ATAD ın Orams davasında verdiği kararla ilgili söyleşi Hukukta her zaman farklı görüşler öne sürülür. Bu hukukun doğasında vardır. Bu nedenle değişik görüşlere saygı duymak gerekir. Herkes kendi yorumunu yapar ve kendi görüşünü söyler. Yargıda mahkemeler farklı görüşleri değerlendirerek bir tercih yaparlar ve kararlarını verirler. Diğer ortamlarda ise dinleyenlerin tercih yapması ve kendi görüşlerini oluşturması gerekmektedir. Hukukta bir kişinin "ille de benim görüşüm doğrudur" diye ısrar etmesi hatalıdır. Her görüşün haklı çıkma olasılığı vardır.


29.6.2009
Yüksek Mahkeme Emekli Başkanı Taner Erginel ile ATAD ın Orams davasında  verdiği kararla ilgili söyleşi.
Soru: Avrupa Toplulukları Adalet Divanı (ATAD) veya kısa ismiyle Avrupa Adalet Divanı (AAD) ın,  Orams davasında 28Nisan 2009 tarihinde  verdiği kararla ilgili değişik

görüşler öne sürülüyor. Siz bu kararı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Cevap:Bu kararın son derece  olumsuz bir karar olduğunu ve Kıbrıs Türk Halkına büyük haksızlık yaptığını  düşünüyorum.

Soru: Kararın olumsuz olan yönü nedir? Bazı hukukçular davanın henüz, sonuçlanmadığını, son sözü İngiltere İstinaf Mahkemesinin söyleyeceğini ve endişe edilecek bir durum olmadığını söylüyorlar.


Cevap: Her şeyden önce şunu vurgulamak istiyorum. Hukukta her zaman farklı görüşler öne sürülür. Bu hukukun doğasında vardır.  Bu nedenle değişik  görüşlere saygı duymak gerekir.  Herkes  kendi yorumunu yapar ve kendi görüşünü söyler. Yargıda mahkemeler farklı görüşleri değerlendirerek  bir tercih yaparlar ve kararlarını  verirler. Diğer ortamlarda ise dinleyenlerin tercih yapması ve kendi görüşlerini  oluşturması gerekmektedir. Hukukta  bir kişinin "ille de benim görüşüm doğrudur" diye ısrar etmesi  hatalıdır. Her görüşün haklı çıkma olasılığı vardır.

Soru: ATAD  kararını bu kadar haksız bulmanızın nedeni nedir?

Cevap: ATAD , KKTC de meydana gelen tüm sivil ve ticari konularda Rum Mahkemelerinin  yargı yetkisi olduğunu ve verilen kararların diğer AB ülkelerinde uygulanması gerektiğini karara bağlamıştır. Bu hukuk tarihinde görülmemiş son derece haksız bir karardır.

Soru:Niçin bu kadar büyük bir haksızlık olduğunu düşünüyorsunuz?

Cevap: Bunun nedenlerini açıklamaya çalışayım:

ATAD Kararı KKTC yi tasfiye etmektedir.
Devletlerin vazgeçilmez üç erkinden biri yargıdır.  Bir devlette meydana gelen olaylarda başka bir devlet mahkemesinin yargı yetkisi olduğunu söylemek o devleti yok saymak veya diğer devlete  ilhak etmek demektir. ATAD kararı KKTC yi yok sayıp Rum Yönetimine ilhak ederek tarihte benzeri görülmemiş   bir haksızlık yapmıştır. 

ATAD kararı Kıbrısta eşitliği bozmaktadır.
Bilindiği gibi Kıbrıs Cumhuriyeti 1960 yılında iki kurucu ortağın müşterek iradesi ile kurulmuştu. Önemli  konularda karar vermek iki halkın temsilcilerinin anlaşmasına bağlı idi. Bu kuruluş ve çalışma şekli  iki halk arasında bir çoğunluk azınlık ilişkisi olmadığını  iki ortağın eşit konumda olduklarını göstermektedir. Maalesef Rum ortak bu eşitlikten hoşnut değildi . 1963 de devleti yıkarak ortaklık yapısını  sona erdirmeye ve devleti üniter bir devlete dönüştürmeye teşebbüs etti. Rum siyasiler etnik temizlik girişimleri ile bu amaca ulaşmaya çalıştılar. ATAD  kararı , Rum siyasi emellerine paralel, Kıbrısta iki halkın eşit olmadığı, ve Rum halkın egemen olmaya hakkı olduğu görüşünden hareket ederek verilmiş bir karardır.

ATAD kararı  Kıbrıs Türk Halkını azınlık haline getirmeye çalışmaktadır.
Kıbrısta son 45 yıl devam eden siyasi mücadeleyi  1959 ve 1960 da eşit halk olduğunu kabul ettirmiş ve tescil ettirmiş Kıbrıs Türk Halkının ortaklık statüsünün Rum Yönetimi tarafından  bozulmaya çalışılması ve Kıbrıs Türk halkının buna karşı direnmesi olarak özetleyebiliriz. Kıbrısın siyasi geçmişi ile ilgili görüş benimseyenler bu  mücadelede iki taraftan birinin  haklı olduğuna karar vermek ve ona göre  hareket etmek   zorundadırlar. Eğer biz 1960 da eşit halk olan Kıbrıs Türk halkının eşit halk olmaya devam ettiği görüşündeysek tüm değerlendirmelerimizi  bu temel  üzerine yapılandırmak zorundayız. O zaman Rum halkın elde ettiği kazanımların aynını Kıbrıs Türk halkın da elde etmeye hakkı olduğu sonucuna varırız. Diğer görüş ise Kıbrıs Türk Halkının eşitlik statüsünü yitirdiği ve azınlık haline geldiği görüşüdür.  Maalesef    ATAD   bu iki  görüşten  ikincisini tercih etmiş ve Kıbrısta iki eşit halk olmadığı, Kıbrısın Rum egemenliğinde üniter bir devlet oluğu, Kıbrıs Türk Halkının  azınlık haline geldiği anlamına gelen kararını vermiştir. ATAD kararını başka türlü yorumlamak mümkün değildir. Dünya bağımsızlığa ve  eşitliğe koşarken Kıbrısta  birleşmeye ve eşitsizliğe karar verilmiştir.

Tarafsız bir hukukçu konuya baktığı zaman Kıbrıs Türk Halkının geçmişteki ortaklık statüsünü yitirmesi için  hiçbir neden olmadığını görür ve  KKTC nin Rum devletinden daha yasal olduğu sonucuna varır. Çünkü ortak devleti yıkmak isteyen, yıkmaya çalışan ve ortak devletten ayrılıp ilk ayrı devleti kuran Rum tarafı olmuştur. Bir ortaklık bozulunca iki ortaktan birinin yaptıklarını diğer ortağın da yapmaya  hakkı vardır. Bu temel bir hukuk ilkesidir. Bu nedenle KKTC en az Rum Yönetimi kadar yasaldır.

Rumlar bir aldatmaca ile kendi yaptıklarının benzerini  Kıbrıs Türklerinin yapmasını engellemeye çalışmaktadırlar.  Örneğin taksime şiddetle karşı olduklarını söylüyorlar, fakat Kıbrısı kendilerinin taksim ettiğini göz ardı ediyorlar. Kıbrısı birleştirmek istediklerini söylüyorlar fakat Kıbrısı taksim etmekle elde ettikleri kazanımların devam etmesini istiyorlar.
Rum devleti, KKTC ile birleşmek istediğini her vesile ile ifade etmektedir. Ancak kendi devletini tasfiye etmeden sadece KKTC yi tasfiye ederek birleşmeye çalışmaktadır. Rum siyasilerin öngördüğü böyle bir birleşmede 1960 eşitlik dengesinin korunması mümkün değildir ve Kıbrıs Türk Halkı azınlık haline  gelecektir. ATAD kararı da aynı doğrultudaki bir düşüncenin eseridir.

ATAD kararının insan haklarını ihlal ettiğini söylediniz. Bir Mahkemenin insan haklarını ihlal etmesi söz konusu olabilir mi?
Bilindiği gibi 21 Aalık 1963 de başlayan çatışmalar sonunda Kıbrısta iki ayrı egemenlik oluşmuştur. Rum egemenliğine girmeyi reddeden Kıbrıs Türk halkı kendi bölgelerinde kendi egemenliği altında yaşamaya başlamıştır. Egemenlik bir halka kendi hukukunu oluşturma hak ve olanağını  tanır. Dolayısıyla Kıbrısta 1963 den sonra iki farklı hukuk oluşmuştur.
Örneğin kuzeyde  bir TV  kanalı yayına başlamışsa iznini Türk Yönetiminden almıştır. Bir şirket kurulmuşsa KKTC  yasalarına göre kurulmuştur. Bir mal satın alınmışsa KKTC yasalarına göre satın alınmıştır.

Dünyada tüm Mahkemeler  kendi devletlerinin yasalarını uygular. KKTC Mahkemeleri  kendi yasalarını uyguladığı gibi Rum Mahkemeleri de kendi yasalarını uygulamaktadırlar.
KKTC deki olaylarda Rum Mahkemelerinin yetkili olacağını söylemek KKTC yasalarının dikkate alınmayacağını  ve  Rum yasalarının uygulanacağını söylemek demektir. Böyle bir durumda KKTC yasalarına göre yapılmış tüm işlemler yasa dışı olacak, KKTC yasalarına uymaktan başka kusuru olmayan insanlar suçlu ve borçlu haline gelecektir.
ATAD kararı    KKTC halkının yıllar süren gayretleri   ile  elde ettikleri tüm kazanımların ve hakların  ortadan kaldırılması anlamına gelmektedir. Bir halkın uyguladığı yasaların  hem de demokratik seçimlerle iş başına gelmiş temsilcilerinin yaptığı yasaların, yıllar sonra geçersiz kabul edilmesi  tarihte benzeri görülmemiş bir olaydır. Geçmişe dönük olarak yapılmış işlemlerin yapılmamış kabul edilmesi ve kazanılmış hakların yok sayılması insan haklarının ağır bir şekilde ihlalidir.

Kararın çok olumsuz olduğunu söylüyorsunuz. Fakat önemli olan kararın halkımıza ne zarar  vereceğidir. ATAD kararı halkımıza pratikte nasıl bir zarar verebilir?
Bu çok yerinde bir soru. Karar teorik olarak KKTC yi tasfiye etmiştir. Kıbrıs Türk halkının üzerine KKTC nin sağladığı korumayı, AB ülkeleri nezdinde kaldırmıştır. Kıbrıs Tük Halkının 1963 den beri uyguladığı  hukuku yok saymıştır. Kıbrıs Türk Halkını AB ülkelerinde Rum Yönetimine tabi hale getirmiştir. Ancak tüm bunlar Rumların yasal olarak elde ettiği olanaklardır.  Uygulamada ne yapabilecekleri  farklı bir konu.   Pratikte  nelerin olabileceğini   yasal durumdan ayrı olarak değerlendirmemiz gerekir.

Konuya şöyle  bakabiliriz.  ATADın  Rum Yönetimi nin ve halkının eline çok büyük bir silah verdiğini düşünebiliriz . ATAD  kararından sonra  Rumlar diledikleri Kıbrıs Türkünü kendi Mahkemelerinde dava edebilecekler ve aldıkları hükümleri  kolaylıkla diğer AB ülkelerinde kaydettirip icra edebileceklerdir.  Davaları  Rum Hükümeti açabileceği  gibi Türklerle  anlaşmazlığı olan herhangi bir Rum  da açabilecektir. Dolayısıyla ATAD  kararı Kıbrıs Türklerini    Rumların tutsağı haline getiren bir karardır. Ancak acaba Rumlar bu olanaktan yararlanma yönüne gidebilecekler mi?

Bir kişiye "yasal olarak komşunu dava edebilirsin , evini  elinden alabilirsin, hatta onu hapse attırabilirsin" diyorsunuz. O size "bu olanağa kavuştuğuma  memnununum ancak yine de bunları yapmak istemem. Yüzüne gülüp onu bahçemde çalıştırmayı tercih ederim" diyebilir. Rum yönetimi iki halk arasına gerginlik yaratılmasını istemediği için KKTC deki olaylarla ilgili Rum Mahkemelerinde dava açılmasını  engelleyebilir, hatta bir yasa ile dava açılmasını yasaklayabilir .  Bu olayın pratik  yönü. Biz olayın hukuk yönü ile yani Rum halkının eline geçen yasal olanakla  ilgileniyoruz ve Rumların uygulamak istemesi halinde Kıbrıs Türklerinin başına  ne gibi felaketler gelebileceğini anlamaya çalışıyoruz.

Hapse atılmadan söz diyorsunuz. Orams davası bir hukuk davası değil mi? ATAD kararının hapislikle ne ilgisi olabilir?
Bu çok yerinde bir soru. Bu konuda kamu oyunda yanlış anlamalar var.  Evet ATAD Orams kararını  bir hukuk davasında vermiştir. Ancak kararın ceza davalarına da etkisi  olacaktır. Orams davasında  tartışma konusu olan 44/2001 sayılı AB Tüzüğüdür. Bu tüzük hukuk davalarında bir AB ülkesinde verilen  Mahkeme hükmünün diğer AB ülkelerinde icrası konusunu düzenlemektedir. ATAD Güney Kıbrısın AB ye katılım anlaşmasına ek 10. Protokolü yorumlamış ve Güney Kıbrıs Mahkemelerinin kuzeydeki olaylarda yargı yetkisi olduğuna karar vermiştir. Verilen karar  hukuk davasında verilmiş  olmasına rağmen  ceza davalarını da kapsayabcak genel bir değerlendirme içermektedir.

İsterseniz bir örnekle durumu anlamaya çalışalım. Kıbrıslı bir Türk iş adamının bir Rum iş adamı ile anlaşmazlığa düştüğünü varsayalım. Rum iş adamı için en kolay çıkış yolu Türkü suçlayıp AB ülkelerinde tutuklatmak olacaktır. Böyle bir olasılık Türk iş adamı üzerinde çok büyük bir baskı oluşturacaktır.

Diyelim ki KKTC  de meydana gelen bir olayla ilgili,  KKTC yasalarına göre suçsuz fakat  Rum yasalarına göre suçlu bir Kıbrıs Türkü Rum iş adamının talebi üzerine  İngilterede tutuklandı ve yargılanmak için Güney Kıbrısa götürülmek isteniyor. İlk başvuracağı kişi bir avukat olacaktır. ATAD kararından önce bu avukat tutuklanan kişiye "hiç merak etme, AB yasaları Kuzey Kıbrısta askıya alınmış durumda, KKTC de meydana gelmiş bir olay nedeniyle seni tutuklayıp Güneye götüremezler" diyecekti.   İşte ATAD kararı  avukatın vereceği bu yanıtı değiştirmiştir. ATAD,10.cu Protokolü yorumlamış ve " gerçi  AB yasaları KKTC de askıya alınmış durumda , ancak buna rağmen Rum Yönetimi Kuzeyde egemendir ve Rum Mahkemelerinin Kuzeydeki olaylarda yargı yetkisi vardır" demiştir. Böylece  Avrupai tutuklama emri ile tutuklanan  Kıbrıs Türkünün  öne sürebileceği en önemli savunmayı elinden almıştır. Bu nedenle Kıbrıs Türkü  Güneye giderek yargılanmaktan ve kaderine razı olmaktan başka çare bulamayacaktır.

ATAD kararı bir felaketmiş  gibi konuşuyorsunuz. Halbuki bu kararın  bir tavsiye kararı olduğu ve İngiltere İstinaf Mahkemesinin bu tavsiyeye uymayabileceği söyleniyor.
Maalesef bu görüşe katılmıyorum.
Orams davasında iki konu tartışılmıştır.
A)Rum Mahkemelerinin KKTC deki olaylarda yargı yetkisi olup olmadığı .
B) Rum Mahkemesinin  Orams davasında verdiği kararın İngilterede icrasının durdurulabilip durdurulamayacağı.
Bu konulardan ilki son derece önemlidir. Tüm KKTC halkını ilgilendirmektedir. KKTC nin tasfiye edilmesi ve KKTC halkının Rumların tutsağı haline gelmesi  konusunu içermektedir. ATAD, AB ülkelerinin her birinden yani 27 ülkeden gelen bir yargıcın oluşturduğu bir mahkeme olup AB hukukunu yorumlayıp karar verme konusunda en yetkili mahkemedir. Dolayısıyla Güney Kıbrısın AB ye girmesinde kabul dilen 10.cu Protokolle ilgili en üst düzeyde karar verecek mahkemedir.

ATAD   10.cu Protokolle ilgili yorumunu yapmış ve son ve kesin kararını vermiştir. Hiçbir mahkemenin bu kararı değiştirmeye yetkisi ve olanağı  yoktur. Bu kararın nasıl ortadan kaldırılabileceğini arzu ederseniz daha sonra konuşabiliriz.

İkinci konu birinci konu ile kıyaslandığı zaman oldukça önemsiz kalmaktadır. Bu konuda verilecek karar 44/ 2001 sayılı Tüzüğün yorumuna bağlı olacaktır ve bu konuda yetkili olup son sözü söyleyecek olan yerel mahkeme  yani İngiltere Mahkemesidir. Buna rağmen  ATAD son sözü söylemeye yetkili olmadığı bu konuya da müdahale ederek Oramsların başarı şansını azaltacak görüşlerini karara eklemiştir.

AB hukuku konusunda son sözü söyleme yetkisi ATAD da olmasına rağmen hukukun açık ve net olduğu durumlarda  yerel mahkemelerin  de  yorum yapıp karar verme yetkisi vardır. İngiltere Yüksek Mahkemesi bu yetkisine dayanarak 10. Protokolü yorumlamış ve AB yasaları Kuzeyde askıya alındığına göre Rum Mahkemelerinin Kuzeydeki olaylarda yargı yetkisi olmadığına karar vermişti.  Böylece kararın  İngilterede icra konusuna girmeden sorunu kökten çözmek istemiştir.

10. Protokolü yorumlama konusunda son sözü söylemeye  ATAD ın yetkili  olduğunu görmüştük.  ATAD bu yetkiyi kullanarak İngiltere Yüksek Mahkemesinin kararını bozmuştur.  Hukukta kararı bozulan alt mahkemenin üst   mahkemenin kararını  değiştirmesi söz konusu olamaz . Bu nedenle ATAD kararının bizim için yıkıcı etkisi olan bölümünü İngiltere Mahkemelerinin değiştirmesini beklemek boşunadır. Kaldı ki ATAD, kendisini fazla ilgilendirmeyen ve  fazla önemi kalmamış olan  icra konusuna da değinerek Orams larla ilgili icranın herhangi bir nedenle durdurulmasını önlemeye çalışmıştır. Bu durumda  İngiltere Mahkemelerine fazla ümit bağlamayıp ATADın kararını değiştirmesini sağlamaya odaklanmamız  gerekmektedir.

Hatalı görüşler olduğunu söylediniz. Bunu açıklar mısınız?
Hukuk teknik bir konu. Bir hukuk sorununu anlamak ve doğru değerlendirmek kolay değildir. Çoğu kez insanlar ayrıntıda boğulurlar ve bir mahkeme kararının nasıl sonuç doğuracağını anlayamazlar.

Hatalı anlamaları önlemek için başvurulabilecek yöntemlerden biri şöyledir. Olayın özü ayrıntıya girmeden basit bir öykü haline getirilerek anlatılır. O zaman herkesin konuyu daha iyi anlama olasılığı ortaya çıkar.

İsterseniz bu yöntemi izleyelim . Önce AB de bir mahkeme hükmünün diğer AB ülkelerinde icrası konusunu  basitleştirip anlatmaya  çalışalım. Belki o zaman Rumların ve ATAD ın bize yapmaya çalıştığı haksızlığı daha iyi anlarız.

Buyur anlatın
Eskiden devletler birbirlerinden tamamen bağımsızdılar.  İngilterede suç işleyen bir kişi Fransaya geçmeyi başardığı anda cezadan kurtulurdu. Bu sorunu önlemek için devletler aralarında suçluların iadesi ve mahkeme  hükümlerinin karşılıklı  olarak icrası  anlaşmaları yapmaya başladılar. Bu anlaşmalarda önemli olan karşılıklılık ilkesi idi.  Devletlerden biri bir suçluyu iade etmediği anda diğer devlet de iade etmezdi.

AB nin kurulup gelişmesi ile Mahkeme hükümlerinin icrası konusunda önemli bir gelişme oldu. Bilindiği gibi AB de iki eğilim vardır. Fransa ve Almanyanın başını çektiği birinci eğilim AB yi bir tek devlet veya ABD gibi bir  federasyon haline getirmektir. Diğer eğilim ise İngilterenin başını çektiği AB yi daha zayıf  bir  yapı içinde tutmaktır.

AB devletleri 2001 yılında Mahkeme Hükümlerinin icrası konusunda bir anlaşmaya vardılar. Uygulanacak prosedürü ise 44/ 2001 sayılı Tüzükte belirlediler.

Varılan anlaşma ve tüzük incelendiği zaman eski karşılıklı icra anlaşmalarının çöpe atıldığı ve tıpkı bir devletin bir eyaletinde verilen hükmün diğer eyaletlerde icrası gibi mahkeme hükümlerinin kolaylıkla icrasının amaçlandığı anlaşılmaktadır. Tüzüğe göre bir üye devlet mahkemesinin verdiği kararın diğer mahkemede kaydı formalite gereği yapılacak bazı kontrollerden sonra çok süratli ve otomatik olmalıdır. İcrayı durdurmak için şikayetçi tarafın kaydın silinmesini sağlamak  amacıyla  mahkemeye başvurması gerekmektedir.  Mahkemenin  "bu karar adil değil, kararda çelişki var, kararda belirtilen olgular yanlış,  karar hukuka aykırı" gibi gerekçelerle  kaydı silme hakkı yoktur. Buna rağmen büyük anomalilerin ortaya çıkmaması  için  Tüzüğün 34.cü maddesinde bazı istisnalara yer verilmiştir. Önemsiz istisnaları bir tarafa bırakırsak bir hükmün icrasını durdurabilmek için yerel mahkemenin  dayanabileceği en önemli  gerekçe  kararın ülkenin kamu politikasına açıkça aykırı olması gerekçesidir.

Orams davası İngiltere İstinaf  Mahkemesine geri döndü. Orada kamu politikası gerekçesi ile Oramslar lehine karar verilebileceği söyleniyor. Bu  görüşe katılıyor musunuz? Kamu politikası ne anlam geliyor?
Bu soruya yanıt vermeden önce izninizle  bir hususu tekrarlamak istiyorum. ATAD kararının 10.cu Protokolle ilgili bölümü yani Rum mahkemelerinin kuzeydeki olaylarda yargı yetkisi olması son derece önemlidir. ATAD bu konuda karar vererek  son sözünü söylemiştir.  KKTC hukukunu yok saymış ve  KKTC halkını Rumların azınlığı olarak kabul ettiğini ifade etmiştir. Bu konuda en yetkili mahkeme ATAD olduğu için İngiltere Mahkemelerinin kararın bu bölümünü  değiştirme olanağı yoktur.  Kararın bu bölümü  ancak yine ATAD tarafından  davanın tekrar dinlenmesi (iadei muhakeme) ile veya AB ile yeni bir anlaşma yapılması ile değiştirilebilir. İsterseniz ATAD kararının  nasıl ortadan kalkabileceğini söyleşinin sonunda ele alıp inceleyelim.

ATAD kararının diğer bölümü yani   Rum Mahkemesinin  verdiği kararın İngilterede icrası ile ilgili görüşleri de çok olumsuzdur. Ancak bu konuda son sözü söylemeye yetkili olan yerel mahkeme yani İngiltere mahkemesi olduğu için ATAD son sözü söyleyebilmiş değildir.

Dava İngiltereye geri dönmüş durumda. Davanın sonucu ne olacak dersiniz?
Orams davasında verilecek karar 44/2001 sayılı Tüzüğün  34.cü maddesinin yorumuna bağlı olacaktır. Bu madde, icranın  uygulanacağı  devlet mahkemesinin(İngiltere Mahkemesinin) "bu karar benim ülkemin kamu politikasına ilişkin hukukuna  açıkça aykırıdır"  diyerek icrayı durdurabileceğini belirtmektedir. Ancak bu 34 üncü maddeden yaralanmak kolay olmayacaktır.

2001 yılında tüzük kabul edildiği zaman  kamu politikası deyiminin ne anlama geldiğini kimse bilmiyordu. AB diğer yeniliklerinin veya acayipliklerinin   yanı sıra hukuk alanında da yeni kavramlar üreten bir kuruluştur. Öyle sanıyorum ki o tarihte AB yi tek devlet haline getirmeye çalışan görüşle  bundan kaygı duyup bu yönde  fazla ileri gitmek istemeyen görüş mücadele halinde idi. AB yi tek devlet haline getirmek isteyenler bir devlette verilen hükmün diğer devletlerde otomatik olarak iki eyalet arasında olduğu gibi icrasını sağlayacak bir sistem öneriyorlardı.  Diğerleri ise ortaya çıkabilecek anomalilere karşılık yerel mahkemeye daha fazla icrayı durdurma  yetkisi tanınmasını istiyorlardı. Bazı dahi kişiler(!) araya girerek  kimsenin anlamadığı bir deyimle sorunu çözmeye çalıştılar ve "kamu politikası" ilkesini tüzüğe koydular. İki taraf da tanımı  yapılmamış bu  ilkeyi kendilerine göre yorumlayabileceklerini düşünerek   memnun kaldılar.

Kuşku yok ki bunları tahmin ederek söylüyorum. Burada vurgulamaya çalıştığım kolaya kaçan bu yöntemin isabetli bir yöntem olmadığıdır. Doğru olan yasalarda ve tüzüklerde  herkesin anlamını bildiği ve emin olduğu deyimleri kullanmaktır.
Bakın en güvendiğimiz hukukçular bile kamu politikası deyimini yanlış anlıyorlar. Zannediyorlar  kamu politikası Hükümetlerin karar verebileceği bir konudur.  Dolayısıyla İngiltere Hükümeti  "Orams kararının uygulanması benim kamu politikama aykırıdır" dediği anda  sorun çözülecektir. Maalesef Tüzüğü ve ATAD kararını okuduğumuz zaman durumun hiç de öyle olmadığını anlıyoruz.

Tüzüğe göre icrayı  durdurabilmek için İngiltere Mahkemesinin icranın İngilterede  kamu politikasına ilişkin bir hukuk  ilkesini açıkça ihlal edeceği yönünde bulgu  yapması gerekir.
Kamu politikası konusunda karar verme yetkisinin yerel  mahkemede yani İngiltere mahkemesinde olduğunu görmüştük. Ancak ATAD buna da müdahale etmeye çalışmış  ve kararına Oramslar lehine karar verilmesini engelleyecek  görüşler eklemiştir. ATAD a göre 44/ 2001 sayılı Tüzük AB hukukunu oluşturmaktadır. AB hukuku konusunda en üst karar verme   yetkisi ATAD da olduğuna göre icra konusunda da yerel mahkemeyi yönlendirme yetkisi bulunmaktadır. ATAD bu yetkiye dayanarak bir AB ülkesi mahkemesi hükmünün diğer AB ülkesinde icrasının kolay ve otomatik olması  gerektiğini ve  sadece istisnai durumlarda yerel mahkemenin icrayı  durdurma yönüne gitmesi gerektiğini belirtmiştir. ATAD a göre kamu politikasını ilgilendiren bu istisnai neden kararın uygulanacağı ülkede  yasal düzeni etkileyecek temel bir hukuk ilkesinin açıkça ihlali  olmalıdır.

ATAD kararını okuyanlar anlıyorlar ki İngiltere İstinaf Mahkemesi sadece görüş sormuş , bir tavsiye kararı almış ve daha sonra bildiği gibi yoluna devam edecek değildir.  ATAD , KKTC nin varlığına son vererek Kıbrıs Türk Halkını  Rumların tutsağı haline getirmekle kalmamış,  İngiltere mahkemesine Oramslar lehine karar vermemesi için aba altında sopa göstermiştir.

Oramslar lehine karar verilme olasılığı yok mu?
ATAD ın müdahalesine rağmen Oramslarla ilgili ümit tamamen ortadan kalkmış değildir. Bir örnek verecek olursak  İngiltere'de farklı etnik toplumların ahenkli yaşamasının ve düşmanlık tohumlarının atılmamasının  bir kamu politikası olduğu ve bu politikanın bir hukuk ilkesi haline geldiği düşünülebilir.  Orams kararının İngiterede uygulanmasının İngilterede yaşayan Kıbrıslı Türk,  Rum  ve İngiliz toplumları arasında nefret duyguları oluşturacağı öne sürülebilir. Bu veya buna benzer gerekçelerle İngiltere Mahkemesi Oramslarla ilgili icrayı durdurulabilir. Ancak acaba bunu yapabilecek mi? Daha önce  KKTC lehine verdiği kararı bozulmuş , küçük düşürülmüş ve Oramslar lehine karar vermemesi için ATAD tarafından uyarılmış bir İngiliz Mahkemesi  bu kararı nasıl verecektir?

İngiltere Mahkemesinin icrayı durdurması sorunu çözecek mi?
Hayır , çözmeyecektir. Çünkü İngiltere Mahkemesi sadece kendi ülkesinde icrayı durdurabilecektir. Oramslar aleyhinde diğer 26 ülkede icraya devam edilebilecektir. Ayrıca unutmamak gerekir ki Oramslar aleyhine verilen karar sadece evin yıkılması ve tazminat ödenmesi kararı değildir. Oramsların arsayı  iade edinceye kadar her ay kira niteliğinde tazminat ödemeye devam etmelerine  karar verilmiştir. Oramslar evi iade edemedikleri için  borçları sürekli olarak artacaktır ve İngiltere dışında tüm AB ülkelerinde aranan borçlular haline geleceklerdir.

ATAD kararından sonra Rumların Rum Mahkemelerinde dava açıp karar alması çok kolay  olacaktır. Çünkü ATAD Oramslara savunma hakkı dahi tanımayan Rum mahkeme kararlarını onaylamıştır. Rum Mahkeme kararlarının  İngilterede kaydı  ise  formalite icabı yapılacak  basit bir kontrolden sonra çok kolay  gerçekleşebilecektir. İcrayı durdurabilmek için ise Davalının İngiltere Yüksek Mahkemesinde dava açarak kaydın silinmesini talep etmesi gerekir ki  bunun  son derece masraflı ve zahmetli bir iş olduğu açıktır. Özetle ATAD Rumların Türkleri dava ederek sonuç almasını  kolaylaştırırken Türklerin önüne aşılması çok zor veya imkansız güçlükler koymuştur.

Bu nedenlerle bu aşamadan sonra İngiltere mahkemelerine fazla  ümit bağlamadan ATAD kararının değişmesini sağlamaya çalışmamız gerekmektedir.

ATAD kararının başka hatalı yönleri var mı?
Maalesef vardır. Sorunlardan biri de Tüzüğün amacından saptırılmış olmasıdır. Az önce konuştuğumuz  gibi 44/2001 Sayılı Tüzüğün amacı, bir AB ülkesinde verilen mahkeme hükmünün diğer AB ülkelerinde icrasıdır. AB nin gittikçe tek devlete veya bir  federasyona dönüştüğü dikkate alındığında bu Tüzüğün mantıklı ve  yararlı bir tüzük olduğu düşünülebilir. Ne var ki Rum Yönetimi AB ye girdikten sonra tüzüğü bu yararlı amaç için kullanmak yerine çok farklı bir amaç için, KKTC  ekonomisini çökertmek , KKTC yi tasfiye etmek ve KKTC ye  egemen olmak için kullanmaya teşebbüs etmiştir.  AB Tüzüğünü kendi siyasi hedeflerine ulaşmak için bir araç olarak kullanmaya çalışmıştır. Bu, hukukun amacından saptırılması;  belli bir amaç için oluşturulan  hukukun, başka bir amaç için kullanılması anlamına gelmektedir. ATAD bu konuda Rum Yönetimi ile aynı doğrultuda hareket etmiştir.  Davada aktif bir savunma yapılsa bu sapmaya fırsat verilmeyebilirdi.

Savunmada pasif davranıldığını mı söylemek istiyorsunuz?
Evet bunu söylemeye çalışıyorum. Daha kötüsü bir saptırmanın da KKTC den geldiği kanısındayım. Oramslar bir çok yabancı gibi KKTC yasalarına uygun hareket ederek ev sahibi olmuş bir aile . Onların KKTC yasalarına ve tapularına güvenmekten başka bir kusurları yok . Oramsları  dava etmek aslında KKTC deki hukuk düzenini ve KKTC yi dava etmektir. Böyle bir durumda KKTC nin ilk fırsatta ortaya çıkıp davaya katılması ve KKTC deki hukuk düzeninin yasal olduğunu ve başka bir ülke mahkemesinin bu konuyu tartışmaya hakkı olmadığını öne sürmesi gerekiyordu. KKTC deki hukuk düzenini  geçmişe dönük olarak yok saymanın insan haklarını ihlal edeceği öne sürülmeliydi. Bunlar gibi KKTC nin öne sürebileceği, fakat Oramsların öne süremeyeceği temel argümanlar vardı. Bu iddiaların öne sürülmemesi davada bir eksiklik oluşturmuştur. KKTCnin  Oramsların arkasına saklanarak  savunma yaptığı görüntüsünü yaratmıştır.

Bir davada adil sonuç alabilmek için anlaşmazlığın özünü mahkemenin önüne getirmek ve gerçek sorunu tartışmak gerekir. Bu yapılmadığı zaman çarpık bir sonuç çıkması kaçınılmazdır. Nitekim Oram davasında ATAD davaya katılmayan ve kendini gereği gibi savunmayan  KKTC yi tasfiye etmiş ve KKTC halkını Rum yönetimi ile halkının  tutsağı haline getirmiştir. Kendini savunan Oramsların da işini zorlaştırmakla birlikte İngilteredeki evlerini kurtarmaları için açık kapı bırakmıştır.

Özetle önümüzde amacından saptırılan bir tüzük ve gerçek anlaşmazlığı tartışmayan bir yargılama bulunmaktadır.

Kıbrıs Türklerinin ATAD kararından sonra AB ülkelerinde tutuklanabileceğini söylediniz. Suç ve cezalardaki yasal durum nedir?
2001 yılında hukuk davalarına ilişkin anlaşmanın hemen arkasından 2002 yılında AB ülkeleri suç ve cezalarla ilgili de bir anlaşmaya vardılar. Bu anlaşmada bir AB devletinde verilen tutukluluk  veya hapislik emrinin diğer AB  ülkelerde  fazla formaliteye takılmadan uygulanmasını  kabul ettiler.

Amaç  hukuk davalarındaki amacın aynı idi. AB nin zamanla bir tek devlete dönüşmesi öngörüldüğü  için bir ülke mahkemesinin verdiği kararın diğer ülkelerde kolaylıkla takibi ve sanığın  tutuklanarak infaz veya yargılanmak için kararı veren ülkeye götürülmesi  düşünülüyordu. Diğer taraftan ciddi olmayan suçlarda başvuru yapılarak  sistemin tıkanmasının önüne geçilmek istenmiştir. Bu nedenle Avrupai Tutukluluk Emri denilen bu uygulamanın yapılabilmesi için işlendiği iddia edilen suçun 1 yıldan fazla bir cezayla cezalandırılabilen bir suç olması gerektiği kabul edilmiştir. Hapis cezası verilmişse verilen  cezanın   4 aydan fazla olması gerektiği kabul edilmiştir.

2004 yılında AB ye giren Kıbrıs Rum Yönetimi bu düzenlemeleri hazır buldu. Fakat amacı AB nin bu olanaklarından yararlanmak değil  egemenliğini kuzeye yaymaktı. Bu nedenle  2006 yılında yasalarında değişiklikler yaparak karşılaşacağı engelleri ortadan kaldırmaya çalıştı.
Fasıl 154 Kıbrıs Ceza Yasasında taşınmaz mallara ilişkin suçlar Rum Yönetiminin amaçları açısından yetersizdi.  Yasanın 303 üncü maddesinde bir taşınmaz malın hileli olarak satılması suçu  düzenlenmiş olmakla birlikte bu geçmişte normal mülkiyet ilişkileri göz önünde bulundurularak hazırlanmış bir  madde idi ve suç işlendiğinin  kanıtlanması çok zordu. Bu nedenle Rum Yönetimi 303 üncü  maddeyi değiştirerek kuzeyde kalan eski Rum mallarını geliştirmeyi, kullanmayı, kiralamayı, satmayı ve bu fiillere aracılık yapmayı suç haline getirdi ve bu suçlara 7 yıla kadar hapislik cezası öngördü.
Yapılan değişiklikten sonra  KKTC de yaşayan hemen herkes suçlu haline geldi ve hemen herkesin AB ülkelerinde tutuklanarak yargılanmak için Güneye götürülme olasılığı doğdu. ATAD, 10un cu Protokolde AB yasalarının Kuzeyde uygulanmayacağı şartını Rum Mahkemelerinin Kuzeydeki olaylarda yargı yetkisi olduğu şeklinde yorumlayarak tutuklanan kişilerin öne sürebileceği en önemli savunmayı ortadan kaldırdı.

Ceza davalarının  hukuk davalarından tek farkı hukuk davalarında birey olarak her Rumun Mahkemeye başvurma olanağı bulunmasına karşılık, suçlarda Rum Savcılığın devreye girmesinin gerekli olmasıdır. Savcılık ise Rum Yönetimine bağlıdır. Acaba Rum Yönetimi eline geçen bu silahı kullanacak mı ? Kullanacaksa ne zaman kullanacak? Bu konuda tahminde bulunmak herkesin kendi takdirine kalmış bir husus.

KKTC nin Orams davasına katılması ve kendi savunmasını yapması  gerektiğini söylüyorsunuz. Bunu niçin gerekli görüyorsunuz?
Bir an için kendimizi ATAD daki yargıçların yerine koyalım. Başkanın taraf tutmasını bir tarafa bırakalım . Yargıçlar heyetinde  Rumların etkilemeyi başaramadığı tarafsız bir yargıç varsa bu yargıcın bizim lehimize karar verebilip veremeyeceğini araştıralım.
Biz, 21 Aralık 1963 en beri ayrı egemenliği olan ve ayrı devlet kurmuş olan bir halkız. Her şeyimizi devletimize borçlu olduğumuz gibi, haklılığımızın kaynağı da  devletimizdir. Devlet olmayan kuruluşların yasa yapma , mahkeme oluşturma ve  tapu verme hakları yoktur. Biz bir devletin yapabileceği her şeyi yaptığımız gibi birçok devletin başaramadığı işleri de başarmış durumdayız. Örneğin bir çok devletin imrendiği bir demokrasimiz var.

1959 ve 1960 da eşit halk olmamız ve Rumların ortak devleti yıkmaları nedeniyle KKTC nin Rum devletinden daha yasal olduğunu konuştuk. Bu tutarlı bir görüştür. Buna  rağmen biz bu iddiayı yapmıyoruz ve  dünyaya ayrı devlet olmaya çalışmış ve bunun zor olduğunu görünce bu olanaktan vazgeçmiş  bir izlenim veriyoruz. Daha sonra bağımsız devletlerin yararlandığı  olanaklardan yararlanmaya çalışıyoruz. Burada bir çelişki vardır.

Belki siyasiler konuları bu kadar net görmezler ancak yargıçların böyle gördüğüne eminim. ATAD da görev yapan tarafsız bir yargıcı ele alalım. Geçmişte yıllarca bağımsız bir devlet gibi hareket etmiş olan , kendi hukukunu oluşturan , yasa yapan, tapu veren fakat son zamanlarda bağımsız  devlet olmaktan vazgeçmiş gibi hareket  eden, yani çelişkiler içinde bir kuruluş için niye  zahmete girsin? Niye  taraf tutan Mahkeme başkanı ile kavga edip bizim lehimize  karar vermeye çalışsın.

Biz bağımsız bir devlet olmaktan vaz mı geçtik?
Fiilen bağımsız devlet olmaktan vazgeçmek mümkün değil. Yasama, Yürütme ve Yargı organlarımız görevlerinin başında.  Geçmişte bağımsız bir devlet olarak yaptığımız işlerden vazgeçmemiz de mümkün değil. Çünkü bunu yapmak ülkenin kaosa sürüklenmesi demektir. Buna rağmen uluslar arası davalarda ve uluslar arası ilişkilerde devletimizden vazgeçtiğimiz  izlenimini veriyoruz. Tehlikeli olan budur.

İsterseniz bir örnek vereyim.  AB devletlerin üye olduğu bir birliktir. Devlet olmayan kuruluşlar AB ye  ancak bir azınlık olarak girebilir. Devletlerin AB ye girişinde uygulanan bir prosedür vardır. Bir katılım anlaşmasının yapılması gerekir. Biz bu prosedüre uymadan AB ye girmeye çalışıyoruz. AB bizi Rum Yönetiminin azınlığı olarak kabul ettiğini ifade ediyor. Buna ses çıkarmıyoruz. Bu yaklaşım bizim bağımsız bir devlet olmaktan vazgeçtiğimiz izlenimi uyandırmıyor mu? Bu tutum ATADın aleyhimize karar vermesine yardımcı olmuyor mu?
ATAD kararı bizim için bir felakettir. Çünkü kendi yasalarımıza göre yaptığımız işlerin yasa dışı olduğuna karar vermiştir. Bu karara göre 1963 en beri yaptığımız tüm işler  yasallığını yitirecektir. Bu sorunu  çözmek için haklarımızın kaynağı olan KKTC ye sahip çıkmaktan başka alternatifimiz var mı?
KKTC yi ön plana çıkarmak davada savunma yapmayı zorlaştırmaz mı?
Hayır savunma yapmayı kolaylaştıracaktır. İsterseniz bir benzetme ile bunu açıklamaya çalışayım. Bir kişinin aleyhine oturduğu evde işgalci olduğu iddiası ile tahliye davası açıldığını varsayalım. Davalı  davanın özünde haklı, çünkü evin gerçek sahibi kendisi.  Fakat saygılı ve uyumlu olmak için evin kendisine ait olduğunu kanıtlamaya  çekiniyor. Daha sonra evden atılmamak için bin dereden su getiriyor. Kuşku yok ki bu durumda işi çok daha zor olacaktır. Bizim KKTC nin yasal bir devlet olduğunu öne sürmeden ve KKTC yi  savunmadan, KKTC tapularının yasal olduğunu öne sürmemiz buna benzemektedir.

ATAD,  KKTC nin davaya katılmasını kabul eder mi?
Kabul etmek zorundadır.  Çünkü bir davada adil yargılama yapılabilmesi için davadan etkilenecek  kişi veya kuruluşlara söz hakkı verilmesi gerekir.  Bu  hukukun  temel  ilkelerinden biridir. ATAD dinlediği birçok davada davanın sonucundan etkilenecek  kuruluşlara  söz hakkı vermiştir. Bu nedenle KKTC  nin davaya katılmasını kabul etmese bile  söz hakkı vermek zorunda kalacaktı. Söz hakkı vermemesi bir hukuk skandalı olurdu.

KKTC  ye söz hakkı verilmesinin  ne yararı olabilirdi ?
ATAD, KKTC ye söz hakkı verdiği anda KKTC haklılığını kanıtlayan temel iddialarını öne sürülebilecekti. Unutmamak gerekir ki Orams davasında Türk tarafı ayrıntıda değil davanın özünde haklıdır. KKTC  davaya katıldığı zaman davanın iki kişi arasında bir dava olmadığını, iki halk ve iki devlet  arasında bir dava olduğunu öne sürebilecekti. Bu durumda Oramsların davayı takip etmesine gerek dahi kalmayacaktı. KKTC katıldığı zaman  Rum Yönetiminin  Türk halkının onayını almadan Kıbrıs Cumhuriyeti adı altında AB ye  girmesinin AB hukukuna  uygun olup olmadığını ATAD a sorabilecekti. KKTC de yaşayan insanlara sormadan KKTC topraklarını AB ye almanın AB hukukuna  ve ilkelerine uygun olup olmadığını sorabilecekti. Rum Mahkemelerinin Anayasaya uygun olarak kurulan mahkemeler  olmadığını öne sürebilecekti. Bunlara benzer Oramsları değil KKTCyi ilgilendiren sorularla davanın seyri değiştirilebilirdi.

Rum Yönetiminin AB ye girmesine itiraz etmemiz gerektiğini söylüyorsunuz . Halbuki Türkiyenin  bu konuda itirazı olmadı. Bizim itiraz etme olanağımız var mıydı?
Anlaşılamayan hususlardan biri de budur. Kıbrıs Türk halkı Türkiyeden ayrı olarak Zürih ve Londra anlaşmalarına taraf olmuştu. Kıbrıs Cumhuriyetinin ayrı seçimlere dayanarak kurulması Kıbrıs Türk Halkının ayrı self determinasyon hakkı olduğunu kanıtlıyordu. Anayasa iki halkın eşitliği ilkesini benimsemişti. Kıbrıs Türk Halkı, Cumhuriyetin iki eşit kurucu ortağından biri idi. Bu nedenle bizim uluslar arası hukukta  Türkiyeden ayrı bir  kimliğimiz ve statümüz vardır. Bu kimlik ve statü kendi kaderini tayin hakkı olan egemen bir halk statüsüdür. KKTC nin bağımsız ve Rum Yönetiminden daha yasal bir devlet olduğunu kabul etmeyenler bile Kıbrısta eşit egemen iki halk olduğunu  kabul etmek zorundadırlar. KKTC  halkının bu statü altında da Rum Yönetiminin AB ye girmesine itiraz etme ve  egemenliğini Kuzeye yayma girişimlerine karşı durma hakkı vardır. Anavatanımız kendi koşulları nedeniyle Rum Yönetiminin AB ye girmesine itiraz etmemiş olabilir. Bu, Kıbrıs Türk halkının itiraz hakkını yitirdiği anlamına gelmez. Kuşku yok ki uluslar arası ilişkilerde Anavatanla birlikte hareket edeceğiz. Ancak Anavatan bizden " ben itiraz etmiyorum, siz  de itiraz etmeyin" diye bir  ricada bulundu mu? Bulunmuş değildir. Gerçekte biz böyle bir hakkımız olmadığını düşündüğümüz ve Rum görüşlerinin etkisi altında kaldığımız  için itiraz etmiyoruz. Başka bir ortamda değilse bile Mahkemelerde dava açıldığı zaman bu itirazı yapmamız mümkündür.

Rumlar  uluslar arası davalarda sürekli başarı kazanıyorlar bunun sırrı nedir?
Haklarımızın KKTC ye bağlı olduğunu, bu nedenle uluslar arası davalarda KKTC yi ön plana çıkarmamız gerektiğini, bunu yapmadığımız zaman KKTC de meydana gelen olayların yasal olduğunu kanıtlamamızın  daha  zor olduğunu gördük. Bunun dışında  uluslar arası davaları takip etme yöntemimizi de sorgulamamız gerekmektedir.

İki türlü dava takip etme  yöntemi vardır. Biri  saygılı ve uyumlu , diğeri görünüşte saygılı fakat gerçekte kavga eder gibi . Saygılı yöntemde ayıp olmasın diye bir çok şey yapılmaz; birçok iddia öne sürülmez. Bizim davanın ATAD a havale edilmesine ve Skourisin davada yer almasına itiraz etmememiz gibi.  Kavga yönteminde ise her taktik uygulanır. Rumların Skourise ödül vermeleri gibi. Yargıçlar saygılı ve uyumlu yöntemi izleyenlerden memnundurlar ve onlara iltifat ederler. Fakat davaları sonuçta kavga yöntemini tercih edenler kazanıyor.

Davalarda kavga yöntemini uygulamamız  gerektiğini mi söylemek istiyorsunuz?.
Hayır. Genelleme yapmak istemiyorum. Söylemek istediğim karşı taraf kavga yöntemine başvurmuşsa bizim  de buna denk bir  savunma yapmamız gerektiğidir. Karşı tarafın uyguladığı  taktiklere karşı  aynı uyanıklık ve titizlik içinde önlemler almamız  gerektiğidir. Daha açık bir ifadeyle  davaları kazanmak için Rumların yaptığı mücadeleye denk ve benzer  bir mücadele yapmamız gerektiğini düşünüyorum.

Rumların yaptığı mücadeleye denk bir mücadelede neler yapmamız gerekiyor?
İsterseniz bir örnekle bu soruya yanıt vereyim. Rumlar sürekli olarak Türkiyenin 1974 de Kuzey Kıbrısı işgal ettiğini ve kuzeyde yaşayan  Rumları Güneye gitmeye zorlayarak etnik temizlik uyguladığını söylemektedirler. Tüm dünya aydınlarında bu propagandanın izi kalmıştır. Bu iddia  Kıbrısla ilgili davaları dinleyen yargıçların bilinç altına da  yerleşmiştir. Bu nedenle  yargıçların "Türk tarafını desteklersem   moral yönden yanlış bir şey yapmış olurum. Suç ortağı olurum" kaygısını duymaları doğaldır. Biz Rum iddialarına karşı 1974 Barış Harekatının uluslararası anlaşmalara uygun olduğunu ve diğer  bilinen  argümanlarımızı yapıyoruz.  İki tarafın iddiaları kıyaslandığı zaman Rum iddialarının çok daha dramatik ve etkileyici olduğu  görülür.

Rum iddialarına karşı ne söylenebilirdi?
Rum iddialarına denk olabilecek şöyle iddialar yapılabilirdi. "1963-1974 arası Kıbrısta  Türklere karşı etnik temizlik suçları işlenmiştir . Bu devrede Kıbrısta meydana gelen olayların gerçek  niteliğini açıklayacak yazılı iki belge vardır. Akritas ve İfestos planları. Biz ileri yaştaki Kıbrıs Türkleri geçmiş olayları anımsadığımız için Kıbrısta neler olduğunu biliyoruz. Halbuki gençlerin ve bir yabancının bu planları okumadan Kıbrıs sorununu anlaması mümkün değildir. Rumlar Kıbrısta Türklere karşı tekrar tekrar etnik temizlik girişiminde bulundular ve bu nedenle Kıbrıs toplu mezarların bulunduğu bir yer haline geldi. Barış Harekatı uluslararası anlaşmalara uygun olmasının yanı sıra Kıbrıs Türklerine karşı işlenen etnik temizlik suçlarını durdurması ve  son vermesi açısından da çok haklı ve takdir edilmesi gereken bir harekâttır. Barış Harekâtı Kıbrısın Kuzeyinde Türklerinin yaşayabileceği güvenli bir  bölge oluşturmuş ve nüfus mübadele anlaşması sonucu Kıbrısta can güvenliği sağlanmıştır. Rum iddiaları bu güvenlik bölgesini ortadan kaldırmaya yöneliktir. Güvenliğin ortadan kalkması halinde   etnik temizlik suçları yeniden işlenmeye başlanacaktır". Delillerle desteklenen öyle bir tanıtım tarafsız yargıçların bilinç altında "Rumlar lehine karar verirsem etnik temizlik suçlarının  yeniden işlenmesine  kapı açabilirim. Rumların suç ortağı durumuna düşebilirim"  kaygısını uyandıracak ve davada  bir denge oluşacaktı.

Bu iddialar öne sürülmüyor mu?
Hayır sürülmüyor. Daha acı olan durum  şudur. Bazen Rumların işgal iddiasına karşı sessiz kalınarak  onay dahi verilmektedir. İsterseniz  bir örnek vereyim. Bildiğiniz gibi  İngiltere Mahkemelerinde Kıbrıs Türklerinin lehine iki önemli karar verilmiştir. Birinci karar 1977 yılında verilmiş olan Hesperides kararıdır. Diğeri 2006 yılında İngiltere Yüksek Mahkemesinin Orams  davasında  verdiği karardır. Bu kararların ikisinde de Kuzey Kıbrıstan gerçek ismiyle söz edilmektedir ve Kuzeyin Türkiye tarafından işgal edildiği görüşü yoktur. Daha sonra dava İngiltere İstinaf mahkemesinde görüşülürken Rumlar ATAD a havale talebinde bulundular. Davayı izleyenler bunun tehlikeli bir gelişme olduğunu görüyorlardı. Buna rağmen havale talebine  itiraz edilmedi. Gerekçe olarak  " itiraz etsek de Hakim havaleyi yapacaktı itiraz etmeyerek sorulan sorulara katkıda bulunduk ve avantajlı  duruma geçtik"  iddiası yapıldı. İşte  müşterek hazırlanan soruların  gerekçesinde  de KKTC den  işgal bölgesi olarak söz edilmektedir.

Bizim Orams davasını  kaybetmeye çalıştığımız şeklinde bir görüş var. Siz bu görüşe katılıyor musunuz?
Hayır   katılmıyorum. Davanın yürütülmesinde  kötü niyet görmüyorum. Burada davanın Rumların yaptığı gibi heyecan ve  titizlik içinde yürütülmemesi durumu vardır.  Diğer bir sorun ise soyut durumların pratikte nasıl bir sonuç doğuracağını değerlendirememektir. Rumlar ATAD a sorulan soruların gerekçesinde "Türkiyenin Kuzey Kıbrısı işgal ettiği" görüşünün yer almasının ne sonuç doğuracağını biliyorlardı. Belki de ATAD daki kaç yargıcın bu görüşten etkilenebileceğini de biliyorlardı. Rum iddialarına karşı KKTC topaklarının "Rum saldırılarının ve etnik temizlik suçlarının önlendiği  bölge"  olarak tanımlanması müthiş bir denge oluşturabilirdi. Müşterek bir metin hazırlandığına göre biz işgal sözcüğünün yanı sıra bu sözcüklerin de metinde yer almasında ısrarlı olabilirdik. Bu  girişim üzerine Rumlar büyük bir olasılıkla geri adım atacak ve  işgal sözcüğünden vazgeçeceklerdi.
ATAD a havale KKTC de inşaat sektörü kalkınmasını durdurmuştur. Çünkü KKTC ye gelerek tatil evi alan insanların hukukçuları bu gelişmenin  pratikte nasıl bir  sonuç doğuracağını görüyorlardı. Oramslara ilişkin kişisel icra konularını  bir tarafa bırakarak KKTCdeki tüm taşınmaz malların  yasallığını tartışma konusu yapacak  soruların ATADa  sorulmasının davayı nereye götüreceğini tahmin edebiliyorlardı. Bu nedenle müvekkillerine KKTCden uzak durma  tavsiyesi yapmaya başladılar.

2004 -2007 yılları arasında KKTC de  gerçekleşen muazzam kalkınma bir çok kişi tarafından hatalı yorumlanmıştır. Yatırım yapan şirketlerin hukukçuları ile konuşanlar bu konuda daha gerçekçi bir bilgi sahibi olabiliyorlardı. Bu hukukçulara göre  2004 referandumunda hayır demekle Rum kesimi dünyanın sempatisini yitirmiş, geçmişten beri öne sürülen Türk iddiaları haklılık kazanmış ve artık Türk tapuları tartışılamayacak konuma gelmişti. Bu nedenle müvekkillerine Kıbrısa yatırım yapma tavsiyesi yapmaya başlamışlardı.  KKTC tapularına güven duyma kalkınmanın temelinde yatan görüş idi. Bu durumda KKTC  Hükümetinin KKTC tapularına duyulan güveni nasıl artıracağını düşünmesi ve  bu yönde hareket etmesi gerekiyordu. Dünyanın gözü önünde KKTC tapularının geçerliliği tartışma konusu olunca ve bu konu  itirazsız Türklerin mevcut olmadığı ATAD gibi bir Mahkemeye havale edilince yabancı hukukçular durumun hiç de tahmin ettikleri gibi olmadığını anladılar. Müvekkillerine Türklerin hatalı bir yolda olduğunu anlattılar ve KKTC delki kalkınma birdenbire durdu. Halbuki KKTC deki kalkınmanın devamı Kuzeyle Güney arasındaki ekonomik dengeyi sağlayacak ve Kıbrısa gerçek barış gelecekti.

ATAD a soru sorulmaması gerektiğini söylediniz. Halbuki Türk tarafı itiraz etse bileATAD a havalenin kaçınılmaz olduğunu  öne sürenler var.
Bu tartışmalar  geçmişte kaldığı için üzerinde durarak zaman kaybetmeyi doğru görmüyorum. Özetle  şunu belirteyim. Hukukta önemli olan temel ilkeyi kavramaktır. Daha sonra sorun kendiliğinden çözülür. Orams davasında iki konu tartışılıyordu. 10. cu Protokolün yorumu yani Rum Mahkemelerinin KKTC de meydana gelen  olaylarda yargı yetkisi olup olmadığı ve 44/2001 sayılı Tüzüğün yorumu yani Rum mahkemesinin Orams davasında verdiği kararın İngilterede icra edilebilip edilemeyeceği. Birinci konuda son kararı  verme yetkisinin ATAD da olduğunu diğer konuda ise İngiltere Mahkemesinde olduğunu görmüştük.  Havale konusunda davayı dinleyen Mahkemenin takdir hakkı vardır ve gerekli olması halinde havaleyi yapma yönüne gider.   Birinci konuda ATAD a soru sormanın mantığı  olabilirdi. Gerçi ben yapılan itirazlarla bu konudaki havalenin de engellenebileceği görüşündeyim, fakat bu görüşümü bir tarafa bırakalım. Acaba Oramsların açtığı davada 10. Protokolle ilgili bir karar vermek gerekli miydi? Değildi. Çünkü Tüzük çerçevesinde verilecek kararla dava sonuçlandırılabilirdi.

ATAD a  havalede izlenen prosedür bizim Anayasa Mahkemesi davalarında uyguladığımız  prosedürün  benzeridir. Bir davada taraflardan biri uygulanmak istenen yasanın Anayasaya aykırı olduğunu öne sürerse havale otomatik olarak yapılmaz. Yargıcın "acaba bu soruyu Anayasa Mahkemesine  sormadan  davayı sonuçlandırma   olanağım  yok mu" diye araştırma yapması gerekir. Eğer soruyu sormadan davayı sonuçlandırma olanağı varsa yargıç  havale talebini reddetmek zorundadır. Çünkü Anayasa Mahkemesini gereksiz yere meşgul etmek doğru değildir. Üst mahkemeler akademik konuları ele alarak karar veren , gereksiz tartışmaları karara bağlayan kuruluşlar değildir. Orams davasında Rum Mahkeme kararının İngiltere'de yapılan kaydının silinmesi talep edilmişti. Bu talebi sonuçlandırmak için  sadece 44/2001 sayılı Tüzük çerçevesinde  karar vermek yeterli idi. Davaya ara vermenin ve tüm KKTC yi etkileyecek Rum Mahkemelerinin kuzeyde yargı yetkisi olup olmadığını sormanın bir anlamı yoktu.
Özetle İngiltere İstinaf Mahkemesinde ATAD a havale talebi yapıldığı zaman gerekli titizlik gösterilse havalenin önlenebileceği, bu durumda KKTC deki inşaat sektörü kalkınmasının devam edeceği ve Kıbrısta iki halkın ekonomik eşitliğine dayanan barış şansının artacağı görüşündeyim.

ATAD kararının bir felaket olduğunu ve İngiltere Mahkemesinin buna çözüm bulamayacağını söylediniz. O zaman ne yapmak gerekiyor?
ATAD kararı 1959/1960 dan beri halkımızın sahip olduğu yasal hakları ortadan kaldırmış ve bizi Rum Yönetiminin  azınlığı, hatta tutsağı haline getirmiştir.  Bu karardan sonra İngiltere Mahkemelerinin vereceği kararın da  fazla yararı olmayacağını konuştuk. Bu durumda ATAD kararının etkisinden nasıl kurtulabileceğimizi  araştırmamız  gerekmektedir.
Bunun için iki yol düşünülebilir.            
                             
A)ATADın davayı tekrar dinlemesini sağlama
B) Kıbrıs görüşmelerinde varılacak bir anlaşmanın AB ye katılım anlaşmasını değiştirmesini sağlama

Bu yolların ikisinde de karşılaşacağımız güçlükler vardır.

Bu güçlükleri anlatır mısınız? ATADın davayı tekrar dinleyerek kararını değiştirmesi mümkün mü?
ATAD ın davayı tekrar dinlemesini sağlamak için iki yöntem düşünülebilir. İlk yöntem dava İngiltere İstinaf Mahkemesinde dinlenmeye  başlandığı zaman yeni sorularla davanın tekrar ATAD gitmesini  istemektir. Böyle bir isteğe  hemen "geç kaldınız"  yanıtı verilecektir. Ben kararı bozulmuş olan ve oldukça zor durumda kalmış olan İngiltere Mahkemesinin bu yola başvurabileceğini  ve AB hukukuna göre  daha üst düzeyde olan  ATAD a tekrar soru sorabileceğini  sanmıyorum.

İkinci yöntem ATAD ın doğrudan davayı tekrar dinlemesini sağlamaktır. İadei Muhakeme veya (retrial) dediğimiz bu yönteme çok ender hallerde başvurmak mümkündür.  Ancak Mahkeme başkanı Skouris in şaibeli durumu bu yola başvurmamıza fırsat vermektedir.
Bilindiği gibi  Skouris 1989 ve 1996 yıllarında Yunanistan'da İçişleri Bakanlığı yapmıştır. Kasım 2006'da  bir etnik temizlik planı olan Akritas Planının mimarlarından olan Rum Yönetimi Eski Başkanı Papadopulos'tan, Rum Yönetiminin  en büyük ödülü olan 3. cü  Makarios ödülünü almıştır. Bu ödül Kıbrıs Rum Halkına büyük hizmet veren kişilere verilmekte olup Skouris'e ATAD Başkanı olduğu bir dönemde ve Orams davası devam ederken verilmiştir. Skouris Orams kararından iki ay önce Güney Kıbrısa gelip resmi ziyaretlerde  bulunmuş ve verilecek kararı Rum Yöneticilerle tartışmıştır.

Skourisin davranışları AB Yargıç Etiket Kuralları ile tam bir çelişki içindedir. Bu kuralların 2.maddesi Integrity(tutarlılık, dürüstlük) 3. maddesi ise Impartiality (tarafsızlık) başlığını taşımaktadır. Bu maddelere göre bir yargıcın tutarlılığına ve tarafsızlığına gölge düşürecek  konuma girmesi ve taraflardan birinden herhangi  türden hediye  alması disiplin suçu oluşturur. Tüzüğün 2. maddesinde  geçen  herhangi türden hediye( gift of any kind) sözcükleridir. Yani hediyenin çeşitli türleri vardır ve bu türlerden herhangi birini almak suçtur. Bu tanım bilinen sıradan hediyelerin dışındaki ödüllerin de suç olduğunu ifade etmektedir. Skourisin 2. ve 3. maddelerde belirtilen suçları işlediği  açıktır. Bu durum davanın tekrar dinlenmesini sağlayacak ender hallerden  biri olarak kabul edilebilir. Kuşku yok ki bizim amacımız  Skourisin cezalandırılması değil halkımızın yok olmasına neden olabilecek   kararın ortadan kaldırılmasıdır.

ATAD davayı yeniden dinlemeyi kabul edecek mi?
Bu soruya daha önce konuştuklarımızı  anımsatarak yanıt vereyim. Eğer bizim yerimizde Rumlar olsaydı Mahkeme başkanının böyle bir skandalı karşısında dünyayı ayağa kaldırırlardı. Belki de başkan istifa etmek zorunda kalırdı. ATAD davayı yeniden dinlemekle kalmayıp aleyhte karar verdiği insanlardan özür dilemek  zorunda kalabilirdi. Ancak bizim Rumların mücadele yöntemini bu ölçüde izleyebileceğimizden emin değilim.

Ayrıca vurgulamak gerekir ki  davanın yeniden dinlenmesi  yeterli değildir. Daha önce değindiğimiz yeni iddiaları öne sürebilmemiz gerekir. Bu ise KKTC yi ön plana çıkarmakla gerçekleşebilecek bir olaydır. KKTC nin tanınmadığı mazeretiyle iddialarımızın dinlenmemesi olasılığına  karşılık  KKTCden önce mevcut eşit egemen halk statümüzle  yine talepte bulunabiliriz. Zürih ve Londra antlaşmaları ve 1960 Anayasası  ile Kıbrıs Türk Halkı uluslar arası hukuk önünde bir kişilik kazanmıştır . Bu nedenle KKTC yi söz hakkından mahrum etmek kolay değildir. Böyle bir müracaata ısrarlı olmamız ve temel tartışma konularımızı Mahkemenin önüne taşıyabilmemiz gerekir. Kıbrıs Türk   Halkının 1963 den beri son derece haklı koşullarda oluşturduğu ve uyguladığı hukuku yok saymanın insan haklarını ihlal ettiğini öne sürmemiz gerekir.

Bu mücadelede AB  ile ilişkilerimize de dikkat etmek zorundayız. AB ile ilişkilerimizde dik durmazsak  ve  Rum devletinin azınlığı olarak AB ye girmeye  razı olduğumuz mesajını verirsek ne kadar gayret gösterirsek  gösterelim  bir sonuç alamayacağımız açıktır. Bu konu açılmışken bir hususa daha dikkatinizi çekmek isterim. Bize haksızlık yapan sadece ATAD  değildir.  ATAD,  kararını AB nin  görüşleri  doğrultusunda  vermiştir.

KKTC halkını azınlık statüsüne  düşürecek  ve Rum Yönetimi ile halkının tutsağı haline getirecek kararın AB nin görüşleri doğrultusunda  verildiğini söylüyorsunuz bu doğru olabilir mİ?
Orams davası ATAD a havale edildikten sonra  çeşitli devletlerden  ve BM den görüş istendi. Bir davanın sonucundan etkilenecek kişi veya kuruluşlara söz hakkı vermek  gerektiği halde ne  KKTC den ne de Türkiyeden görüş istenmedi. Sadece bu durum ATAD daki adaletin ne  düzeyde olduğunu göstermeye yeterlidir. Bu arada belirteyim ki görüş verenler arasında  insaflı davranan sadece BM in eski genel sekreteri Annan  oldu.
Ancak ne Annan ın söyledikleri ne de diğer devletlerin söyledikleri  fazla önemli değildir. Önemli olan Mahkemenin sahibi olan AB nin ne söylediğidir.  AB nin Hükümeti  AB Komisyonudur. AB Komisyonu da Mahkemeye bir rapor sunmuştu. İşte Kıbrıs Türkleri için idam kararı verilmesi talebi bu raporda mevcuttur.

Hangi rapordan söz ediyorsunuz?
AB nin görüşü AB Komisyonunun ATAD a sunduğu,
Silva de Lapuerta  tarafından hazırlanan raporda ifade edilmiştir. Bu görüş  aynen  ATAD ın belirttiği gibi Rum Mahkemelerinin KKTC topraklarında yargı yetkisi olduğunu ifade etmektedir.  Yani  İngiltere Yüksek Mahkeme kararının bozulmasını  ve KKTC nin tasfiye edilerek Rum Yönetimine bağlanmasını önermektedir.  Bu raporda  kararın icra edileceği  ülke mahkemesinin( İngiltere Mahkemesinin) kamu politikası gerekçesi ile icrayı durdurabileceğinden söz edilmekle birlikte bu zaten 44/ 2001 sayılı Tüzükte yer alan bir husustur ve Lapuerta raporunun bu konuya değinmesi Kıbrıs Türklerine bir hak tanıdığı anlamına gelmiyordu. Bu nedenle AB Orams davasında  bize en küçük bir anlayış göstermiş değildir. Aksine bizi Rum Yönetiminin azınlığı olarak gördüğünü açıkça ifade etmiştir.

Silva de Lapuerta raporunun yanlış anlaşılma olasılığı yok mu?
Hiç yoktur.  Çünkü Lapuerta raporu 1977 da Hesperides davasında verilmiş olan  ve tüm dünyada uygulanıp her yere barış götüren  ilkenin yani "bir ülkeyi fiilen yöneten ve günlük yaşamı düzenleyen Yönetimin aldığı kararların yasal olduğu ve başka ülke mahkemelerinin yapılanları sorgulamaya ve yargılamaya hakkı olmadığı" ilkesinin iptal edilmesini önermiştir. Bunun yanı sıra İngiltere Yüksek Mahkemesinin   Orams davasında verdiği kararın yani "10 Protokolle AB yasaları bir anlaşmaya varılıncaya kadar KKTC de askıya alındığına göre Rum Mahkemelerinin KKTC de meydana gelen olaylarda yargı yetkisi olmadığı" ilkesinin   iptal edilmesini önermiştir.  Bu kadar ciddi değişiklik önerilerinin  büyük hazırlık olmadan yapılması mümkün değildir. KKTC de çok saf insanlar yaşadığı düşünülmese bu kadar büyük haksızlık yapılması mümkün değildi.

Kıbrıs görüşmelerinde varılacak bir anlaşma ATAD kararının yarattığı olumsuzluğu ortadan kaldıramaz mı?
Bilindiği gibi yasaları Yasama Meclisleri veya Parlamentolar yapar. Daha sonra  yorumlama görevi ise Mahkemelere düşer. Mahkemeler bir yasayı yorumlayıp karar verdiler mi   bu  karar bir daha değişmez. Çünkü yargıda "kesin hüküm" ilkesi vardır. Kararı değiştirebilmek için başa dönmek ve yasayı değiştirmek  gerekir.  ATAD ın aleyhimize verdiği karar 10.Protokol, yani Rum Yönetiminin AB ye katılım anlaşması yorumlanarak  verilmişti. ABye katılım anlaşmaları AB nin  birincil hukukunu oluşturur ve AB hukuk normları hiyerarşisinde en üst düzeyde yer alır. ATAD kararını değiştirebilmek için  Rum Yönetiminin AB ye katılım anlaşmasını değiştirmek şarttır. Eğer bu yapılmazsa ATAD kararı Kıbrısta iki taraf arasında varılan anlaşmadan daha üstte kalacak ve  anlaşma  ATAD kararına tabi olacaktır. Bu durumda nasıl bir anlaşmaya varılırsa varılsın Kıbrıs uniter bir devlet olmaya devam edecek ve bir anlaşmazlık durumunda  Rumlar  iki halk  arasında varılan anlaşmanın değil ATAD kararının uygulanmaya devam etmesini  isteyebileceklerdir. Dolayısıyla  Kıbrıs görüşmelerinde  varılan anlaşmanın hiçbir değeri olmayacaktır. 

ABye katılım anlaşması nasıl değişebilir?
AB ye katılım anlaşmasının değişmesi ve böylece Kıbrıs görüşmelerinde  varılacak anlaşmanın bir anlam ifade etmesi için izlenmesi gereken  yol  üzerinde duralım.  Bunun için her şeyden önce Rum Yönetiminin buna razı olması  gerekir. Yani iki halkın haklarına ilişkin çeşitli konularda bir anlaşmaya varmak yeterli olmayıp bu anlaşmanın katılım anlaşmasını değiştireceği ve birincil hukuk olacağı konusunda da  anlaşmaya varmak  gerekir. Ancak bu da yeterli değildir. Çünkü  Kıbrısın AB ye katılım anlaşması Kıbrıs devleti ile AB arasında yapılmış bir sözleşme olup AB nin de bu sözleşmenin değişmesini kabul etmesi gerekir.
Bu  durumda insanın aklına  şu sorular geliyor. "Rum Yönetimi 2004 katılım anlaşmasının değişmesine razı mı?  AB  2004 katılım anlaşmasının  değişmesine razı mı?"
Sade bir vatandaş bu koşullarda nasıl düşünür? "Yıllarca görüşüp anlaşma yapmaya başlamadan önce bu anlaşmanın işe yarayacağı  yani  AB ye  katılım anlaşmasını değiştireceği konusunda anlaşalım. Boşuna zaman kaybetmeyelim" diye düşünür değil mi? Maalesef  Sn. Talat ın böyle bir kaygısı olmadığı anlaşılmaktadır. Hristofyas ise katılım anlaşmasını değişmesini kabul edeceği yönünde herhangi bir açıklama yapmamıştır. Hele AB yetkilileri sanki bu noktayı bilmiyorlarmış gibi  bu konudaki talebimizi anladıklarını söylemektedirler. Görüşmeler ve referandumlar sonunda varılacak  anlaşmanın  katılım anlaşmasını nasıl değiştireceği konusunda ne bir açıklama var  ne de bir söz verme.
Halklar arasında varılan  anlaşmadan ve referandumlardan sonra AB ye  katılım anlaşmasının da  değişmesini Rum Yönetimi kabul etti diyelim. AB nin de  kabul ederek gerçekleştirmesi için bu değişikliğin diğer 26 ülke parlamentolarının her birinde ayrı ayrı onaylanıp kabul edilmesi gerekmektedir. Bunun ise çok zor bir iş olduğu açıktır. Bir tek devlette onaylanmazsa yeni katılım anlaşması geçersiz kalacak ve biz üniter bir devlette azınlık olmaya devam edeceğiz.

AB nin zamanla hukukunu değiştireceği ve  birincil hukuk oluşturma konusunda  daha kolay bir formül bulacağı,  26 ülke parlamentolarına başvurmadan değişimin  gerçekleşebileceği  söylenmektedir. Fakat nasıl bir formül bulunacak ve  ne zaman yürürlüğe girecek? Kesin olan hiç bir şey yok.

Özetle ATAD felaketini  görüşmeler yoluyla ortadan kaldırmak mümkündür. Ancak bunun gerçekleşebileceği konusunda hiçbir belirti yoktur. Aksine Kıbrısta bir anlaşmaya varılsa bile katılım anlaşmasını değiştirmenin  çok zor hatta imkansız olacağının  belirtileri vardır. Ayrıca  AB nin Kıbrıs Türklerini çok saf bir halk olarak kabul ettiğinin ve   haklarını savunmasını bilmeyen bu halkın gözünün yaşına bakılmayacağının belirtileri mevcuttur.

İkili görüşmelerin barışla sonuçlanacağı konusunda yaygın bir inanç var. Siz barış olmayacakmış gibi konuşuyorsunuz.
Halklar arası  görüşmelerde bir anlaşmaya varılacağı ve bu  anlaşmanın  referandumlarda onaylanma olasılığı bulunduğu söyleniyor. Bunlar siyasi değerlendirmelerdir. Benim bu konuda söyleyebileceğim veya herkesin bildiklerine  ekleyebileceğim bir şey yok. Burada hukuk perspektifinden olaya bakmaya çalışıyorum ve bir anlaşmaya varılırsa bu anlaşmanın AB nin birincil hukuku haline gelmeme olasılığı bulunduğunu yani Kıbrıs Türk Halkının ATAD kararıyla yitirdiği hakları geri alamama olasılığı bulunduğunu söylüyorum. Bu tehlike karşısında halkımızı uyarmamız gerekmiyor mu?

Niçin  barış konusunda bu kadar kaygılısınız?
Kaygılıyım , Çünkü ATAD kararından ayrı olarak AB Komisyonunun hazırladığı raporda yani Lapuerta raporunda da AB nin gerçek niyetini görüyorum. Rum Mahkemelerinin kuzeydeki olaylarda yargı yetkisi olmasının bir tesadüf olmadığını anlıyorum.  AB nin niyetinin  geçmişte eşit olan Kıbrıs Türk Halkının eşitlik statüsüne son vermek ve Kıbrıs Türklerini Rumların bir azınlığı haline getirmek olduğunu görüyorum. AB  Kıbrıs Türklerini egemen bağımsız eşit bir halk olarak AB ye almak istememektedir. İki halkın ekonomilerini eşit düzeye getirmek istememektedir. Kıbrıs Türk Halkını Rumlara hizmet veren fakir bir azınlık haline dönüştürmeye çalışmaktadır. Diğer taraftan biz de  AB ye  diğer egemen bağımsız halklar gibi değil Rum Yönetiminin kararıyla yani azınlık olarak  girmeye çalışıyoruz. Bu yolun sonunda AB deki diğer azınlıklardan  farklı olanaklara sahip olacağımızı zannediyoruz. Bunlar kaygılanmayı  gerektiren durumlar değil mi?

Rum Yönetimi ile bir anlaşmaya varılması ve bu anlaşmanın referandumlarda onaylanması halinde dahi Kıbrısa barış gelmeyeceğini, çünkü ATAD kararının bunu önleyeceğini söylüyorsunuz .  O zaman barıştan ümidimizi kesmemiz mi  gerekiyor?
Hayır.  ATAD kararının etkisinden kurtulmanın ve barışı sağlamanın  basit bir formülü daha vardır. O da iki devlet formülüdür. KKTC nin ayrı bir devlet olarak tanınması ve  AB ye girmesi ile Kıbrısa  gerçek barış gelebilir.  AB ile KKTC arasında gerçekleştirilecek müzakereler sonunda yeni bir katılım anlaşması yapılacaktır. Bu durumda  ATAD kararı ortadan kalkacağı gibi derogasyonlarla Kıbrıs Türk Halkını diğer tehlikelerden  korumak da mümkün olacaktır.

AB bizi ayrı bir devlet olarak birliğe kabul eder mi? Bu çok uzak bir olasılık .
AB her şeyi pazarlık konusu yapan ve uzlaşarak orta yolu bulan bir birliktir.  "AB nin KKTC yi kabul etmede çıkarı nedir? Bizim ABye girmekle elde edeceğimiz yarar nedir?" Bu soruları her pazarlıkta olduğu gibi sormamız ve duygusallıktan uzaklaşarak  gerçekçi bir değerlendirme yapmamız gerekir. Daha sonra iki devlet formülünü ciddi  bir teklif olarak masaya koyalım. AB nin bizden çok daha büyük bir istekle bu teklife sarıldığını göreceğiz.
Şu anda AB ye girmek için yalvarır durumdayız. AB, propaganda ile bizi dolduruşa getirmiş durumdadır. Bu nedenle bizi Rum Yönetimine bağlı bir azınlık haline getirecek Lapuerta raporu gibi bir rapor, ATAD kararı gibi bir karar kolaylıkla verilebilmiştir. Halbuki samimi  ve ciddi bir  inceleme bizim değil  AB nin yalvaracak konumda olduğunu gösteriyor.

AB nin KKTC ye ihtiyacı olduğunu ve KKTC yi ayrı bir devlet olarak ABye kabul etmeye razı olacağını söylüyorsunuz. Bu çok iddialı bir görüş. Bu kanıya nasıl varıyorsunuz.?
Önemli olan karşılıklı ihtiyaçların ne olduğunu doğru değerlendirebilmektir. Karşımızdaki  insanların ne düşündüğünü anlayabilmektir. Çeşitli zamanlarda  AB yöneticileri ile konuşma fırsatı buldum. Onların söyledikleri  ile yetinmeyip gerçek düşüncelerini anlamaya çalıştım. Edindiğim bilgiye göre AB nin büyük devletleri üyeliğe  kabul etme konusunda kaygıları ve çekinceleri vardır. Fakat küçük ve hele turistik bir devleti kabul etmede  hiçbir sorunları yoktur. Özellikle Kıbrıs gibi bölünmüş ve sadece bir bölümü AB ye girmiş bir adada geriye kalanı da AB ye alma gereksinimi büyüktür. Bu nedenle bizi Rum tarafına ilhak ederek amacına ulaşmaya çalışmaktadır. Bizim Rumlara hizmet veren fakir bir azınlık olmaya razı olduğumuz inancı oluşmuştur. Halbuki dirençle karşılaşsalar   iki devlet formülüne dönmek zorunda kalacaklar ve bu formülü de  büyük  istekle destekleyeceklerdir.
Edindiğim izlenim Rum milliyetçiliğinin etkisiyle ve bizim çok saf bir halk olduğumuz görüntüsünü vermemiz nedeniyle AB nin  Kıbrısta  yanlış bir yola girdiğidir.

KKTC yi ayrı bir devlet olarak kabul etmek AB ilkelerine uygun mu?
Evet uygundur. AB İkinci Dünya savaşından sonra Avrupanın tekrar savaşa girmesini önleme  amacıyla kurulmuştu. Barışı koruma AB nin temelinde mevcut olan ana görüşlerden biridir.

Avrupada Fransa ve Almanya gibi geçmişte savaşmış iki devleti ele alalım. Bu iki devlet birbirlerini tanıyarak ve birbirlerinin egemenliklerine saygı duyarak AB ne üye oldular . Barışı sağlayan önkoşul devletlerin  ilk aşamada ayrılması, bağımsız olması, biri birlerinin egemenliklerine saygı duymaları ve halkların  güven içinde yaşamasıdır. Birleşme daha sonra üst düzeyde AB çatısı altında olmaktadır. AB nin benimsediği ilke budur.

Bir an için Almanyanın Kıbrıs Rumları gibi egemenliğini Fransaya yayma ve Fransa ile  birleşme düşüncesi içinde olduğunu varsayalım. Daha da ileri giderek AB hukukundan yararlanarak,  Fransanın hukukunu yok saymaya, ve Alman  hukukunu  Fransada meydana gelen olaylarda  uygulamaya teşebbüs ettiğini düşünelim. O zaman Avrupada barış kalır mıydı? Avrupa  savaş alanına dönmez miydi?
KKTC nin ayrı bir devlet olarak AB ye girmesinden söz ediyorsunuz. Rum Yönetimi  buna razı olur mu?
Bence razı olabilir. Hatta soğukkanlı ve sağduyulu bir değerlendirmeden sonra iki devlet formülünün Rum Yönetiminin çıkarına da uygun olduğu anlaşılabilir. Bu konuda size bir anımı anlatayım. 12 yıl kadar önce o tarihteki  Mahkeme Başkanı Sn.Salih Dayıoğlu nun  önerisi ile Amerikada federasyon konusunda düzenlenmiş  bir konferansa katıldım.10 kadar Kıbrıslı Türk ve10 kadar Rum bir araya gelerek bir hafta buyunca federasyon konusunu tartıştık.

Hukukçular bir konuda değerlendirme yapabilmek için emsal ararlar. Bu nedenle konferansı yöneten Amerikalı profesöre "geçmişte savaşmış iki etnik toplumun dünyanın herhangi bir yerinde  bir araya gelerek federasyon kurduğu görüldü mü?" diye sordum. "Hayır bunun hiçbir örneği yok" dedi.  "Tarihin herhangi bir devrinde böyle bir federasyon kuruldu mu?" diye sordum. Yine "örneği yok" dedi. Bu yanıtlar üzerine  federasyon görüşünün hatalı olduğunu ve Kıbrısta dayatmayla uygulanacak böyle bir formülün büyük sorunlar yaratacağını anladım. Dünyada meydana  gelen olaylar böyle bir formülün toplumlardan birini azınlık haline getireceğini veya yok olmasına neden olacağını gösteriyordu.

Konferansta Rum konuşmacılar Kıbrısta federasyon istediklerini söylüyorlardı. Fakat gerçekte istedikleri  üniter bir devletti ve federasyon sözünün  altını üniter devlet kuralları ile doldurmaya çalışıyorlardı. Türk konuşmacılar ise federasyonla söze başlıyorlar, fakat gerçekte konfederasyon istediklerini ifade ediyorlardı. Bu görüşlerin ikisine de katılmadığım için sessiz kalmayı tercih ettim. Bir noktada yönetici  Profesör beni konuşmaya ve görüşümü söylemeye zorladı. O zaman Kıbrıs koşullarında dünyada federasyon veya konfederasyon uygulaması olmadığını, barışı ancak iki ayrı devlet formülünün sağlayabileceğini, Kıbrısta mevcut iki devletin birbirini tanıyarak, yan yana dost ilişkiler içinde yaşaması gerektiğini söyledim. Salonda  bir sessizlik oldu. Daha sonra söylediklerim hiç işitilmemiş  gibi konuşmalara devam edildi.

Rum katılımcıların görüşüne  çok ters bir şey söylediğim için  bozulduklarını ve ertesi gün  bana öfke ifade edeceklerini sanıyordum. Hiç etkilenmediklerini ve hatta daha yakın davrandıklarını görünce şaşırdım. Bir Ruma "Görüşlerinize çok ters şeyler söyledim. Söylediklerime bozulmadınız mı" diye sorma ihtiyacı duydum. "Niye bozulalım senin barış istediğini ve barışı iki ayrı devlet formülünün gerçekleştireceğine inandığını anladık" dedi. Bu olaydan sonra tartıştığım her yabancı veya  Ruma  Kıbrısa barışın birleşmeyle değil iki ayrı devletin birbirini tanımasıyla ve iki devletin ayrı ayrı AB ye girmesiyle  sağlanabileceği görüşünü anlattım ve hiç bir tepki ile karşılaşmadım. Çünkü her iki halka da huzur verecek gerçek barışı arzu ettiğimi anladılar.

Entellektüel Rumlar iki ayrı devlet formülünün yararlarını anlayabilirler . Ancak acaba Rum halkı ve onlara bağlı olarak Rum siyasiler bunu kabul ederler mi?
Kabul edebileceklerini düşünüyorum. Çünkü bunun örneğini AB de görüyorlar. İki ayrı devlette daha kolay işbirliği ve dostluk oluyor. Ticaret daha kolay gelişiyor. Halklar zamanla geçmişin acılarını unutup yaralarını tedavi edebiliyorlar.
Anladığım kadarıyla Kıbrıs Rumları iki farklı düşüncenin etkisi altındadırlar. Bu düşüncelerden biri 20 Temmuzun intikamını almaktır. Bu düşünce Kıbrısı birleştirme ve Kıbrıs Türklerini onlara hizmet verecek fakir bir azınlık haline getirme  çabalarına neden olmaktadır. Diğer taraftan böyle bir birleşmenin yeni çatışmalara ve savaşa neden olabileceğini  de anlıyorlar. Bu nedenle soğukkanlı bir değerlendirmede  iki ayrı devlet formülünü kabul edebilecek konumdadırlar.

Kıbrıs müzakerelerinde  bir anlaşmaya varılmak üzere . Bu anlaşmanın referandumlarda onaylandığını ve ATAD kararının etkisinden kurtulmak için yeni anlaşmanın ABnin  birincil hukuku haline getirildiğini varsayalım. Yine barış olmayacak mı?
Bildiğiniz gibi yargıçların yaptığı işlerden biri de Mahkemeye gelen tarafları  anlaştırmak ve barıştırmaktır. Her yargıcın bu konuda geniş tecrübesi vardır.  Yargıçlar  genellikle  taraflara "karşılıklı taviz verip bir orta yol bulunuz ve anlaşınız" derler. Bu yöntemin mantıklı bir tarafı olmakta birlikte birçok davada ters sonuç verdiğine tanık oluruz. Çünkü olumlu bir sonuca ulaşmak için tarafların karşılıklı tavizlerle anlaşması ve bir orta yol bulması yeterli değildir. Dikkat edilmesi gereken  başka hususlar daha vardır. İzninizle iki hususa değineyim.

A)Anlaşmanın pratikte ortaya çıkaracağı sorunlar:  Bazı anlaşmalar kağıt üzerinde çok güzel ve makul görünür fakat  sonucun ne olacağı tarafların ekonomik koşullarına , statülerine  ve diğer faktörlere bağlıdır. Kıbrısla ilgili hangi ciddi uzmanın görüşünü  sorsam  iki ayrı devlet dışındaki anlaşmaların Kıbrıs Türk Halkını pratikte Rumlara hizmet veren fakir bir toplum haline  getireceği yanıtını alıyorum.

B) Potansiyel anlaşmazlıklar: İyi bir anlaşmanın potansiyel sorunları ortadan kaldırması gerekir. Eğer taraflar daha sonra ortaya çıkacak anlaşmazlıklar nedeniyle Mahkemelere başvurmak zorunda kalacaklarsa o anlaşma iyi bir değildir. "Kıbrısta varılan anlaşmada insanlar mahkemelere başvurmak zorunda kalacak mı diye soruyorum." "Hemen herkes Mahkemelik olacak" yanıtını alıyorum. Tecrübelerime dayanarak böyle bir anlaşmanın barış değil yeni çatışmalar ve hatta savaş anlamına geldiğini düşünüyorum.
Özetle iki ayrı devlet ve ekonomik eşitlik Kıbrısta barışın  teminatıdır. Böyle bir barış sadece Kıbrıs Türklerine değil Kıbrıs Rumlarına , AB ye yarar sağlayacak ve dünya barışına katkıda bulunacaktır.   

Görüşlerinizi ve tecrübelerinizi  bizimle paylaştınız . Teşekkür ederim.
Ben teşekkür ederim. Lapuerta raporu ile ATAD kararının ne anlama geldiğini tartıştık. Halkımızı karşı karşıya olduğu tehlikeler konusunda uyarabilmişsek ne mutlu bize.

SON