7
KKTC yargısının insan haklarını ihlal etmekle suçlanması
Uluslararası hukukçuların Türkiye yargısına yönelik şiddetli eleştirilerini dinlerken geçmişte benzer eleştirilerin KKTC yargısına karşı da yapıldığını anımsıyoruz. KKTC de Anglosakson sistemin uygulanması bir çok olumsuz eleştirinin önünü tıkamıştır.
KKTC de Adalet Bakanı olmadığı için Adalet Bakanını görmek isteyen yabancı konuklar Yüksek Mahkeme Başkanını ziyaret etmektedirler. 2004 yılında, Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri, Alvaro Gil-Robles KKTC deki insan hakları ihlallerini araştırmak için Kıbrıs'a gelerek mahkememizi ziyaret etti.
Kendisine KKTC nin askeri işgal altında olduğu, Askeri Mahkememizin uluslar arası hukuka aykırı özel bir mahkeme olduğu, gazetecileri ve siyasi suçluları yargılama yetkisi olduğu, ağır hapis cezaları verdiği anlatılmıştı. Özetle bu gün Türkiye yargısı için söylenen karalayıcı sözlerin tümü KKTC yargısı için söylenmişti. Yargılama süresince sanıkların tutuklu kaldığını zannediyordu.
Sayın Komiserin suçlayıcı görüşlerini öğrenince kendisine " Size bir soru sorabilir miyim. Şu anda Askeri Mahkememizin tutuklu yargıladığı kaç kişi var?" diye sordum. Büyük bir rakam çıkacağını düşünerek yanındaki yardımcısına "Ne kadar?" diye sordu. Yardımcısı "Bilmiyorum." yanıtını verdi. Bunun üzerine " O halde ben söyleyeyim. Hiç yoktur. Çünkü bir sanığı tutuklu yargılamak bizim hukuk sistemimize terstir. " dedim. "Nasıl olur?" diye tepki gösterdi ve kendisine eksik bilgi verilmesinden rahatsız olduğunu ifade etti.
Sn. Alvaro Gil-Robles konuşmasına devamla "Askeri mahkemeniz özel bir mahkeme, yasalarınız sivillerin bu Mahkemede yargılanmasına izin veriyor. Şu anda sivil tutuklu olmayabilir, ancak ileride tutuklanma olasılığı var." dedi.
Kendisine "Bu hiçbir zaman gerçekleşmeyecek. Askeri Mahkememizde geçmişte hiçbir sivil tutuklu yargılanmadı ve gelecekte de yargılanmayacak. Bizim hukuk sistemimize göre sanıkların yargılandıkları süre özgür olmaları gerekir. Tutuklu yargılama çok ender hallerde gerçekleşmektedir. Suçlular gerekçeli bir kararla mahkum olduktan sonra cezalandırılabilirler." dedim. Büyük şaşkınlık içine girdi.
Konuşmasının devamında bir öneri yaptı ve yasalarımızı değiştirerek insan haklarına daha uygun hale getirmemizin doğru olacağını söyledi. Kendisine "Biz dünyanın en adil ve insan haklarını en fazla koruyan yasalarına sahip olmak istiyoruz. Özellikle düşünce ve ifade özgürlüğü konusunda hiçbir ülkeden geri kalmaya niyetimiz yok. Bu konuda bize yardımcı olabilirsiniz. Dünyanın en adil yasasını bulup bize taslak olarak gönderin. Eğer bizim yasamızdan daha iyi ise kabul edeceğiz." Dedim. Hükümetin bu konuda Yüksek Mahkemenin tavsiyelerini dikkate alacağını ve önereceğimiz değişikliğin kabul edileceğini söyledim.
Ayrılırken " Kendi ülkeniz olan İspanyanın yasalarını da gönderebilirsiniz. Bizim yasalarımızdan daha iyi ise taslak olarak kullanabiliriz." dedim. Şaşkınlığı gittikçe artarak Yüksek Mahkemeden ayrıldı.
Kıbrıs'tan ayrıldıktan sonra bize örnek alabileceğimiz bir yasa taslağı gönderemedi. Sanırım dünyada bize örnek olacak bizim yasamızdan daha iyi bir yasa bulamadı. Belki de ülkesi İspanyanın yasalarının daha iyi olmadığı düşüncesi içine girdi.
Böylece KKTC nin saygınlığını koruduğumuzu ve suçlanan konumdan çıkarak suçlayan konuma yükseldiğimizi düşünüyorum.
Anglosakson sistemi uygulamamız ve ideal hukuk oluşturma isteğimiz bir anda konuğumuzun görüşlerini yüz seksen derece değiştirmişti.
Türk Hukukunu Kuzey Kıbrısa getirme çabaları
Kontinental ve Anglosakson sistemleri kıyaslayan hukukçular Anglosakson sistemde gerçeklerin daha doğru ve daha net ortaya çıktığını, davaların daha erken sonuçlandığını, ve daha adil kararlar verildiğini görmektedirler. Bu durum araştırma yapanların aklına "Acaba Anglosakson hukuk ilkeleri Kontinental sistem içine alınarak daha adil bir sistem oluşturulamaz mı" sorusunu getirmektedir. Kuzey Kıbrıs'ta ise geçmişte bunun tam tersi bir girişim olmuştu. 1974 ü izleyen yıllarda Türkiye Hukuku, Kıbrıs'a getirilmek istenmişti.
1974 Barış Harekatından sonra Türkiye ile Kuzey Kıbrıs arasında bütünleşme çabaları çok yoğundu. Bu arada Türk Hukukunu Kıbrıs'a getirme görüşü üzerinde duruldu. Bu yönde yapılan çalışmalar Prof. Faruk Erem in Kıbrıs'a gelmesine kadar sürdü. Prof .Faruk Erem "Sizin hukuk sisteminiz Kontinental sistemden çok daha iyi. Sakın değiştirmeyin." diyerek çalışmalara son verdi.
Sn. Bülent Ecevit de Anglosakson ülkelerde yargının daha adil olduğu görüşünde idi. İngiltere ve ABD de gazeteci olarak çalıştığı günlerde iki sistemi kıyaslama fırsatı bulmuştu. Bu nedenle Türkiye Hukukunun, Kuzey Kıbrıs'a getirilmesi çalışmalarını desteklemedi. Tam tersi Anglosakson sistemdeki bazı ilkelerin Türk hukuk sistemine alınması ve böylece yargıda reform yapılması düşüncesinin doğru olup olmadığını sorguladı. Sanırım fazla destek bulmadığı için bu idealini gerçekleştireme olanağı bulamadı.
İki sistem arasında yukarıda yaptığımız kıyaslamalar Sn. Ecevit'in görüşünün doğru olabileceğini yani Anglosakson hukuk ilkelerini Kontinental sistem içine almanın yararlı bir sonuç doğurabileceğini göstermektedir. Ancak bugün dünyamızda meydana gelen değişimler dikkate alındığında bu da yeterli olmayabilir.
Anglosakson sistem Kontinental sistemden daha adil olmakla birlikte mükemmel olduğu da söylenemez. Çünkü hiçbir hukuk sistemi mükemmele erişmiş olamaz. Sosyal hayat sürekli değişim içindedir ve hukukun da değişmeye ve gelişmeye ihtiyacı vardır. Yeni teknolojik gelişmeler ışığında bir adım daha ileri gitmenin ve Anglosakson ülkelerde uygulanandan da daha mükemmel bir yargı sistemi oluşturmanın zamanı gelmiş olabilir. Böyle bir ideal için mücadele eden ve başarılı olan ülkeye tüm insanlık minnettar kalacaktır.
Dünya Basın Konseyleri Birliğinin gelecek toplantıları
Dünya Basın Konseyleri Birliğinin gelecek toplantılarında nelerle karşılaşacağımızı tahmin etmek zor değildir. Bize sorulan ilk soru Sn.Mustafa Balbay ve Sn.Tuncay Özkanın serbest kalıp kalmadıkları olacaktır. Daha sonra KKTC de ve Türkiye'de kaç gazetecinin, kaç siyasi sanığın tutuklu yargılandığı sorulacaktır. KKTC ile ilgili "Hiç" yanıtını vermemiz kolay olacaktır. Ancak acaba Türkiye ile ilgili nasıl bir yanıt verebileceğiz?
Katılımcılarla konuştukça bir kez daha anlayacağız ki onlar Türkiye'de yargı bağımsızlığı olmadığını, hukukun çağdışı olduğunu, insan haklarının ağır şekilde ihlal edildiğini düşünmektedirler. Bunun nedenini ise insan karakterinde aramakta ve yasaları yapanlarla tutuklu yargılama emirlerini verenlerin insafsız ve vicdansız insanlar olduğunu düşünmektedirler. Onların bu düşüncelerini acaba nasıl değiştirebileceğiz?
Uluslar arası hukukçuların görüşleri önemli mi?
Tartıştıkça göreceğiz ki bu olumsuz düşünceler Dünya Basın Konseyleri Birliğine katılan hukukçulara özgü değildir. Diğer uluslar arası hukuk toplantılarında da aşağı yukarı aynı görüşler öne sürülmektedir. Bu hukukçular yaşamları boyunca görmedikleri işitmedikleri tutuklama emirlerinin hem de gerekçesiz olarak Türkiye'de verildiğini öğrendikleri için tepki göstermektedirler.
Onların görüşlerini öğrendikçe "İsteyen dilediği gibi düşünebilir. Herkesin ne düşündüğü bizi ilgilendirmez" diyebiliriz. Ancak bu doğru bir yaklaşım olacak mı? Biliyoruz ki uluslar arası hukukçuların görüşleri çevrelerine ve tüm dünyaya yayılmakta ve Türkiye'nin saygınlığına zarar vermektedirler. Dünyadaki tüm devletler saygınlıklarını artırmaya çalışırken bizim böyle bir sonuca razı olmamız doğru olabilir mi?
Türkiyede yargı bağımsızlığı
Dünya Basın Konseyleri Birliğinin gelecek toplantısında Türkiyeye yönelik eleştirilerinden biri Türkiye'de yargının bağımsız olmadığı eleştirisi olacaktır.Bu eleştirilere nasıl yanıt verebileceğimizi düşünelim. Öne sürülen görüşlere karşı, hiçbir ülkede yargının tamamen bağımsız olmadığını, bunun ciddi bir kusur sayılamayacağını söyleyebiliriz. Acaba bu iddiamızda inandırıcı olabilecek miyiz?
İnandırıcı olamayız. Çünkü Birlik hukukçuları Türkiye'den farklı olarak birçok ülkede ve bu arada KKTC'de yargının yürütmeden bağımsız olduğunu bilmektedirler. Geçmişte Dünya Basın Konseyleri Birliği, toplantılarından birini KKTC de gerçekleştirmişti. Hükümetin yargıya hiç etki yapamadığını, yargının işleyişinden haberi bile olmadığını, yargının işleyişinden sorumlu olan, yargıçların atanmasına, terfi ve nakline karar veren 12 kişilik Yüksek Adliye Kurulunda Hükümetin bir temsilcisinin bile bulunmadığını öğrenmişlerdi. KKTC yargısının bağımsızlığına ilişkin diğer özellikleri de biliyorlardı. Bu gerçekler ışığında Türkiye'de yargı bağımsızlığı için söyleyeceklerimiz onları ne ölçüde tatmin edebilir dersiniz?
Yazı dizisinin yarınki son bölümünde Basın Konseyleri Birliğinin gelecek toplantılarında karşılaşacağımız eleştirileri ele alacak ve verebileceğimiz yanıtları gözden geçireceğiz.
8
Türkiye'de gerçekleşen tutuklu yargılamaların diğer ülkelerle kıyaslanması
Dünya Basın Konseyleri Birliğinin gelecek toplantılarında karşılaşacağımız ilk soru Sn.Mustafa Balbay ve Sn.Tuncay Özkan' ın hala tutuklu olup olmadıkları olacaktır. Bundan sonra başka kaç gazetecinin, kaç siyasi sanığın veya kaç sanığın tutuklu yargılandığı sorulacaktır. Bu konunun açılması üzerine bir anda tansiyon yükselecek ve konuşmalar Türkiye'ye yönelik hakarete dönüşecektir. Katılımcı hukukçular Türkiye'de yasaları yapanlarla kararları veren yargıçların insafsız ve vicdansız insanlar olduklarını ya söyleyecekler veya ima edeceklerdir. Acaba sizler bu toplantıya katılmış olsanız bu durumda ne yapardınız?
Biz geçmişte şöyle bir çıkış yolu bulmaya çalıştık ve onlara kendi ülkelerinde veya diğer her hangi bir ülkede aynı sanıklar aynı suçlardan yargılansaydı yine tutuklu yargılanacak değiller miydi sorusunu sorduk. Aldığımız yanıt"Asla" oldu.
Biz bu yanıtı yeterli bulmadık. Toplantıya katılan hukukçulara ortak bir araştırma yapmayı teklif ettik . Onlarla kendi ülkelerinde gerçekleşen yargı prosedürünü gözden geçirmeyi ve sanıkların aynı koşullarda tutuklu yargılanıp yargılanmayacağını araştırıp Türkiye'yle kıyaslamayı önerdik. Bu öneriyi kabul ettiler. Bunun üzerine diğer ülkelerin yargı sistemlerini Türkiye ile kıyaslamaya başladık. Bu ülkelerin herhangi birinde Türkiye'ye benzer koşullarda sanıklar tutuklu kalıyorsa veya tutukluluk sürelerinde büyük bir fark olmuyorsa kimsenin Türkiye'yi eleştirmeye hakkı olmayacağı konusunda görüş birliğine vardık.
Tutukluların suçlu olduğu varsayımı
Araştırma konusunda sizlere bilgi vermeden önce bir konuya açıklık getirmem gerekiyor. Birlik toplantısına katılan hukukçularla, diğer uluslar arası hukukçular Türkiye'de yargılanan Sn.Mustafa Balbay ve Sn.Tuncay Özkan'ın her hangi bir suç işlediğine inanmıyorlar. Bunun gibi diğer gazetecilerle siyasi sanıkların da herhangi bir suç işlediklerini kabul etmiyorlar. Buna rağmen Türkiye yargısını suçsuz insanları yargılamakla itham etmemeleri dikkat çekicidir. Bunun bir nedeni sanıkların suçlu olup olmadığının yargılama sonunda ortaya çıkacağını düşünmeleri ve tutukluluk aşamasında bu konu ile ilgilenmeyi doğru bulmamalarıdır. Diğer bir neden ise sanıklar suçlu olsalar bile tutuklu yargılanmamaları gerektiğine inanmalarıdır.
Daha açık ifadeyle, Türkiye'de tutuklu yargılanan sanıkların suçlu olduğunu varsaymaktadırlar ve bu durumda bile mahkumiyetten önce uzun süre tutuklu kalmalarının insan haklarına aykırı ve hatta insanlık dışı bir olay olduğunu düşünmektedirler.
Örnek ülkelerde şüphelilerin gözaltında tutulması
Toplantıya katılan hukukçulardan herhangi birinin ülkesini örnek alıp araştırma yapmaya başladığımız zaman gördük ki savcılığın soruşturma başlatma ve şüpheliyi tutuklama hakkı tümünde vardır. Ancak bu ülkelerde 24 saat içinde tutuklanan kişinin bir yargıç önüne çıkarılması zorunludur. Yargıç haklı gerekçelerin bulunması halinde en fazla 3 gün için şüphelinin gözaltında tutulması için emir verebilmektedir.
Bu uygulama ışığında Türkiyedeki sanıkların ilk 24 saat ve daha sonra 3 gün tutuklu kalmalarına uluslar arası hukukçuların tepki gösterme hakları olmadığı ortaya çıktı. Tepki gösterirlerse onlara söyleyebileceğimiz çok şey olacaktı. Ne var ki Türkiyede Sn.Mustafa Balbay, Sn.Tuncay Özkan ve diğerleri sadece 24 saat ve 3 gün tutuklu kalmış değillerdi. İnsan haklarına aykırılıklar bu sürelerden sonra başlamaktaydı.
Bir şüpheliyi gözaltında tutmanın her geçen gün zorlaşması
Katılımcılardan hangisinin ülkesini örnek aldıksa savcının ilk üç günden sonra gözaltı süresini uzatmak için büyük mücadele vermek zorunda olduğunu saptadık. Bu zorluk her geçen gün artmakta ve şüphelinin gözaltında tutulmasını imkansız hale getirmekteydi.
Göz altı süresinin devam edebilmesi için savcının soruşturmanın niçin ilk 3 günde tamamlanamadığı konusuna açıklık getirmesi gerekiyordu. Ayrıca soruşturmanın tutuksuz devam edemeyeceğini kanıtlamak zorundaydı. Savcının şüphelinin suçlu olduğunu abartılı sözlerle iddia etmesinin ve deliller göstermesinin hiç bir yararı olmuyordu. Çünkü şüphelinin gerçekten suçlu olup olmadığı konusu soruşturma aşaması ile ilgili değildi. Bu aşamada savcı şüphelinin ne yaptığını değil ilk 3 günde kendisinin ne yaptığını anlatmak zorundaydı.
Örnek ülkelerde savcılık ilk 3 günde soruşturma için bir kişi veya bir ekip görevlendiriyordu. Bu ekip şüpheli ile diğer tanıkların ifadelerini alıp delilleri topluyordu. Buna karşı üç günde ciddi bir suçun soruşturmasının tamamlanamayacağı itirazını yaptık. Aldığımız yanıt dünyanın tüm ülkelerinde ciddi suçlar işlendiği ve diğer ülkelerde soruşturmanın gözaltı gerektiren bölümü kaç günde tamamlanıyorsa Türkiye'de de aynı sürede tamamlanması gerektiği, örnek ülkelerde soruşturması 3 günde tamamlanan bir suçun soruşturmasının Türkiye'de aylar ve yıllar sürmesinin kabul edilemeyeceği şeklinde oldu.
Örnek ülkelerde özel bir durum olması ve soruşturmanın 3 günde tamamlanamaması halinde yargıcın "Acaba neden soruşturma tamamlanmadı? Acaba niçin soruşturmanın devamı için şüphelinin 3 günden sonra da gözaltında kalması gerekiyor? Yoksa savcılık soruşturmayı tamamlamak için gereken sürat ve titizlikte hareket etmedi mi?" diye sorduğunu saptadık. Bu sorulara tatmin edici yanıtlar verilmişse yargıcın en fazla 8 gün daha şüphelinin gözaltında kalması için emir verdiğini daha uzun süre emir vermeye yetkisi olmadığını gördük.
Örnek ülkelerde yargıcın 8 günlük ek süre için bile ciddi nedenler aradığına tanık olduk. Diyelim ki savcı üç günde yaptığı işleri sıraladı, yapmayı tasarladığı işleri de anlattı, bu işleri şüpheli serbestken yapamayacağını da kanıtladı. Savcının öne sürdüğü nedenlerin yargıcın kararında gerekçe olarak yer alacak kadar tutarlı olması gerektiğini bu gerekçelere değinmeden yargıcın gözaltı süresini uzatma hakkı olmadığını gördük.
Savcının başka işleri olduğunu veya çok meşgul olduğunu söyleyerek ek süre isteyemeyeceğini saptadık. Bir kişinin özgürlüğünden yoksun bırakılmasının son derece önemli bir olay olarak kabul edildiğini, buna karşı devletin görevinin soruşturmayı süratle tamamlatmak olduğunu, bu görevi yerine getirmeyen devletin tutukluluk veya ek süre talep etme hakkı olmadığını gördük.
Tutuklu yargılama emrinin verilmesi
Soruşturmanın tamamlanmasından sonra sanığın tutuklu yargılanması konusunda verilen emirlerle ilgili de benzer sonuçlar ortaya çıktı.
Katılımcılarda hangisinin ülkesinde araştırma yaptıksa yargıcın "Önemli olan sanığın duruşma günü mahkemede hazır olup yargılanmasını sağlamaktır. Bunun için acaba nasıl önlem alabilirim?" diye kendi kendine sorduğunu saptadık.
Diyelim ki savcı o sanığın kaçma olasılığı olduğunu iddia etti. O zaman yargıcın " Siz sanığın kaçmasını önlemek için ne gibi önlemler aldınız? Bunlar niçin yeterli değil?" diye sorduğunu gördük.
Sanığın özel bir durumu varsa ve kaçmasını önlemek mümkün değilse mahkemenin tutukluluk emri verdiğini, ancak sanığın kaçmasının niçin önlenemediğini kararının gerekçesinde anlatmak zorunda olduğunu ve bunu anlatmayan kararın gerekçesiz ve geçersiz kabul edildiğini gördük.
Savcının "Biz delil aramaya devam edeceğiz. Bilmediğimiz başka deliller ortaya çıkabilir" dediği zaman yargıcın ona "Öyle şey olmaz. Bir suçla ilgili deliller dünyanın her yerinde 2,3 gün içinde toplanabiliyor. Sizin de öyle yapmanız gerek. Sanık serbest kaldıktan sonra aramaya devam edebilirsiniz" dediğini ve tutukluluğu devam ettirmek için mazeret üretilmesine fırsat vermediğini gördük. Savcı "Sanık yeni suçlar işleyebilir" derse yargıcın "Devletin görevi suç işlenmesini önlemektir. Ancak suç işlemeden bir kişiye karşı önlem alamazsınız, bu insan haklarına aykırıdır" dediğini gördük.
Özetlersek gözaltı süresinde amaç soruşturma yapılırken şüphelilere gereksiz sıkıntı vermemektir. Bu nedenle örnek aldığımız tüm ülkelerde göz altı emri verilebilmesi için soruşturmanın hızlı ve titiz bir şekilde devam etmesi ve savcılığın şüpheli serbestken soruşturma yapılamayacağını kanıtlaması gerekmekteydi. Yargılama süresinde ise amaç sanıkların duruşma günü mahkemeye gelmelerini sağlamaktı. Bu nedenle örnek aldığımız ülkelerde tutukluluk emri verilebilmesi için savcılığın alınan önlemlere rağmen sanığın duruşma günü mahkemeye gelmeyeceğini kanıtlaması gerekmekteydi.
Geçmişte yaptığımız bu araştırma ve kıyaslama sonunda Türkiye'de tutkulu yargılanan Sn.Mustafa Balbay, Sn.Tuncay Özkan ve diğer gazetecilerle siyasi tutukluların dünyanın başka hiçbir ülkesinde tutuklu yargılanmayacakları, ilk 3 günden sonra tutuklu kalmalarının tartışma konusu dahi olamayacağı ortaya çıkmıştır. Bu nedenle uluslar arası hukukçular Türkiye'de sanıkların tutuklu kaldıkları her günün haksız yere gerçekleştiğini, insanlık dışı olduğunu ve bir işkence olarak kabul edilmesi gerektiğini söylemektedirler.
Türkiyedeki uygulamayı savunmak mümkün olacak mı?
Uluslararası hukukçuların yaptığı eleştirilere şöyle bir itiraz yapılabilir. Örnek olarak ele aldığımız ülkelerin tümünün Anglosakson ülkesi olduğu Kontinental ülkelerde daha farklı bir prosedür uygulandığı öne sürülebilir. Biz de geçmişte hep bu itirazı yaptık. Ancak bu itirazımızın da fazla bir yararı olmadı. Çünkü Kontinental ülkelerin hukukçuları da dünyada daha adil bir hukuk oluşturma çabası içindedirler. Bu nedenle örnek aldığımız ülkelerde uygulanan yukarıdaki prosedürü onaylamakta ve hatta yeterli bulmayarak daha da insancıl hale gelmesini istemektedirler. Yeni teknik olanakların bireylerin özgürlüğünü artırmak için yeni fırsatlar yarattığını düşünmektedirler.
Bu gerçekler ışığında Dünya Basın Konseyleri Birliğinin gelecek toplantılarında veya uluslar arası hukukçuların katıldığı diğer toplantılarda Türkiye'ye eleştiri gelmesini istemeyen bizlerin Türkiyedeki tutuklu yargılama kararlarını savunmamız kolay olacak mı? Devletlerin görevlerini yerine getirmeleri halinde kaçma ve delilleri karartma olasılığının tamamen ortadan kalkabileceği bir dünyada, Türkiye Anayasasının sanıkları suçsuz kabul ettiği bir süreçte, gerekçesiz kararlarla sanıkların tutuklanarak cezalandırılmasını savunmamız mümkün olabilir mi?
Türk yargısından beklentiler
Dünyadaki tüm devletler çeşitli alanlarda yarış içindedirler. Daha adil hukuk sistemi oluşturma yarışı da bunlardan biridir. Anavatanımız Türkiye'nin bu yarışta geri kalmayacağını ve dünyanın en insancıl hukuk sistemlerinden birini oluşturmak için harekete geçeceğini ümit edelim.