Rum tankları Girneye mi geliyor?
Bazı kişiler ise Kıbrıslı Rumların Türklere fazla zarar vermek istemeyeceğini, çünkü zarar vermenin kendi çıkarlarına da ters düşeceğini düşünmektedir. Bu düşünce de hatalıdır. Önemli olan zarar verme yolunun açılmış olmasıdır. Bu hakkı elde etmiş olan Rum Yönetimi ve Rum halkının henüz bu olanaktan yararlanmaya başlamadıkları doğrudur. Ancak bu durum ileride yararlanmayacaklarını göstermiyor. Biz burada olayın yasal yönünü yani ABAD ın Kıbrıs Rum Yönetimine ve Kıbrıs Rum Halkına tanıdığı hakların boyutunu kavramaya çalışıyoruz. Bu haktan ne zaman ve nasıl yararlanacakları farklı bir konu olup bunu ayrıca değerlendirmemiz gerekiyor.
ABAD teorik olarak KKTC yi tasfiye etmiş ve Rum devletinin egemenliğini Kuzeye yaymıştır. Bu yaklaşım Loizidu ve Aresti davalarında olduğu gibi Kıbrısta iki halk değil tek halk olduğu, Kıbrıs Türk Halkının ayrı self determinasyon hakkı olmadığı, Kıbrıs Türk Halkının azınlık olmaya razı olduğu, Barış Harekatının haksız bir işgal olduğu ve Rum Yönetiminin Barış Harekatının rövanşını veya intikamını almaya hakkı olduğu görüşüne dayanmaktadır.
ABAD kararı Rum tanklarını Girneye getirememiştir ama Kuzeyde Rum yasalarının uygulanmasını öngördüğüne göre Rum tanklarının Girneye gelmesinde yasal bir sakınca olmadığını açıklamıştır. Türk tanklarının ise Girnede bulunmasının yasalara aykırı olduğu görüşündedir.
ABAD kararına karşı şiddetli bir tepki göstermek mi, yoksa olayı kamufle etmek mi daha doğrudur?
Kıbrısta olumsuz gelişmeleri büyütmemek hatta kamufle etmek gerektiğini öne süren bir görüş vardır. Buna karşı olan görüş ise şeffaflıktan yanadır ve gerçekleri kamufle etmenin sakıncalı olduğunu öne sürmektedir. Örneğin Orams davasının her aşamasında gerçekleri ört bas etmenin büyük bir hata olduğu, halkın gerçekleri Rum avukattan öğrenebildiği, halk tepki gösteremediği için önlemler alınamadığı ve olumsuz sonucun bu nedenle ortaya çıktığı öne sürülmektedir.
Orams davası İngiltere İstinaf Mahkemesinde görüşülmeye başlandığı Temmuz 2007 de Rum tarafı kritik soruların ABAD a sorulmasını talep etmişti. KKTC nin itiraz etmemesi üzerine havale gerçekleşti. Rum kesimi bu olayı büyük zafer "major victory" olarak kutladı. Apostolidesin avukatı Kandunas "Türk tarafı havale talebine itiraz etmedi. Hoş bir sürprizle karşılaştık (we were pleasently surprised)" dedi. Orams davasının ilk aşamada amacı Kuzeyde başlayan ekonomik kalkınmayı durdurmaktı. Türk kesiminde havale konusunu büyütmemek ve yatırımcıları telaşlandırmamak şeklinde bir görüş oluştu. Halbuki yatırımcılar ve hukukçuları davayı yakından izliyorlardı ve havaleden sonra neler olabileceğini KKTC yöneticilerinden daha iyi tahmin etmişlerdi. Olayı kamufle etmek aslında gerçekleri kendi halkından gizleme anlamına geriyordu. Bu yapılmayıp gerçekler tüm yönleri ile ortaya çıkarılsa halkımız başına gelebilecek felaketleri anlayacak ve davayı yönetenleri önlem almaya zorlayacaktı. Maalesef bunlar yapılmadı ve herhangi bir önlem alınmadığından KKTC de başlayan kalkınma bir anda durdu . Daha sonra olumsuz gelişmeler birbirini izledi.
ABAD kararına karşı alınabilecek önlemler
Orams davası ABAD a havale edildikten sonra Türk tarafında sorunları kamufle etme çabaları devam etmiştir. Olayın önemli olmadığı, ABAD dan sadece görüş sorulduğu ve bu görüşün de olumlu olacağı söylenmeye başlandı. Dava, ABAD da devam ederken olumsuz gelişmeler birbirini izledi. AB Komisyonu (R. Silva de Lapuerta) raporu ABADa sunuldu. Bu rapor KKTC de meydana gelen olaylarda Rum mahkemelerinin yargı yetkisi olması gerektiğini belirtiyordu. Rum mahkemelerinin yargı yetkisi olduğu zaman, Rum yasaları uygulanacak, KKTC yasalarına göre haklarını kazanmış Kıbrıs Türkleri haklarını yitirecek ve ikinci sınıf bir azınlık haline gelecekti. Bu rapor AB nin mahkemeden talebi idi. Maalesef rapor KKTC Yönetimi tarafından görmezlikten gelindi ve hiçbir tepki gösterilmedi. Arkasından mahkemeye bu rapordan daha kötü olan Advocate General, Kokott un raporu sunuldu. Yine hiçbir tepki gösterilmedi. Daha sonra her iki rapordan daha kötü olan 28 Nisan 2009 tarihli ABAD idam kararı verildi. Yine hiçbir şey yapılmadı ve kararın sadece bir tavsiye görüşü olduğu ve esas kararın İngiltere İstinaf Mahkemesinde verileceği söylenmeye başlandı. Halbuki ABAD kararından sonra İngiltere İstinaf Mahkemesinin yapabileceği fazla bir şey kalmamıştı.
ABAD davasında her aşamada alınabilecek ve alınmayan önlemleri yazı dizisinin ileriki bölümlerinde görecek ve daha sonra bugün ne yapmamız gerektiğini saptamaya çalışacağız.
ABAD (Avrupa Birliği Adalet Divanı) nın Orams davasında verdiği kararın bir idam kararı olduğunu, Kıbrıs Türk Halkının tüm haklarını ortadan kaldırdığını ve Kıbrıs Türklerini tutsak bir azınlık haline getirdiğini söylüyoruz. Acaba bu ifadeler abartılı değil mi? Karara karşı doğru bir mücadele yöntemi saptayabilmek için öncelikle kararın ortaya çıkardığı tehlikeleri doğru saptamamız gerekiyor.
ABAD, Rum Mahkemelerinin Kuzeydeki olaylarda yargı yetkisi olduğuna ve Rum mahkeme kararlarının tüm AB ülkelerinde uygulanması gerektiğine karar vermiştir. Rumlar henüz kendilerine verilen bu silahı kullanmaya başlamamışlardır. Ancak bu durum ileride kullanmayacaklarını göstermiyor. Bu nedenle ABAD kararının uygulanması halinde karşımıza ne gibi tehlikeler çıkacağını saptamamız gerekmektedir.
Rum Mahkemelerinin Kuzeydeki olaylarda yargı yetkisi olmasının ne anlama geldiğini ve nasıl sonuçlar doğurabileceğini herkesin tahmin etmesi mümkündür. Buna rağmen sorun o kadar ciddidir ki konu üzerinde durmamızda ve yaklaşmakta olan tehlikeleri somutlaştırmamızda yarar vardır.
Diyebiliriz ki geçmişte de Rum Yönetimi dilediği kişileri kendi Mahkemelerinde yargılama olanağına sahipti. ABAD kararı neyi değiştirmiştir? Geçmişte Rum Yönetimi, yargıladığı kişiler aleyhine aldığı mahkumiyet kararlarını sadece kendi ülkesinde uygulayabiliyordu. Bu nedenle KKTC limanlarına uğradıktan sonra Rum kesimine geçen kaptanların dışında kimseyi yargılama girişiminde bulunmuyordu. ABAD kararından sonra Rum mahkeme kararlarının tüm AB ülkelerinde uygulanma olanağı ortaya çıkmıştır. Bu gelişmeden sonra nelerin olabileceğini tasarlayarak konuya açıklık getirmeye çalışalım.
Davaları kimler açabilecek?
ABAD kararını incelediğimiz zaman kimlerin dava açabileceği konusunda bir sınırlama olmadığını görürüz. Buna göre Rum Başsavcılığı veya herhangi bir Rum, Rum Mahkemesine başvurup KKTC de meydana gelmiş bir olayda anlaşmazlık içinde olduğu kişiye karşı dava açabilecektir. Rumların yanı sıra KKTC de haksızlığa uğradığını düşünen herhangi bir yabancı da Güneye geçerek ve bir daha Kuzeye dönmemeyi göze alarak dava açabilecektir.
Eski Rum malları ile ilgili anlaşmazlıklar ne olacak?
Rum mahkemelerinin yargı yetkisi olması demek Rum tapusundaki kayıtların geçerli olması ve mülkiyet davalarına Rum hukukunun uygulanması demektir. Bu durumda Kuzeydeki mallarla ilgili Kıbrıslı Türklerin veya onlardan mal satın alan yabancıların öne sürebileceği iddialar çöpe atılacaktır. Örneğin Orams ların satın aldığı malın eskiden vakıf malı olduğu ve Rum mal sahibine devrin geçersiz olduğu öne sürülmektedir. Böyle bir iddianın Rum mahkemesi tarafından dikkate alınmayacağı açıktır.
İngiliz devrinde büyük miktarda vakıf malı Ahkamül Evkafa yani Vakıf Yasalarına aykırı olarak özel kişilere devrolmuştu. Rumlar KKTC tapularını tartışma konusu yaptığı gibi Türklerin de vakıf mallarının özel kişilere devrini tartışma konusu yapabilmesi gerekmektedir. ABAD kararı Rum mahkemelerini yetkili kılarak Türklerin öne sürebileceği iddiaların tartışılmasını önlemiştir.
21 Aralık 1963 den beri Kıbrıs ikiye bölünmüştür. Türk bölgelerinde ayrı egemenlik ve ayrı hukuk kuralları vardır. Ancak Türk kesiminde Tapu Daireleri yoktu. Bu nedenle 21 Aralık 1963 ile 20 Temmuz 1974 tarihleri arasında Türk bölgelerinde tapu işlemleri yapılmamıştır. Rum Yönetimi bu sürede bir taraftan Rumların Türklerden mal almalarını teşvik ederken diğer taraftan Türklerin Rumlardan mal almalarını yasaklamıştır. Bu durumda Rum tapu kayıtlarının sağlıksız ve hatta insan haklarına aykırı kayıtlar olduğunu düşünmek gerekmez mi? Buna rağmen ABAD kararına göre Rum tapu kayıtları tartışmasız geçerli kabul edilecektir.
Londrada yaşayan kardeşlerimizin durumu ne olacaktır?
ABAD kararına göre Kuzeyde Rum malına tasarruf eden ve İngiltere'de yaşayıp orada mal veya parası olan kardeşlerimizin durumu oldukça zor olacaktır. KKTC de eski Rum malı satın alan ve üzerine inşaat yapan Orams çiftinden hiç farkları olmayacaktır. Eski Rum mal sahibi hiçbir savunma tanımadan jet gibi malı kullanan aleyhine karar alabilecek, bu karar otomatik denebilecek basit bir prosedürle İngiltere'de kaydolacak ve herhangi bir İngiltere Mahkemesi kararı gibi icra edilebilecektir.
Rum Mahkeme kararının İngiltere'de kaydının silinmesi davalının İngiltere Yüksek Mahkemesinde dava açması ile mümkün olabilir. Böyle bir davayı açmak o kadar masraflıdır ki davalıların kazanma şansları olsa bile bu yola başvurarak sorunlarına çözüm bulmaları imkansızdır. Son İngiltere İstinaf Mahkemesi kararından sonra ise açılacak davaların kazanılamayacağı anlaşılmıştır.
İcra aşamasında davalının İngiltere'de öne sürebileceği savunmalar üzerinde durmamıza gerek yoktur. Çünkü İngiltere'de yaşayan kardeşlerimiz bu konudaki kuralları bizden iyi biliyorlar. Özetle İngiliz Mahkemelerinin herhangi bir hükmü icra edilirken ne gibi savunmalar yapılıp davalının malları korunabilirse onlar yapılabilecektir. Belki de ya İngiltere'deki ya da KKTC deki mallarını elden çıkararak kendilerini güvence altına almak zorunda kalacaklardır. KKTC yasalarına uygun hareket etmekten başka kusuru olmayan kardeşlerimizin toplum dışına itilen tutsak bir azınlık haline gelmeleri söz konusudur.
ABAD kararının ceza davalarına etkisi olacak mı?
İlk anda ABAD kararının sadece hukuk davaları ile ilgili olduğu ceza davalarını etkilemeyeceği akla gelir. Çünkü Orams davası bir hukuk davasıdır . Bir AB ülke mahkemesi kararının diğer AB ülkelerinde icrası ile ilgili 44/2001 sayılı Tüzük de hukuk davaları ile ilgilidir. Buna rağmen dikkatli bir inceleme ABAD kararının ceza davalarını da kapsayacağını göstermektedir. Çünkü AB hukuk davaları ile ilgili yaptığı sözleşmenin yanı sıra, ceza davalarında da işbirliğini sağlayacak bir anlaşma yapmıştır. ABAD ın 10. Protokol ile ilgili yaptığı yorum 44/ 2001 sayılı tüzüğün yanı sıra ceza davalarına ilişkin anlaşmayı da kapsayacak bir yorumdur.
ABAD Kıbrıs Rum devletinin AB ye katılım sözleşmesine ek 10. Protokolü yorumlamış ve Güney Kıbrıs Mahkemelerinin kuzeydeki olaylarda yargı yetkisi olduğuna karar vermiştir.Yargı yetkisi açısından hukuk ve ceza davaları arasında bir fark yoktur. Rum Mahkemelerinin hukuk davalarında yargı yetkisi varsa ceza davalarında da vardır. Bu nedenle ABAD kararı ceza davalarını da etkileyecektir.
İsterseniz bir örnekle durumu açıklamaya çalışalım. Kıbrıslı bir Türk iş adamının KKTC de meydana gelen bir olayda bir Rum iş adamı ile anlaşmazlığa düştüğünü varsayalım. Rum iş adamı için en kolay çıkış yolu Türkü suçlayıp AB ülkelerinde tutuklatmak olacaktır. Diyelim ki KKTC yasalarına göre suçsuz fakat Rum yasalarına göre suçlu bir Kıbrıs Türkü, Rum iş adamının talebi üzerine İngilterede tutuklandı ve yargılanmak için Güney Kıbrısa götürülmek isteniyor. Türkün ilk başvuracağı kişi bir avukat olacaktır. ATAD kararından önce bu avukat tutuklanan kişiye "hiç merak etme, AB yasaları Kuzey Kıbrısta askıya alınmış durumda, KKTC de meydana gelmiş bir olay nedeniyle seni tutuklayıp Güneye götüremezler" diyecekti. İşte ABAD kararı avukatın vereceği bu yanıtı değiştirmiştir. Çünkü ABAD,10.cu Protokolü yorumlamış ve " gerçi AB yasaları KKTC de askıya alınmış durumda , ancak buna rağmen Rum Yönetimi Kuzeyde egemendir ve Rum Mahkemelerinin Kuzeydeki olaylarda yargı yetkisi vardır" demiştir. Böylece Rum Mahkeme kararı veya Avrupai tutuklama emri ile İngiltere'de tutuklanan Kıbrıs Türkünün öne sürebileceği en önemli savunmayı elinden almıştır. Bu nedenle başvurduğu avukat Kıbrıs Türküne " yasalara göre haklı görünüyorsun ancak Avrupa Birliği hukuku konusunda en yetkili mahkeme olan ABAD bu konuda kararını verdi. Hiçbir mahkemenin ABAD kararını değiştirmeye yetkisi yok. Güneye giderek yargılanmaktan başka seçeneğin kalmadı. Boş yere zamanını ve paranı harcama diyecektir."
ABAD (Avrupa Birliği Adalet Divanı) nın Orams davasında verdiği karar Kıbrıs Türk halkı için büyük tehlikeler içermektedir. Bunun nedeni KKTC de meydana gelen olaylarda Rum Mahkemelerinin yetkili olduğuna ve bu olaylara KKTC yasalarının değil Rum yasalarının uygulanacağına karar vermiş olmasıdır. KKTC yasalarının koruması kalktığı anda KKTC halkının başına gelecek felaketleri incelemeye başlamış bulunuyoruz. Acaba AİHM (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) nin in 5 Mart 2010 tarihinde verdiği karar ABAD ın ortaya çıkardığı tehlikeleri önleyecek mi?
AİHM, 5 mart 2010 tarihli kararıyla, KKTC Yasama Meclisinin yaptığı 67/ 2005 sayılı Taşınmaz Malların Tazmini, Takası ve İadesi Yasasını onaylamış ve bu yasa ile kurulan Mal Tazmin Komisyonu kararlarını etkili bir iç hukuk yolu olarak kabul etmiştir. Bu durumda Kuzeyde taşınmaz malı olan Rumlar doğrudan AİHM e başvuramayıp taleplerini Mal Tazmin Komisyonuna yapmak zorunda kalacaklardır.
AİHM in bu kararı, Kıbrıs Türk Halkının idam kararı olarak nitelendirdiğimiz 28 Nisan 2009 tarihli ABAD kararından oldukça farklıdır. Gerçi AİHM kararı da yazı dizisinin 3. bölümünde gördüğümüz gibi uluslar arası hukuka aykırıdır. Kıbrıs'ta karşılıklı göç yaşandığı halde sadece Rumların mal sorununa çözüm getirerek iki halk arasında diskriminasyon yapmaktadır ve dolayısıyla insan haklarını ihlal etmektedir. Ancak kuzeyde kalan malları ile ilgili hak talep eden Rumların, KKTC Mal Tazmin Komisyonuna başvurmak zorunda olduğunu belirterek Loizidu ve Aresti davalarındaki katı Rum yanlısı tutumunu değiştirmiş ve taşınmaz mal sorununun çözümünde KKTC ye veya Türkiyeye bir ölçüde takdir hakkı tanımıştır. Böylece karşımıza biri Avrupa Birliğine, diğeri Avrupa Konseyine bağlı iki yüksek mahkemenin iki farklı kararı çıkmış bulunmaktadır. Acaba bu kararlar bir birlerini nasıl etkileyecektir?
AİHM kararı ABAD kararını etkileyecek mi?
AİHM kararını, ABAD kararının Rum mahkemelerini yetkili kılan prosedürünü engelleyip engellemeyeceği açısından incelediğimiz zaman böyle bir engellemenin olmayacağını görürüz. Her şeyden önce ABAD kararı Kıbrıs Türk halkının tüm haklarını ilgilendiren genel bir karardır. AİHM kararı ise sadece taşınmaz mallarla ilgilidir. AİHM kararı okunduğu zaman ABAD prosedürünün açık olduğu yani Kuzeyde eskiden mal sahibi olan Rumların kendi mahkemelerine başvurup hüküm almalarının önünün kapanmadığı anlaşılır. Bu durumda iki farklı prosedürün alternatif olarak uygulanma olasılığı bulunacaktır. Dolayısıyla Kıbrıs Rumları ya ABAD ın yolunu izleyerek kendi mahkemelerine başvurup Kıbrıs Türklerine hiç hak tanımayan kararlarını alacaklar ve bu yola başvurmaları halinde aldıkları kararları AB ülkelerinde uygulamak için mücadele etmek zorunda kalacaklar ya da KKTC Mal Tazmin Komisyonuna başvurup bu yasadaki sınırlamalara bağlı olarak haklarını alabileceklerdir.
AİHM de yeni bir dava açarak ABAD prosedürünün önünü kapamak mümkün olabilir mi?
Yeni bir davada AİHM e başvurarak ABAD kararının etkisinden kurtulmanın mümkün olacağı öne sürülmektedir. Ancak böyle bir davanın sonucundan fazla ümitli olmamak gerekir. Çünkü AİHM kararı uygulamada Türk tarafına bir ölçüde takdir hakkı ve inisiyatif tanımakla birlikte temelde ABAD kararından farklı değildir. Daha doğrusu ABAD kararı Loizidu ve Aresti davalarındaki ilkelere dayanarak ve bir adım daha ileri gidilerek verilmiştir. Her iki mahkeme de KKTC nin yasal bir devlet olmadığı, KKTC deki mülkiyet rejiminin yasal olmadığı, Barış Harekatının gerçekleşmemesi gereken haksız bir müdahale olduğu hususlarında görüş birliği içindedir. Her iki Mahkeme de Kıbrıs Türk Halkının Londra ve Zürih antlaşmalarında ve 1960 Anayasasında mevcut eşit halk statüsünü göz ardı etmektedir.
Rum Yönetimi, halkına yaptığı çağrıda AİHM kararına uymamalarını ve Mal Tazmin Komisyonuna başvurmamalarını talep etmiştir. Rumların bir bölümünün bu çağrıyı dinlemeyerek Mal Tazmin Komisyonuna başvuracağını tahmin edebiliriz. Ancak bu gerçekleşse bile diğer halk kesimleri ve Rum yönetimi için ABAD prosedürü geçerliliğini koruyacaktır. Dolayısıyla ABAD prosedürünün tehlikeleri devam etmektedir. Bu nedenle ABAD kararının tehlikelerini anlamaya ve anlatmaya devam etmemiz gerekiyor.
ABAD kararına göre Rum mahkemelerinde dava açmak isteyenleri engelleme olanağı yok mu?
Bazı kişiler Rum Yönetimi ile dost ilişkiler içine girerek ABAD kararının tehlikelerinden korunabileceklerini düşünmektedirler. Acaba bu görüş doğru mu?
ABAD, KKTCyi yasal bir devlet olarak kabul etmemiş ve Türklere kendi mahkemelerinde dava açma hakkı tanımamıştır. Buna karşılık Rum halkının dava açma hakkının bireysel bir insanlık hakkı olduğu ve kimsenin buna müdahale etmeye hak ve otoritesi bulunmadığı ifade edilmiştir. Diyelim ki Rumlara karşı kardeşlik duyguları besleyen ve uzlaşmadan yana bir Türk, Kuzeyde bir Rum malına tasarruf ediyor. Böyle bir Türk Rumlarla dostluğundan yararlanarak dava edilmekten korunabilir mi?
ABAD kararına göre eski mal sahibi Rumun dava açmasına ne Rum Yönetiminin ne de herhangi bir kuruluşun müdahale etme yetkisi yoktur. Dolayısıyla dava açmak tamamen davacıların inisiyatifine kalmış bir olaydır. Kimin dava etmek isteyeceği belli olmadığından kimin dava edileceği de belli değildir. Bu durumda Rum Yönetimine en yakın olan kişinin en büyük mağduriyete uğrama olasılığı vardır.
Rum mahkemelerinde yargılanan Kıbrıslı Türklerin öne sürebileceği savunmalar yok mu?
KKTC de yaşayan ve Rum kesiminde dava edilen bir kişinin aklına çeşitli savunma nedenleri gelebilir. Ancak bu konuda ümide kapılmamak gerekir. Çünkü öne sürülebilecek nedenlerin hemen tümü Orams davasında Oramsların avukatı tarafından öne sürülmüştü. Rum Mahkemesi bu savunmaları değil kabul etmek değerlendirmeye değer dahi bulmamıştı. Daha sonra Rum İstinaf Mahkemesi de İlk Mahkemenin görüşüne katılmış ve öne sürülen savunma nedenlerinin dikkate alınabilecek nedenler olmadığına karar vermişti.
Rum İstinaf Mahkemesi Rum kesiminde Yargıtay görevi yapan üst Mahkemedir. Verdiği kararlar tüm Rum mahkemelerini bağlamaktadır. Bu nedenle bundan böyle Rum mahkemelerinin Kıbrıs Türklerinin öne süreceği savunmaları dikkate almasına yasal olanak yoktur. Dolayısıyla Rum mahkemelerinde açılan davalarda jet hızıyla Türkler aleyhine hüküm verilecektir.
Eşdeğer mal tutanların hakları korunacak mı?
Biz KKTC yasalarına bakarak güneyde eşdeğer malı olanların veya Kuzeyde bir malı satın alıp üzerine inşaat yapanların daha haklı durumda olduğunu düşünüyoruz. Ne var ki bunlar kendi hukuk düzenimizin oluşturduğu düşüncelerdir. Rum Mahkemelerinin bu iddiaları kabul etmesi söz konusu değildir. Gerçekte eşdeğer mal sahibi olmak tehlikeyi üzerine çekeceği için sakıncalı da olacaktır. Çünkü Rum davacılar kolaylıkla Güneydeki mallara karşı icraya başvurabileceklerinden eşdeğercileri dava etmeyi tercih edeceklerdir.
Aynı durum Kuzeyde eski Rum malı alarak üzerine inşaat yapanlar için de söz konusudur. Biz KKTC de inşaat yapanların daha haklı durumda olduklarını ve o yere sahip olmaları gerektiğini düşünüyoruz. Halbuki Rum Yönetimi ceza yasasında değişiklik yaparak eski Rum malına inşaat yapmayı ağır bir suç haline getirmiştir. Rum Yönetiminin henüz uygulamaya başlamadığı bu yasayı ileride uygulamayacağının garantisini de kimse veremez.
ABAD kararından sonra Türk iş adamları Rum iş adamları ile işbirliği yapabilecek mi?
AB görevlileri, AB nin amacının Kıbrısta Türk ve Rum iş adamlarının birlikte iş yapmasını teşvik etmek ve böylece barışı sağlamak olduğunu ifade etmektedirler. Halbuki ABAD kararına göre Rumlarla müşterek iş yapan Kıbrıslı Türkler, Rum iş adamlarının insafına kalmış tutsaklar haline gelecektir. Müşterek ticari bir işte her zaman anlaşmazlık çıkma olasılığı vardır. Bir anlaşmazlığın çıkması halinde Kıbrıslı Türk kendini nasıl koruyacaktır?
Kıbrıslı Türkün KKTC de dava açarak kendini koruma olanağı bulunmayacaktır. Rum ortak ise kendi mahkemesinde Türkü dava edebilecek ve aldığı kararı AB ülkelerinde uygulayabilecektir. Bu durumda Kıbrıslı Türk tehdit altında, ikinci sınıf insan olmanın ezikliği içinde Rumla iş yapabilecektir.
Rum Mahkemelerinin adil kararlar verebileceğini düşünenlere şunları anımsatmak yararlı olabilir. Rum aydınların milli duyguları diğer halk kesimlerinin milli duygularından daha aşırıdır. Aydınlar milli duygularını kamufle ettikleri için bu durum ilk anda anlaşılmayabilir. Ancak eylem aşamasında gerçek ortaya çıkar. Bir örnek verelim. 1960Anayasasına göre taraflardan birinin Türk, diğerinin Rum olduğu davalar biri Türk diğeri Rum iki yargıç tarafından dinleniyordu. 1960-63 arasında bu amaçla kurulan mahkemede Rum yargıcın Türk taraf lehine karar verdiği görülmemiştir.
5 Mart 2010 tarihli AİHM (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) kararının 28 Nisan 2009 tarihli ABAD( Avrupa Birliği Adalet Divanı) kararını etkilemediğini sadece Kıbrıs Rumlarına alternatif bir olanak daha sağladığını görmüş bulunuyoruz. Bu nedenle ABAD kararının uygulanması halinde ortaya çıkacak tehlikeleri incelemeye devam ediyoruz.
ABAD kararından sonra KKTC üzerindeki ambargolar kalkabilir mi?
Rum mahkemelerinin Kuzeydeki olaylarda yetkili olması ve Rum mahkeme kararlarının AB ülkelerinde uygulanması halinde KKTC üzerindeki ambargoların hiçbir zaman kalkmayacağı açıktır. Örneğin hava ulaşım ambargosunu ele alalım. ABAD kararına göre Rum Yönetimi kendi mahkemesinde aldığı bir kararla Kıbrıs Türk Hava Yollarına ait uçaklara tüm AB ülkelerinde el koyabilecektir. Bu durumda ulaşım ambargosu nasıl kalkacaktır? Böyle bir tehdit altında Kıbrıs Türk Hava Yollarının faaliyetlerini sürdürmesi ve gelişmesi mümkün olabilir mi? Bu yasal ortamda diğer ambargoların kalkması mümkün olabilir mi?
Üniversiteler ve Bankaların faaliyetleri devam edebilecek mi?
KKTC deki tüm kuruluşlar KKTC devletinden izin alarak, KKTC yasalarına göre kurulmuşlardır. Onları Rum yasalarına göre sorguladığımız ve yargıladığımız zaman yaptıkları her şey yasa dışı olacaktır.
Örneğin Üniversiteler Rum Yönetiminden izin almadan açılmıştır. Rum Yönetiminin KKTC deki üniversitelerden rahatsız olduğu bilinen bir gerçektir. Rum Yönetimi arzu ettiği anda Rum Başsavcılığı kanalıyla bir dava açarak bir üniversitemizin izinsiz açıldığını öne sürebilecek ve kapatılmasını talep edebilecektir. Mahkemenin otomatik olarak üniversitenin kapatılmasına emir vereceği açıktır. ABAD kararına göre bu kararın tüm AB ülkelerinde uygulanması gerekecektir. Özetle geçmişte KKTC limanlarına uğrayan gemi kaptanlarına uygulanan hukuk kuralları bundan böyle Kuzeyde iş yapan herkese, tüm AB ülkelerinde uygulanabilecektir.
Rum Yönetiminden ayrı olarak Rum bireyler de üniversiteleri dava edebilecektir. Bir üniversitenin inşa edildiği toprağın veya bir bölümünün eskiden bir Ruma ait olduğunu düşünelim. Karşımıza çıkan tabloya göre eski mal sahibi Rum arzu ederse ABAD prosedürünü izleyerek kendi mahkemesinde dava açabilecek ve üniversiteye hiç hak tanımayan bir karar alıp, AB ülkelerinde uygulama yönüne gidebilecektir. Alternatif olarak arzu ederse AİHM prosedürünü izleyerek Mal Tazmin Komisyonuna başvurup oradaki sınırlamalara bağlı olarak tazminatını alabilecektir.
ABAD kararı Türkiyenin AB ye girmesini engelleyecek değil mi?
ABAD ın Kuzey Kıbrısı Rum devletinin bir bölgesi olarak tanımlayan yorumu AB'nin birincil hukukudur. ABAD kararına göre KKTC toprakları Rum devletinin toprağıdır ve KKTC de Rum mahkemeleri yetkili olup Rum yasalarının uygulanması gerekir. Tüm AB ülkeleri ise Rum Mahkeme kararlarını uygulamak zorundadır. Bu zorunluluk mevcut AB devletleri için olduğu kadar bundan sonra AB ye girecek olan ülkeler için de geçerlidir.
Bu durumda Türkiye nin AB ye giriş yolu kapanmış değil mi? Türkiyenin AB ye girerek her konuda kendisini mahkum etmeye çalışan Rum Mahkeme kararlarını uygulamak zorunda olması düşünülemez. Bunu yapmak Türkiyenin kendi kendini ve kendi hukukunu inkâr etmesi demektir. Bu nedenle ABAD kararı Türkiyenin AB ye girmesi önünde büyük bir engeldir. Bu engeli ortadan kaldırmak ise sanıldığı kadar kolay olmayacaktır. Bunun nasıl gerçekleşebileceğini daha sonra ele alıp incelemeye çalışacağız.
Yaptığımız tüm bu değerlendirmeler 28Nisan 2009 tarihli ABAD kararının Orams ailesinin ev kararı olmanın ötesinde KKTC ekonomisini çökertecek bir karar olduğunu onun da ötesinde KKTC halkını tutsak bir azınlık haline getirecek bir idam fermanı olduğunu göstermektedir. Son AİHM kararı ise bu tehlikeyi ortadan kaldırmamıştır. Bu durumda alarma geçmek ve tüm gücümüzle çözüm aramak zorunda değil miyiz?
ABAD kararına karşı çözüm bulabilmek için en isabetli yöntem olayın başına gitmek ve her aşamada neler yapıldığını ve neler yapılmasının daha doğru olduğunu tartışmamız gerekmektedir.
Aşağıdaki soruları sorarak yanıtlamaya çalışalım.
1) Orams davasının amacı KKTC de tatil evi alarak ekonomik kalkınmaya katkıda bulunan yabancıları korkutmak ve kalkınmayı durdurmaktı. Davanın bu amacına ulaştığı görülmektedir. Acaba neler yapılsa kalkınmanın devam etmesi sağlanabilirdi?
2) Orams davası Rum mahkemelerinde açıldığı zaman neler yapılmalıydı?
3) İngiltere İstinaf Mahkemsinde ABADa havale talebi yapıldığında neler yapılmalıydı?
4) Dava ABAD da dinlenmeye başlandığı zaman neler yapılmalıydı?
5) Bu gün neler yapılabilir?
Orams davasını yönetenlere haksızlık yapmamak için ekleyelim ki hukukta kesin doğrular yoktur. Farklı görüşler vardır ve herkesin kendi değerlendirmesine göre bir tercih yapması gerekir.
Olumsuz mahkeme kararlarından sonra tavsiyede bulunmak kolaydır. Bu kolay yoldan uzak durmalıyız. Diğer taraftan böyle bir olayda sessiz kalmak da doğru değildir. Konu o kadar hayatidir ki bir beyin fırtınası şeklinde herkesin görüşünü açıklamasında yarar vardır. Doğru olan iyi niyetli eleştirilerle toplum sorunlarının çözümüne katkıda bulunmaktır.
Neler yapılsa ekonomik kalkınmanın devamı sağlanabilirdi?
Bu soruya yanıt verebilmek için ekonomik kalkınmanın nedeni konusunda doğru bir saptama yapmamız gerekiyor. 2003 ve 2004 yıllarında başta İngilizler olmak üzere yabancılar KKTC ye gelerek tatil evi almaya başladılar. Tatil evlerinin yapımı ve satımı inşaat sektörünün gelişmesine neden oldu. İnşaat sektörü diğer sektörlerin gelişmesini tetikledi. Böylece KKTC süratle kalkınan ve hatta dünyada kalkınma rekoru kıran bir ülke haline geldi. Bu mucizevi kalkınma Orams davasının Temmuz 2007 de ABAD a havalesine kadar sürdü.
Yabancıların neden bir anda KKTCde tatil evi almaya başladıkları tartışılmaya başlandı. Yabancılarla konuşulduğu zaman tatil evi almalarının iki nedeni olduğu görülmektedir.
a)Annan planında ve taslaklarında eski bir Rum malına inşaat yapılması halinde Ruma makul bir tazminat ödenerek anlaşmazlığın giderileceği ve inşaat yapanın mala sahip olacağı ilkesi benimsenmişti. Yabancılar AB ülkelerindeki fiyatlarla kıyasladıklarında bu tazminatı ödedikten sonra bile kârlı olacaklarını düşündüler.
b)Çoğu kültürlü insanlar olan yabancılar 1963 den beri Kıbrıs Türklerine haksızlık yapıldığını, Rum Yönetiminin 2004 referandumunda "hayır" demekle uluslar arası alanda büyük prestij kaybettiğini, KKTC ye baskı ve haksızlık yapamayacak konuma düştüğünü, bu nedenle KKTC nin fırsattan yararlanarak statüsünü yükselteceğini ve tapularının daha güvenilir hale geleceğini düşündüler.
Özetlersek bir tarafta KKTC nin bağımsızlığında ısrar etmeyerek ve haklarından taviz vererek, uluslar arası hukuka uygun hale geldiğini, saygınlık kazandığını ve kalkınma sağladığını düşünen bir Yönetim; diğer tarafta 2004 referandumundan sonra KKTC nin statüsünü yükselteceğini ve tapularının daha güvenilir hale geleceğini ümit ederek ev alan insanlar vardı.
Bu koşullarda kalkınmayı devam ettirmek için yabancıların görüşlerini dikkate almak ve KKTC ile tapularına duyulan güveni artırmak gerekiyordu. Maalesef bu yönde gerekenler yapılmadı ve mucizevi kalkınma bir anda durdu.
Orams davası KKTC de tatil evi satın alarak KKTCnin ekonomik kalkınmasına katkıda bulunan yabancıları korkutmak amacıyla açılmıştı. Bu saldırıyı önlemek için KKTC nin statüsünün yükseltilmesi ve KKTC tapularına duyulan güvenin artırılması gerekiyordu. O tarihteki KKTC Yönetimi bu yönde hareket etmemiş, aksine KKTC nin statüsünü ve tapularını tartışmalı hale getiren bir yaklaşım içine girmiştir. Bu nedenle KKTC de başlayan müthiş kalkınma birdenbire durmuştur.
Bugün Orams davası Rum mahkemelerinde devam ederken neler yapılması gerektiğini inceleyeceğiz.
İngiliz vatandaşı olan Orams ailesi emekliliklerini geçirmek için KKTC de tatil evi sahibi olmaya karar verdiler . 2002 yılında Laptaya gelerek bir arsa aldılar ve üzerine villa inşa ettiler. Arsanın 1974 öncesi sahibi olduğunu iddia eden Apostolides Ekim 2004 de Orams ların aleyhine Rum Mahkemesinde dava açtı. Apostolides in avukatı Kandunas ise KKTC ye gelerek davanın evde oturan Oramslara tebliğ edilmesini sağladı.
Devletler arasında dava açılmasına, daha tebliğine ilişkin anlaşmalar yasalar ve kurallar vardır. Apostolides ile avukatı Kandunas ın bu kurallara uyma gibi bir düşünceleri yoktu . Çünkü KKTC diye bir devlet olduğunu kabul etmiyorlardı.
Davada evin yıkılması, Apostolides e iadesi ve tazminat talep edildi. Dava Oramslar aleyhine açılmakla birlikte gerçekte davalı olan KKTC idi. Çünkü bu davada KKTCnin yasal bir devlet olmadığı, yasalarının ve tapularının geçersiz olduğu iddia ediliyordu.
KKTC yasalarının ve tapularının geçerli olduğunu kanıtlamak Orams ailesine mi kalmıştı? Böyle bir konuyu Rum mahkemelerinde tartışma yetkisini Oramslara kim vermişti? Genelde KKTC hukukunun geçerli olup olmadığının tartışıldığı bir davada tartışma yükünün Oramsların omuzlarına yüklenmesi haksızlık değil miydi? İlk anda insanın aklına bu sorular geliyordu.
Kıbrıs ta iki farklı tez olması
Kıbrısta 100 yılı aşkın zamandan beri iki farklı tez çatışmaktadır. Rum tezi Kıbrısta tek halk olduğu tezidir. Bu tezden hareket ettiğimiz zaman sadece Rum çoğunluğun self determinasyon hakkı olduğu, Zürih ve Londra antlaşmaları ile 1960 Anayasasındaki eşitlik ilkesinin geçersiz olduğu, Rum Yönetiminin silah zoruyla tüm adaya egemen olmaya hakkı olduğu, azınlık olan Kıbrıs Türklerinin Rum işgal güçlerine karşı direnmemeleri gerektiği sonuçları çıkmaktadır. Rum tezinin kabul edilmesi halinde KKTC sahte bir devlet haline gelmektdir. Bu durumda Kıbrısın Kuzeyindeki Türk işgaline sona verilmesi ve Kıbrısın birleşmesi gereği ortaya çıkmaktadır.
Türk tezi ise bu tezin tam tersidir. Türk tezine göre Kıbrıs Cumhuriyeti, Rumların etnik temizlik saldırıları nedeniyle 21 Aralık 1963 de ikiye bölünmüştür. Kıbrıs Rum devleti etnik temizlik suçu işleyen Rum işgal yönetiminin devamıdır. KKTC, ortak devleti yıkan Rum devletinden daha yasaldır.
Orams davasının Türk tezine uygun olarak savunulmaması
Türk tezine göre Kıbrısta iki devlet olduğuna ve KKTC Rum devletinden daha yasal olduğuna göre Orams davasının iki devlet arasındaki bir sorun olarak ele alınıp çözülmesi gerekiyordu. Halbuki dava Orams ailesinin şahsi bir davası olarak yürütülmüştür. KKTC Yönetimi Orams ailesinin arkasına saklanmış ve bu ailenin fazla zarar görmemesi için destek sağlamakla yetinmiştir.
Tapu verme hakkının sadece devletlerde olması
Tapu verme sadece devletlerin yapabileceği bir iştir. Devlet olmayan kuruluşlar örneğin belediyeler, şirketler v.s. tapu veremezler. KKTC tapularının geçerliliği KKTC nin bağımsız yasal bir devlet olmasına bağlıdır. KKTC bağımsız devlet olma özelliğinde ısrar etmezse tapularına da gölge düşeceği açıktır.
Oramsların KKTC yasalarına uygun hareket etmiş olması
Orams ailesi KKTC yasalarına tamamen uygun hareket etmiş bunun dışında herhangi bir şey yapmamıştı. Bu durumda dava açıldığı zaman KKTC Yönetiminin devreye girerek Oramslara " senin bu dava ile ilgin yok, sana tapuyu veren benim, sorumlu olan benim, dolayısıyla davayı ben savunacağım " demesi ve sorunu devletler arasında bir sorun olarak ele alıp çözmesi gerekiyordu. KKTC Yönetiminin bunu yapmaması ve davanın Oramsların kişisel davası imiş gibi yönetilmesine izin vermesi hataların başlangıç noktasıdır. Burada Türk tezine inanmayan ve Rum tezini benimseyen bir anlayışın izlerini görmek mümkündür.