Uluslararası Adalet  Divanı'nın, Kosova' nın bağımsızlığına ilişkin  kararı ve KKTC ye olası etkileri

(1)

Uluslararası Adalet Divanı(UAD)'ın  22 Temmuz 2010 tarihli kararı
Kosova'nın 17 Şubat 2008 tarihinde  bağımsız bir devlet olduğunu ilan etmesi üzerine Sırbistan,  Uluslararası Adalet Divanı(UAD)'a başvurmuş ve  kararın uluslararası hukuka aykırı olduğunu iddia etmişti. UAD, 22 Temmuz 2010 tarihinde  açıkladığı  tavsiye niteliğindeki görüş ile Kosova'nın  bağımsızlık ilanının  uluslararası hukuka aykırı olmadığına karar vermiştir. Bu karar  Kosova'yı tanımış olan 69  devlete moral destek sağlamıştır. Karardan sonra Kosova'yı tanıyan devletlerin sayısında artış olması beklenmektedir.
Karar, dünya devletleri tarafından  büyük ilgi ile karşılanmıştır. Devletlerin bağımsızlığı konusu sadece Kosova'yı değil birçok dünya devletini ilgilendirmektedir. Çünkü dünyada bağımsızlık talep eden ve bunun için çaba harcayan başka ülkeler de vardır. Acaba Kosova kararı bu ülkeleri  nasıl etkileyecektir. Herkesin kendi kendine sorduğu ve yanıtlamaya çalıştığı  soru budur.

Bağımsızlık ilan eden ve tanınması söz konusu olan diğer devletlerin başında  KKTC gelmektedir. Kosova davasında gerek mahkeme kararında ve gerekse devletlerin mahkemeye sundukları görüşlerde  KKTC ye değinilmiştir. KKTC nin bağımsızlığı bazen açıkça, bazen isim vermeden tartışılmıştır.  Bu durumda  bizim de Kosova kararını büyük bir dikkatle incelememiz ve tartışmamız  gerekiyor değil mi?

Kosova kararının açıklanması, Kıbrıs Rum kesiminde KKTC nin tanınacağı yönünde kaygılara neden olmuştur. Bu kaygılar  ciddi boyutlarda olmalı ki o tarihlerde  Güney Kıbrısı ziyaret etmekte olan Alman Dışişleri Bakanı Westerwelle Rumlara kaygı duymamalarını  kararın Kosova'ya özgü bir karar olduğunu ve Kıbrıs'ı etkilemeyeceğini  söyleme gereği duymuştur. Westerwelle' nin açıklamasının Kıbrıs Rum Yönetimini ne ölçüde rahatlattığını bilmiyoruz. Ancak şunları söyleyebiliriz. Westerwelle'nin görüşleri kesin veya doğru olmaktan uzaktır . Kosova kararının bağımsızlık talep eden diğer  ülkeleri ve KKTC yi etkileyip etkilemeyeceği tartışma konusudur ve uzun süre tartışılacaktır.

Kosova kararını incelemeye başladığımız zaman daha ilk bakışta ilginç özelliklerle karşılaşırız.

Kararın tavsiye niteliğinde görüş olması
Kosova kararının   ilk dikkati çeken özelliği normal bir mahkeme kararı olmayıp tavsiye niteliğinde  görüş olmasıdır.  Kosova davasında izlenen  bu yargılama yöntemi, diğer yargı organlarında pek görülmeyen ve mahkemelerin genellikle  uygulamaktan kaçındıkları bir  yöntemdir. Acaba bir mahkemenin tavsiye niteliğinde  görüş  vermesi ne anlama geliyor? Arzu ederseniz öncelikle bu konu üzerinde duralım.

Normal davalarda  davacı ve davalı olmak üzere iki  taraf  bulunur. Mahkeme tarafları dinledikten sonra iki taraf arasında  sorunu çözen bir karar verir. Verilen kararı icra etme olanağı vardır.  Davayı kaybeden hükme uymayı reddederse kazanan taraf  devlet gücünü kullanarak bu hükmü icra ettirebilecektir.  Halbuki tavsiye niteliğindeki görüşte bu özellikler yoktur. Tavsiye niteliğindeki görüşlerin daha çok akademik bir soruya yanıt verdiğini söyleyebiliriz. Buna rağmen verilen görüşün  birçok  kişiyi etkilemesi söz konusudur. Mahkemenin görüşüne uyanlar hukuka uygun hareket etmenin rahatlığına kavuşurken diğerleri ters düşmenin rahatsızlığını yaşayacaklardır.

Mahkeme kararlarının emsal olması
Mahkeme kararlarının en önemli  özelliği  emsal olma özelliğidir.  Bir  mahkeme dinlediği   davada  sonuca ulaşmak için  bazı gerekçeler göstermek zorundadır .  Bu gerekçeler daha sonra yine aynı mahkemeyi bağlamaktadır. Çünkü  mahkemelerin  benzer davalarda farklı gerekçeler göstererek farklı sonuçlara varması  kabul edilemez.  Eğer kararı veren yüksek bir mahkeme ise gösterdiği gerekçeler daha altta bulunan diğer mahkemeleri de bağlayacaktır. Dolayısıyla yargıda  benzer davalarda  benzer sonuçlar ortaya çıkma, yani verilen bir kararın benzer davalara emsal olma özelliği  vardır.

Mahkeme kararlarının  bu  özelliği nedeniyle dava açanlar kendi olaylarını geçmiş mahkeme kararlarındaki olaylarla  kıyaslarlar  ve  "o davada  şöyle karar verildiğine göre bu davada da benim lehime karar verilmesi gerekir" diye argüman  yaparlar. Tavsiye niteliğinde görüşlerde teorik olarak bu özellikler yoktur. Buna rağmen Kosova kararını incelediğimiz zaman bağımsız hareketlerini etkileyecek görüşlerle dolu olduğunu görürüz.

UAD ın Kosova davasını dinleme yetkisi
UAD, Birleşmiş Milletlere bağlı olan ve devletleri yargılayan bir mahkemedir. Bir davayı dinleyebilmesi için iki devletin anlaşarak birlikte UAD a başvurmaları gerekir. Devletlerin mahkemeye başvurma konusunda anlaşamamaları durumlarda ise  Birleşmiş Milletler bir yöntem düşünmüş ve Uluslararası Adalet Divanı Sözleşmesinin 65.ci maddesinde yetkili bir kuruluşun müracaat etmesi üzerine  UAD ın yasal konularda, tavsiye niteliğinde görüş verebileceğini kabul etmiştir.

İlk aşamada Sırbistanın açtığı davayı  UAD ın dinlemesi mümkün değildi. Çünkü diğer devlet, yani Kosova davanın dinlenmesini kabul etmemişti. Daha doğrusu Kosovanın bağımsız devlet olması henüz kesinlik kazanmadığı için kabul beyanının geçerli olup olmayacağı tartışmalıydı. Bu nedenle  BM genel kurulu Sırbistan'ın açtığı davada 65.ci maddeye dayanarak UAD ın  tavsiye niteliğinde görüş vermesini talep etmiştir.

Kosova kararı KKTC için emsal olacak mı?
İlk bakışta tavsiye niteliğinde bir görüşün yargının bağlayıcılık ve emsal oluşturma özelliklerini taşımayacağını düşünebiliriz. Buna ek olarak Kosova davasında mahkemenin de genel bir kural koymaktan kaçınarak Kosova ya özgü bir karar verme çabası içine girdiğini söyleyebiliriz. Buna rağmen Kosova kararının emsal olma özelliği olacaktır.  Çünkü emsal olma yargının doğasında vardır. Mahkeme ne kadar önündeki meseleye özgü bir görüş verme çabası içine girerse girsin, sonuçta diğer ülkelerin bu olayı kendi durumları ile kıyaslamaları ve buna göre talepte bulunmaları kaçınılmazdır. Kosova kararından hemen sonra başlayan tartışmalar da bunu göstermektedir.

Acaba Kosova kararı KKTC yi ve Kıbrıs Türk Halkını nasıl etkileyecektir? Bu soruyu yanıtlamak için bir yazı dizisi hazırlamış bulunuyorum.  Arzu ederseniz bu konuyu  çeşitli boyutları ile birlikte inceleyelim ve  soruyu birlikte yanıtlamaya çalışalım.
Kosova davasının  ilginç diğer bir özelliği birçok devletin davaya katılarak bağımsızlık konusundaki görüşlerini açıklamış olmalarıdır. Bu görüşlerin  mahkeme kararı kadar ve belki de  daha fazla bağımsızlık hareketlerini etkilemesi söz konusudur.  Çünkü bir devletin ileride benzer bir bağımsızlık talebi ile karşılaştığında Kosova davasında öne sürdüğü görüşlerden farklı ve  çelişkili  iddialar yapması büyük rahatsızlık yaratacaktır.
Örnek olarak İngiltere Hükümetinin mahkemeye sunduğu görüşlere bakalım.

İngiltere'nin Mahkemeye sunduğu görüş
İngiltere Hükümeti Kosova'nın bağımsızlık ilanını desteklemiş ve özetle öyle demiştir: "Sırbistan,  Kosova'nın  bağımsızlık ilanını geri almasını ve iki taraf arasındaki  müzakerelerin devam etmesini talep etmektedir.  Halbuki müzakerelerin bir sonuç vermeyeceği anlaşılmıştır. Sırbistan, Kosova'nın bağımsızlık ilan etmesine neden olan olayları görmezlikten gelmektedir ve saati  geri almaya çalışmaktadır. Bir mahkeme,  ayrılan eşlerin tekrar birlikte yaşamaları  için emir veremeyeceği gibi ayrılan devletlerin bir araya gelmeleri için de emir veremez."

İngiltere'nin  Kosova davasında  öne sürdüğü bu görüşler  KKTC'nin bağımsızlığını destekleyen görüşlere tıpatıp benziyor değil mi?  Bu durumda sormamız gerekiyor: Bir gün KKTC , İngiltere'den tanınma talep ederse   İngiltere Hükümeti  hangi gerekçe ile tanımamazlık edebilecektir. KKTC yi tanımamak için hangi gerekçeyi öne sürerse sürsün Kosova davasında öne sürdüğü gerekçelere ters düşecek  değil mi? Bunu yapması halinde iki halk ve iki ülke arasında çifte standart uygulamış ve diskriminasyon yapmış olmayacak mı?

Özetlersek Kosova davası ve kararı KKTC'nin bağımsızlığı lehinde  kullanılabilecek görüşlerle  doludur.  Bu görüşlerin  yerinde kullanılması halinde Kıbrıs Türk Halkının  büyük yarar sağlaması söz konusudur. Hata yapılması halinde ise fırsatlar yitirilecek ve büyük zarar görülecektir.

Bu yazı dizisinde Kosova kararının çeşitli yönlerini  birlikte inceleyeceğiz. Yarın kararı büyüteç altına alıp nasıl bir karar verildiğini anlamaya çalışacağız.
Uluslararası Adalet  Divanı'nın, Kosova'nın bağımsızlığına ilişkin  kararı ve KKTC ye olası etkileri

(2)
Uluslararası Adalet Divanı(UAD)'ın, verdiği Kosova kararının KKTC ye ve Kıbrıs Türk Halkına etkilerini saptamak için bir çalışma yapmaya başlamış bulunuyoruz. Yazı dizisinin dünkü bölümünde  Kosova kararının sıra dışı ilginç özellikleri olduğunu, davaya katılıp görüş sunan devletlerin görüşlerinin diğer bağımsızlık hareketleri üzerinde etkili olabileceğini görmüş bulunuyoruz. Arzu ederseniz bu gün de  kararın ilginç diğer özelliklerini inceleyelim ve tam olarak ne anlama geldiğini anlamaya çalışalım.

Devletlerin Kosova davasına aşırı ilgisi
Kosova davasının  insanı  şaşırtan bir özelliği  inanılmayacak sayıda devletin davaya burnunu sokmasıdır. Sırbistan ve Kosova'dan başka 35 devlet  görüşlerini yazılı olarak Mahkemeye sunmuşlardır. Bu da yeterli olmamış Sırbistan ve Kosova dışında 27 devlet  zahmetlerini esirgemeyerek duruşma sürecine katılmışlar ve avukat tutup Mahkemeye hitap etme yönüne gitmişlerdir.  Mahkeme kararından en fazla etkilenecek devletlerden biri  KKTC olduğu halde KKTC ye söz hakkı verilmemiştir.

KKTC ye söz hakkı verilmemesi adaletten  uzaklaşma değil mi?
Bir kararın adil olabilmesi için  karardan etkilenecek kişilere söz hakkı verilmesi gerekir.  Bir mahkemenin karardan  etkilenecek kişilerin görüşünü kabul etme zorunluluğu yoktur. Ancak bu kişilere söz hakkı vermek, iddialarını dinlemek ve eğer bu iddialar reddedilecekse   gerekçesinin açıklaması zorunluluğu vardır.

Bir karardan etkilenecek kişi veya kişilere söz hakkı verme gereği  binlerce yıl içinde yargının oluşturduğu, adaletin en temel ilkelerinden biridir.   Bir kişi veya kuruluşa söz hakkı vermek için o kişinin veya kuruluşun  tanınmış olmasına veya statü sahibi olmasına gerek yoktur. Adil mahkemeler çeşitli isimler  ve  prosedürler altında etkilenecek kişilere konuşma olanağı tanırlar. Buna rağmen hiçbir uluslar arası mahkemede  KKTC ye bu olanak tanınmamıştır. Bu da herhalde Rum Yönetiminin KKTC yi yok sayma çabalarının sonucudur. Bu yaklaşım daha tartışma başlamadan  Rum görüşlerinin  kabul edileceğini ve Kıbrıs Türk Halkının haklarının dikkate alınmayacağını göstermektedir. Böyle bir başlangıçtan  sonra verilecek kararın adil olması veya barışa katkıda bulunması söz konusu olabilir mi?
 

Uluslar arası alanda  KKTC yi görmezlikten gelme ve yok sayma o kadar  çok tekrarlandı ki Kıbrıs Türk Halkı bu haksızlığa alışmış gibidir. Ne var ki adaletin temel ilkeleri kaç kez ihlal edilirse edilsin haksızlığın kural haline gelme olasılığı yoktur. Bu nedenle her yeni olayda  hiç değilse yapılan  haksızlığa değinmemiz ve haksızlığı kabul etmediğimizi  belirtmemiz gerekir, sanıyorum. UAD ın KKTC ye yaptığı bu temel haksızlığa değindikten sonra diğer konulara geçebiliriz.

Görüş sunan devletlerin tutumu
Kosova davasında mahkemeye görüş sunan devletlerin görüşlerini yazı dizimizin sonunda ele alıp inceleyeceğiz. Davaya katılan devletler genellikle "Kosova'nın durumu tamam. Ancak dikkatli olalım, emsal oluşturacak genel bir kural koymayalım  ve  bağımsızlık talep eden diğer ülkeleri cesaretlendirmeyelim" şeklinde  bir tutum içine girdiler. Mahkemenin de aynı yaklaşım  içinde olduğunu söyleyebiliriz. Buna rağmen mahkeme kararlarının emsal olması kaçınılmazdır. Buna ek olarak Kosova davasına katılan devletlerin sunumları bağımsızlık ilan etmek isteyen ülkelerin  yararlanabileceği  görüşlerle doludur.

Uluslararası Adalet Divanı (UAD)  Kosova'ya ilişkin nasıl bir karar verdi?
Arzu ederseniz şimdi de UAD ın verdiği kararı büyüteç altına alalım ve nasıl bir karar verdiğini anlamaya çalışalım.
Uluslararası Adalet Divanına başvuran Sırbistan iki gerekçe ile Kosovanın bağımsızlık ilanının yasal olmadığını iddia etmişti.
1)      Kosova'nın  bağımsızlık ilanı uluslar arası hukuka aykırıdır.
2)      Kosova'nın bağımsızlık ilanı BM, Güvenlik Konseyinin 1999 yılında verdiği 1244 sayılı karara aykırıdır.
UAD, her iki iddiayı da reddetti . Önce devletlerin tek taraflı bağımsızlık talep etmelerini yasaklayan bir uluslararası hukuk kuralı bulunmadığını açıkladı. Daha sonra bağımsızlık ilanının  Güvenlik Konseyinin 1244 sayılı kararına aykırı olmadığına karar verdi. UAD kararını daha iyi anlayabilmek için bu iki iddiayı ayrı ayrı ele alarak incelemeye çalışalım.

Kosova'nın bağımsızlık ilanı uluslar arası hukuka aykırı mı?
Bir olayın bir hukuk kuralına aykırı olabilmesi için öncelikle  o konuda bir hukuk kuralının bulunması gerekir.  Bu durumda sormamız gerekiyor. Devletlerin bağımsızlık ilanlarına  ilişkin bir uluslararası  hukuk kuralı var mı?

Böyle bir hukuk kuralının varlığından söz edebilmek için ya uluslararası bir antlaşmada yer alması veya  devletler arasında bu konuda bir  teamül  oluşmuş olması gerekir. En önemli uluslararası antlaşma olan  BM Ana Sözleşmesini ve  diğer uluslar arası antlaşmaları incelediğimiz zaman devletlerin bağımsızlık ilanını ele alıp düzenleyen bir bölüm olmadığını görürüz. Uluslar arası teamül oluşup oluşmadığını araştırdığımız zaman ise devletlerin  böyle bir teamül oluşturmaktan oldukça  uzak olduklarını düşünmek zorunda kalırız. Kosova davasına katkıda bulunan devletlerin  öne sürdükleri görüşlerin çok farklı ve  zıt olması bunu açıkça ortaya koymaktadır.

Uluslar arası hukuk konusunda mahkemenin bulgusu
UAD, devletlerin bağımsızlık ilanlarının ters düşebileceği  bir uluslararası hukuk kuralı bulunup bulunmadığını araştırmış ve böyle bir kuralın izine dahi rastlayamamıştır. Daha ilginci geçmişte bu iddianın hiç öne sürülmediğini ve ilk kez Sırbistanın öne sürdüğünü saptamıştır.

UAD, daha  ileri giderek BM Güvenlik Konseyinin  bağımsızlık konusunda  verdiği çok sayıda kararı incelemiş ve hiç birinde  tek taraflı bağımsızlığın uluslar arası hukuka aykırı olduğunu ifade eden bir  görüş  bulunmadığını ortaya çıkarmıştır. Dolayısıyla zorlanmadan Kosova'nın bağımsızlık ilanının ters düşeceği bir uluslar arası hukuk kuralı olmadığına ve dolayısıyla bağımsızlık ilanının uluslararası hukuka uygun olduğuna karar vermiştir.

Böylece bağımsızlık talep eden devletleri engelleyecek bir uluslararası hukuk kuralı bulunmadığını ve Mahkemenin de bu doğrultuda karar verdiğini  görmüş  bulunuyoruz. Şimdi de ikinci iddiayı yani bağımsızlık ilanının Güvenlik Konseyinin 1244 sayılı kararına aykırı olup olmadığını incelemeye çalışabiliriz.

Uluslararası Adalet  Divanı'nın, Kosova'nın bağımsızlığına ilişkin  kararı ve KKTC ye olası etkileri
(3)

Uluslararası Adalet Divanı(UAD)ın, devletlerin tek taraflı
bağımsızlık ilanlarını engelleyen   uluslararası bir hukuk kuralı olmadığına karar verdiğini öğrenmiş bulunuyoruz.  Uluslar arası hukukla ilgili  iddialar Kıbrıs Türklerinde değişik çağrışımlar yapmaktadır. Bu konuya kısaca değindikten sonra Mahkemede tartışılan ikinci iddiayı ele alıp Kosova'nın bağımsızlık ilanının Güvenlik Konseyinin 1244 sayılı kararına aykırı olup olmadığını inceleyelim.

Uluslar arası hukuk propagandası
Tek taraflı bağımsızlık ilan etmenin uluslar arası hukuka aykırı olduğunu geçmişte kimse iddia etmiyordu. Bu iddia  ilk kez Sırbistan tarafından Kosova davasında öne sürülmüştür. Ancak yargılama sürecinde bu iddiayı Sırbistan kadar hatta daha ateşli bir şekilde savunan bir devlet ortaya çıktı. Bu devlet  Kıbrıs Cumhuriyeti adı altında davaya katılan Kıbrıs Rum Yönetiminden başkası değildi.

Sırbistan, Kıbrıs Rum Yönetimi ikilisinin Kosova davasında öne sürdüğü iddialar  geçmişte Kıbrıs'ta öne sürülen bazı  iddiaları anımsatmaktadır. Bilindiği gibi Kıbrıs Rum Yönetimi toplu göçlerde mülkiyet sorununun bireysel olarak, ve herkesin eski malına geri dönmesi yöntemi ile  çözülmesi gerektiğini, bunun bir uluslararası hukuk kuralı olduğunu öne sürmüştü. Bu kuralın  bir "jus cogens" yani aksine anlaşma yapılamayacak  kadar kesin bir kural olduğunu, mülkiyet konusunda yapılacak farklı anlaşmaların  geçersiz olacağını söyleyecek kadar ileri gitmişti.

Rum Yönetimi uluslararası hukuk  propagandasında o kadar başarılı olmuştu ki kimse " Böyle bir uluslar arası  hukuk kuralı varsa hangi antlaşmada  yer alıyor? Bir teamül oluşmuşsa  nerede, hangi toplu göçte uygulanmış?" diye sormaya cesaret  edememişti. Uluslar arası kuruluşlar da Kıbrıs Türk Halkının bu iddiayı kabul ettiği varsayımı içinde konuyu değerlendirmeye  başlamışlardı.

Öyle anlaşılıyor ki Sırbistan, Rum Yönetiminin uluslararası hukuk propagandasındaki başarısından etkilenmiş ve aynı iddiayı Kosova davasında öne sürmeye çalışmıştır. Karşısında Kıbrıs Türk Halkı gibi özverili bir halk değil de mücadeleci Kosova halkını ve Nato'yu bulduğu için de başarılı olamamıştır.

Kosova'nın bağımsızlık ilanı Güvenlik Konseyinin 1244 sayılı kararına aykırı mı?
Kosovanın bağımsızlık ilanının Güvenlik Konseyinin 1244 sayılı kararına aykırı olup olmadığı davanın en can alıcı ve en fazla tartışılan konusudur.

Güvenlik Konseyi 1999 yılında Kosova'ya ilişkin 1244 sayılı kararı vermişti. Birleşmiş Milletler Ana Sözleşmesinin 7ci Bölümü altında alınan bu kararın  o tarihteki Yugoslavya, bugünkü Sırbistan'ın  ülke bütünlüğünü koruma ilkesine dayandığı açıktı. Gerçi kararda Sırbistan ile Kosova arasındaki görüşmelerin devam etmesine ve Kosova'daki özerk yönetimin güçlenmesine  destek olacak ifadeler de yer alıyordu; ancak karar Sırbistan'ın ülke bütünlüğünü koruma ilkesine dayanmaktaydı ve Kosova'nın bağımsızlığının  bu ilkeye uygun olma olasılığı yoktu. Buna rağmen Kosova her türlü tepkiyi göze alarak 17 Şubat 2008 tarihinde bağımsızlığını ilan etmiştir. UAD ise bağımsızlık ilanının 1244 sayılı karara aykırı olmadığına karar vermiştir.

Mahkemenin karşı karşıya kaldığı sorunlar
Kosova kararını daha iyi anlayabilmek için davayı dinleyen Mahkemenin karşı karşıya kaldığı sorunları düşünmemiz   gerekir.
UAD, Kosova kararını vermezden önce Kosova'yı 69 ülke tanımıştı. Yani Kosova bağımsız bir devlet haline gelmiş ve tanınması  büyük ölçüde gerçekleşmişti. Kosova'yı tanımanın Güvenlik Konseyi kararına aykırı olduğu konusunda mahkemenin  bulgu yapması zamanı geriye alma gibi anlamsız bir durum yaratacaktı.

Mahkemenin karşı karşıya olduğu diğer bir sorun Kosova'yı tanıyan devletler arasında , başta ABD olmak üzere 1244 sayılı kararı veren Güvenlik Konseyi üyesi devletlerin de yer almış olmasıydı. Bu devletlerin  kendi kararlarına aykırı davrandıklarını  mahkemenin saptaması oldukça rahatsız edici olacaktı.

Mahkemenin karşılaştığı diğer bir sorun ise şuydu: Mahkemeye sunum yapan devletlerin bir bölümü  Kosova'nın bağımsızlık ilanını onaylamanın bir kural oluşturabileceği,  bağımsızlık talep etmek isteyen diğer ülkeleri cesaretlendirebileceği  ve bunun da tüm dünyada istikrarı bozabileceği kaygısı içinde idiler. Mahkemenin bu kaygıları da dikkate alması ve Kosova'nın bağımsızlığını onaylarken genel bir kural koymamaya ve diğer bağımsızlık hareketlerini cesaretlendirmemeye çalışması gerekiyordu.

Bu zıt çıkar ve kaygıları  bağdaştırmaya çalışan  UAD ı oldukça zor bir görevin  beklediği açıktı.

UAD nasıl bir karar verdi?
Bir çıkış yolu arayan  UAD ın kararını şöyle özetleyebiliriz: " Devletlerin bağımsızlığı konusunda genel bir kural koymak mümkün değildir. Her bağımsızlık talebi, kendine  özgü somut koşullar dikkate alınarak değerlendirilmelidir. 1244 sayılı karar  verilirken o tarihte Kosova'da mevcut koşullar dikkate alınmıştı. Kararın amacı Kosova'nın nihai devlet yapısını belirlemek değil geçici bir ara rejim oluşturmaktı. Kosova'nın bağımsızlık ilanı ise Kosova'nın  nihai statüsü ile  ilgilidir, dolayısıyla ara rejimle ilgili 1244 sayılı karara aykırı değildir."

UAD ın gerekçelerinin tatmin edici olmaması
UAD ın Kosova'nın bağımsızlık ilanının 1244 sayılı karara aykırı olmadığını söylerken belirttiği  gerekçelerin sizi ne ölçüde  tatmin ettiğini bilmiyorum. Bence tatmin etmemeli. Çünkü 1244 sayılı kararı okuyan tarafsız herhangi bir hukukçu bu kararın Sırbistan'ın ülke bütünlüğünü koruma ilkesine dayandığını ve bunun Kosova'nın bağımsızlığı ile bağdaşmadığını görmektedir. Nitekim bir çok devlet mahkemeye sundukları görüşlerde bu noktaya değinmişlerdir.  UAD, bazı gerekçeler göstererek aykırılık olmadığını  kanıtlamaya  çalışmıştır. Fakat hangi gerekçeyi gösterirse göstersin çelişkiyi ortadan kaldırması mümkün değildi. Bu nedenle Güvenlik Konseyi kararlarının kesinliğini ortadan kaldırmak, deyim yerindeyse bağımsızlık konusunda Güvenlik Konseyinin verdiği kararları sulandırmak zorunda kalmıştır. Özetle  Güvenlik Konseyinin bağımsızlığa ilişkin kararlarının  verildikleri tarihlerdeki koşulları dikkate aldığını,  koşullar  zaman içinde değiştikçe  kararların  da değişebileceğini, değişen koşullar nedeniyle  kararların  anlamlarını yitirebileceklerini veya dikkate alınmayabileceklerini ifade eden bir açıklama yapmıştır.

UAD, Kosovanın bağımsızlık ilanının Güvenlik Konseyinin  1244 sayılı kararına aykırı olmadığına karar vermiştir. Bunun gerekçesini  açıklarken Güvenlik Konseyi kararlarının kesinliğini ortadan kaldırdığını ve  bağımsızlık ilan etmeyi kolaylaştırdığını söyleyebiliriz. Yarın kararın KKTC ye değinen bölümlerini inceleyeceğiz.

Uluslararası Adalet  Divanı'nın, Kosova'nın bağımsızlığına ilişkin  kararı ve KKTC ye olası etkileri

(4)

Uluslararası Adalet Divanı(UAD), Kosova'nın bağımsızlık ilanının Güvenlik Konseyinin 1244 sayılı kararına aykırı olmadığına karar vermiştir. Kararın 81.ve 114. üncü  paragraflarında ise Kıbrısa değinmiştir. Bu paragrafların KKTC nin tanınmasını engelleyecek bir anlam taşıdığı iddia edilmektedir. Gerçekten  böyle bir anlamı var mı bu paragrafların? Bugün kararın 114 üncü paragrafını inceleyelim.
Kosova kararının 1244 sayılı kararı yorumlarken Kıbrısa gönderme yapması

UAD'ın , Kosova'nın bağımsızlık ilanının uluslar arası hukuka aykırı olmadığı kararını vermesi zor değildi. Çünkü ne uluslar arası antlaşmalarda ne de uluslararası teamüllerde tek taraflı bağımsızlık ilanını engelleyecek  bir kural yoktur. Güvenlik Konseyinin 1244 sayılı kararına  aykırı olmadığına karar vermesi ise pek kolay olmamıştır.  Çünkü 1244 sayılı karar Sırbistan'ın ülke bütünlüğü  ilkesine  dayanıyordu ve ilk bakışta  Kosova'nın bağımsızlığı bu ilkeye  ters düşüyordu. Buna rağmen  Kosova'nın bağımsızlığının 1244 sayılı karara aykırı olmadığını kanıtlamaya çalışan UAD, büyük  zorluklarla karşılaştı ve diğer gerekçelerin   yanı sıra  Kıbrıs'a ilişkin 1251 sayılı karardan da yararlanmaya  çalıştı. Bu konuyu kararının 114.cü paragrafında  ele almıştır.

114.cü paragrafın anlamı
UAD, Kosova kararının 114 üncü paragrafında özetle şöyle demiştir.  " Güvenlik Konseyinin 1244 sayılı kararı 10 Haziran 1999 tarihinde  Kosova'da bir ara rejim oluşturmayla ilgili olarak verilmişti. Bu karardan 19 gün sonra 29 Haziran 1999 tarihinde Güvenlik Konseyi Kıbrıs'la ilgili verdiği 1251 sayılı kararda ise  Kıbrısın  nihai devlet yapısından  söz etmiştir. Güvenlik Konseyinin amacı Kosova'nın  nihai statüsünü belirlemek olsaydı  1251 sayılı kararda kullandığı ifadeyi kullanacaktı."

Güvenlik Konseyi,Kıbrısla ilgili  1251 sayılı kararı  29 Haziran 1999 tarihinde   Kıbrıs'taki BM Barış Gücünün süresini uzatmak için vermişti. Kararda süre uzatmanın yanı sıra başka hususlara da değinilmiş, örneğin taraflara gerginliği artırmamaları  çağrısı yapılmıştı. Bu arada  Kıbrıs'taki  çözümün "tek egemenlik,  tek uluslararası kimlik, tek vatandaşlık , devletlerin  bağımsızlığı ve ülke bütünlüğü ilkelerine" uygun olması gerektiği  belirtilmişti.

114 cü paragrafın yanlış anlaşılması
Birçok  kişi 114 .cü paragrafı "Kosova'nın bağımsızlık ilan etmesi yasaldır çünkü ara rejimle ilgili 1244 sayılı karara ters değildir; KKTC tanınması ise yasal olmaz, çünkü Kıbrısın  nihai statüsü ile ilgili 1251 sayılı karara ters düşecektir" şeklinde anlamaktadır.  Halbuki 114 .cü paragrafın böyle bir anlamı yoktur.

Bilindiği gibi mahkemeler önlerinde tartışılan konularda karar verirler.  UAD ın önünde KKTC nin bağımsızlığı tartışma konusu değildi. Bu konu, ileride tartışılırsa Mahkemenin nasıl bir karar verme ihtimali olduğu da tartışılmış değildir. UAD  114.cü paragrafta   KKTC nin geleceği ile ilgili bir görüş ortaya koymayıp   sadece Güvenlik Konseyinin  bir ülkedeki nihai rejimle ilgili kararını nasıl kaleme aldığı konusunda bir örnek göstermek istemiştir.

Kıbrısla ilgili kararlarının tavsiye niteliğinde olması
Her şeyden önce vurgulamak gerekir ki 114. paragrafın KKTC nin bağımsızlığına ilişkin ve  tanınmasını engelleyecek bir anlam taşıması yasal açıdan mümkün değildir. Çünkü Güvenlik Konseyinin Kıbrıs'la ilgili kararları  BM Ana Sözleşmesinin 6.cı Bölümü altında alınmış tavsiye kararlarıdır. Halbuki Güvenlik Konseyinin Kosova ile ilgili 1244 sayılı kararı  7.ci Bölüm altında alınan bir karardı.  7.inci Bölüm altında alınan kararlar yasal bağlayıcılığı olan  kararlardır. Kosova'nın 1244 sayılı karara uyma zorunluluğu vardı ve bu nedenle  konu bir mahkeme olan UAD da tartışılmıştır.

UAD ın zorunlu olan 1244 sayılı karara aykırı hareket etmenin mümkün olacağını söylerken tavsiye niteliğindeki 1251 sayılı karara uymak gerektiğini söylemesi büyük çelişki olacaktı. Nitekim UADın bu anlama gelecek bir şey kastetmediği anlaşılmaktadır.

114 .cü paragrafın çelişkileri
114 cü paragrafı dikkatle incelediğimiz zaman  KKTC nin bağımsızlığına ilişkin olumsuz bir anlam taşımadığını görürüz. Burada sadece KKTC nin tanınmaması gerektiğini söyleyen Güvenlik Konseyi kararına gönderme yapılmıştır. Ancak daha sonra aynı şeyi söyleyen ve ayrıca yasal bağlayıcılığı olan Güvenlik Konseyinin Kosova kararına aykırı hareket edilebileceği sonucuna varmıştır.

KKTC ye yapılan böyle bir göndermeden en fazla çıkarılabilecek anlam mahkemenin  KKTC nin tanınmaması gerektiği yönünde bir imada bulunduğu olabilir . Ancak böyle bir ima varsa  o da hatalı olmuştur çünkü o zaman da paragrafın  kabul edilemez  çelişkiler  ve hatalar içerdiği ortaya çıkmaktadır. Bu hataları şöyle özetleyebiliriz.

A)Tavsiye niteliğinde bir metinle yasal bir metni kıyaslamanın hatalı olması
Bir kişi tavsiye yaparken çok rahat hareket edebilir. Yasal bir metin hazırlarken ise tekrar tekrar düşünmek zorundadır.  UAD,gördüğümüz gibi bağımsızlıkla ilgili  Güvenlik Konseyi  kararlarının verildikleri tarihlerdeki koşullar dikkate alınarak verildiğini; zaman içinde koşullar değiştikçe  kararların da değişebileceğini  veya  anlamlarını yitirebileceklerini ve  bu kararlara  aykırı hareket etmenin aykırılık sayılmayabileceğini ifade etmiştir. Aynı yaklaşımdan tavsiye niteliğindeki kararların da yararlanabilmesi gerekir.
Tavsiye niteliğindeki kararı yasal bağlayıcılığı olan kararla kıyaslamak ve yasal bağlayıcılığı olan karardan  daha katı ve olumsuz bir anlam vermek doğru olabilir mi?

B)"Ara rejim" "nihai rejim" ayırımı tutarsızlığı
UAD,  1251 sayılı karara ara rejim , nihai rejim  ayırımını açıklamak  için gönderme yapmıştı. Bu durumda insanın aklına doğal olarak şu soru geliyor. "1244 sayılı karar Sırbistan'ın ülke bütünlüğünü korumak için verilmişti. Ülke bütünlüğünü koruma  açısından ara rejimle nihai rejim  arasında fark var mı? Kosova'nın ara rejim oluşturması  Sırbistan'ın ülke bütünlüğüne aykırı ise tamamen ayrılması da aykırı değil mi? Hatta daha fazla aykırı  değil mi? Bu durumda 1251 sayılı karara gönderme yapmanın bir anlamı kalır mı? "

C) Kararın mahkeme önündeki tartışmalarla çelişmesi
Mahkemeler önlerinde yapılan  tartışmalar çerçevesinde karar verirler . UAD, KKTC ye söz hakkı vermediği için KKTC nin görüşlerini dikkate almış olamaz. Ancak  bu olayda  daha ileriye giderek  Mahkemeye sunum yapan Rum Yönetiminin görüşlerini de dikkate almamıştır.

Kıbrıs Rum Yönetiminin Kosova davasına katıldığını ve en aşırı iddiaları öne sürdüğünü görmüştük. Rum Yönetimi davada KKTC yi yok saymak veya yok etmek için öne sürdüğü iddialarla yetinmemiş;  daha ileri giderek Sırbistan'ın avukatlığını  yapmaya soyunmuştur. Şöyle ki  Kosova ile KKTC'nin durumunu  kıyaslamış ve ikisi arasında fark olmadığını, ikisinin de tanınmaması gerektiğini, tanınmalarının uluslar arası hukuka aykırı olduğunu, bunun bir prensip konusu olduğunu iddia etmiştir.

Mahkemenin  "Kosova ile KKTC'nin durumu farksız" diyen Rum Yönetiminin görüşlerini dinledikten sonra "İki ülkenin  durumu birbirinden çok farklı, Kosova'nın tanınması yasal, KKTC tanınırsa yasal olmaz"  anlamına gelebilecek bir görüş üretmesi  ve bununla Rum Yönetiminin kaygılarını gidermeye çalışması doğru olabilir mi?

Bu nedenlerle 114 üncü paragrafın KKTC nin tanınmaması gerektiği yönünde bir anlamı olamaz. Burada nihai statüye değinen bir metnin nasıl yazıldığını  anlatmak için bir  örnek gösterilmiş ve yanlış anlamaya fırsat verilmiştir. Adil bir yargılamanın gerektirdiği gibi KKTC davaya katılsa ve görüşlerini öne sürse bu tür yanlış anlamalar  ve zaman kaybı  olmayacaktı.

Yazı dizisinin yarınki bölümünde UAD kararının Kıbrıs'la ilgili 81.ci paragrafını inceleyeceğiz.

Uluslararası Adalet  Divanı'nın, Kosova'nın bağımsızlığına ilişkin  kararı ve KKTC ye olası etkileri

(5)

UAD, Kosova kararında devletlerin tek taraflı bağımsızlık ilanlarının uluslar arası hukuka aykırı olmadığına ve Kosovanın bağımsızlık ilanının Güvenlik Konseyinin 1244 sayılı kararına aykırı olmadığına karar vermiştir. Kararın 81 ve 114.cü paragraflarında ise  Kıbrısa değinilmiştir. Yazı dizimizin dünkü bölümünde 114 ünçü paragrafı inceledik ve KKTC nin tanınmaması yönünde bir anlamı olmadığını bu paragrafın sadece "nihai rejim"le ilgili bir metnin nasıl kaleme alınacağını belirtmeyle ilgili olduğunu gördük. Bugün de 81.ci paragrafı inceleyeceğiz.

81.ci paragrafı incelemeye başlarken  kendi kendimize sormamız gereken soru şudur. Güvenlik Konseyi  eskiden beri KKTCnin tanınmamasını tavsiye eden kararlar vermektedir. Acaba 81 paragraf Güvenlik Konseyinin bu  kararlarını onaylayıp onlara yargısal bir ağırlık  kazandırdı mı ? Yoksa  kararların içini boşaltarak bu kararlara  aykırı hareket edilmesini kolaylaştırdı mı?

Kosova kararının 81. inci paragrafı ne anlama geliyor?
Kosova kararının 81.ci paragrafını şöyle tercüme etmek mümkündür. "Bazı devletler  Kosovanın bağımsızlık ilanının yasal olduğuna karar verilmesi halinde bunun Güney Rodezya, Kuzey Kıbrıs ve Srpska Cumhuriyeti  gibi ülkelerin de tanınmasına yol açacağı kaygısı içindedirler. Böyle bir kaygı duymalarına  gerek yoktur. Gerçi  devletlerin bağımsızlık ilanlarının ters düşebileceği bir hukuk kuralı yoktur ve Güvenlik Konseyi de her zaman bu görüşü teyit etmiştir. Ancak hukuka aykırılığa neden olan  bağımsızlık ilanı değil bağımsızlık ilanından önce o ülkede mevcut fiili durumdur. Bağımsızlık ilanına yol açan olaylardır."

81.ci paragrafın en ilginç özelliği şudur. KKTC nin yasal bir devlet olduğunu ve tanınması gerektiğini savunan biz KKTC  hukukçuları ve bize katılan tarafsız hukukçular, yıllardan beri Mahkemenin 81. ci paragrafta belirttiği görüşü savunuyorduk . Yani, yeni kurulan devletlerin ve özellikle KKTC nin bağımsızlık ilanının ters düşeceği bir uluslar arası hukuk kuralı olmadığını öne sürüyorduk. KKTC nin yasallığı konusunda yaptığımız  değerlendirmede ise bağımsızlık ilanından önce Kıbrısta  mevcut fiili durumu ve bağımsızlık ilanına yol açan olayları dikkate alıyorduk . 1960 Kıbrıs Cumhuriyetinin Rum Yönetimi tarafından yıkıldığını göz önünde bulundurarak KKTC nin, Rum Yönetiminden daha yasal olduğu sonucuna  varıyorduk.

81.ci paragraf yasallıkla ilgili bu görüşümüzü teyit etmiş ve KKTC yi savunan bizlere  konuşma olanağı tanımıştır.
Kosova kararının 81. inci paragrafı ne anlama geliyor?
Kosova kararının 81.ci paragrafını şöyle tercüme etmek mümkündür. "Bazı devletler  Kosovanın bağımsızlık ilanının yasal olduğuna karar verilmesi halinde bunun Güney Rodezya, Kuzey Kıbrıs ve Srpska Cumhuriyeti  gibi ülkelerin de tanınmasına yol açacağı kaygısı içindedirler. Böyle bir kaygı duymalarına  gerek yoktur. Gerçi  devletlerin bağımsızlık ilanlarının ters düşebileceği bir hukuk kuralı yoktur ve Güvenlik Konseyi de her zaman bu görüşü teyit etmiştir. Ancak hukuka aykırılığa neden olan  bağımsızlık ilanı değil bağımsızlık ilanından önce o ülkede mevcut fiili durumdur. Bağımsızlık ilanına yol açan olaylardır."

81.ci paragrafın en ilginç özelliği şudur. KKTC nin yasal bir devlet olduğunu ve tanınması gerektiğini savunan biz KKTC  hukukçuları ve bize katılan tarafsız hukukçular, yıllardan beri Mahkemenin 81. ci paragrafta belirttiği görüşü savunuyorduk . Yani, yeni kurulan devletlerin ve özellikle KKTC nin bağımsızlık ilanının ters düşeceği bir uluslar arası hukuk kuralı olmadığını öne sürüyorduk. KKTC nin yasallığı konusunda yaptığımız  değerlendirmede ise bağımsızlık ilanından önce Kıbrısta  mevcut fiili durumu ve bağımsızlık ilanına yol açan olayları dikkate alıyorduk . 1960 Kıbrıs Cumhuriyetinin Rum Yönetimi tarafından yıkıldığını göz önünde bulundurarak KKTC nin, Rum Yönetiminden daha yasal olduğu sonucuna  varıyorduk.

81.ci paragraf yasallıkla ilgili bu görüşümüzü teyit etmiş ve KKTC yi savunan bizlere  konuşma olanağı tanımıştır.

81.ci pragraf KKTC ile ilgili Güvenlik Konseyi kararlarına yasal bir ağırlık kazandırdı mı?
Dikkatli bir inceleme bize böyle bir olasılığın bulunmadığını gösterir. Çünkü  mahkemeler önlerinde tartışılan konularda karar verirler. Mahkeme önünde tartışma konusu olmayan bir konuda mahkemenin belirttiği görüş yasal olan ve tarafları bağlayan bir görüş değildir.
81.ci paragraf  çok iyi bilinen bir ilkeyi ön plana çıkarmış ve bağımsızlık konusunda karar verebilmek için , bağımsızlıktan önceki fiili durumun ve olayların dikkate alınması gerektiğini belirtmiştir. UAD ın KKTC nin oluşumu ile ilgili olayları tartışmadan KKTC nin yasallığı konusunda bir görüş açıklaması kendi koyduğu ilkeye ters düşecekti. KKTC ile ilgili  olaylar  UAD da tartışılmadığına göre UAD ın KKTC ile ilgili yasal bir karar vermesi veya verilen kararlara yasal bir nitelik kazandırması söz konusu değildir. Burada sadece Güvenlik Konseyinin tavsiye kararına bir gönderme yapılmış  fakat yapılan tavsiyenin önemi de ortadan kaldırılmıştır. Çünkü  81.ci paragrafta benimsenen ilke Güvenlik Konseyi için de geçerlidir. Yani  Güvenlik Konseyinin de bağımsızlığa yol açan  olayları  incelemesi gerekmektedir. Acaba  Güvenlik Konseyi bu görevi doğru bir şekilde yerine getirebiliyor mu?

Güvenlik Konseyi KKTC nin tanınmamasını tavsiye ederken hangi olayları dikkate almaktadır?
Güvenlik Konseyi KKTC nin tanınmamasını tavsiye ederken Rum Yönetiminin etkisinde kalarak Kıbrıs sorununun 20 Temmuz 1974 de başladığını   kabul etmiş olmalıdır. Kararlarında  belirtmese bile büyük bir olasılıkla Türkiyenin Kuzey Kıbrısı işgal ettiği varsayımı içinde  hareket etmektedir. Biz ise 15 Temmuz1974 ün 20 Temmuz 974 ü zorunlu hale getirdiğini düşünüyoruz. Hatta daha da gerilere gidiyoruz ve  Rum Yönetiminin  Akritas ve İfestos etnik temizlik planlarını  yaptığını;  etnik temizlik girişimlerinde bulunduğunu  ve 1974 den önce  Kıbrıs'ın % 97 sinin işgal etmiş olduğunu  dikkate alıyoruz. Rum Yönetiminin vurguladığı olaylardan hareket edince KKTC nin tanınmamasını tavsiye etmek doğaldır. Bizim öne sürdüğümüz olaylardan hareket edince ise KKTC nin Rum Yönetiminden daha yasal olduğu ortaya çıkmaktadır. Şu halde Rum Yönetimi ve Güvenlik Konseyi ile aramızdaki temel fark hangi olayların dikkate alınacağı konusundadır.

81. ci paragraf geçmiş olayların dikkate alınmasını öngördüğüne göre acaba hangi tarihe kadar olan olaylar dikkate alınmalıdır? Güvenlik Konseyi bize söz hakkı verse ve öne sürdüğümüz  gerçekleri dikkate alsa acaba KKTC nin bağımsızlığı konusunda  nasıl bir karar verecekti? Yazı dizimizin sonunda bu konuya tekrar döneceğiz.

Bir anlaşmazlıkta dikkate alınması gereken olaylar
Bir anlaşmazlıkta  doğru karar verebilmek için hangi olayların dikkate alınması gerektiği yargıda hemen her davada yargıçların  karşısına  çıkan bir sorundur. Bu konuda oldukça kesinleşmiş hukuk ilkeleri vardır. Hukuk sistemimizde bir kişi ifade vermeden önce yemin etmek zorundadır. Çeşitli yemin türleri vardır. Yemin türlerinden birine  göre yemin eden kişinin  "gerçeği söyleyeceğim" demesi yeterli değildir. "Gerçeği, sadece gerçeği ve tüm gerçeği" söyleyeceğim demesi gerekir . Bu sözler diğer yemin türlerinde aynen  tekrarlanmasa bile tümünde geçerli olan bir ilkeyi ifade etmektedir.

Duruşmalara başlarken böyle bir yemin yapılması  da gösteriyor ki  bir anlaşmazlıkta doğru bir sonuca varmak için "tüm gerçeği" dikkate almak gerekir. Adil yargılamanın vazgeçilmez  ön koşuludur bu. Gerçeğin sadece bir bölümünü dinleyen bir mahkemenin doğru karar vermesi mümkün değildir. Binlerce yıldan beri ve binlerce tecrübeden sonra varılan bu ilkeyi  UAD ın, Güvenlik Konseyinin veya diğer herhangi bir kuruluşun  değiştirmesi söz konusu olamaz.

Bir örnekle konuyu daha iyi anlamaya çalışalım. Bir soyguncunun evinize girdiğini ve silahla sizi tehdit ettiğini düşünelim. Bu durumda sizin kendinizi koruma hakkınız vardır. Soyguncunun eline vurarak silahı elinden aldığınızı varsayalım. Eğer karşısına çıkarıldığınız mahkeme sadece soyguncunun eline vurmanız olayı ile ilgilenirse ve daha önce gerçekleşen  olayları dinlemek istemezse  haklı olduğunuz bu olayda sizi mahkum edecek ve cezalandıracaktır. Bu nedenle bir anlaşmazlıkta doğru karar verebilmek için tüm gerçekleri dikkate almak  vazgeçilmez  ön koşuldur.

UAD, Kosova kararında bağımsızlığa ilişkin Güvenlik Konseyi kararlarının verildikleri tarihlerdeki  koşullar dikkate alınarak verildiğini, koşullar değiştikçe kararların da değişebileceğini ifade etmiştir. Güvenlik Konseyinin, BM Ana sözleşmesi 7.ci Bölümü altında aldığı yasal bağlayıcılığı olan kararlarında bile geçerli olan bu görüş tavsiye niteliğindeki kararlarda daha fazla geçerli olmalıdır. 81.ci paragraf ise bağımsızlık konusunda değerlendirme yapılırken bağımsızlığa yol açan fiili durumun ve olayların dikkate alınması gerektiğini belirtmiştir. Hukukun temel ilkeleri ise bir  olayda gerçeklerin bir kısmını dikkate alıp diğerlerini almamanın son derece sakıncalı olduğunu göstermektedir.

Bu durumda KKTC nin, Güvenlik Konseyine "KKTC nin bağımsızlık ilanından sonra aradan uzun zaman geçti ve koşullar değişti. KKTC ile ilgili verdiğin tavsiye kararlarını yeniden gözden geçir.  Ayrıca bu kez daha önce verdiğin kararlardan farklı olarak olayların sadece bir kısmını değil tümünü dikkate al" diyebilmesi gerekir.

Bunun gibi KKTC yi tanımak isteyecek devletlere tanımanın önünde yasal bir engel bulunmadığını söyleme olanağımız  doğmuştur.

Yarın yazı dizimizin ikinci bölümünde dünya devletlerinin  KKTC yi tanıma olasılığı üzerinde duracak ve bu konuda devletlerin görüşlerini incelemeye başlayacağız.
Uluslararası  Adalet  Divanının,  Kosova'nın  bağımsızlığına ilişkin  kararı ve  KKTC ye olası etkileri

(6)

Kosova davasını iki bölüme ayırmamız mümkündür. Kararın kendisi ve sunum yapan devletlerin görüşleri. Kararın kendisini inceledik. Şimdi de sunum yapan devletlerin görüşlerini   incelemeye çalışalım.
Kosova kararında  devletlerin tek taraflı bağımsızlık ilanlarının  uluslararası hukuka aykırı olmadığını, Güvenlik Konseyinin  Kıbrısla ilgili Birleşmiş Milletler Ana Sözleşmesinin 7. Bölümü altında alınmış yasal bağlayıcılığı olan hiçbir kararı olmadığını ve kararın Kıbrısa değinen 81 ve 114 cü paragraflarının KKTC nin tanınmasını engellemediğini   aksine önünü açtığını görmüştük.

Bu gerçeklere  rağmen KKTC nin karşı karşıya olduğu sorunlar sona ermiş değildir. Çünkü Kosova davası devletlerin birbirlerini tanımalarının kendi inisiyatiflerine kalan bir olay olduğunu ortaya çıkarmıştır.  Güvenlik Konseyinin, Kosovaya ilişkin yasal bağlayıcılığı olan kararı dahi Kosovanın tanınmasını önleyememiştir. Güvenlik Konseyinde Kosova'nın tanınmaması için  karar veren devletler bile kendi kararlarını dikkate almayarak Kosovayı tanıma yönüne gitmişlerdir.

Kosova kararının bilimsel açıdan değerlendirilmesi
UAD ın verdiği Kosova kararı bilimsel ve akademik açıdan  eleştiriye açık bir karardır. Kararın önemli bir karar olduğunu veya hukukta önemli bir yer tutacağını söylemek olası değildir. Buna rağmen Kosova davasının  olağanüstü önemli bir özelliği vardır. Davaya katılıp sunum yapan 35 devletin görüşleri fevkalade önemli olup gelecekte yeni devletlerin tanınmasında önemli  rol oynayacaktır.

Sunum yapan  devletlerin  mahkemede öne sürdükleri görüşler  yasal açıdan değilse bile moral açıdan onları bağlamaktadır. Bu görüşlerin bağımsızlık ve tanınma konusunda tarihe yön verecek kadar önemli olabileceğini söyleyebiliriz. Bu görüşlerden en fazla etkilenecek devletlerden bir de KKTC dir. Dolayısıyla  mahkemeye sunum yapan devletlerin görüşlerini  dikkatle incelememiz gerekmektedir.
Devletlerin sunumlarını okuduğumuz aman oldukça uzun olduklarını ve doğru değerlendirebilmek için bazı temel bilgilere ihtiyaç olduğunu görürüz. Bu nedenle  incelememize  başlamadan önce bazı genel bilgiler edinmeye çalışmamız yararlı olacaktır.

Devletlerin oluşmasında yaşanan süreçler
Dünyada  binlerce yıldan beri devletler kurulmuş ve daha sonra yaşam sürelerini tamamlayanlar yıkılmıştır. Devletlerin kurulmasını ve son bulmasını insanların yaşamı gibi doğal bir olay olarak düşünmek  mümkündür.

Geçmişte  devletlerin nasıl kurulduğuna baktığımız zaman bunun bir egemenlik oluşturma olayı olduğunu görürüz. Bir toprak parçası üzerinde egemen olan ve orada yaşayan halkı yönetmeye başlayan bir kuruluş ya bu egemenliğini korur veya diğer devletlerin müdahalesi ile yitirir. Egemenliğini koruyabilirse  devlet ismini alır, yitirirse devletin varlığı son bulmuş demektir.

Self  determinasyon ilkesi
Devletlerin oluşması ilk zamanlarda tamamen güce dayanan bir olay iken zamanla bu olayın  düşünce zemini de  oluşmaya başlamıştır. 18.ci yüzyılda, aydınlanma çağının özgür düşünce ikliminde  self determinasyon ilkesi ortaya atılmış ve aydınlar arasında büyük kabul görmüştür. Bu ilkeye göre her halkın kendi kendini yönetme ve geleceğini  belirleme hakkı vardır. Hiçbir halkın diğer bir halk üzerinde egemenlik kurma ve diğer bir halkı yönetme hakkı yoktur.

Herkesin yürekten benimsediği self determinasyon ilkesi  yeni devletlerin oluşmasına  büyük destek sağladı. 20.ci yüzyılın ikinci yarısına kadar özellikle koloni halkları bu ilkeye dayanarak  bağımsızlıklarını  kazandılar, kurulan yeni devletler, devletler ailesinin saygın birer üyesi haline geldiler. Şu anda Birleşmiş Milletler örgütüne  üye olan 192 devletin çoğu bu ilkeye dayanarak  kurulmuş devletlerdir.

Zaman içinde diğer birçok ilke gibi self determinasyon ilkesinin de  sakıncaları görülmeye başlandı. Self determinasyon ilkesi devletlerin sürekli bölünmesine neden oluyordu.  Bir çok devlet sıranın bir gün kendilerine  de  geleceğinden ve bir bölgelerinin  koparak ayrı bir devlet olacağından endişe etmeye başladılar. Bu kaygılarla  aşırı bölünmeyi  frenleyecek  yeni bir ilke arayışı içine girdiler. Bulunan yeni ilke devletlerin  birbirlerinin egemenliğine ve ülke bütünlüğüne saygı göstermesi gerektiği ilkesi oldu.

Devletlerin egemenliğine ve ülke bütünlüğüne saygı ilkesi
Devletlerin aşırı bölünmesine karşı düşünülen devletlerin egemenliğine ve ülke bütünlüğüne saygı ilkesi de devletler arasında büyük kabul gördü. Self determinasyon ilkesi gibi uluslararası antlaşmalara  girdi.  Her iki ilke de BM Ana Sözleşmesinde yer alarak uluslararası hukuk ilkeleri haline geldiler.

Derhal görüleceği gibi self determinasyon  ve ülke bütünlüğüne saygı ilkeleri bir biri ile çelişmektedir. İlkelerden birinin izlenmesi halinde yeni bir devlet doğacak, diğerinin izlenmesi halinde ise eski devlet bütünlüğünü koruyacaktır. Acaba bu çelişkiyi ortadan kaldırmak mümkün  mü? Çelişki karşısında devletler hangi ilkeyi izlemeyi tercih edeceklerdir? Yazı dizimizde bu soruları  yanıtlamaya çalışacağız.

Halk kavramı ve  self determinasyon ilkesi
Ortaya çıkan çelişkiyi gidermeye çalışan kavramlardan biri  "halk" kavramı olmuştur. Önemli  uluslar arası antlaşmalardan biri olan Atlantik Charter'de uluslar arası hukukun 8  ilkesi belirlenmiştir.  Bu ilkelerin  3.cüsüne göre  "tüm halkların self determinasyon hakkı vardır".  Aynı ilke daha kapalı bir şekilde BM Ana Sözleşmesinde tekrarlanmıştır. Şöyle ki BM Ana Sözleşmesinin  amaçlarını belirleyen 1.ci maddesine  göre BM in amaçlarından biri "halkların kendi geleceklerini belirleme ilkesine saygı duyulmasını sağlamaktır."
Böylece tüm  halkların kendi geleceklerini belirleme hakkı olduğu ve dolayısıyla bağımsız devlet  kurabilecekleri  kesin bir hukuk ilkesi haline gelmiştir. Ancak bu kez de
hangi toplumun  halk tanımına girdiği tartışılmaya başlanmıştır. Bu  konuda  kesin kriterler  ortaya  çıkmadığı ve bu kriterler uluslar arası hukuk ilkesi haline gelmediği için devletler arasında tartışmalar ve çatışmalar devam etmektedir.

Halk tanımına girmeyen  toplumlar azınlıktırlar. Azınlıkların  ayrı  devlet kurma hakları yoktur. Onlar sadece azınlıklara özgü  haklardan yararlanabilirler.

Kıbrıs Türkleri halk tanımına giriyor mu?
Dünyamız sürekli bir değişme ve gelişme içindedir. Bazı toplumlar zaman içinde gelişerek  azınlık olmaktan çıktıklarını  halk konumuna girdiklerini iddia ederek bağımsız devlet kurmayı talep etmektedirler. Bu değişim ve gelişmenin insan toplumlarının doğal yapısından kaynaklandığını düşünebiliriz. Ancak Kıbrıs'ta doğal olmayan bir süreç yaşanmaktadır. Çünkü Kıbrıs Türk Halkı halk statüsünden çıkarılarak azınlık statüsüne konmak istenmektedir.

Kıbrıs Türk Halkı geçmişte Kıbırısta bulunan eşit ve egemen iki halktan biri idi. Bu konuda herhangi bir tereddüt yoktur.  Çünkü bir azınlığın uluslar arası bir antlaşmaya eşit ve egemen  halk olarak taraf olması mümkün değildir. Halbuki Kıbrıs Türk Halkı Zürih ve Londra antlaşmalarına bu sıfatla  taraf olmuştu. Kıbrısta yaşayan iki halk arasında bir sözleşme niteliğinde olan  1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası ise iki eşit halkın anlaşarak devleti yönetmesi ilkesini  kabul etmişti. Azınlıkların böyle yetkileri olmadığı için Kıbrıs Türk Halkının geçmişte halk tanımına girdiği tartışmasız kabul edilen bir gerçektir.

Kıbrıs Rum Yönetimi maalesef  Kıbrıs Türklerine eşit halk statüsünü  çok gördü. 21 Aralık 1963 de başlayan silahlı saldırılarla Kıbrıs Türklerini tasfiye etmeye çalıştı. 20 Temmuz 1974 den sonra Rum Yönetiminin silahlı saldırılarla  hedefine ulaşamayacağı  ortaya çıktı. Ancak bu kez de diplomatik mücadele ile veya  propaganda savaşı ile  aynı amaca ulaşmak için mücadele etmektedir.

Kıbrıs'ın yakın tarihini Rum Yönetiminin 21 Aralık1963 den sonra silahlı saldırılarla 20Temmuz 1974 den sonra ise soğuk savaşla Kıbrıs Türklerini eşit halk olmaktan çıkarıp azınlık haline getirme mücadelesi olarak  özetleyebiliriz.
Yazı dizimizin yarınki bölümünde Kıbrıs Türk Halkının bağımsız devlet kurma hakkı olup olmadığını irdelemeye devam edeceğiz.

Uluslararası  Adalet  Divanı'nın,  Kosova'nın  bağımsızlığına ilişkin  kararı ve  KKTC ye olası etkileri

(7)

Uluslararası  Adalet  Divanı(UAD)'ın vermiş olduğu Kosova kararından sonra KKTC'nin tanınması önünde yasal bir engel kalmadığını görmüş bulunuyoruz. Ancak tanınma devletlerin kendi inisiyatiflerine kalmış bir olaydır. Kosova davasında sunum yapan  devletlerin görüşleri bu konuda bize ışık tutmaktadır. Bu görüşleri daha iyi anlayabilmek için bazı genel bilgiler edinmeye çalıştık ve Kıbrıs Türk Halkının geçmişte self determinasyon yani bağımsız devlet kurma hakkı olduğunu gördük. Şimdi ise bu hak elimizden alınmak istenmektedir.

Kıbrıs Türklerine yapılmak istenen  haksızlık
Güvenlik Konseyinin Kıbrıs'la ilgili tavsiye kararlarını, Avrupa Birliği kararlarını, diğer uluslar arası kuruluşların açıklamalarını,  yabancı diplomatların konuşmalarını analiz ettiğimiz zaman tümünün Rum görüşünün etkisinde kaldığını ve Kıbrıs Türk Halkını geçmişte sahip olduğu eşit egemen halk statüsünden  vazgeçirip, özel haklara sahip bir tür azınlık haline getirmeye çalıştıklarını görürüz.

O zaman sormamız gerekiyor. Dünyada herkes, haklarını artırmaya çalışırken, azınlıklar gelişip halk statüsüne girerken, en küçük adalar bölünürken, Kıbrıs Türk Halkının  haklarını azaltmaya ve bizi bir tür azınlık haline getirmeye çalışmak büyük bir haksızlık değil mi?
Dünyada hangi halk eşit egemen bir halk iken azınlık haline gelmeye razı olmuştur?  Zorlama veya aldatmayla gerçekleşebilecek  böyle bir değişim,  yeni çatışmalara ve savaşlara neden olacak değil mi?

Bağımsız devlet oluşumunda aşamalar
Sunum yapan devletlerin  görüşlerini  daha iyi anlayabilmek için yaptığımız çalışmalarda devletlerin  oluşumunda  üç aşamadan geçildiğini görürüz.

·         Egemenlik oluşturma
·         Bağımsızlık ilanı
·         Tanınma

Devlet kurabilmek için her şeyden önce bir toprak parçası üzerinde egemen bir yönetim oluşturmak  ve orada yaşayan halkı yönetebilmek gerekir. Bu bağımsız devlet kurmanın olmazsa olmazıdır. İkinci aşama  bağımsız devlet ilanıdır ki tek taraflı bağımsızlık ilanının uluslar arası hukuka aykırı olduğunu öne süren bir görüş vardı. UAD bunun doğru olmadığını; tek taraflı bağımsız devlet ilanının uluslar arası  hukuka aykırı olmadığını karara bağlamıştır.  Üçüncü aşama olarak da  yeni kurulan devletin diğer devletler tarafından tanınması gelir ki Kosova kararı  bu konuda da yasal bir engel bulunmadığını;  ancak karar vermenin  tanıyacak devletlerin inisiyatifine kaldığını ortaya çıkarmıştır.

Güvenlik Konseyinin BM Ana Sözleşmesi 7. ci Bölümü altında yasal bağlayıcılığı olan karar verme olanağı  vardır. Ne var ki bu bölüm altında verilen en önemli kararlardan  biri olan 1244 sayılı kararın da yine kararı veren devletler tarafından ihlal edildiğini görmüş bulunuyoruz. UAD ise, Kosova'nın tanınmasının 1244 sayılı karara aykırı olmadığını kanıtlamak  için açıkladığı gerekçelerle Güvenlik Konseyinin bağımsızlık konusunda  verdiği kararların  kesinliğini ortadan kaldırmıştır. Kararların verildikleri tarihlerdeki koşullar dikkate alınarak verildiğini belirterek koşullar değiştikçe değişebileceklerini ifade etmiştir.
Bu gerçekler bize bağımsızlık konusunda en önemli faktörün hukuk değil "güç" olduğunu göstermektedir. Diğer bir ifade ile egemenlik oluşturabildikten ve bu egemenliği koruyabildikten sonra yeni devlet kurmanın önünde yasal engel yoktur. Tanınmanın önündeki engel  ise diğer devletlerin çıkarları ve görüşleridir.

Devletlerin çıkarlarına göre görüş oluşturmaları
Kosova davasında sunum yapan devletlerin görüşlerini inceleyince  ilk edindiğimiz izlenim bu devletlerin çıkarları doğrultusunda görüş oluşturduklarıdır. Bağımsızlık ilan eden devletle çıkar ilişkisi içinde olan veya bağımsızlıktan çıkar ümit eden devletler genellikle  yeni devleti tanıma yönüne gitmişler  ve bağımsızlık ilanını destekleyen  görüşleri savunmuşlardır.  Bir bölgelerinin ayrılarak yeni bir devlet oluşturmasından kaygı duyan devletler ise bunun tersini yapmışlardır.  Bu yaklaşım  o kadar açıktır ki  bir devletin savunduğu görüşleri okuduğumuz zaman ne gibi çıkarları ve kaygıları olduğunu tahmin etmemiz  mümkün olmaktadır.

Bağımsızlık konusunda dünya devletlerinin iki ana gruba ayrılması
Sunum yapan devletlerin görüşlerini daha iyi anlayabilmek için yaptığımız çalışmalarda bu devletleri iki ana gruba ayırmanın mümkün olduğunu saptamış bulunuyoruz. Devletlerin bağımsızlığı konusunda iki ilke bulunduğunu görmüştük. "Self determinasyon" ve "devletlerin egemenliğine ve ülke bütünlüğüne saygı"  ilkeleri . Bu ilkelerin farklı olduğu ve zıt sonuçlar doğurduğu ortaya çıkmıştı. Kosova davasına katılan  devletler  sunumlarında bu ilkelerden  ya birine ya da diğerine öncelik vererek görüşlerini açıklamışlardır.

Birinci grupta bulunan devletler "self determinasyon" ilkesini ön plana çıkardıktan sonra insan hakları ihlaline değinmişler ve  Kosova'nın tanınması gerektiği sonucuna varmışlardır .   İkinci gruptaki devletler ise "devletlerin egemenliğine ve ülke bütünlüğüne saygı ilkesi" ni ön plana çıkararak Sırbistanın ülke bütünlüğüne önem vermişler ve   Kosovanın tanınmaması gerektiği sonucuna varmışlardır.

Acaba her bir dünya devleti bu iki ana gruptan hangisine girmektedir? Bu soruyu sorarak devletlerin görüşlerini kavramaya çalışalım. Çalışmamıza Güvenlik Konseyi daimi üyelerinin  sunumlarından başlamamız uygun olacaktır sanırım. Bu sunumlar arasında en sade olan Çin in sunumudur.

Çin'in görüşü
Çin'in Kosova davasında yaptığı  sunumu okuduğumuz zaman "herhalde bu devletin de bazı bölgeleri bağımsızlık talep etmektedir. Bu kaygı içinde görüşlerini oluşturmuştur" diye düşünmek zorunda kalırız. Çin sunumunda   "devletlerin  egemenliği ile ülke bütünlüklerini korumanın uluslararası hukukun temel ilkesi olduğunu, tek taraflı bağımsızlık ilanının  yasa dışı olduğunu" öne sürmüştür. Bu nedenle  Kosova'nın tanınmaması gerektiği sonucuna varmıştır.

ABD, Rusya'nın görüşleri
Bağımsızlık konusunda dünyada oluşan iki gruptan  birine Çin'i koymak oldukça kolaydı. Ancak diğer iki büyük devlet, yani ABD ve Rusya için aynı şeyleri söylemek mümkün değildir. Bunun nedeni bu devletlerin  prensip sahibi olmaları veya taraf tutmak istememeleri  değildir. Aksine bu iki devletin sunumlarını okuyanlarda şöyle bir düşünce oluşmaktadır. "ABD ile Rusya  herhalde dünyadaki bir çok devletle farklı  çıkar ilişkisi içindedirler. Bazen bağımsız devlet kurulmasını destekleyip bazen engellemek istemektedirler. Bu nedenle yukarıda belirttiğimiz iki temel ilkeden birini tercih etmiyorlar. Bunu yapmadıkları gibi uluslar arası hukuk oluşturacak şekilde  iki ilkeyi  adil kriterlerle uzlaştırma çabası içinde de değildirler. Aksine önemsiz ayrıntıları  ön plana çıkararak  her olayda istedikleri gibi karar verme olanağını ellerinde tutmak istiyorlar."

ABD sunumunu okuyup  yorumlamaya çalışanlar "Kosova'nın tanınması gerekir, ancak ilke koymayalım ve benzer durumda olan başka devletleri tanımak zorunda kalmayalım " düşüncesi ile hazırlandığını düşünmek zorunda kalırlar. Rusya'nın sunumunu okuyanlar ise  "Sırbistan'ın egemenlik ve ülke bütünlüğüne saygı duyalım. Kosova'nın  tanınmaması  gerekir.  Güvenlik Konseyinin 1244 sayılı kararı ihlal edilmemelidir. Ancak bunları söylerken başka bağımsızlık hareketlerini  desteklemeye de açık kapı bırakalım" düşüncesi içinde hazırlandığını anlarlar.
Bu durum   bağımsız devlet konusunda uluslar arası hukuk oluşturmaktan ne kadar uzak olduğumuzu göstermektedir.

Yazı dizimizin yarınki bölümünde Güvenlik Konseyi daimi üyesi devletlerin görüşlerini incelemeye devam edeceğiz.

Uluslararası  Adalet  Divanı'nın,  Kosova'nın  bağımsızlığına ilişkin  kararı ve  KKTC ye olası etkileri

(8)

Kosova davasında sunum yapan devletlerin görüşlerini incelemeye başlamış bulunuyoruz. Bu  görüşlerin oluşmasında çıkar ilişkilerinin etken olduğunu görmüş bulunuyoruz. Güvenlik Konseyinin daimi üyesi olan ABD ile Rusyanın görüşlerini incelemeye devam edelim.

ABD nin Kosovanın "sui generis" bir olay olduğu iddiası
ABD, dosyaladığı sunumda  Kosova'nın diğer olaylara benzemeyen  kendine özgü "sui generis"  bir  olay  olduğunu iddia etmiştir. Bu iddia "Kosova nın tanınması diğer  bağımsızlık taleplerine  emsal olmamalı"  anlamına gelmektedir.
Konuyu objektif bir gözle değerlendirmeye çalışan iyi niyetli bir hukukçunun ABD nin öne sürdüğü görüşü kabul etmesi mümkün mü? Kabul edemez. Çünkü "yargı" ve "adalet"  emsal oluşturmayı gerektirir.  Bir ailedeki iki kardeş bile aralarında ayırım yapılmasını kabul etmez. Bir baba, iki kardeşten  birinin  "özel  durumu" olduğunu söyleyerek sürekli  ayırım yaparsa  kardeşler arasına  düşmanlık tohumları atacaktır. Böylece iki kardeş arasında  ileride felaketlere neden olacak duygular başlayacaktır.

Uluslararası hukuk oluşturma gereksinimi
Dünyadaki barışsever hukukçuların amacı genel kural koymak, uluslararası hukuk yaratmak ve dünyamızı çatışmalardan ve savaşlardan korumaktır. Hukuk varsa kimin haklı kimin haksız olduğunu anlamamıza yardımcı olacak kural var demektir. O zaman herkes kendi durumunu bu kurala  göre değerlendirme ve hareketlerine yön verme olanağına kavuşacaktır.

Kosova davası iki büyük devletin yani ABD ile Rusya'nın bağımsızlık konusunda uluslar arası hukuk oluşturmaları için önemli bir fırsattı. Aralarında anlaşarak yukarıda belirttiğimiz iki zıt ilkeyi uzlaştıran  ve hangi hallerde bir halkın bağımsız devlet kurma hakkı olduğunu belirleyen ilkeler saptasalar  dünya barışı bundan büyük yarar sağlayacaktı. Böylece halklar bağımsız devlet kurma hakları olup olmadığını anlayacak ve buna uygun hareket edeceklerdi. Dünyaya düzen gelmesini ve çatışmaların  önlenmesini arzu eden herkesin  beklentisi  bu idi. Maalesef  Kosova davasında  gerçekleşenler böyle olmamıştır.

"Sui generis" iddiası ve Rum Yönetiminin görüşü
ABD nin "sui generis" iddiasını ele almışken bir konuya daha değinmemiz gerekir sanırım. Rum Yönetiminin Mahkemeye sunduğu görüşleri okuyanlar Rum Yönetiminin  zannedildiği gibi küçük ve sorunlu bir ülke gibi davranmadığını,  aksine Mahkemeye en iddialı en uzun sunumlardan birini yaptığını;  tüm dünyayı kendi doğrultusunda sürüklemeye çalışan büyük bir devlet gibi hareket ettiğini göreceklerdir. Genelde Rum Yönetiminin görüşleri kabul edilebilecek  görüşler değildir. Bu görüşlerin eleştirisini daha sonra yapacağız. Fakat bu aşamada öne sürdüğü  bazı görüşlere katıldığımızı belirtmeden geçemeyeceğiz. "Sui generis" konusundaki görüşü de bunlardan biridir.

Rum Yönetimi bizim gibi   Kosovanın özel bir olay olmadığı, tanınmasının  diğer ülkelerin tanınmasına  yol açacağı görüşünde idi. Bu nedenle  "sui generis" iddiasını reddetmiştir. Bu açıdan aramızda görüş birliği vardır. Ancak bu iddiayı  Rum Yönetiminin reddetmesi ile bizim reddetmemiz arasında  fark vardır. Biz ABD nin görüşünün yanlış olduğunu öne sürüyoruz. Rum Yönetimi  daha  ileri gitmekte ve   ABD nin görüşünün etik olmadığını yani ahlaksızlık olduğunu iddia etmektedir. Kendini büyük ve güçlü bir devlet olarak gören Rum Yönetimi büyük devletlere yakışan bir üslubu tercih etmektedir.

ABD ile Rusya'nın KKTC ile ilgili görüşleri
Biri Kosova'nın tanınması diğeri tanınmaması gerektiğini öne süren bu iki büyük devletin ikisi de sunumlarında  KKTC'nin tanınmaması gerektiğini belirtmişlerdir.  Ancak bu durum kimsede kaygı uyandırmamalıdır. Çünkü sunumları dikkatle inceleyenler,  her iki devletin de çıkarları öyle gerektirdiği için bu görüşleri savundukları izlenimini edinmektedirler . Yani farklı çıkarları olması durumunda tutumlarını değiştirecekleri  mesajını vermektedirler. Nitekim Rusya çıkarları öyle gerektirdiği için KKTC ve Kosova kadar haklı olmayan Güney Osetya ile Abhazyayı tanıma yönüne gitmiştir. ABD ise KKTC kadar haklı olmayan Kosovayı ve başka ülkeleri tanımıştır.
ABD ile Rusya yeni devlet oluşumuna ilişkin iki zıt ilkeyi uzlaştıran kriterler belirleseler  ve bunu uluslar arası hukuk haline getirseler tüm dünya bundan yarar sağlayacaktı. O zaman Kıbrıs Türk Halkı her zaman olduğu gibi  hukuka uymak zorunda olduğunu düşünecekti. KKTC nin yeni  oluşturulan   hukuka  ters bir konumda olması halinde  ciddi bir sorunla karşı karşıya olduğumuzu düşünecektik. Kosova davasında böyle bir gelişme olmamıştır. Bunun tam tersi olmuş ve var olduğu zannedilen  hukuk kurallarının bile  mevcut olmadığı veya bu kurallara aykırı hareket etmenin mümkün olduğu anlaşılmıştır.

Rusya sunumunda Kosova ile KKTC nin benzerliğini vurgulamış ve Kosova tanınırsa KKTC nin de tanınmasının kaçınılmaz olacağını iddia etmiştir. KKTC yi tanımaktan çekinen devletlere  "Bu nedenle  Kosovayı tanımayınız . Çünkü Kosova tanınırsa  KKTC nin de  tanınması kaçınılmaz olacaktır"  demiştir. Şimdi Kosova tanındığına göre Rusya'nın görüşüne göre KKTC'nin de tanınması gerekmiyor mu?

ABD ile Rusya'nın bir gün  KKTC'yi tanıyabileceklerini düşünmemizin  bir  diğer nedeni de şudur. Bilindiği gibi aşırı milliyetçi Rum Yönetimi tüm Kıbrısa egemen olmayı milli bir ideal olarak benimsemiştir. 1963 e kadar silahlı saldırılarla, 1974 den sonra ise soğuk savaşla bu hedefe ulaşmaya çalışmaktadır. Tanıtım ve propaganda savaşı olarak yürütülen bu soğuk savaşta, Türk tarafından yanıt gelmediği için Rum Yönetimi  meydanı boş bulmuş ve  dünya kamu oyuna Kıbrıs gerçeklerini çarpıtarak anlatmayı başarmıştır. Büyük devletlerin en yetkili organları bile Kıbrıs'la ilgili gerçekleri yanlış algılamaktadırlar . Bu durumda gerçekleri ortaya çıkaran bir tanıtımın onları etkileme olasılığı vardır. Özellikle Rum görüşlerinin barış içinde olan bir adayı yeniden savaşa sürükleyeceğini anlamaları ve bunu sakıncalı bulmaları halinde  KKTC ile ilgili görüşlerini yeniden gözden geçirme zorunda kalacaklardır.
ABD ve Rusyadan sonra mahkemeye sunum yapmış olan Nato devletlerinin görüşlerini incelemeye başlayabiliriz.

Almanya'nın görüşü
Almanya Kosova davasında Kosova'nın bağımsızlığını desteklemiş ve özetle:  "Kosovanın bağımsızlığı Kosova halkının self determinasyon hakkına dayanmaktadır. Kosova bir devlette olması gereken tüm özelliklere sahiptir. A)Halkı vardır. B) Ülkesi  vardır ve C) Devlet yönetme özelliklerini taşıyan bir Yönetimi vardır. Bu nedenlerle Kosova devletinin varlığı inkar edilemez" demiştir. Bu durumda sormamız gerekmiyor mu? Bu özelliklerden hangisi KKTC de eksiktir?  Bir gün KKTC Almanya'dan tanınma talep ederse hangi gerekçe ile söylediklerini inkar edebilecek ve KKTC yi  tanımaktan kaçınabilecektir. Eğer bunu yaparsa iki halk arasında çifte standart uygulamış veya diskriminasyon yapmış olmayacak mı? Hele geçmişte Kıbrıs'ta iki halkın eşit olduğu dikkate alındığında Almanya'nın yaptığı haksızlık dünya devletlerinin adaletten ne kadar uzak olduğunu gösterecek ve dünya  barışına zarar verecek değil mi?

Almanya'nın sunumunda belirttiği ilkelere göre KKTC'yi tanıması gerekmektedir. Halbuki Almanya Dış İşleri Bakanı Westerwelle  Kıbrısı ziyaretinde, KKTC nin Kosovaya  benzemediğini söyleyerek KKTCnin tanınmayacağını  ifade etmişti. Ortaya çıkan bu çelişki üzerinde durmamız gerekmektedir.

Yazı dizimizin yarınki bölümünde  Westerwelle nin sözlerinin yarattığı çelişki üzerinde duracak ve sunum yapan diğer Nato devletlerinin görüşlerini incelemeye devam edeceğiz.


Uluslararası  Adalet  Divanı'nın,  Kosova'nın  bağımsızlığına ilişkin  kararı ve  KKTC ye olası etkileri

(9)

Yazı  dizimizin dünkü bölümünde  Almanyanın görüşünü inceledik ve bu devletin sunumunda belirttiği  ilkelere sadık kalması durumunda KKTC yi tanıması gerektiği sonucuna vardık. Almanya Dış İşleri Bakanı  ise tamamen farklı  görüştedir ve KKTC nin tanınmayacağı konusunda Rum Yönetimine güvence verir gibi konuşmuştur. Şimdi de
Westerwelle'nin sözleri üzerinde duralım.
Westerwelle'nin sözleri ve ortaya çıkan çelişki

UAD kararının verildiği günlerde Kıbrıs'ı ziyaret eden Westerwelle, UAD kararının Kosova'ya özgü olduğunu ve Kıbrıs'ı etkilemeyeceğini söylemiştir.  Westerwelle bu sözlerle Kosova kararından sonra telaşa kapılan Rum Yönetimini teselli etmeye çalışmıştı. Kendisi o tarihte uzun bir geziden dönüyordu ve büyük bir olasılıkla Kosova kararını inceleme fırsatını bulamamıştı.  Halbuki söylediği sözlerin Rum Yönetimini teselli etmesi mümkün değildi. Çünkü  Rum Yönetimi Kosova davasına katılmış  ve  Westerwelle'nin söylediklerinin tam tersini ısrarla öne sürmüştü. Kosovanın tanınması halinde bunun KKTC yi etkilemesinin kaçınılmaz olduğunu iddia etmişti.
Westerwellenin sözleri ve Rum Yönetiminin Sırbistan'ın avukatlığını yapması
Rum Yönetimi mahkemeye dosyaladığı sunumda sadece kendi görüşlerini  öne sürmüş değildir. Bunu yaparken Sırbistan'ın avukatlığını  da  yapmış ve Kosova'nın bağımsızlığını onaylamanın  büyük felaketlere neden olacağını, dünyada bir çok bölgenin Kosova  kararını emsal gösterip bağımsızlık ilan edebileceğini veya tanınacağını  belirtmişti. Kıbrıs Rum Yönetimi bununla da yetinmemiş  Kosovanın tanınmasından zarar görebilecek  ülkelerin listesini  hazırlayarak mahkemeye sunmuştu. Böylece Kosova nın bağımsızlığının onaylanması halinde ülke bütünlükleri tehlikeye düşebilecek devletlere korku salmaya ve Sırbistan'a destek olmaya çalışmıştı.

Kosova ile KKTC arasında benzerlik olduğu görüşü sadece Rum Yönetiminin Mahkemeye dosyaladığı sunumda yer almış değildir. Bu görüş, Rum Yönetiminin resmi görüşü olup her fırsatta tekrarlanmıştır. Nitekim Başkan Hristofyas 2009 yılında Sırbistanı ziyaretinde, 23 Şubat 2009 tarihli konuşmasında Sırbistan ile Kıbrıs Cumhuriyeti arasında hiç bir  fark olmadığını, KKTC gibi Kosova'nın da tanınmaması gerektiğini, bunun bir prensip meselesi olduğunu söylemişti.

Westerwelle Rum Yönetimini teselli edecek sözler söylerken büyük bir olasılıkla Kıbrısın küçük ve sorunlu bir ülke olduğunu  düşünüyordu. Rum Yönetiminin kendini dev aynasında gördüğünü,  Kosova davasında büyük devletleri dahi geride bırakan bir rol üstlendiğini ve tüm dünyayı kendi yönünde  sürüklemeye çalıştığını bilmiyordu. Bu nedenle Rum tezinin tersini içeren görüşler öne sürmekte sakınca görmedi. Westerwellenin  sözleri  hatalı olmanın da ötesinde politik bir gaf  değil midir?

Westerwelle nin görüşüne göre şimdi Rum Yönetimi, ısrarla öne sürdüğü iddialardan  vazgeçmek ve söylediklerinin tam tersini söyleyerek "Kosovanın durumu KKTC den farklı, Kosova kararı Kıbrıs'ı etkilemez" demek zorunda kalacaktır. Bunları söylemesi ne ölçüde inandırıcı olacaktır? Hangi devlet bu kadar büyük çelişkiyi göz ardı edecektir? Hele KKTC harekete geçer ve gerçekleri söylemeye kalkarsa yani " Evet KKTC nin durumu Kosovadan farklı ; çünkü KKTC Kosovadan daha haklı" derse sonuç ne olacaktır ?

İngilterenin görüşü
Yazı dizimizin ilk bölümünde İngilterenin mahkemeye sunduğu görüşlere değinmiştik. Anımsayacağınız gibi İngiltere Hükümeti Kosova'nın bağımsızlık ilanını desteklemiş ve özetle şöyle demiştir: "Sırbistan,  Kosova'nın  bağımsızlık ilanını geri almasını ve iki taraf arasındaki  müzakerelerin devam etmesini talep etmektedir.  Halbuki müzakerelerin bir sonuç vermeyeceği anlaşılmıştır. Sırbistan, Kosova'nın bağımsızlık ilan etmesine neden olan olayları görmezlikten gelmektedir ve saati  geri almaya çalışmaktadır. Bir mahkeme,  ayrılan eşlerin tekrar birlikte yaşamaları  için emir veremeyeceği gibi ayrılan devletlerin bir araya gelmeleri için de emir veremez."
Bu görüşler sanki KKTC nin tanınması için söylenmiş  görüşler değil mi?

Hollandanın görüşü
Hollanda ya göre Kosovanın bağımsızlık ilanı yasaldır ve Kosovanın diğer devletler tarafından  tanınması gerekir. Çünkü: "Kosova halkının self determinasyon hakkı vardır. Sırbistan Kosova  halkının insan haklarını sürekli olarak ihlal etmiştir. Kosovada gerçekleşen insan hakları ihlalleri  BM raporlarında belirtilmiştir. Bu olaylardan sonra kimse Kosova halkının Sırbistan'ın yönetiminde kalmasını beklememelidir."

Bu koşulların hangisi KKTC de eksiktir. Self determinasyon hakkı mı yok? İnsan hakları mı ihlal edilmemiş?  Katliamlar  mı yok? Toplu mezarlar mı yok?

Kosovayı tanımış olan Nato devletlerinin görüşleri birbirine benzemektedir. Bu görüşler bize "Kosovayı tanıdın ve hangi görüşler nedeniyle tanıdığını açıkladın. Bu görüşlere göre KKTC yi de tanıman gerekiyor" deme olanağını vermektedir.  Ancak yine de KKTC nin tanınmasının kolay olmayacağını söyleyebiliriz. Bunun nedeni Rum Yönetiminin yıllar süren propaganda savaşı ile  Kıbrıs gerçeklerinin  tüm dünyada yanlış anlaşılmasını sağlamasıdır.

Kosova davasına katılan  ve Kosova'nın tanınması gerektiğini öne süren devletlerin sunumlarından  bazı örnekler inceledik.  Şimdi de Kosovanın tanınmasına karşı olan görüşler üzerinde duralım. En uygun örnek herhalde bizi de çok yakından ilgilendiren Rum Yönetiminin sunumu olacaktır.

Rum Yönetiminin görüşü
Dünyamızı tanımayan,  Kıbrısın nerede ve nasıl bir ülke olduğunu  bilmeyen bir hukukçu, eline Kosova dosyasını alır ve bu davada sunum yapan devletlerin görüşlerini okumaya başlarsa   Rum Yönetiminin dünyanın en büyük ve en güçlü devletlerinden biri olduğunu zannedecektir.  Her şeyden önce Rum Yönetiminin   sunumunu  hazırlamak için en yetenekli hukukçuları görevlendirdiği anlaşılmktadır. Bu durum, Rum Yönetiminin uluslar arası davalarda veya uluslar arası propaganda konularında  hiçbir fedakarlıktan kaçınmadığını, ABD ve Rusya gibi büyük devletlerle bile boy ölçüşecek  bir mücadele içinde olduğunu göstermektedir.

Rum Yönetiminin görüşlerini şöyle özetleyebiliriz.
" Kosova halkının self determinasyon hakkı yoktur. Self determinasyon hakkı tek taraflı kullanılabilecek bir hak olmayıp ayrılan bölge ile ayrılmak istediği devletin  anlaşması sonucu uygulanabilecek bir haktır. Sömürgeciliğe son verme ve buna benzer çok ender haller dışında  ayrı devlet kurulmasına izin verilmemelidir. Tek taraflı bağımsızlık ilanı uluslar arası hukuka aykırıdır."

" Askeri işgal olan bir yerde yaşayan halkların  self determinasyon hakkı olamaz. Askeri işgal  başlangıçta uluslararası hukuka uygun olsa bile gereğinden fazla devam etmesi halinde uluslar arası hukuka aykırı hale gelir."
                                                                                                                                               "Azınlıkların  self determinasyon hakkı yoktur."
"Bir devlette yaşayan  toplumlardan birinin ayrılma hakkını kullanabilmesi için o ülkedeki iç hukukun buna izin vermesi gerekir."

"244 sayılı Güvenlik Konseyi kararı Sırbistanın ülke bütünlüğünü garanti etmiştir. Bu nedenle Kosovanın bağımsızlığını tanımak 1244 sayılı karara ters düşecektir. 1244 sayılı karara rağmen  Kosovayı tanımak  Güvenlik Konseyi kararlarının etkinliğini ortadan kaldıracaktır . Kaldı ki  devletlerin  bir bölgelerinin  kopmasına karar vermeye Güvenlik Konseyi dahi yetkili değildir.1244 sayılı karara aykırı olarak Kosovayı tanımak bağımsızlık talep eden diğer devletlerin de  tanınmasına neden olacaktır."

"Kosovaya özgü bir karar verilmesi mümkün değildir. Ne kadar Kosovaya özgü bir karar verilmek istenirse istensin  Kosovanın tanınması bağımsızlık talep eden diğer ülkeleri etkileyecek ve tanınmalarına yol açacaktır."     
                                             

Rum Yönetiminin bu iddialarına rağmen Kosova tanınmıştır. Dolayısıyla şimdi de KKTC nin tanınması gerekmektedir. Yazı dizimizin yarınki bölümünde KKTC nin Rum görüşlerine verebileceği yanıtlar üzerinde duracağız.




Uluslararası  Adalet  Divanı'nın,  Kosova'nın  bağımsızlığına ilişkin  kararı ve  KKTC ye olası etkileri

(10)

Kosova davasında sunum yapan Rum Yönetiminin görüşlerini dün özetlemeye çalıştık. Rum Yönetimi özetle " Kosova tanınmamalı, çünkü tanınırsa bağımsızlık talep eden diğer ülkelerin ve bu arada KKTC nin de tanınması kaçınılmaz olacaktır" demektedir. Biz ise "Kosova tanınmalıdır. Kosovanın tanınmasının  KKTC nin  tanınmasına yol açacağı görüşü de doğrudur. Bu nedenle her ikisi de tanınmalıdır" diyoruz. Bugün  Rum Yönetiminin görüşlerinin niçin hatalı olduğu üzerinde duralım. Önce Kosova ile KKTCarasındaki yasal farkları anlamaya çalışalım.

Kosova ile KKTC arasındaki farklar
Dünyada bir birine tamamen benzeyen iki olay  veya iki cisim yoktur. Buna rağmen günlük hayatta  sürekli olarak kıyaslama yaparak bazı sonuçlara varırız. Aynı şey hukuk alanında da yapılmaktadır. Ancak hukukta kıyaslama yaparken hatalı sonuçlara varmamak için bazı hususlara dikkat etmemiz gerekiyor. Örneğin iki devleti kıyaslayarak  hangisinin daha büyük olduğunu söylemek istiyorsak, hangi açıdan daha büyük olduğunu belirtmek zorundayız. Nüfusu mu daha fazla, alanı mı daha büyük, ekonomisi mi daha büyük?  Bunu yapmadığımız takdirde kıyaslamamızdan  hatalı bir sonuç çıkacağı açıktır.

KKTC ile  Kosova'yı kıyaslamaya kalkarsak  çeşitli açılardan aralarında fark olduğunu görürüz. Konumuz bağımsızlık ve tanınma olduğuna göre doğru bir sonuca varmak için bu alanda benimsenen ilkeleri dikkate alarak kıyaslama yapmamız gerekir.
Bağımsızlık ve tanınma konusunda benimsenen temel  ilkeleri yazı dizimizin ilk bölümlerinde görmüştük. Bu ilkeler "self determinasyon" ve "devletlerin egemenliği ve ülke bütünlüğüne saygı" ilkeleri idi. Arzu ederseniz kendi kendimize "KKTC ile Kosova'dan hangisinin bağımsız devlet olma hakkı daha fazla?" diye soralım ve bu ilkeler ışığında bir kıyaslama yapalım.

Self determinasyon ilkesi açısından kıyaslama : Geçmişte Kosova Sırbistana bağlı özerk bir bölge idi. Dünyada buna benzer başka özerk bölgeler de vardır . Bu özerk bölge   halklarının  self determinasyon ve dolayısıyla bağımsız devlet kurma hakları olup olmadığı tartışmaya açıktır. Aynı şekilse  Kosova halkının da self determinasyon hakkı olup olmadığı tartışılabilir. Halbuki Kıbrısta  yasal devlet , Zürih ve Londra antlaşmaları ve 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasına göre kurulmuştu. Kıbrısta  özerk bölge ana devlet ilişkisi  hiçbir zaman olmamıştır. Kıbrıs'ta her zaman iki eşit egemen halk olmuştur. Kıbrıs sorunu  1963 de Rum Yönetimin Kıbrıs Türk Halkının eşit egemen halk statüsünü ortadan kaldırmak istemesi nedeniyle  çıkmıştır. Tüm halkların self determinasyon ve bağımsız devlet kurma hakları olduğu uluslar arası hukukun kesinleşmiş bir kuralıdır. Bu nedenle yasal açıdan  Kıbrıs Türk Halkının self determinasyon hakkı olduğu son derece açıktır. Bu durumda Kosovanın bağımsız devlet kurma hakkı olup olmadığı tartışmalı iken Kıbrıs Türk Halkının bu hakkı olduğu kesindir. Sizce KKTC tanınmayı Kosovadan daha fazla hak etmiyor mu?

Egemenlik ve ülke bütünlüğü açısından kıyaslama :  Kosova geçmişte  Sırbistan'a bağlı özerk bir bölge olduğu için  Kosovanın bağımsızlığının  Sırbistanın egemenliğine ve ülke bütünlüğüne aykırı olması tartışma konusu olmuştur.  Halbuki Kıbrısta  KKTC nin bağımsızlığının başka bir devletin  egemenliğine ve ülke bütünlüğüne aykırı düşmesi söz konusu değildir. Çünkü egemenliği ihlal edilecek başka yasal bir devlet yoktur ortada.
Kıbrısta Zürih ve Londra antlaşmaları ile 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasına uygun olarak ortak bir devlet kurulmuş ve bu devlet Rum ortak tarafından yıkılmıştır. Rum ortağın uluslararası antlaşmalarla Anayasayı ihlal etmek istemesi sonucu devlet ikiye bölünmüştür. Yani ülke bütünlüğünü ortadan kaldıran Rum Yönetimi olmuştur. KKTC ana devletin ülke bütünlüğünü ihlal eden bir bölge olmayıp devletin  ikiye bölünmesi sonucu ortaya çıkan iki yönetimden  biridir. İki yönetimden daha yasal olanıdır. Dolayısıyla egemenlik ve ülke bütünlüğü açısından da KKTC halkı Kosova halkından daha az haklı değildir.

Tek taraflı bağımsızlık ilanı
Kosova davasında Rum Yönetiminin öne sürdüğü görüşler arasında  en ağırlıklı olanı  tek taraflı bağımsızlık ilanının uluslar arası hukuka aykırı olduğu görüşüdür. Bu görüş bir bölgelerinin Kosova'yı emsal gösterip ayrılabileceği kaygısı içinde olan bir çok devlet tarafından paylaşılmaktadır. Örneğin dost Azerbaycan Hükümeti  de bu görüştedir. Bu görüşe göre ayrılmak isteyen bölge ile  ana devletin anlaşması sonucu yeni bir devlet kurulabilir. Bunun dışında bağımsızlık ilanları yasal değildir. Bu tür bağımsızlık ilanlarını onaylamak  son derece sakıncalıdır. Çünkü dünyada  sürekli kavgaya ve  bölünmeye neden olacaktır.

Tek taraflı bağımsızlık ilanlarının uluslar arası hukuka aykırı olduğu görüşü UAD tarfından reddedilmiştir. Buna rağmen bu görüşün bazı devletler tarafından kabul edildiğini dikkate alarak incelemeye çalışalım. Acaba KKTC nin tanınması böyle bir görüşe ters düşecek mi? Rum Yönetiminin ve bu görüşü savunan diğer devletlerin  iddialarına göre tek taraflı bağımsızlık ilanlarının  uluslararası hukuka aykırı olmasının nedeni  o ülkedeki iç hukuka aykırı olmasıdır. Buna göre bir devlette bir bölgenin bağımsızlık ilanının yasal olması için o devletteki yasalara uygun olması gerekir. İç hukuka aykırı olarak eyleme geçen bir  bağımsızlık hareketi daha sonra yasal olamaz. Bu gerekçeyi okuyan herkesin  bir şaşkınlık yaşayacağını sanırım. Çünkü Kıbrısta iç hukuka  aykırı hareket eden KKTC değil Rum Yönetimi olmuştu.

1960 yılında Kıbrısta Rum Yönetiminin arzu ettiği gibi Rum yasalarını uygulayan üniter bir devlet kurulmuş olsa ve KKTC bu yasalara aykırı olarak bağımsızlık talep etse bu görüş sahiplerinin haksız diye örnek gösterebilecekleri bir durum olacaktı. Halbuki Kıbrısta yasal düzen 1960 da kurulup 21 Aralık 1963 kadar devam etmiştir. Bu düzeni beğenmeyen  ve aykırı hareket eden  Rum Yönetiminden başkası değildir.
Özetlersek Rum Yönetimi ve diğer bazı devletler tek taraflı bağımsızlık ilanının uluslar arası hukuka aykırı olduğunu kanıtlamak için büyük gayret göstermektedirler. Fakat görüşlerini desteklemek için belirttikleri  gerekçelerden KKTC nin değil Rum Yönetiminin  uluslar arası hukuka aykırı olduğu ve tanınmaması gerektiği ortaya çıkmaktadır.

Dünyada barış ve istikrarın sağlanması
Kosovanın ve KKTC nin tanınmaması için gayret gösteren devletlerin  ısrarla öne sürdükleri bir görüş de  tek taraflık bağımsızlık ilanlarını desteklemenin dünya barışını tehlikeye atacağıdır.  Rum Yönetiminin dünya devletlerini etkilemeye ve kendi doğrultusunda sürüklemeye çalışan   büyük bir devlet gibi hareket ettiğini görmüştük. Halbuki Kıbrıs  Türklerinin  böyle bir yaklaşımı yoktur. Buna rağmen dünya barışını Rum Yönetiminden daha fazla düşündüklerini söyleyebiliriz.
Rum Yönetiminin barıştan söz etmesi insanı şaşırtacak bir olaydır. Çünkü Rum görüşüne  göre KKTC nin bağımsızlık ilan etmesi üzerine Kıbrısta  savaş çıkması gerekiyordu. Halbuki KKTC nin ilan edildiği 1983 yılından beri Kıbrısta barış vardır.  Adanın her iki kesiminde geçmişe oranla refah vardır, demokrasi vardır. Bu gerçekler Rum tezinde bir hata olduğunu göstermektedir. Belki de Rum görüşlerinin tam tersi doğrudur. Yani savaş, Rum isteklerinin  gerçekleşmesi, KKTC nin ortadan kalkması  ve Rum Yönetiminin Kuzeye egemen olması durumunda çıkacaktır.

Yazı dizimizin yarınki bölümünde dünya devletlerinin KKTC yi tanımalarını engelleyen nedenler ve KKTC yi tanımalarının nasıl sağlanabileceği üzerinde duracağız.

Uluslararası  Adalet  Divanı'nın,  Kosova'nın  bağımsızlığına ilişkin  kararı ve  KKTC ye olası etkileri

(11)

Yazı dizimizde UAD ın Kosova kararını inceledik ve  KKTC nin tanınması önünde yasal bir engel bulunmadığını  gördük. Bu durumda KKTC nin artık tanınması gerekmektedir. Buna rağmen Kosova davasını inceledikçe KKTC nin tanınmasının pek kolay olmayacağını anlıyoruz.

KKTC nin tanınması önünde engeller
Kosova davası bize yeni devlet kurulmasında yasal bir engel olmadığını ve yeni kurulan devletleri tanımanın devletlerin  kendi inisiyatiflerine kaldığını göstermektedir. Ne var ki devletlerin mahkemede öne sürdüğü görüşler  bu inisiyatifin KKTC lehine  pek kolay kullanılmayacağını gösteriyor.

Kosova davasında mahkemede şöyle bir düşünce oluştuğu  söylenebilir:  "Kosovanın bağımsızlığını onaylamamız gerekiyor. Ancak bu kararın diğer bağımsızlık hareketlerini cesaretlendireceğinden kaygı duyan devletler var. Bu kaygıları da mümkün olduğu ölçüde gidermeye  çalışmalıyız."

Mahkemenin  kaygıları giderme çabasını 81. paragrafta incelemiştik. UAD bu paragrafta özetle  tek taraflı bağımsızlık ilanının uluslar arası hukuka uygun olduğunu, hukuka aykırılık varsa  bunun bağımsızlığa neden olan fiili durumda ve bağımsızlık yolunu açan olaylarda bulunabileceğini söylemiştir. Dolayısıyla bu olaylara dayanarak bağımsızlık hareketlerinin kontrol edilebileceğini  ima etmiştir.

Acaba mahkemenin görüşüne göre bağımsızlığa yol açan, fakat yasal olmayıp devletlerin tanınmamasını gerektiren  olaylar nelerdir? Mahkeme önünde tartışılmadığı için UAD bu konuda bir karar vermemiştir. Bu açığı ise sunum yapan devletlerin kapadığını görüyoruz.
Acaba dünya devletleri hangi durumlarda bir devletin tanınmaması gerektiği görüşündedirler?  Tanımak devletlerin inisiyatiflerine kaldığına göre bu görüşleri öğrenmek  Kıbrıs Türk Halkı için hayati önem taşımaktadır.
Devletlerin tanıma konusundaki görüşlerini anlayabilmek için bu konuyu iyi  özetlemiş olan  Avusturya'nın sunumuna göz atalım.

Avusturya'nın görüşü
Avusturya'ya nın Kosova davasındaki sunumuna göre "tüm halkların kendi geleceklerini belirleme hakkı vardır. Self determinasyon hakkını kullanan bir halkın  tek taraflı bağımsızlık ilanını engelleyecek  uluslar arası bir hukuk kuralı  yoktur. Ancak bu genel ilkeye rağmen bazı ülkeler tanınmayabilir. Örneğin Rodezyada olduğu gibi ırkçı bir rejim veya  Kuzey Kıbrıs'ta olduğu gibi askeri işgal altında bulunan bir bölgenin bağımsızlık ilanı kabul edilemez. Bu tür istisnalara uyma koşuluyla  Kosova tanınmalıdır."

Devletlerin tanınmasını engelleyen koşullar
Avusturyanın sunumundan  hareket ederek devletlerin tanınmasını önleyecek koşulları şöyle sıralayabiliriz.
1)      Irkçı olma . Irkçı devletler tanınmamalıdır.
2)      Askeri işgal altında olma. Askeri işgal altında bir bölgede kurulan devlet tanınmamalıdır.
3)      Tek  taraflı  bağımsızlık ilan etmiş olma. Tek taraflı bağımsızlık ilanının  uluslar arası hukuka  uygun olduğunu görmüş bulunuyoruz. Ancak bazı devletler bu durumda olan devletlerin de tanınmaması gerektiği görüşündedirler ve dolayısıyla tanımayacaklardır.
4)      Barışı tehdit etme. Bazı devletler çatışma çıkma olasılığı bulunan durumlarda yeni kurulan devletin tanınmaması gerektiği görüşündedirler.
"Dünya devletlerini rahatsız eden ve yeni kurulan devleti tanımayacaklarını belirttikleri bu koşulların KKTC ile ne ilgisi var?" diye kendi kendinize sorabilirsiniz. Bu soruya verebileceğimiz doğru yanıt şöyle olabilir.  "Burada durum bir mahkemede gerçeklerin yanlış ve eksik anlatılması durumuna benzemektedir. Rum Yönetimi yıllarca  Kıbrıs gerçekleri dünya devletlerine yanlış veya  eksik anlatmıştır. Bu nedenle  dünya devletleri KKTC nin  tanınmaması gerektiğini düşünmektedirler. Kıbrıs Türkleri harekete geçerek  Kıbrıs gerçeklerini   Kıbrıs Türklerinin bakış  açısından anlatmadığı  takdirde  KKTC yi asla tanımayacaklardır.

KKTCnin tanınmasının önemi
Kıbrıs Türk Halkı bir devletin sağladığı en önemli olanağa egemenliğe  sahiptir. KKTCnin tanınması halinde bu egemenliği daha da  sağlamlaştıracak  ve sonsuza dek barış ve güven içinde yaşama olanağına kavuşacaktır. Ancak bunun gerçekleşmesini istemeyenler tanınmanın bir hayal olduğunu, asla gerçekleşemeyeceği düşünmektedirler. Ümitsizliğin KKTC den vazgeçilmesi sonucunu doğurması durumunda başımıza  nelerin geleceğini  düşünmek zorundayız.

KKTC, AB ye diğer devletler gibi bağımsız bir devlet olarak üye olursa bunda bir sorun olmayacaktır. Çünkü AB de  üye devletleri koruyan bir düzen vardır. Türkiye üye olduktan sonra AB ye katıldığımız zaman da haksızlıklara karşı korunmuş olacağız. Ancak AB nin öngördüğü gibi tanınmadan ve  Türkiye AB ye girmeden yani bir tür azınlık olarak AB ye girersek başımıza neler gelecektir? AB deki diğer azınlıklardan bir farkımız olduğunu kime, nasıl anlatacağız?

KKTC den vazgeçen Kıbrıs Türk Halkının  egemen bir halk olmaktan çıkıp azınlık haline geleceği açıktır. Bu ise Rum çoğunluğa ve AB ülkelerine  hizmet veren ikinci sınıf bir halk olması demektir. Geçmişte Kıbrısı yönetmiş, 1960-1963yılları  arasında iki eşit  halktan biri oluğunu uluslar arası antlaşmalarla Anayasaya yazdırmış  bir halkın ikinci sınıf  halk olması nasıl bir sonuç doğuracaktır dersiniz?  Bu gerileme  sonun başlangıcı olacak değil mi?
Bu durumda KKTCnin tanınmasının nasıl sağlanabileceğini çok ciddi olarak düşünmeye başlamamız gerekmiyor mu?  Bunun için de dünya devletlerinin KKTCyi tanımayı niçin sakıncalı gördüklerini anlamaya çalışmamız gerekmektedir. Kosova davasındaki bilgiler bu konuda bize yardımcı olacaktır.

KKTCnin yaşadığı trajedi
Herhangi bir soruna  çözüm bulabilmek  için sorunun kaynağını doğru saptamamız gerekir. Birçok tarafsız gözlemcinin de katıldığı gibi Kıbrıs sorununun kaynağı Kıbrıs Rum Halkının aşırı milliyetçi karakteridir. Kıbrıs Rumlarının tüm Kıbrıs'a egemen olmayı milli bir ideal olarak benimsemiş olmalarıdır. Bu milliyetçi karakter 1960 da kurulan ortak devleti yaşatmaya razı değildi ve bu nedenle 1963 de silahlı saldırılarla hedefine ulaşmaya çalıştı.
20 Temmuz 1974 en sonra   Rum Yönetiminin silahlı saldırılarla  hedefine  ulaşma ümidi sona ermiştir. Kıbrıs Türklerinin büyük bölümü  bu nedenle 1974 de mücadelenin  ve tehlikenin sona erdiğini zannetmektedir. Halbuki Rum milliyetçiliğinin tüm Kıbrıs'a egemen olma mücadelesi sadece şekil değiştirmiştir. Sıcak savaş, soğuk savaşa dönüşmüştür.
1974 den sonra Barış Harekatının haksızlığını anlatan ve Türkiye'ye baskı yapılarak 1974 öncesine dönülmesini sağlamaya çalışan bir tanıtım ve propaganda savaşı verilmektedir. Tüm dünya kamu oyuna yönelik dev bir reklam kampanyası düşünün. Bunun gibi bir propaganda savaşı yürütülmüştür. Bu savaşta Rum tarafının öne sürdüğü iddialara karşı Türk tarafından bir yanıt gelmiş değildir veya gelmişse bile çok yetersiz kalmıştır. "Sükut ikrardan gelir" yani "sessiz kalma suçlamayı kabul etme anlamına gelir" ilkesi gereği Rum Yönetiminin öne sürdüğü iddialar  tüm dünya devletleri tarafından  kabul edilmiştir.
Özetlersek Rum Yönetiminin  Kosova davasında verdiği büyük mücadele ve büyük  sunum  yasal açıdan etkili olamamıştır. Ancak 1974 den beri yürüttüğü dev tanıtım ve propaganda savaşında etkili olmuş ve dünya devletlerinin Kıbrıs olaylarını Rum gözlükleri ile görmesini sağlamıştır. Devletlerin yeni kurulan bir devleti tanıması  kendi inisiyatiflerine kaldığından KKTC yi tanımaları kolay görünmemektedir.
Geç de olsa Rum iddialarına yanıt vermeye çalışalım.

Yazı dizimizin yarın yayınlanacak  son bölümünde aşağıdaki soruları sorarak birlikte cevap verelim. KKTC mi Rum Yönetimi mi ırkçıdır? KKTC mi Rum Yönetimi mi işgal altındadır?

Uluslararası  Adalet  Divanı'nın,  Kosova'nın  bağımsızlığına ilişkin  kararı ve  KKTC ye olası etkileri

(12)

Yazı dizimizde KKTCnin  tanınması önünde  yasal bir engel bulunmadığını, buna rağmen KKTC nin tanınmasının kolay olmayacağını çünkü dünya devletlerinin Rum propagandasının etkisinde kalarak, KKTC yi tanınması sakıncalı devletler arasında gördüklerini, mahkemeye sundukları görüşlerde bazen açıkça, bazen dolaylı olarak bunu ifade ettiklerini  görmüş bulunuyoruz. KKTC tanınmadığı takdirde Kıbrıs Türk Halkının eşit  halk olmaktan çıkıp azınlık olacağını, bunun kabul edilmesi mümkün olmayan bir durum yaratacağını da saptadık. Bu nedenlerle KKTC'nin tanınmasını sağlamak için Rum propagandasının öne sürdüğü  görüşleri çürütmeye çalışmamız  gerekmektedir.

Kosova davasında mahkemeye sunulan görüşleri incelediğimiz zaman  aşağıdaki  durumlarda yeni oluşan bir devletin  tanınmaması gerektiği konusunda devletler arasında genel bir kanı oluştuğunu görürüz. Rum Yönetimi bu nedenlerle  KKTCnin tanınmaması gerektiğini iddia etmektedir.  Arzu ederseniz bu nedenleri  ele alalım ve Rum iddialarının doğru olup olmadığını  sorgulayalım.

Irkçı devletlerin tanınmaması gereği
Dünya devletleri Rodezya gibi ırkçı rejimlerin tanınmaması gerektiği konusunda görüş birliği içindedirler. Rum yönetimi geçmişte KKTC nin ırkçı bir rejim olduğu propagandasını yapmıştı. Ancak bu iddiası  kabul görmemiş ve havada kalmıştır. Buna rağmen ırkçılık Kıbrısta öne sürülebilecek önemli bir suçlamadır. Bu iddiayı  Rum Yönetiminin değil bizim Rum Yönetimine karşı öne sürmemiz gerekir.

Acaba Rum Yönetimi tanınmaması gereken ırkçı yönetimlerden biri mi?
Hukukta her zaman karşılıklı  iddialar yapılır. Bu iddiaları kanıtlamak için deliller öne sürülür. Öne sürülen delillerin bir kısmı diğerlerinden daha etkilidir. Örneğin yazılı delilin sözlü delilden daha önemli olduğu tüm hukuk sistemlerinde  kabul edilmektedir. Özellikle bu yazılı delilin doğru olduğu daha sonra kabul edilmişse son derece etkili olacağına kuşku yoktur. İşte Kıbrısta  Rum Yönetiminin ırkçı olduğunu kanıtlayacak bu düzeyde deliller vardır. Bunlar da Akritas ve İfestos etnik temizlik planlarıdır.

Bilindiği gibi Akritas planı 1963 de, İfestos planı ise 1974 de Kıbrıs Türklerini yok etmek için hazırlanmış planlardır. İlki Kıbrıs Rum Yöneticiler tarafından  hazırlanmış ikincisi ise Rum Yöneticilerin bilgisi ve onayı  dahilinde Kıbrıstaki Yunan alayı tarafından hazırlanmıştır. Planları yapan ve onaylayan Rum yöneticiler yargılanmamış , cezalandırılmamış veya değiştirilmemiştir. Bir  an için düşününüz.  Bir ülkede yaşayan iki halktan birinin yöneticileri  diğer halkı yok etmek için planlar hazırlıyorlar,  hazırlamakla kalmayıp yazılı metne dönüştürüyorlar ve  uygulamaya başlıyorlar. Planlarla ilgili ne bir üzüntü beyan eden var ne de pişmanlık duyan. Böyle bir Yönetime ırkçı olmanın dışında bir isim vermek mümkün mü? Böyle bir Yönetimden daha ırkçı olmak mümkün mü?

Dünyanın başka bir yerinde olsa bu planları yapanlar tutuklanır ve uluslar arası mahkemelerde yargılanırdı. Nitekim Sırbistanda aynı şeyi yapanlar yargılanmıştır. Kıbrısta ise planları yapan veya onaylayan yönetimler  değişmeden devam etmiştir.
Bu durumda dünya devletlerine  "Irkçı olan bir devleti tanıdınız. Hiç değilse bu aşamada ırkçılığın mağduru olan KKTC yi de tanıyınız" deme hakkımız yok mu?
Bu soruyu sormak Kıbrıs Türklerinin uysal ve kibar üslubuna uygun olmayabilir. Ancak bir noktada bu  üslubu da  sorgulamamız  gerekiyor.
Suçsuz bir adam kibarlığından Mahkemede lehindeki delilleri ortaya çıkarmıyor. İdama gitmek üzere iken hala kibarlığını korumaya çalışıyor. Ona şunu söylememiz gerekmez mi? "Bak kardeşim belki farkında değilsin fakat seni asmak için hazırlıklar  yapılmış durumda. Duyduğun sesler tabutuna çakılan  çivi  sesleridir. Sen hala kibar olmaya çalışıyorsun?  Elindeki delilleri ortaya çıkarmayacak mısın?  Karşı  tarafın verdiği mücadeleye  benzer bir mücadele vermeyecek misin?"

Kosova davasında KKTCye ilişkin önyargıları gördükten sonra Rum tarafında ırkçı bir yönetim olduğunu ve böyle bir yönetimi tanıyan devletlerin öncelikle KKTC yi tanımaları gerektiğini  söylemezsek  ve kimsenin önem vermeyeceği iddiaları öne sürmeye devam edersek kurtulma  ümidimiz  kalır mı?

İşgal altımdaki bir bölgede kurulan devletin   tanınmaması gereği
1974 den beri Rum Yönetimi Türkiye'ye ve Kıbrıs Türklerine karşı  soğuk savaş vermektedir. Bu o kadar etkili  bir savaş olmuştur ki Türkiyenin  Kıbrısın kuzeyini işgal ettiğini işitmeyen kalmamıştır. Uluslar arası bir ortamda Türkiyenin Kuzey Kıbrısı işgal etmediğini söylemek cesaret gerektiren bir olay haline gelmiştir. Hele Kuzeyde Türk ordusunun özgür bir bölge oluşturduğunu, işgal altında olan bölgenin Güney Kıbrıs olduğunu söyleyen bir insana nasıl bakılacağını tahmin edersiniz. Kıbrıs Türkleri 1974 den beri Rumlar her "işgal" dediğinde "işgal altında olan Güney Kıbrıstır"  demiş olsalardı  Kosova davasına katılan devletlerin  değerlendirmeleri  çok farklı olacaktı.

Rumların "işgal" iddiası  o kadar sık tekrarlandı ki Türklerin karşı görüş  öne sürmesi değil  düşünmesi bile  yasaklanmış hale gelmiştir. Buna rağmen bu konuyu irdelemek zorundayız. Çünkü Kıbrıs Türk halkının geleceği ve Kıbrısta iki halkın yan yana kendi devletlerinde barış içinde yaşaması işgal edebiyatını sarsmamıza bağlıdır.
15 Temmuz 1974 de Enosis amaçlı bir darbe olduğunu Türkiyenin 20 Temmuz 1974 de uluslararası antlaşmalara dayanarak  haklı bir müdahale yaptığını herkes biliyor. Rum iddiasına göre  20 Temmuz 1974 müdahalesi haklı olsa bile  gereğinden uzun sürmesi haksızlıktır ve işgal olarak nitelenmelidir. Bu nedenle Türkiyenin Kuzeydeki askeri varlığına son vermesi ve müdahale hakkından vazgeçmesi gerekir. Bu iddiaya karşı olaylara  bir de Türk perspektifinden bakalım.

1960 da iki halkın eşitliği esasına dayanarak kurulan Kıbrıs Cumhuriyetini aşırı milliyetçi Rum Yöneticiler milli ideallerine  uygun görmediler ve Akritas planını uygulayarak üniter bir devlete dönüştürmeye çalıştılar.  Bu amaçla gerçekleştirdikleri terörist  saldırılar  Türkiyenin yardım elini uzatması nedeniyle hedefine ulaşmadı. Buna rağmen  Kıbırısın % 97sini işgal  ettiler. Kıbrıs Türkleri ise adanın %3ünde enklavlarda yaşamaya başladılar. Burada bir işgal olayı olduğu hem de suç oluşturan etnik temizlik planı çerçevesinde  Kıbrısın % 97 sinin işgal edildiği açıkça görülmektedir.

Bir çok kişi 1974 de Yunan alayının  sadece Türk ordusuna karşı savunma yapmakla meşgul olduğunu zannetmektedir. Halbuki  Yunanlı Albay Mihail Yorgitsis  Kıbrıs Rum Parlamentosu alt komitesinde verdiği ifadede   20 Temmuz 1974 de Kıbrıs Yunan alayında görevli olduğunu, ilerleyen Türk ordusuna karşı savunma yerine enklavlarda yaşayan Kıbrıslı Türkleri imha etme emri aldıklarını söylemiştir. Alayköyde bulunan Yunan alayının karargahına giren Türk ordusu oradaki kasalarda  İfestos etnik temizlik planını bulmuştur. Bu plan Makarios Hükümetinin bilgisi ve onayı altında  hazırlanmıştı ve tüm Türk bölgelerinin işgal edilerek  Kıbrıslı Türklerin yok edilmesini öngörüyordu.

İfestos planını uygulamak amacıyla Güneydeki tüm Türk kasaba ve köyleri işgal edilmiştir. Taşkent, Muratağa ve Atlılar katliamları gerçekleşmiştir. Türk ordusu avantajlı bir konuma geçmese çok daha fazla katliam olacağı açıktır.

Özetlersek  1963 de Akritas planına göre başlayan işgal Kıbrısın Güneyinde 1974  İfestos planına göre tamamlanmıştır. Güneyin tümü Rum Yönetimi tarafından işgal edilmiştir. Rum Yöneticiler bu işgalden  hiçbir zaman vazgeçmiş değildirler. Aksine kuzeyi de işgal etme arzusunu dile getirmektedirler.

Bu koşullarda Kuzeyin işgal altında olduğunu ve bu nedenle KKTC nin  tanınmaması gerektiğini söylemek mümkün mü? Bu gerçekler ışığında Kosovayı tanıyan Nato devletlerine " Askeri işgal altında  bulunan bir bölgede kurulan  devletin  tanınmayacağını  söylüyorsunuz. Halbuki etnik temizlik planları hazırlayarak Güney Kıbrısı  işgal etmiş olan Rum Yönetimini tanıdınız. Bu durumda  KKTC yi  de tanımanız  gerekmiyor  mu? KKTC yi tanımamanız iki halk arasında yapılmış  bir  diskriminasyon ve insan hakları ihlali değil mi?"

Kosova davası bu soruları sormak ve KKTC yi tanıtmak için önümüze bir fırsat olarak  çıkmıştır. Ancak bunun için iki devlet formülünün en doğru yol olduğuna inanmamız  gerekir. İki devlet formülü aşırı Rum milliyetçiliğine ters düşebilir.  Halbuki insancıl ve sağduyulu  bir çalışma  bu formülün Kıbrısa sürekli barış getireceğini ve Türkler kadar Rumların da yararına olacağını göstermektedir.
                                                            
SON