ATAD ın Orams davasında verdiği kararla ilgili söyleşi Hukukta her zaman farklı görüşler öne sürülür. Bu hukukun doğasında vardır. Bu nedenle değişik görüşlere saygı duymak gerekir. Herkes kendi yorumunu yapar ve kendi görüşünü söyler. Yargıda mahkemeler farklı görüşleri değerlendirerek bir tercih yaparlar ve kararlarını verirler. Diğer ortamlarda ise dinleyenlerin tercih yapması ve kendi görüşlerini oluşturması gerekmektedir. Hukukta bir kişinin "ille de benim görüşüm doğrudur" diye ısrar etmesi hatalıdır. Her görüşün haklı çıkma olasılığı vardır.
29.6.2009
Yüksek Mahkeme Emekli Başkanı Taner Erginel ile ATAD ın Orams davasında verdiği kararla ilgili söyleşi.
Soru: Avrupa Toplulukları Adalet Divanı (ATAD) veya kısa ismiyle Avrupa Adalet Divanı (AAD) ın, Orams davasında 28Nisan 2009 tarihinde verdiği kararla ilgili değişik
görüşler öne sürülüyor. Siz bu kararı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Cevap:Bu kararın son derece olumsuz bir karar olduğunu ve Kıbrıs Türk Halkına büyük haksızlık yaptığını düşünüyorum.
Soru: Kararın olumsuz olan yönü nedir? Bazı hukukçular davanın henüz, sonuçlanmadığını, son sözü İngiltere İstinaf Mahkemesinin söyleyeceğini ve endişe edilecek bir durum olmadığını söylüyorlar.
Cevap: Her şeyden önce şunu vurgulamak istiyorum. Hukukta her zaman farklı görüşler öne sürülür. Bu hukukun doğasında vardır. Bu nedenle değişik görüşlere saygı duymak gerekir. Herkes kendi yorumunu yapar ve kendi görüşünü söyler. Yargıda mahkemeler farklı görüşleri değerlendirerek bir tercih yaparlar ve kararlarını verirler. Diğer ortamlarda ise dinleyenlerin tercih yapması ve kendi görüşlerini oluşturması gerekmektedir. Hukukta bir kişinin "ille de benim görüşüm doğrudur" diye ısrar etmesi hatalıdır. Her görüşün haklı çıkma olasılığı vardır.
Soru: ATAD kararını bu kadar haksız bulmanızın nedeni nedir?
Cevap: ATAD , KKTC de meydana gelen tüm sivil ve ticari konularda Rum Mahkemelerinin yargı yetkisi olduğunu ve verilen kararların diğer AB ülkelerinde uygulanması gerektiğini karara bağlamıştır. Bu hukuk tarihinde görülmemiş son derece haksız bir karardır.
Soru:Niçin bu kadar büyük bir haksızlık olduğunu düşünüyorsunuz?
Cevap: Bunun nedenlerini açıklamaya çalışayım:
ATAD Kararı KKTC yi tasfiye etmektedir.
Devletlerin vazgeçilmez üç erkinden biri yargıdır. Bir devlette meydana gelen olaylarda başka bir devlet mahkemesinin yargı yetkisi olduğunu söylemek o devleti yok saymak veya diğer devlete ilhak etmek demektir. ATAD kararı KKTC yi yok sayıp Rum Yönetimine ilhak ederek tarihte benzeri görülmemiş bir haksızlık yapmıştır.
ATAD kararı Kıbrısta eşitliği bozmaktadır.
Bilindiği gibi Kıbrıs Cumhuriyeti 1960 yılında iki kurucu ortağın müşterek iradesi ile kurulmuştu. Önemli konularda karar vermek iki halkın temsilcilerinin anlaşmasına bağlı idi. Bu kuruluş ve çalışma şekli iki halk arasında bir çoğunluk azınlık ilişkisi olmadığını iki ortağın eşit konumda olduklarını göstermektedir. Maalesef Rum ortak bu eşitlikten hoşnut değildi . 1963 de devleti yıkarak ortaklık yapısını sona erdirmeye ve devleti üniter bir devlete dönüştürmeye teşebbüs etti. Rum siyasiler etnik temizlik girişimleri ile bu amaca ulaşmaya çalıştılar. ATAD kararı , Rum siyasi emellerine paralel, Kıbrısta iki halkın eşit olmadığı, ve Rum halkın egemen olmaya hakkı olduğu görüşünden hareket ederek verilmiş bir karardır.
ATAD kararı Kıbrıs Türk Halkını azınlık haline getirmeye çalışmaktadır.
Kıbrısta son 45 yıl devam eden siyasi mücadeleyi 1959 ve 1960 da eşit halk olduğunu kabul ettirmiş ve tescil ettirmiş Kıbrıs Türk Halkının ortaklık statüsünün Rum Yönetimi tarafından bozulmaya çalışılması ve Kıbrıs Türk halkının buna karşı direnmesi olarak özetleyebiliriz. Kıbrısın siyasi geçmişi ile ilgili görüş benimseyenler bu mücadelede iki taraftan birinin haklı olduğuna karar vermek ve ona göre hareket etmek zorundadırlar. Eğer biz 1960 da eşit halk olan Kıbrıs Türk halkının eşit halk olmaya devam ettiği görüşündeysek tüm değerlendirmelerimizi bu temel üzerine yapılandırmak zorundayız. O zaman Rum halkın elde ettiği kazanımların aynını Kıbrıs Türk halkın da elde etmeye hakkı olduğu sonucuna varırız. Diğer görüş ise Kıbrıs Türk Halkının eşitlik statüsünü yitirdiği ve azınlık haline geldiği görüşüdür. Maalesef ATAD bu iki görüşten ikincisini tercih etmiş ve Kıbrısta iki eşit halk olmadığı, Kıbrısın Rum egemenliğinde üniter bir devlet oluğu, Kıbrıs Türk Halkının azınlık haline geldiği anlamına gelen kararını vermiştir. ATAD kararını başka türlü yorumlamak mümkün değildir. Dünya bağımsızlığa ve eşitliğe koşarken Kıbrısta birleşmeye ve eşitsizliğe karar verilmiştir.
Tarafsız bir hukukçu konuya baktığı zaman Kıbrıs Türk Halkının geçmişteki ortaklık statüsünü yitirmesi için hiçbir neden olmadığını görür ve KKTC nin Rum devletinden daha yasal olduğu sonucuna varır. Çünkü ortak devleti yıkmak isteyen, yıkmaya çalışan ve ortak devletten ayrılıp ilk ayrı devleti kuran Rum tarafı olmuştur. Bir ortaklık bozulunca iki ortaktan birinin yaptıklarını diğer ortağın da yapmaya hakkı vardır. Bu temel bir hukuk ilkesidir. Bu nedenle KKTC en az Rum Yönetimi kadar yasaldır.
Rumlar bir aldatmaca ile kendi yaptıklarının benzerini Kıbrıs Türklerinin yapmasını engellemeye çalışmaktadırlar. Örneğin taksime şiddetle karşı olduklarını söylüyorlar, fakat Kıbrısı kendilerinin taksim ettiğini göz ardı ediyorlar. Kıbrısı birleştirmek istediklerini söylüyorlar fakat Kıbrısı taksim etmekle elde ettikleri kazanımların devam etmesini istiyorlar.
Rum devleti, KKTC ile birleşmek istediğini her vesile ile ifade etmektedir. Ancak kendi devletini tasfiye etmeden sadece KKTC yi tasfiye ederek birleşmeye çalışmaktadır. Rum siyasilerin öngördüğü böyle bir birleşmede 1960 eşitlik dengesinin korunması mümkün değildir ve Kıbrıs Türk Halkı azınlık haline gelecektir. ATAD kararı da aynı doğrultudaki bir düşüncenin eseridir.
ATAD kararının insan haklarını ihlal ettiğini söylediniz. Bir Mahkemenin insan haklarını ihlal etmesi söz konusu olabilir mi?
Bilindiği gibi 21 Aalık 1963 de başlayan çatışmalar sonunda Kıbrısta iki ayrı egemenlik oluşmuştur. Rum egemenliğine girmeyi reddeden Kıbrıs Türk halkı kendi bölgelerinde kendi egemenliği altında yaşamaya başlamıştır. Egemenlik bir halka kendi hukukunu oluşturma hak ve olanağını tanır. Dolayısıyla Kıbrısta 1963 den sonra iki farklı hukuk oluşmuştur.
Örneğin kuzeyde bir TV kanalı yayına başlamışsa iznini Türk Yönetiminden almıştır. Bir şirket kurulmuşsa KKTC yasalarına göre kurulmuştur. Bir mal satın alınmışsa KKTC yasalarına göre satın alınmıştır.
Dünyada tüm Mahkemeler kendi devletlerinin yasalarını uygular. KKTC Mahkemeleri kendi yasalarını uyguladığı gibi Rum Mahkemeleri de kendi yasalarını uygulamaktadırlar.
KKTC deki olaylarda Rum Mahkemelerinin yetkili olacağını söylemek KKTC yasalarının dikkate alınmayacağını ve Rum yasalarının uygulanacağını söylemek demektir. Böyle bir durumda KKTC yasalarına göre yapılmış tüm işlemler yasa dışı olacak, KKTC yasalarına uymaktan başka kusuru olmayan insanlar suçlu ve borçlu haline gelecektir.
ATAD kararı KKTC halkının yıllar süren gayretleri ile elde ettikleri tüm kazanımların ve hakların ortadan kaldırılması anlamına gelmektedir. Bir halkın uyguladığı yasaların hem de demokratik seçimlerle iş başına gelmiş temsilcilerinin yaptığı yasaların, yıllar sonra geçersiz kabul edilmesi tarihte benzeri görülmemiş bir olaydır. Geçmişe dönük olarak yapılmış işlemlerin yapılmamış kabul edilmesi ve kazanılmış hakların yok sayılması insan haklarının ağır bir şekilde ihlalidir.
Kararın çok olumsuz olduğunu söylüyorsunuz. Fakat önemli olan kararın halkımıza ne zarar vereceğidir. ATAD kararı halkımıza pratikte nasıl bir zarar verebilir?
Bu çok yerinde bir soru. Karar teorik olarak KKTC yi tasfiye etmiştir. Kıbrıs Türk halkının üzerine KKTC nin sağladığı korumayı, AB ülkeleri nezdinde kaldırmıştır. Kıbrıs Tük Halkının 1963 den beri uyguladığı hukuku yok saymıştır. Kıbrıs Türk Halkını AB ülkelerinde Rum Yönetimine tabi hale getirmiştir. Ancak tüm bunlar Rumların yasal olarak elde ettiği olanaklardır. Uygulamada ne yapabilecekleri farklı bir konu. Pratikte nelerin olabileceğini yasal durumdan ayrı olarak değerlendirmemiz gerekir.
Konuya şöyle bakabiliriz. ATADın Rum Yönetimi nin ve halkının eline çok büyük bir silah verdiğini düşünebiliriz . ATAD kararından sonra Rumlar diledikleri Kıbrıs Türkünü kendi Mahkemelerinde dava edebilecekler ve aldıkları hükümleri kolaylıkla diğer AB ülkelerinde kaydettirip icra edebileceklerdir. Davaları Rum Hükümeti açabileceği gibi Türklerle anlaşmazlığı olan herhangi bir Rum da açabilecektir. Dolayısıyla ATAD kararı Kıbrıs Türklerini Rumların tutsağı haline getiren bir karardır. Ancak acaba Rumlar bu olanaktan yararlanma yönüne gidebilecekler mi?
Bir kişiye "yasal olarak komşunu dava edebilirsin , evini elinden alabilirsin, hatta onu hapse attırabilirsin" diyorsunuz. O size "bu olanağa kavuştuğuma memnununum ancak yine de bunları yapmak istemem. Yüzüne gülüp onu bahçemde çalıştırmayı tercih ederim" diyebilir. Rum yönetimi iki halk arasına gerginlik yaratılmasını istemediği için KKTC deki olaylarla ilgili Rum Mahkemelerinde dava açılmasını engelleyebilir, hatta bir yasa ile dava açılmasını yasaklayabilir . Bu olayın pratik yönü. Biz olayın hukuk yönü ile yani Rum halkının eline geçen yasal olanakla ilgileniyoruz ve Rumların uygulamak istemesi halinde Kıbrıs Türklerinin başına ne gibi felaketler gelebileceğini anlamaya çalışıyoruz.
Hapse atılmadan söz diyorsunuz. Orams davası bir hukuk davası değil mi? ATAD kararının hapislikle ne ilgisi olabilir?
Bu çok yerinde bir soru. Bu konuda kamu oyunda yanlış anlamalar var. Evet ATAD Orams kararını bir hukuk davasında vermiştir. Ancak kararın ceza davalarına da etkisi olacaktır. Orams davasında tartışma konusu olan 44/2001 sayılı AB Tüzüğüdür. Bu tüzük hukuk davalarında bir AB ülkesinde verilen Mahkeme hükmünün diğer AB ülkelerinde icrası konusunu düzenlemektedir. ATAD Güney Kıbrısın AB ye katılım anlaşmasına ek 10. Protokolü yorumlamış ve Güney Kıbrıs Mahkemelerinin kuzeydeki olaylarda yargı yetkisi olduğuna karar vermiştir. Verilen karar hukuk davasında verilmiş olmasına rağmen ceza davalarını da kapsayabcak genel bir değerlendirme içermektedir.
İsterseniz bir örnekle durumu anlamaya çalışalım. Kıbrıslı bir Türk iş adamının bir Rum iş adamı ile anlaşmazlığa düştüğünü varsayalım. Rum iş adamı için en kolay çıkış yolu Türkü suçlayıp AB ülkelerinde tutuklatmak olacaktır. Böyle bir olasılık Türk iş adamı üzerinde çok büyük bir baskı oluşturacaktır.
Diyelim ki KKTC de meydana gelen bir olayla ilgili, KKTC yasalarına göre suçsuz fakat Rum yasalarına göre suçlu bir Kıbrıs Türkü Rum iş adamının talebi üzerine İngilterede tutuklandı ve yargılanmak için Güney Kıbrısa götürülmek isteniyor. İlk başvuracağı kişi bir avukat olacaktır. ATAD kararından önce bu avukat tutuklanan kişiye "hiç merak etme, AB yasaları Kuzey Kıbrısta askıya alınmış durumda, KKTC de meydana gelmiş bir olay nedeniyle seni tutuklayıp Güneye götüremezler" diyecekti. İşte ATAD kararı avukatın vereceği bu yanıtı değiştirmiştir. ATAD,10.cu Protokolü yorumlamış ve " gerçi AB yasaları KKTC de askıya alınmış durumda , ancak buna rağmen Rum Yönetimi Kuzeyde egemendir ve Rum Mahkemelerinin Kuzeydeki olaylarda yargı yetkisi vardır" demiştir. Böylece Avrupai tutuklama emri ile tutuklanan Kıbrıs Türkünün öne sürebileceği en önemli savunmayı elinden almıştır. Bu nedenle Kıbrıs Türkü Güneye giderek yargılanmaktan ve kaderine razı olmaktan başka çare bulamayacaktır.
ATAD kararı bir felaketmiş gibi konuşuyorsunuz. Halbuki bu kararın bir tavsiye kararı olduğu ve İngiltere İstinaf Mahkemesinin bu tavsiyeye uymayabileceği söyleniyor.
Maalesef bu görüşe katılmıyorum.
Orams davasında iki konu tartışılmıştır.
A)Rum Mahkemelerinin KKTC deki olaylarda yargı yetkisi olup olmadığı .
B) Rum Mahkemesinin Orams davasında verdiği kararın İngilterede icrasının durdurulabilip durdurulamayacağı.
Bu konulardan ilki son derece önemlidir. Tüm KKTC halkını ilgilendirmektedir. KKTC nin tasfiye edilmesi ve KKTC halkının Rumların tutsağı haline gelmesi konusunu içermektedir. ATAD, AB ülkelerinin her birinden yani 27 ülkeden gelen bir yargıcın oluşturduğu bir mahkeme olup AB hukukunu yorumlayıp karar verme konusunda en yetkili mahkemedir. Dolayısıyla Güney Kıbrısın AB ye girmesinde kabul dilen 10.cu Protokolle ilgili en üst düzeyde karar verecek mahkemedir.
ATAD 10.cu Protokolle ilgili yorumunu yapmış ve son ve kesin kararını vermiştir. Hiçbir mahkemenin bu kararı değiştirmeye yetkisi ve olanağı yoktur. Bu kararın nasıl ortadan kaldırılabileceğini arzu ederseniz daha sonra konuşabiliriz.
İkinci konu birinci konu ile kıyaslandığı zaman oldukça önemsiz kalmaktadır. Bu konuda verilecek karar 44/ 2001 sayılı Tüzüğün yorumuna bağlı olacaktır ve bu konuda yetkili olup son sözü söyleyecek olan yerel mahkeme yani İngiltere Mahkemesidir. Buna rağmen ATAD son sözü söylemeye yetkili olmadığı bu konuya da müdahale ederek Oramsların başarı şansını azaltacak görüşlerini karara eklemiştir.
AB hukuku konusunda son sözü söyleme yetkisi ATAD da olmasına rağmen hukukun açık ve net olduğu durumlarda yerel mahkemelerin de yorum yapıp karar verme yetkisi vardır. İngiltere Yüksek Mahkemesi bu yetkisine dayanarak 10. Protokolü yorumlamış ve AB yasaları Kuzeyde askıya alındığına göre Rum Mahkemelerinin Kuzeydeki olaylarda yargı yetkisi olmadığına karar vermişti. Böylece kararın İngilterede icra konusuna girmeden sorunu kökten çözmek istemiştir.
10. Protokolü yorumlama konusunda son sözü söylemeye ATAD ın yetkili olduğunu görmüştük. ATAD bu yetkiyi kullanarak İngiltere Yüksek Mahkemesinin kararını bozmuştur. Hukukta kararı bozulan alt mahkemenin üst mahkemenin kararını değiştirmesi söz konusu olamaz . Bu nedenle ATAD kararının bizim için yıkıcı etkisi olan bölümünü İngiltere Mahkemelerinin değiştirmesini beklemek boşunadır. Kaldı ki ATAD, kendisini fazla ilgilendirmeyen ve fazla önemi kalmamış olan icra konusuna da değinerek Orams larla ilgili icranın herhangi bir nedenle durdurulmasını önlemeye çalışmıştır. Bu durumda İngiltere Mahkemelerine fazla ümit bağlamayıp ATADın kararını değiştirmesini sağlamaya odaklanmamız gerekmektedir.
Hatalı görüşler olduğunu söylediniz. Bunu açıklar mısınız?
Hukuk teknik bir konu. Bir hukuk sorununu anlamak ve doğru değerlendirmek kolay değildir. Çoğu kez insanlar ayrıntıda boğulurlar ve bir mahkeme kararının nasıl sonuç doğuracağını anlayamazlar.
Hatalı anlamaları önlemek için başvurulabilecek yöntemlerden biri şöyledir. Olayın özü ayrıntıya girmeden basit bir öykü haline getirilerek anlatılır. O zaman herkesin konuyu daha iyi anlama olasılığı ortaya çıkar.
İsterseniz bu yöntemi izleyelim . Önce AB de bir mahkeme hükmünün diğer AB ülkelerinde icrası konusunu basitleştirip anlatmaya çalışalım. Belki o zaman Rumların ve ATAD ın bize yapmaya çalıştığı haksızlığı daha iyi anlarız.
Buyur anlatın
Eskiden devletler birbirlerinden tamamen bağımsızdılar. İngilterede suç işleyen bir kişi Fransaya geçmeyi başardığı anda cezadan kurtulurdu. Bu sorunu önlemek için devletler aralarında suçluların iadesi ve mahkeme hükümlerinin karşılıklı olarak icrası anlaşmaları yapmaya başladılar. Bu anlaşmalarda önemli olan karşılıklılık ilkesi idi. Devletlerden biri bir suçluyu iade etmediği anda diğer devlet de iade etmezdi.
AB nin kurulup gelişmesi ile Mahkeme hükümlerinin icrası konusunda önemli bir gelişme oldu. Bilindiği gibi AB de iki eğilim vardır. Fransa ve Almanyanın başını çektiği birinci eğilim AB yi bir tek devlet veya ABD gibi bir federasyon haline getirmektir. Diğer eğilim ise İngilterenin başını çektiği AB yi daha zayıf bir yapı içinde tutmaktır.
AB devletleri 2001 yılında Mahkeme Hükümlerinin icrası konusunda bir anlaşmaya vardılar. Uygulanacak prosedürü ise 44/ 2001 sayılı Tüzükte belirlediler.
Varılan anlaşma ve tüzük incelendiği zaman eski karşılıklı icra anlaşmalarının çöpe atıldığı ve tıpkı bir devletin bir eyaletinde verilen hükmün diğer eyaletlerde icrası gibi mahkeme hükümlerinin kolaylıkla icrasının amaçlandığı anlaşılmaktadır. Tüzüğe göre bir üye devlet mahkemesinin verdiği kararın diğer mahkemede kaydı formalite gereği yapılacak bazı kontrollerden sonra çok süratli ve otomatik olmalıdır. İcrayı durdurmak için şikayetçi tarafın kaydın silinmesini sağlamak amacıyla mahkemeye başvurması gerekmektedir. Mahkemenin "bu karar adil değil, kararda çelişki var, kararda belirtilen olgular yanlış, karar hukuka aykırı" gibi gerekçelerle kaydı silme hakkı yoktur. Buna rağmen büyük anomalilerin ortaya çıkmaması için Tüzüğün 34.cü maddesinde bazı istisnalara yer verilmiştir. Önemsiz istisnaları bir tarafa bırakırsak bir hükmün icrasını durdurabilmek için yerel mahkemenin dayanabileceği en önemli gerekçe kararın ülkenin kamu politikasına açıkça aykırı olması gerekçesidir.
Orams davası İngiltere İstinaf Mahkemesine geri döndü. Orada kamu politikası gerekçesi ile Oramslar lehine karar verilebileceği söyleniyor. Bu görüşe katılıyor musunuz? Kamu politikası ne anlam geliyor?
Bu soruya yanıt vermeden önce izninizle bir hususu tekrarlamak istiyorum. ATAD kararının 10.cu Protokolle ilgili bölümü yani Rum mahkemelerinin kuzeydeki olaylarda yargı yetkisi olması son derece önemlidir. ATAD bu konuda karar vererek son sözünü söylemiştir. KKTC hukukunu yok saymış ve KKTC halkını Rumların azınlığı olarak kabul ettiğini ifade etmiştir. Bu konuda en yetkili mahkeme ATAD olduğu için İngiltere Mahkemelerinin kararın bu bölümünü değiştirme olanağı yoktur. Kararın bu bölümü ancak yine ATAD tarafından davanın tekrar dinlenmesi (iadei muhakeme) ile veya AB ile yeni bir anlaşma yapılması ile değiştirilebilir. İsterseniz ATAD kararının nasıl ortadan kalkabileceğini söyleşinin sonunda ele alıp inceleyelim.
ATAD kararının diğer bölümü yani Rum Mahkemesinin verdiği kararın İngilterede icrası ile ilgili görüşleri de çok olumsuzdur. Ancak bu konuda son sözü söylemeye yetkili olan yerel mahkeme yani İngiltere mahkemesi olduğu için ATAD son sözü söyleyebilmiş değildir.
Dava İngiltereye geri dönmüş durumda. Davanın sonucu ne olacak dersiniz?
Orams davasında verilecek karar 44/2001 sayılı Tüzüğün 34.cü maddesinin yorumuna bağlı olacaktır. Bu madde, icranın uygulanacağı devlet mahkemesinin(İngiltere Mahkemesinin) "bu karar benim ülkemin kamu politikasına ilişkin hukukuna açıkça aykırıdır" diyerek icrayı durdurabileceğini belirtmektedir. Ancak bu 34 üncü maddeden yaralanmak kolay olmayacaktır.
2001 yılında tüzük kabul edildiği zaman kamu politikası deyiminin ne anlama geldiğini kimse bilmiyordu. AB diğer yeniliklerinin veya acayipliklerinin yanı sıra hukuk alanında da yeni kavramlar üreten bir kuruluştur. Öyle sanıyorum ki o tarihte AB yi tek devlet haline getirmeye çalışan görüşle bundan kaygı duyup bu yönde fazla ileri gitmek istemeyen görüş mücadele halinde idi. AB yi tek devlet haline getirmek isteyenler bir devlette verilen hükmün diğer devletlerde otomatik olarak iki eyalet arasında olduğu gibi icrasını sağlayacak bir sistem öneriyorlardı. Diğerleri ise ortaya çıkabilecek anomalilere karşılık yerel mahkemeye daha fazla icrayı durdurma yetkisi tanınmasını istiyorlardı. Bazı dahi kişiler(!) araya girerek kimsenin anlamadığı bir deyimle sorunu çözmeye çalıştılar ve "kamu politikası" ilkesini tüzüğe koydular. İki taraf da tanımı yapılmamış bu ilkeyi kendilerine göre yorumlayabileceklerini düşünerek memnun kaldılar.
Kuşku yok ki bunları tahmin ederek söylüyorum. Burada vurgulamaya çalıştığım kolaya kaçan bu yöntemin isabetli bir yöntem olmadığıdır. Doğru olan yasalarda ve tüzüklerde herkesin anlamını bildiği ve emin olduğu deyimleri kullanmaktır.
Bakın en güvendiğimiz hukukçular bile kamu politikası deyimini yanlış anlıyorlar. Zannediyorlar kamu politikası Hükümetlerin karar verebileceği bir konudur. Dolayısıyla İngiltere Hükümeti "Orams kararının uygulanması benim kamu politikama aykırıdır" dediği anda sorun çözülecektir. Maalesef Tüzüğü ve ATAD kararını okuduğumuz zaman durumun hiç de öyle olmadığını anlıyoruz.
Tüzüğe göre icrayı durdurabilmek için İngiltere Mahkemesinin icranın İngilterede kamu politikasına ilişkin bir hukuk ilkesini açıkça ihlal edeceği yönünde bulgu yapması gerekir.
Kamu politikası konusunda karar verme yetkisinin yerel mahkemede yani İngiltere mahkemesinde olduğunu görmüştük. Ancak ATAD buna da müdahale etmeye çalışmış ve kararına Oramslar lehine karar verilmesini engelleyecek görüşler eklemiştir. ATAD a göre 44/ 2001 sayılı Tüzük AB hukukunu oluşturmaktadır. AB hukuku konusunda en üst karar verme yetkisi ATAD da olduğuna göre icra konusunda da yerel mahkemeyi yönlendirme yetkisi bulunmaktadır. ATAD bu yetkiye dayanarak bir AB ülkesi mahkemesi hükmünün diğer AB ülkesinde icrasının kolay ve otomatik olması gerektiğini ve sadece istisnai durumlarda yerel mahkemenin icrayı durdurma yönüne gitmesi gerektiğini belirtmiştir. ATAD a göre kamu politikasını ilgilendiren bu istisnai neden kararın uygulanacağı ülkede yasal düzeni etkileyecek temel bir hukuk ilkesinin açıkça ihlali olmalıdır.
ATAD kararını okuyanlar anlıyorlar ki İngiltere İstinaf Mahkemesi sadece görüş sormuş , bir tavsiye kararı almış ve daha sonra bildiği gibi yoluna devam edecek değildir. ATAD , KKTC nin varlığına son vererek Kıbrıs Türk Halkını Rumların tutsağı haline getirmekle kalmamış, İngiltere mahkemesine Oramslar lehine karar vermemesi için aba altında sopa göstermiştir.
Oramslar lehine karar verilme olasılığı yok mu?
ATAD ın müdahalesine rağmen Oramslarla ilgili ümit tamamen ortadan kalkmış değildir. Bir örnek verecek olursak İngiltere'de farklı etnik toplumların ahenkli yaşamasının ve düşmanlık tohumlarının atılmamasının bir kamu politikası olduğu ve bu politikanın bir hukuk ilkesi haline geldiği düşünülebilir. Orams kararının İngiterede uygulanmasının İngilterede yaşayan Kıbrıslı Türk, Rum ve İngiliz toplumları arasında nefret duyguları oluşturacağı öne sürülebilir. Bu veya buna benzer gerekçelerle İngiltere Mahkemesi Oramslarla ilgili icrayı durdurulabilir. Ancak acaba bunu yapabilecek mi? Daha önce KKTC lehine verdiği kararı bozulmuş , küçük düşürülmüş ve Oramslar lehine karar vermemesi için ATAD tarafından uyarılmış bir İngiliz Mahkemesi bu kararı nasıl verecektir?
İngiltere Mahkemesinin icrayı durdurması sorunu çözecek mi?
Hayır , çözmeyecektir. Çünkü İngiltere Mahkemesi sadece kendi ülkesinde icrayı durdurabilecektir. Oramslar aleyhinde diğer 26 ülkede icraya devam edilebilecektir. Ayrıca unutmamak gerekir ki Oramslar aleyhine verilen karar sadece evin yıkılması ve tazminat ödenmesi kararı değildir. Oramsların arsayı iade edinceye kadar her ay kira niteliğinde tazminat ödemeye devam etmelerine karar verilmiştir. Oramslar evi iade edemedikleri için borçları sürekli olarak artacaktır ve İngiltere dışında tüm AB ülkelerinde aranan borçlular haline geleceklerdir.
ATAD kararından sonra Rumların Rum Mahkemelerinde dava açıp karar alması çok kolay olacaktır. Çünkü ATAD Oramslara savunma hakkı dahi tanımayan Rum mahkeme kararlarını onaylamıştır. Rum Mahkeme kararlarının İngilterede kaydı ise formalite icabı yapılacak basit bir kontrolden sonra çok kolay gerçekleşebilecektir. İcrayı durdurabilmek için ise Davalının İngiltere Yüksek Mahkemesinde dava açarak kaydın silinmesini talep etmesi gerekir ki bunun son derece masraflı ve zahmetli bir iş olduğu açıktır. Özetle ATAD Rumların Türkleri dava ederek sonuç almasını kolaylaştırırken Türklerin önüne aşılması çok zor veya imkansız güçlükler koymuştur.
Bu nedenlerle bu aşamadan sonra İngiltere mahkemelerine fazla ümit bağlamadan ATAD kararının değişmesini sağlamaya çalışmamız gerekmektedir.
ATAD kararının başka hatalı yönleri var mı?
Maalesef vardır. Sorunlardan biri de Tüzüğün amacından saptırılmış olmasıdır. Az önce konuştuğumuz gibi 44/2001 Sayılı Tüzüğün amacı, bir AB ülkesinde verilen mahkeme hükmünün diğer AB ülkelerinde icrasıdır. AB nin gittikçe tek devlete veya bir federasyona dönüştüğü dikkate alındığında bu Tüzüğün mantıklı ve yararlı bir tüzük olduğu düşünülebilir. Ne var ki Rum Yönetimi AB ye girdikten sonra tüzüğü bu yararlı amaç için kullanmak yerine çok farklı bir amaç için, KKTC ekonomisini çökertmek , KKTC yi tasfiye etmek ve KKTC ye egemen olmak için kullanmaya teşebbüs etmiştir. AB Tüzüğünü kendi siyasi hedeflerine ulaşmak için bir araç olarak kullanmaya çalışmıştır. Bu, hukukun amacından saptırılması; belli bir amaç için oluşturulan hukukun, başka bir amaç için kullanılması anlamına gelmektedir. ATAD bu konuda Rum Yönetimi ile aynı doğrultuda hareket etmiştir. Davada aktif bir savunma yapılsa bu sapmaya fırsat verilmeyebilirdi.
Savunmada pasif davranıldığını mı söylemek istiyorsunuz?
Evet bunu söylemeye çalışıyorum. Daha kötüsü bir saptırmanın da KKTC den geldiği kanısındayım. Oramslar bir çok yabancı gibi KKTC yasalarına uygun hareket ederek ev sahibi olmuş bir aile . Onların KKTC yasalarına ve tapularına güvenmekten başka bir kusurları yok . Oramsları dava etmek aslında KKTC deki hukuk düzenini ve KKTC yi dava etmektir. Böyle bir durumda KKTC nin ilk fırsatta ortaya çıkıp davaya katılması ve KKTC deki hukuk düzeninin yasal olduğunu ve başka bir ülke mahkemesinin bu konuyu tartışmaya hakkı olmadığını öne sürmesi gerekiyordu. KKTC deki hukuk düzenini geçmişe dönük olarak yok saymanın insan haklarını ihlal edeceği öne sürülmeliydi. Bunlar gibi KKTC nin öne sürebileceği, fakat Oramsların öne süremeyeceği temel argümanlar vardı. Bu iddiaların öne sürülmemesi davada bir eksiklik oluşturmuştur. KKTCnin Oramsların arkasına saklanarak savunma yaptığı görüntüsünü yaratmıştır.
Bir davada adil sonuç alabilmek için anlaşmazlığın özünü mahkemenin önüne getirmek ve gerçek sorunu tartışmak gerekir. Bu yapılmadığı zaman çarpık bir sonuç çıkması kaçınılmazdır. Nitekim Oram davasında ATAD davaya katılmayan ve kendini gereği gibi savunmayan KKTC yi tasfiye etmiş ve KKTC halkını Rum yönetimi ile halkının tutsağı haline getirmiştir. Kendini savunan Oramsların da işini zorlaştırmakla birlikte İngilteredeki evlerini kurtarmaları için açık kapı bırakmıştır.
Özetle önümüzde amacından saptırılan bir tüzük ve gerçek anlaşmazlığı tartışmayan bir yargılama bulunmaktadır.
Kıbrıs Türklerinin ATAD kararından sonra AB ülkelerinde tutuklanabileceğini söylediniz. Suç ve cezalardaki yasal durum nedir?
2001 yılında hukuk davalarına ilişkin anlaşmanın hemen arkasından 2002 yılında AB ülkeleri suç ve cezalarla ilgili de bir anlaşmaya vardılar. Bu anlaşmada bir AB devletinde verilen tutukluluk veya hapislik emrinin diğer AB ülkelerde fazla formaliteye takılmadan uygulanmasını kabul ettiler.
Amaç hukuk davalarındaki amacın aynı idi. AB nin zamanla bir tek devlete dönüşmesi öngörüldüğü için bir ülke mahkemesinin verdiği kararın diğer ülkelerde kolaylıkla takibi ve sanığın tutuklanarak infaz veya yargılanmak için kararı veren ülkeye götürülmesi düşünülüyordu. Diğer taraftan ciddi olmayan suçlarda başvuru yapılarak sistemin tıkanmasının önüne geçilmek istenmiştir. Bu nedenle Avrupai Tutukluluk Emri denilen bu uygulamanın yapılabilmesi için işlendiği iddia edilen suçun 1 yıldan fazla bir cezayla cezalandırılabilen bir suç olması gerektiği kabul edilmiştir. Hapis cezası verilmişse verilen cezanın 4 aydan fazla olması gerektiği kabul edilmiştir.
2004 yılında AB ye giren Kıbrıs Rum Yönetimi bu düzenlemeleri hazır buldu. Fakat amacı AB nin bu olanaklarından yararlanmak değil egemenliğini kuzeye yaymaktı. Bu nedenle 2006 yılında yasalarında değişiklikler yaparak karşılaşacağı engelleri ortadan kaldırmaya çalıştı.
Fasıl 154 Kıbrıs Ceza Yasasında taşınmaz mallara ilişkin suçlar Rum Yönetiminin amaçları açısından yetersizdi. Yasanın 303 üncü maddesinde bir taşınmaz malın hileli olarak satılması suçu düzenlenmiş olmakla birlikte bu geçmişte normal mülkiyet ilişkileri göz önünde bulundurularak hazırlanmış bir madde idi ve suç işlendiğinin kanıtlanması çok zordu. Bu nedenle Rum Yönetimi 303 üncü maddeyi değiştirerek kuzeyde kalan eski Rum mallarını geliştirmeyi, kullanmayı, kiralamayı, satmayı ve bu fiillere aracılık yapmayı suç haline getirdi ve bu suçlara 7 yıla kadar hapislik cezası öngördü.
Yapılan değişiklikten sonra KKTC de yaşayan hemen herkes suçlu haline geldi ve hemen herkesin AB ülkelerinde tutuklanarak yargılanmak için Güneye götürülme olasılığı doğdu. ATAD, 10un cu Protokolde AB yasalarının Kuzeyde uygulanmayacağı şartını Rum Mahkemelerinin Kuzeydeki olaylarda yargı yetkisi olduğu şeklinde yorumlayarak tutuklanan kişilerin öne sürebileceği en önemli savunmayı ortadan kaldırdı.
Ceza davalarının hukuk davalarından tek farkı hukuk davalarında birey olarak her Rumun Mahkemeye başvurma olanağı bulunmasına karşılık, suçlarda Rum Savcılığın devreye girmesinin gerekli olmasıdır. Savcılık ise Rum Yönetimine bağlıdır. Acaba Rum Yönetimi eline geçen bu silahı kullanacak mı ? Kullanacaksa ne zaman kullanacak? Bu konuda tahminde bulunmak herkesin kendi takdirine kalmış bir husus.
KKTC nin Orams davasına katılması ve kendi savunmasını yapması gerektiğini söylüyorsunuz. Bunu niçin gerekli görüyorsunuz?
Bir an için kendimizi ATAD daki yargıçların yerine koyalım. Başkanın taraf tutmasını bir tarafa bırakalım . Yargıçlar heyetinde Rumların etkilemeyi başaramadığı tarafsız bir yargıç varsa bu yargıcın bizim lehimize karar verebilip veremeyeceğini araştıralım.
Biz, 21 Aralık 1963 en beri ayrı egemenliği olan ve ayrı devlet kurmuş olan bir halkız. Her şeyimizi devletimize borçlu olduğumuz gibi, haklılığımızın kaynağı da devletimizdir. Devlet olmayan kuruluşların yasa yapma , mahkeme oluşturma ve tapu verme hakları yoktur. Biz bir devletin yapabileceği her şeyi yaptığımız gibi birçok devletin başaramadığı işleri de başarmış durumdayız. Örneğin bir çok devletin imrendiği bir demokrasimiz var.
1959 ve 1960 da eşit halk olmamız ve Rumların ortak devleti yıkmaları nedeniyle KKTC nin Rum devletinden daha yasal olduğunu konuştuk. Bu tutarlı bir görüştür. Buna rağmen biz bu iddiayı yapmıyoruz ve dünyaya ayrı devlet olmaya çalışmış ve bunun zor olduğunu görünce bu olanaktan vazgeçmiş bir izlenim veriyoruz. Daha sonra bağımsız devletlerin yararlandığı olanaklardan yararlanmaya çalışıyoruz. Burada bir çelişki vardır.
Belki siyasiler konuları bu kadar net görmezler ancak yargıçların böyle gördüğüne eminim. ATAD da görev yapan tarafsız bir yargıcı ele alalım. Geçmişte yıllarca bağımsız bir devlet gibi hareket etmiş olan , kendi hukukunu oluşturan , yasa yapan, tapu veren fakat son zamanlarda bağımsız devlet olmaktan vazgeçmiş gibi hareket eden, yani çelişkiler içinde bir kuruluş için niye zahmete girsin? Niye taraf tutan Mahkeme başkanı ile kavga edip bizim lehimize karar vermeye çalışsın.
Biz bağımsız bir devlet olmaktan vaz mı geçtik?
Fiilen bağımsız devlet olmaktan vazgeçmek mümkün değil. Yasama, Yürütme ve Yargı organlarımız görevlerinin başında. Geçmişte bağımsız bir devlet olarak yaptığımız işlerden vazgeçmemiz de mümkün değil. Çünkü bunu yapmak ülkenin kaosa sürüklenmesi demektir. Buna rağmen uluslar arası davalarda ve uluslar arası ilişkilerde devletimizden vazgeçtiğimiz izlenimini veriyoruz. Tehlikeli olan budur.
İsterseniz bir örnek vereyim. AB devletlerin üye olduğu bir birliktir. Devlet olmayan kuruluşlar AB ye ancak bir azınlık olarak girebilir. Devletlerin AB ye girişinde uygulanan bir prosedür vardır. Bir katılım anlaşmasının yapılması gerekir. Biz bu prosedüre uymadan AB ye girmeye çalışıyoruz. AB bizi Rum Yönetiminin azınlığı olarak kabul ettiğini ifade ediyor. Buna ses çıkarmıyoruz. Bu yaklaşım bizim bağımsız bir devlet olmaktan vazgeçtiğimiz izlenimi uyandırmıyor mu? Bu tutum ATADın aleyhimize karar vermesine yardımcı olmuyor mu?
ATAD kararı bizim için bir felakettir. Çünkü kendi yasalarımıza göre yaptığımız işlerin yasa dışı olduğuna karar vermiştir. Bu karara göre 1963 en beri yaptığımız tüm işler yasallığını yitirecektir. Bu sorunu çözmek için haklarımızın kaynağı olan KKTC ye sahip çıkmaktan başka alternatifimiz var mı?