığımızı anımsıyorum.

Merkez Bankası görevlilerinden edindiğim izlenime göre herhangi bir sınırlamaya gerek olmadığını ve serbest piyasa kurallarının kendiliğinden faizleri dengeye getireceğini düşünüyorladı. Halbuki biz dünyanın hiçbir yerinde ve  tarihin hiç bir devrinde bu görüşün iyi sonuç vermediğini düşünüyorduk ve yasalarımızın belirlediği ilkelere sadık kalmak istiyorduk. Son yıllarda liberal ekonomi ilkelerinin dünyada daha fazla  rağbet gördüğünü biliyorduk. Ancak KKTC koşullarında KKTC deki gibi bir serbestliğe dünyanın  hiç bir yerinde rastlamak mümkün değildi.

Türkiye veya  AB ülkelerinde faizle ilgili düzenlemeleri  incelediğim zaman serbest piyasa kuralları ve arz-talep ilkesinden daha fazla yararlanma yönüne gittiklerini görüyordum. Fakat faizi tamamen serbest bırakmadıkları ve dolaylı olarak kontrol ettikleri kanısına varıyordum. KKTC nin içinde bulunduğu kriz gibi bir krizle karşılaşmaları halinde bu ülkelerin tümünün ekonomiye müdahale etmekte tereddüt etmeyeceklerine inanıyordum. 

Merkez Bankası  görüşlerimize katılmadı ve herhangi bir önlem almadı. Bunun üzerine  Yüksek Adliye Kurulu,  27/12/2004 tarihinde faizle ilgili önemli bir karar verdi.  Bu kararda  faiz konusunda KKTC de bir  karmaşa yaşandığını, bu karmaşanın sona ermesi gerektiğini vurguladı ve yeni yasa yapılıp sorun giderilinceye kadar Mahkemeye baş vuran alacaklıların  dövizde ana paranın  1 katından ve TL de  4 katından fazla faiz alamayacaklarını belirtti. Daha doğrusu bu yönde geçmişte verilmiş olan Mahkeme kararının geçerli olmaya devam edeceğini açıkladı. (Gör:Yargıtay Hukuk:36/94; D.6/95). 

Borçluların sorumluluğu konusunda benimsenen ilkeler
Orta çağda Avrupada insanlar borçlarından şahısları ile  sorumlu idiler. Yani bir kişinin borcunu ödememesi suçtu. Borcunu ödeyemeyen insanlar hapse atılıyordu. Roma İmparatorluğunda alacaklı borcunu gününde ödeyemeyen kişiyi kendi özel hapishanesine koyabilir ve borç ödeninceye kadar orada tutabilirdi. Uygarlığın gelişmesi ile borçluların şahsen sorumlu olmaları ilkesi ortadan kalktı ve mal varlıkları  ile sorumlu olmaları  ilkesi kabul edildi. Buna göre borç veren, borçlunun ekonomik  karşılığı olup olmadığını araştırmak ve buna göre hareket  etmek zorundadır. Borçlunun icraya tabi olacak malvarlığı yoksa alacaklı  alacağını yitirecektir ve karşılıksız borç para verdiği için bunun kusuru kendisinde olacaktır.

Bu ilkeler Kıbrısta uygulandığı gibi 1926 den sonra Türk Medeni Kanununun kabul edilmesi ile Türkiyede de uygulanmaya başlandı. Bazen neyin malvarlığına dahil olduğu,  neyin o kişinin kişisel ihtiyaçlarının bir parçası olduğu  tartışma konusu olmaktadır. Hukuk sistemimiz bu konuda insancıl ilkeler benimsemiştir. Şöyle ki bir kişinin normal sade bir yaşam sürdürebilmesi  için gerekli olan geliri ile eşyaları mal varlığına dahil olmayıp kişisel ihtiyaçlarının bir parçası olarak kabul edilmiştir. Bunun gibi bir kişinin mesleğini icra edebilmek için ihtiyaç duyduğu eşyalar da belli bir değerin altında olma koşuluyla icra dışında tutulmuştur. Böylece hukuk, bankaları karşılığı olmayan kişilere borç vermemeye ve verip de alacaklarını alamayınca şikayetçi olmamaya  yönlendirmiştir.

Enflasyonun aşağılara çekilmesi ve  Türk  parasının değer kazanması
Borçlarla ilgili yaşadığımız sorunun temel nedeninin 1974 de başlayan yüksek enflasyon olduğunu, bunun faizleri yükselttiğini, yüksek faizlerin borçları  yükselterek ödenemez hale getirdiğni görmüştük. 2003 den sonra Türk parasında yeniden büyük bir değişim yaşandı. Bir mucize gerçekleşti ve enflasyon tekrar normal oranlara indi. Bu mucizenin tüm ekonomiyi ve  borç ilişkilerini etkilemesi kaçınılmazdı.

Türkiyede enflasyonun normal sınırlara inmesini büyük bir sevinçle karşıladık. Önce bu değişimin Mahkemelerde  yaşanan sorunu da  çözeceğini zannettik. Halbuki KKTC halkı için en büyük sorun yeni başlıyordu. 2003 öncesinde oluşan yüksek faizli borçların bu tarihten sonra meydana gelen değerli para ile ödenmesi haksızlığın katlanarak artması anlamına gelecekti.

Geçmişte yüksek enflasyon koşullarında  kabul edilen bir borcu enflasyonsuz bir ekonomide ödemeye kalkmak kimsenin altından kalkamayacağı bir olaydı.  Bu durum TL olarak para borçlanan bir kimsenin aynı miktar borcu sterlin olarak ödemesine benzemektedir. Kimse borcunu bu şekilde ödeyemez. Hiçbir hukuk sistemi borçluların bu koşullarda borç ödemesini bekleyemez.

Eski sözleşmelerin yeni koşullarda aynen geçerli olacağını kabul etmek ve icra etmeye kalkmak ülkede ekonomik kriz yaratmak ve sosyal çatışma başlatmak demektir. Bu nedenlerle geçmiş borçlar için bir çözüm bulmak KKTC de kaçınılmaz hale gelmişti. Dolayısıyla Maliye Bakanlığının hazırladığı Faiz Yasa Taslağını halkımızın kurtuluşu için hazırlanmış fevkalade önemli bir girişim olarak kabul etmemiz gerekir.

Faiz Yasa Taslağının özelliği
Faiz yasa taslağının benimsediği ilke yeniden faize bir  sınırlama getirmektir. Eski  borçlar ile yasadan sonra yapılacak borçlar arasında bir ayırım yapılmayarak tümünde faizin ana paranın 3 katını geçemeyeceği belirtilmiştir. Taslak, eskiden kriz devirlerinde yapılan ve halkımızı yok olmaktan kurtaran çiftçi borçları yasalarına benzemektedir. Eski yasalar kadar Anayasaya uygundur. Halkımızı yok olmaktan kurtaran bu yasalar kadar desteklenmesi gerekir. Bunları söyledikten sonra araştırmamıza devam etmemiz ve bu taslaktaki görüşlere alternatif  başka  görüşler daha bulunabilip  bulunamayacağını  saptamaya çalışmamız uygun olacaktır.

Eski borçlarla yeni borçların farklı koşullarda oluşması
Faizle ilgili tartışmalar bizi  eski borçlarla yasadan sonra yapılacak  yeni borçlar arasında bir ayırım yapmaya yönlendirmektedir. Yukarıda araştırmalarımız sonunda elde ettiğimiz bilgilerden hareket ettiğimiz zaman eski borçlarda faizin ana parayı geçemeyeceği ilkesine geri döneriz. Çünkü Anayasa Mahkemesi Merkez Bankasına yetki veren  yasaların Anayasaya aykırı olduğuna karar vermiştir (Gör: Anayasa Mahkemesi kararı: 4/ 2006,D.1/2007) . Bu durumda iptal edilen yasalardan  önce yürürlükte olan yasanın tekrar yürürlüğe girdiğini kabul etmek zorunda kalırız. Bu yasa ise Fasıl 150, Faiz Yasasından başkası değildir. Yani, yeni yasa yapılana kadar faiz ana parayı geçemez ilkesinin geçerli olduğunu kabul etmek zorundayız.

Düz hukuk mantığı bizi eski borçlarla ilgili şöyle bir değerlendirmeye de yönlendirebilir. Şu anda yürürlükte olan yasa Fasıl 150 olup faizin ana parayı geçememesini gerektirmektedir. Ancak arada bu sınırın dövizde olduğunu ve Türk parasında faizin ana paranın 4 katını geçemeyeceğini belirten bir Mahkeme Kararı verilmiştir ve bu karar tartışma konusu olmadığından kesinlik kazanmıştır. (Gör:Yargıtay Hukuk:36/94; D.6/95).  Bu nedenle bugün KKTC de yasal olarak uygulanması gereken ilkenin dövizde faizin ana paranın 1 katını Türk parasında 4 katını geçemeyeceği ilkesi olduğunu söyleyebiliriz.  Şu halde Faiz Yasa Taslağı ile alacaklı bankalara her hangi bir haksızlık olmayacaktır. Aksine lehlerine bir değişiklik olacağı öne sürülebilir.

Türkiye  faiz yasalarının Kıbrısa gelmesi
Bir an için geçmiş borçların Faiz Yasa Taslağı veya "faiz ana parayı geçemez" ilkesi ile çözüldüğünü düşünelim.  Yeni yasanın yürürlüğe girmesinden sonra yapılacak sözleşmeler için alternatif çözüm yolları bulabiliriz.

Yazımın önceki bölümlerinde Türkiyedeki icra sistemini Kıbrısa getirmeye sıcak bakmadığımı belirtmiştim. Çünkü icra genel hukuk sisteminin bir parçasıdır ve Kontinental icranın Anglosakson hukuk sistemine uyum sağlaması kolay değildir. Ancak faiz yasaları konusunda aynı şeyleri söylemek niyetinde değilim. Faizle ilgili yasalar tüm sistemi etkilemeden değiştirilebilecek yasalardır. Türkiye veya AB nin diğer ülkelerinde uygulanan faiz yasalarını izlememiz hukuk sistemimizle çelişmeyecektir. Bu nedenle bu ülkelerdeki faiz yasaları ile ilgili çalışma yapmayı ve uygun olmaları halinde bu yasaları izlemeyi alternatif bir çözüm yolu olarak düşünebiliriz.

Kıbrısta parası olan bir kişinin  parasını en yüksek mevduat faizi veren bankaya yatırması doğaldır. Türkiye veya  diğer ülkelerde daha yüksek faiz alabilecekse parasını oraya  götürecektir ve bu para daha sonra bu ülkelerde krediye dönüşecektir. Birlikte başlayan bir sürecin sonunda yapılacak  düzenlemenin de benzer olması mantıklı bir düşünce  olarak karşımıza çıkmaktadır.

Pratikte en yararlı sonuç alan ülkeyi izlememiz uygun olabilir
Geçmiş borçlar için yasaların gerektirdiğini yaptığımızı ve borçların Faiz Yasa Taslağı veya faizin dövizde ana paranın 1 katını, TL de 4 katını geçmeyeceği ilkesi ile kapatıldığını varsayalım. Tüm eski borçların  kapanması bize geleceğe yönelik  özgürce düzenleme yapma fırsatı verecektir. Bu durumda Türkiye veya diğer AB ülkelerini izleyerek bir tercih yapmamız mümkün olacaktır.

Geçmiş borçların yasal ölçülere indirilmesi bankaların  şikayetlerine neden olabilir. Kanımca devlet uzun süreli desteklerle zarar gören bankalara yardımcı olabilir. Unutmamak gerekir ki geçmişte borçların astronomik rakamlara yükselip ödenemeyecek hale gelmesinin temel nedeni  bireysel kusurlar olmayıp  toplumsal büyük krizlerdir. Böyle durumlarda devletin zarar görenlere yardım elini uzatması doğaldır. Nitekim 2000 yılında gerçekleşen banka krizinde bu yapılmıştı.

Geleceğe yönelik faizle ilgili düzenlemeleri incelemek ve KKTC ye en yararlı olanı önermek bu konunun uzmanlarına düşen bir görevdir. Bu konuda bir hukukçunun söyleyecek fazla bir sözü olamaz. Sadece şunları ekleme gereği duyuyorum. Faiz konusunda yaptığım incelemelerde Türkiye ve diğer AB ülkelerinde KKTCde olduğu gibi tamamen serbest piyasa kurallarının geçerli olduğunu görmüyorum. Bu ülkelerde, serbest  piyasa kurallarından da yararlanılmakla birlikte dolaylı bir kontrol sistemi vardır ve borçlular korunmaktadır. Daha da ileri giderek bu ülkelerin tümünün KKTC deki krize benzer bir  kriz karşısında seyirci kalmayacağına ve  Maliye Bakanlığımız gibi  ekonomiye müdahale edip mağdurları koruyacağına inanıyorum.

Diğer konularda olduğu gibi faiz konusunda da  akademik bilgiler ve  teorik değerlendirmeler yararlı olmaktadır. Ancak asıl önemli olan pratikte ortaya çıkan sonuçlardır. Bu nedenle KKTCnin geleceğe yönelik en iyi düzenlemeyi ararken pratikte en iyi sonuç verecek ülkeyi izlemesi  önemlidir.

Halkımızın karşılaştığı bu ciddi sorunu çözecek öneriyi üreten Maliye Bakanlığını, Hükümeti ve öneriyi destekleyecek muhalefeti yürekten kutlarım.
SON